https://uydudreambox.swedishforum.net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
En son konular
» Canli MAc Izleme linki
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyPaz Ekim 06, 2019 11:10 am tarafından turk9999

» DreamBox Kullanıcılarına özel FLASHWIZARD 7.02 Türkçe
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyC.tesi Eyl. 17, 2016 8:48 am tarafından turnurbil

» E2 Setting 7,13,19,42
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyPaz Kas. 01, 2015 10:04 am tarafından codegen

» Redline Aradiginiz hersey tek link Her zaman guncel Arkadaslar
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyC.tesi Eyl. 26, 2015 5:57 am tarafından UCANKUS004

» Çökmüş Dreambox DM 500S Kurtarma
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptySalı Eyl. 22, 2015 12:43 pm tarafından yavoth

» DM800HD Clone Patched Images (Sim 2.01 SSL#84D OE2.0)
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyPerş. Tem. 02, 2015 2:38 pm tarafından Admin

» All Files in Our Enigma2 Addons
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyÇarş. Tem. 01, 2015 10:55 pm tarafından ttys

» E2 - Dreamboxedit_setup 5.1.1.1 ile İP TV eklemek
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyPaz Mart 22, 2015 1:48 am tarafından AHMCEL

» Ace Stream Media 3.0.3 programı ve paylaşım bölümü
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ EmptyPerş. Mart 05, 2015 1:59 pm tarafından Admin

Similar topics
    Arama
     
     

    Sonuç :
     


    Rechercher çıkıntı araştırma

    Haber

    Html Kodları
    http://www.btgroup.com.tr/tr/
    Canli Radyo

    Fbml Kodları

    http://www.btgroup.com.tr/tr/
    Nisan 2024
    PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    2930     

    Takvim Takvim


    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    1 sayfadaki 2 sayfası 1, 2  Sonraki

    Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:40 pm

    Hz. ADEM


    Hz. Adem , yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası'dır.
    Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan
    şekline koydular. Mekke ile Taif arasında 40 yıl yatıp salsal oldu. Yani pişmiş
    gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu. Sonra Muharrem'in
    onuncu Cuma günü ruh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi.
    Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi. Allahü tealanın emri ile bütün melekler,
    Adem'e secde etti, ama İblis (şeytan) kibirlenip, bu emre karşı geldi ve secde
    etmedi : « Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem'e secde edin , demiştik. İblis
    hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece
    kafirlerden oldu »(Bakara, 34) . Hz. Adem 40 yaşında Firdevs adındaki Cennet'e
    götürüldü. Cennet'de yahut daha önce Mekke dışında uyurken, sol kaburga
    kemiğinden Hz. Havva yaratıldı. Allahü teala onları birbirine nikah etti. Yasak
    edilen ağaçtan unutarak ve İblis'in oyununa gelerek önce Havva, sonra Adem
    aleyhisselam yedikleri için Cennetten çıkarıldılar. Adem aleyhisselam
    Hindistan'da Seylan (Ceylon) adasına, Havva ise Cidde'ye indirildi. 200 sene
    ağlayıp yalvardıktan sonra , tövbe ve duaları kabul olup, hacca gitmesi emr
    olundu: «Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola
    yöneltti »(Ta'ha, 122) . Arafat ovasında Havva ile buluştu. Kabe'yi inşa etti.

    Hz. Adem her sene hac yapardı. Arafat meydanında veya başka meydanda , kıyamete
    kadar gelecek çocukları belinden zerreler halinde çıkarıldı. «Ben sizin Rabbiniz
    değil miyim ?» diye soruldu. Hepsi «Evet » dedi. Sonra hepsi zerreler haline
    gelip, beline girdiler. Yahut belinden yalnız kendi çocukları çıktı. Sonra Şam'a
    geldiler. Burada çocukları oldu. Neslinden 40.000 kişiyi gördü. 1500 yaşında
    iken çocuklarına peygamber oldu. Çocukları çeşitli dillerde konuştu. Cebrail
    aleyhisselam 12 kere geldi. Oruç, her gün bir vakit namaz ve gusül abdesti
    emredildi. Kendisine kitap verilip, fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik
    bilgileri öğretildi. Süryani, İbrani ve Arabi diller ile kerpiç üstüne çok kitap
    yazıldı. Bir rivayete göre 2000 yaşında iken Cuma günü vefat etti. Hz. Havva 40
    sene sonra vefat etti. Kabirlerinin Kudüs'de veya Mina da Mescid-i Hif'de veya
    Arafat'da olduğu rivayetleri vardır.

    Habil ile Kabil

    Habil ile Kabil Hz. Adem'in oğullarından ikisidir. Habil'in Allah'a yaptığı
    kurban'ın kabul edildiği ve kendi kurbanın Allah tarafından kabul edilmediği
    için Kabil, Habil'i öldürür ve böylece dünyada ilk kâtil olma makamına mazhar
    olur. Sonra bir kargadan görüp Habil'i yerin altına gömdü. Allahü teala Kur'an-ı
    Kerimde mealen buyuruyor ki : « Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu
    gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «OL !» dedi ve oluverdi »(Al-i
    İmran, 59) . Burada değinilen durum, Hz.İsa'nın ve Hz. Adem'in babasız dünyaya
    gelmeleridir (M.K.). Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) Hz. Adem hakkında : «
    Allahü teala Adem'i (aleyhisselam) yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan
    yarattı. Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar
    olduğu gibi, bazıları da bu renklerin arasındadır. Bazısı yumuşak, bazısı sert,
    bazısı halis ve temiz oldu » (Hadis-i şerif, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
    buyurmuştur.

    Hz. Adem 5 şeyi ile bahtiyar olmuştur:
    1) Hatasını itiraf etmek
    2) Pişmanlık duymak
    3) Nefsini kötülemek
    4) Tevbeye devam etmek
    5) Rahmetten ümidini kesmemek

    İblis de 5 şeyden bedbaht olmuştur:
    1) Günahını ikrar (saklamadan söylemek) etmemek
    2) Pişmanlık duymamak
    3) Kendini kötülememek
    4) Kendini kötülemeyip azgınlığını Allahü Teala'ya nisbet etmek
    5) Rahmetten ümidini kesmek

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:40 pm

    H Z . NUH A.S.



    Hz. Nuh, İdris aleyhisselamın göğe çıkarıldıktan sonra azan insanlara peygamber
    olarak gönderildi. İnsanlar putlara tapmaya başladı. Cenab-ı Hak bunun için Nuh
    aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Yıllarca
    insanları dine davet etti, putlara tapınmaktan sakındırdı ve Allahü Tealaya
    ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh aleyhisselama kendi oğlu Yam yani Ken'an bile
    iman etmedi, hatta alaya alıp işkence ettiler: « Andolsun ki Nuh'u elçi olarak
    kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin, sizin ondan baska
    tanrınız yoktur. Dogrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından
    korkuyorum » (A'raf, 59) . Nuh aleyhisselam insanların davetine icabet
    etmedikleri için onlara beddua etti:« (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak
    şaşkınlıklarını artır » (Nuh, 24) .
    Allahü Teala da bundan sonra Nuh
    aleyhisselam'a gemi yapmasını emretti: « Gözlerimizin önünde ve vahyimiz
    (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme !
    Onlar mutlaka boğulacaklardır ! » (Hud, 37) . Gemi bitince tufan oldu (denizler
    taşti ve her taraf su oldu). Nuh aleyhisselam sayısı 80 kisi kadar olan
    mü'minler ile 3 katlı olan gemiye bindi. Nuh aleyhisselam gemiye her hayvandan
    birer çift aldı. Oğlu Ken'an'i da gemiye almak istedi, ama o "Beni sudan
    koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alıp
    boğdu. Allah Teala da Nuh aleyhisselamın bu oğlu hakkında af dilemesine
    karşılık: « (...) Ey Nuh ! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı
    kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme.(...) »
    (Hud, 46) buyurdu.

    Sular dağları aştı, insanlar ve hayvanlar telef oldu. 150 gün
    geçtikten sonra Allahü Teala: « Yere suyunu Çek; göğe: ey gök sen de yağmurunu
    tut » buyurdu ve bunun üzerine yağmur durdu, sular çekildi. Gemi Irak'taki Cudi
    dağına oturdu. Hz. Nuh'a inanıp kurtulan insanlar aç oldukları ve dağda yiyecek
    olmadığı için Nuh aleyhisselamın emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri
    birleştirdiler ve böylece ilk defa Aşure yemeğini yaptılar. İnsanlar Nuh
    aleyhisselamın 3 oğlu Sam, Ham ve Yafes'ten türediği için Hz. Nuh'a ikinci Adem
    de denir. Nuh aleyhisselamın 1000 yaşında vefat ettiği söyleniyor, ama Kur'an-ı
    Kerim'de : « Andolsun ki biz Nuh'u kavmine gönderdik de o 1000 yıldan 50 yıl
    eksik bir süre yanlarında kaldı.(...) » (El-Ankebut, 14) geçiyor. . Hz. Nuh
    gemicilerin ve marangozların piri sayılır, çünki bu işleri Allah'ın ihsanıyla
    ilk defa o yapmıştır.

    Hz. Nuh'un evladlarına vasiyeti

    « Bunlardan (ilk) ikisini bırakmayınız, ikisini de hazer ediniz (yapmayınız)
    1. La ilahe illallah
    2. Subhanallah vebi hamdihiy'dir
    3. Gavurluktan (sakının)
    4. Kibir ('den sizi nehyederim) »

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:40 pm

    H Z . ZÜLKARNEYN A.S.



    Hz. Zülkarneyn'in peygamber mi, veli mi oldugu tam belli degildir. Kur'an-i
    Kerim'de doguya ve batiya düzenledigi seferleri zikr edilmistir. Asil isminin
    Iskender olup düzenledigi seferlerden dolayi Iskender-i Zükarneyn nâmiyla
    anilmistir . Kur'an-i Kerim'de : « (Resulüm!) Sana Zülkarneyn hakkinda soru
    sorarlar. De ki: Size ondan bir hatira okuyacagim » buyurulmustur. Âyette
    deginilen konu, rivayet edildigine göre, bir gün yahudilerin Mekke'ye gelip
    Peygamberimizin Tevratta bildirilen son peygamberin olup olmadigini ögrenmek
    istemeleri'dir. Bunun icin de Peygamberimize bir soru sormuslardir. Baska bir
    rivayete göre ise bu soruyu Mekke müsrikleri sormustur. Yahudilerin: " Sen bize
    hep bizden ögrendigin Musa, Ibrahim ve Adem'den haber veriyorsun. Tevratta tek
    bir yerde bildirilen bir peygamber'den bildir" demeleri üzerine Peygamberimiz :
    « Bu kisi Zülkarneyn'dir» buyurmus ve bu âyet inmistir . Ibrahim aleyhisselam
    zamaninda yasayan Zülkarneyn aleyhisselam onunla birlikte haccetti, elini öpüp
    duasini aldi.
    Teyzesinin oglu olan Hz. Hizir'i ordusuna kumandan tâyin etti. Bir kavmin
    istegi üzerine Ye'cûc ve Me'cûc kavminin insanlara zarar vermemeleri icin tas ve
    demir'den bir sed yapti ve böylece Ye'cûc ve Me'cûc'un hapsetti . Bir rivayete
    göre bu dilekte bulunan kavim Türkler imis . Bu sed simdiki Cin seddi degildir.
    Ye'cûc ve Me'cûc kavimleri bu seddi kiyamete yakin delecekler (2. noktaya
    bakiniz). Hz. Zülkarneyn Asya ve Avrupa kitalarinâ hâkim oldu. Her tarafa
    Allah'in emirlerini yayip, kâfirlerle savasip, mü'minlere güzel muâmelede
    bulundu. Medine ile Sam arasinda, Sam'a bes günlük bir mesafedeki Dûmet-ül
    Cendel denilen yerde vefat etti. Mekke'de veya yine o civarda Tehâme daginda
    defn edildi . Iskender isimli oldugu icin târihte gecen Iskender isimli bircok
    hükümdarin Hz. Zülkarneyn'in oldugu itiraf edilmistir. Bediüzzaman bu konu
    hakkinda mâlumat vermektedir : « Ehl-i tahkikin beyanina göre, hem Zülkarneyn
    ünvaninin isaretiyle, Yemen padisahlarindan Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle
    basliyan isimleri bulundugundan bu Zülkarneyn, Iskender-i Rumi degildir. Belki
    Yemen padisahlarindan birisidir ki, Hazret-i Ibrahimin zamaninda bulunmus ve
    Hazret-i Hizirdan ders almis. Iskender-i Rumi ise, miladdan tâkriben ücyüz sene
    evvel gelmis, Aristodan ders almis. Târih-i beseri, muntazaman surette ücbin
    seneye kadar gidiyor. Bu nâkis ve kisa târih nazari, Hazret-i Ibrahimin
    zamanindan evvel dogru olarak hükmedemiyor» .

    Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duydugunuz kimselerden
    yeryüzünde dört kisi mâlik oldu. Mü'min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü'min
    olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile
    Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik
    olacaktir » . Kehf sûresinin 83-101 âyetleri Hz. Zülkarneyn'in kissasini
    anlatmaktadir. Genis mâlumat icin oraya bakiniz.



    2. Ye'cûc ve Me'cûc
    Peygamberimiz kiyamet alametlerinden biri olarak da Ye'cûc ve Me'cûc
    kavimlerinin yeryüzüne dagilmalarini ve her tarafa küfrü yaymalarindan
    bahsetmistir. Bu kavimler Hz. Nuh'un Yâfes isimli oglunun soyundandirlar.
    Yüzleri yassi, gözleri kücük, kulaklari cok büyük, boylari kisadir. Her birinin
    bin cocugu olur ve böylece sayilari insanlarin ve cinlerin sayisinin 90%
    kadardir. Kiyamete yakin bir zaman Hz. Zülkarneyn'in yaptigi seddi delip dünyaya
    yayilacaklardir.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:41 pm

    H Z . İSMAİL A.S.



    2. Hz. İsmail'in hikayesi
    İsmail aleyhisselam, Şam diyarında (Filistin, Suriye) doğdu. Babasi İbrahim
    aleyhisselam, Allahü Tealanın emriyle, annesi Hacer Hatunla birlikte Mekke'ye
    götürdü . Yanlarına bir miktar yiyecek ve su ile birlikte şimdiki Kâbe'nin
    bulunduğu yere bırakarak Şam'a döndü. Bir rivayete göre İbrahim aleyhisselam
    Hacer Hatunu Kâbe'nin bulunduğu yere bırakınca o: "Sen bizi kime bırakıyorsun.
    Bize kim bakacak ?" sorusuna İbrahim aleyhisselam:"Ben sizi Allah'a bırakıyorum"
    demiştir. Hacer Hatun bunu duyunca:"O zaman işini yaptıysan gidebilirsin"
    demiştir. Hacer Hatun su ararken, şimdiki zemzem kuyusunun yerinde yatan İsmail
    aleyhisselam tepindi. Hacer Hatun oğluna su verebilmek için yedi kez Safa ile
    Merve arasında koşuştu ise de su bulamadı. O zaman ayaklarını vurduğu veya
    Cebrail aleyhisselam ın vurduğu yerden Zemzem suyu çıktı. Hacer Hatun burada
    yaşarken, Yemen tarafından Cürhüm kabilesi gelip Mekke'nin bulunduğu yere
    yerleştiler.

    2.1. İsmail aleyhisselamın kurban edilmesi
    Hz. İbrahim bir ara bir rüya gördü. Bu Yüce Allah'ın bir vahyi idi. Ona oğlu
    İsmail'i kurban etmesi emrolunmuştu. Bunun üzerine henüz 12 yaşında bulunan Hz.
    İsmail'i, Mekke'de Sebir dağının eteğinde tenha bir yere götürdü. Onu Allah
    rızası için kurban etmek istiyordu. İsmail aleyhisselam da:" Babacığım ,
    emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun" diyordu. Bu Allah
    yolunda fedâkarlığın en yüksek bir nişanı idi . Ama, Allahü Teâlâ rüyasında
    sadakat göstermesi üzerine ona bir koç ihsan buyurdu. İsmail aleyhisselam
    böylece kurban edilmekten kurtuldu. Kurban bayramını da biz müslümanlar da vak'a
    yüzünden ihya etmekteyiz. Halilullah'ın hangi oğlunu kurban ettiği kesinlikle
    bilinmemektedir. Kur'an-ı Kerim'de sadece oğlunu kurban ettiği
    belirtilmektedir:«Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum !
    Rüyada seni bogazladığımı görüyorum; bir düşün ne dersin ? dedi. O da cevaben :
    Babacığım ! Emrolundugun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun, dedi
    » . Fakat cumhura göre kurban edilen çocuğun İsmail aleyhisselam'ın olduğu
    kanaatindedir. Bazı müfessirlere göre ise İsmail aleyhisselamın değil de İshak
    aleyhisselamın kurban edildiğini öne sürmektedirler. Yalnız, bu fikri
    Israilogulları da söylemektedirler.

    2.2. İsmail aleyhisselamın peygamberliği
    Hz. İsmail gençlik çağına gelince, Cürhümlülerden iki defa evlendi . Daha sonra
    tekrar Mekke'ye gelen İbrahim aleyhisselamla birlikte Kâbe-i Muazzamayı inşâ
    ettiler ve hac ibadetini yaptılar . İsmail aleyhisselam Yemen kabilelerine
    (Cürhüm kabilesi) ve „Amalika" denilen eski bir kavme peygamber olarak
    gönderildi. İnsanlara babası Hz. İbrahim'e bildirilen dinin hükümlerini tebliğ
    etti ve daveti 50 yıl sürdü. Buna rağmen malesef pek az kimse iman etti. İshak
    aleyhisselamı yanına davet edip kızını onun oğlu İlyas'a nikahla dive bazı
    vasiyetler de bulundu. Babası İbrahim aleyhisselam'ın ölümünden 40 sene sonra ,
    133 veya 137 yaşlarında iken Mekke'de vefat etti. Ekseri rivayete göre Mescid-i
    Haram'da Kabe-i Muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan Hatim denilen yere defn
    edildi. İsmail aleyhisselamın 12 oğlundan çoğalan torunları zamanla Arabistan
    Yarımadası'nın her tarafına yayıldılar. Peygamber efendimizin (s.a.v.) 20.
    dedesi Adnan ile İsmail aleyhisselam arasında 30 baba vardı . Peygamberimiz
    efendimiz (s.a.v.) de bir Hadis-i şerifinde : « Allahü Teâlâ Ademoğullarından
    (Hz.) İsmail'i seçti. İsmail'in evlâdından (oğullarından) Kinane'yi,
    Kinaneoğullarından Kureys'i seçti ve ayırdı. Kureyş'ten Haşimoğullarını,
    Haşimoğullarından da beni seçti ve ayırdı » (Kadizâde) buyurmuştur..

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:41 pm

    H Z . YUSUF A.S.



    Kurân'da adı geçen Beni İsrail peygamberlerinden biri.

    Hz. Yûsuf Kurân'da adi geçen peygamberlerden birisi olup, Yakub Peygamberin
    oğludur. Nesebi Hz. İbrahim'e kadar varır (Kamil Miras, Tecrit Tercümesi, IX,
    139).

    Kur'ân-ı Kerîm'de kendi adını taşıyan bir sûre vardır. Tamamı 111 âyet olan bu
    sûrenin 98 âyeti (4-101) Hz. Yûsuf'tan bahseder. Bu âyetlerde anlatıldığına göre
    Hz. Yûsuf'un hayat hikâyesi özetle şöyledir:

    Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardeşi vardı. Yûsuf fevkalâde güzel ve son
    derece zekî idi. Babaları Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi
    ağabeyleri kıskanıyorlardı.

    Yûsuf (a.s) bir gece rüyasında on bir yıldızn, Güneş ve ayin kendisine secde
    ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yûsuf'un
    büyük bir adam olacağına işaret olduğunu anladı ve Yûsuf'a rüyasını ağabeylerine
    anlatmamasını tembihledi. Ancak, ağabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u
    öldürüp bir yere atmayı plânladılar. Babalarından izin alarak, gezip eğlenmek
    bahanesiyle Yûsuf'u alıp kırlara,götürdüler. Onu bir kuyuya attılar, gömleğini
    da kana bulayarak, "Yûsuf'u kurt kaptı" diye babalarına yalan söylediler.

    Kuyunun yanından geçmekten olan bir kafile Yûsuf'u buldu ve köle olarak satmak
    üzere alıp, Mısır'a götürdüler. Orada az bir fiyatla onu Azîz (maliye bakanı)'e
    sattılar.

    Azz'in hanımı Yûsuf'a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çagırdı. Yûsuf
    (a.s) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikayet etti ve hapse
    attırdı.

    Hz. Yûsuf senelerce hapiste kaldı. Orada hükümdarın şerbetçisi ve aşçısı ile
    tanıştı. Onların gördükleri rüyaların yorumunu yaptı. Birisinin, kurtulup
    efendisinin hizmetine devam edeceğini, diğerinin ise öldüreceğini söyledi.
    Sonunda dediği çıktı. Hz. Yûsuf, kurtulana, kendisini efendisinin yanında
    anmasını istedi.

    Hükümdar bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi
    yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Bu rüyanın yorumunu yaptırmak istedi. Hz.
    Yûsuf'un rüya yorumu yaptığını örgendi ve onu hapisten çıkarıp, rüyasını
    anlattı. Hz. Yûsuf, yedi sene bolluk olacağını, peşinden gelen yedi senenin ise
    kıtlıkla geçeceğini söyledi. Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yûsuf'u maliye
    bakanlığına getirdi. Yûsuf (a.s) bolluk yıllarında bütün ambarları zahire ile
    doldurttu; kıtlık yılları gelince bu zahireyi halka dağıtmaya başladı. Ayni
    kıtlık, Hz. Yûsuf un babasının memleketi olan Ken'an diyarında da yaşandı.

    Yûsuf (a.s)'un kardeşleri de zahire almak için iki kez Ken'an ilinden Mısır'a
    geldi. Sonunda Yûsuf (a.s) kardeşlerine kendini tanıttı ve onları affettiğini
    belirterek, "Bugün azarlanacak değilsiniz, Allah sizi bağışlar, o
    merhametlilerin merhametlisidir" (Yûsuf, 92) dedi. Yûsuf (a.s), babası, annesi
    ve kardeşlerinin tamamını Mısır'a davet etti.

    Ailesi Mısır'a vardığında Yûsuf (a.s) anne ve babasını tahta oturttu; diğer on
    bir kardeşi ise Hz. Yûsuf'un önünde eğildiler. O zaman Yûsuf (a.s); "Babacığım,
    işte bu vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. şeytan
    benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi
    çölden getiren Rabbim, bana pek çok iyiliklerde bulundu. Doğrusu Rabbim,
    dilediğine lütufkârdır. O şüphesiz, bilendir, hâkimdir" (Yûsuf,100) dedi. Bu
    şekilde İsrail oğulları, Filistin'den Mısır'a gelip yerleşmiş oldu. Bir süre
    sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ'ya söyle münacatta
    bulundu: "Rabbim, bana hükümdarlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey
    göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve âhirette koruyanım sensin! Benim canımı,
    Müslüman olarak al! Ve beni iyilere kat!" (Yûsuf, 101). Yûsuf (a.s)'un hayat
    hikayesi Kur'ânı Kerîm'de "Ahsenü'l-Kasas, Kıssaların en güzeli" ünvanını aldı.
    Pek çok olayları içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ söyle buyurdu:
    Ândolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır"
    (Yûsuf, 7).

    Yûsuf (a.s)'un defnedildiği yer, rivâyetlere göre, İbrahim (a.s)'in medfun
    bulunduğu Kudüs yakınlarında Halilü'r-Rahman kasabasındadır.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:41 pm

    H Z . MUSA A.S.



    Allah Teâlâ'nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'ı verdiği ve yeryüzünde
    dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu'l-Azm* peygamberlerden
    biri. Hz. İbrahim (a.s)'in soyundan olup, israiloğullarının akidelerini ıslah
    etmek ve onları Allah Teâlâ'nın dilediği nizama kavuşturmakla
    görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kur'ân-ı Kerim'de uzun uzun
    anlatılmaktadır.

    Hz. Adem (a.s)'den, Resulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu
    peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya iman etmeye çağırmışlar;
    bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar;
    ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.

    Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafından israiloğulları'na gönderilmiş bir resul
    idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini
    Allah'a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan
    Firavuna karşı tevhit yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin
    karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan
    çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teâla
    Kur'ân-ı Kerim'de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan söyle bahsediyor: "Kur'ân'da
    Musa'yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve israiloğulları'na gönderilmiş bir
    peygamber idi"(Meryem, 19/51).

    Hz. Musa (a.s)'nın Firavun ile olan kıssası, Kuran'ın bazı sûrelerinde çeşitli
    üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun
    Kızıldeniz'de boğulmaları olayından sonra, israiloğulları ile ilgili kıssasına
    da genişçe yer verilmiştir.

    Musa (a.s)'nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir
    peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir.
    Bilâkis bu hak ile bâtıl'ın çatışması, Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusunun
    kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile batıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun
    yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve resullerin hayat
    sahnesine çıkmasından beri devam ede gelmektedir.

    Sapıklık ve batıl, daima iblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş, imana,
    tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan
    daima Hak olmuştur. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz
    peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahid
    olacağı günde muzaffer kılacağız" (el-Mü'min, 40/51).

    Hz. Musa (a.s)'da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu.
    Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah Teâlâ'nın
    izniyle kazandı.

    Hz. Musa (a.s)'nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı

    Musa (a.s)'nin babası, imran'dır Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir.
    Nesebi Yakub (a.s)'a ulaşır; ki, onun babası Hz. ishak (a.s), onun da babası Hz.
    İbrahim (a.s)'dır. Musa (a.s)'nın yanında gördüğümüz Harun (a.s) onun
    kardeşidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yi Firavuna, imana davet için gönderdiğinde,
    Hz. Harun (a.s)'u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa
    (a.s) Allah Teâla'ya söyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)'u kendisine yardımcı
    yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim
    Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).

    Hz. Musa (a.s), Mısır'ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada,
    ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, israiloğulları halkına
    dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu.
    israiloğulları, Kıpt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından
    bıkmışlardı. Mısır'da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin
    yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her isinde istifade
    eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla
    gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Biz sana Musa ve
    Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak
    okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır'da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara
    bölüp, kendisine bağlamıştı" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.

    Firavun, saltanatı sırasında israiloğullarına çok kötü eziyetlerde bulundu;
    onları köle yaptı, en çirkin ve adî islerde çalıstırdı. Allah Teâlâ,
    israiloğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavunun şerrinden, zulüm ve
    taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yi gönderdi.

    Sa'lebî, Kısas-ı Enbiya'sında imam Suddî'den; Firavun'un bir rüya gördüğünü,
    korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş
    gördü. Bu ateş, Mısır'a kadar uzanıp, Firavunun evlerini yaktı. Fakat sadece
    Kıpti'lere zarar verdi, israiloğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve
    müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "israiloğulları
    içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helâkına ve senin krallığının
    yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."

    Bu haber üzerine telâşlanan Firavun, israiloğulların'dan doğan bütün erkek
    çocukların öldürülmesini emretti. Kur'ân-ı Kerim'de bu olay söyle anlatılıyor:
    "Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara ayırdı. içlerinden bir
    topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ
    bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4).

    israiloğulları arasında is yapabilecek insanların azalması üzerine Kıptîlerin
    ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eğer böyle öldürmeye devam ederseniz,
    ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız" dediler. Firavun da erkek
    çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek
    çocukların öldürülmediği sene Harun (a.s) doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa
    (a.s)...

    Musa (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasını,
    üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kuran'da söyle
    anlatılıyor: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun
    zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz
    ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik" (el-Kasas, 28/7).

    Musa (a.s)'nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza
    içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yi taşıyan
    sandık, Allah'ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un sarayına ulaştı.
    Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun'un karısına götürdüler. Allah
    Teâlâ, Firavun'un karısı Asiye'nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun
    çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi.
    Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kur'an-ı Kerim, bunu söyle anlatıyor: "Firavun'un
    karısı: Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize
    faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında değillerdi"
    (el-Kasas, 28/9).

    Hz. Musa (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek
    istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu söyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin
    memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; "size, sizin adınıza ona
    bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu,
    annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler"
    (el-Kasas, 28/12-13).

    Musa (a.s) böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik Firavunun sarayında büyüdü.
    Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Musa erginlik
    çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. iyi davrananları böyle
    mükâfatlandırırız" (el-Kasas, 28/14).

    Yetişip delikanlılık çağına gelen Musa (a.s) bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi.
    Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur'ân-ı Kerim'de,
    şehirde geçen hadise söyle anlatılıyor; "Musa, halkının haberi olmadığı bir
    zamanda şehre indi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı
    dövüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi.
    Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir;
    çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu kendime
    yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz
    bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun
    ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi. şehirde, korku içinde, etrafı
    gözeterek sabahladı. Dün kendisinden yardim isteyen kimse, bağırarak ondan yine
    yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa,
    ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana
    kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen islah edenlerden değil, ancak
    yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).

    israillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Musa (a.s)'nın
    Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve
    kendisini öldüreceklerini söyledi.

    "Musa korku içinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni zalim
    milletten kurtar" dedi. Medyen e doğru yöneldiğinde: "Rabbim in bana doğru yolu
    göstereceğini umarım ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).

    Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı.. Yanına yiyecek hiç bir şey de
    almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır ile Medyen
    arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nın bu seçkin kulu, aç ve bitap
    düşmüş olarak bu uzun mesafeyi kat etti ve nihayet Medyen'e ulaştı. Kur'ân-i
    Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:

    "Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu.
    Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz
    nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır (onun
    için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra
    gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi"
    (el-Kasas, 28/23-24).

    İbn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayı söyle anlatıyor: "Medyen suyunda
    çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir kaya koyarlardı.
    Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya çalışırlardı. Musa (a.s),
    kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı, su çekti ve kadınların koyunlarını
    suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koydu. Bu kayayı ancak on kişi
    kaldırabilirdi. Musa (a.s) ise, on kişinin halledebileceği bu isleri tek basına
    halletmişti. Kızlar babalarına gidip Hz. Musa'yı ve yaptığı iyiliği anlattılar.
    Kur'an-ı Kerim'de kıssa söyle devam ediyor:

    "O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama
    ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince, başından geçeni
    anlattı. O: "Korkma! Artık zâlim milletten kurtuldun"dedi. iki kadından biri:
    "Babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve
    güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu
    iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o
    senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. inşallah beni iyi
    kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden
    hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize
    Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).

    Ibn-i Kesir söyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş ayrılığı
    vardır. Bunun Şuayb (a.s), olduğu hususunda kanaatler vardır. Ulemanın çoğunluğu
    da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den naklolunan bir rivayeti delil
    getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış,
    tâ ki Musa (a.s)'a ulaşmış ve kızını ona nikâhlamıştır.

    Hz. Şuayb (a.s)'in kızıyla nikâhlandıktan sonra Musa (a.s), Medyen'de kalıp,
    hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete göre,
    Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on sene olduğunu
    buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl çobanlık yapmıştır.

    Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliğinin Bildirilmesi

    Musa (a.s) Medyen'de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır'a dönmeye
    karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu
    şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak tasıyla bir şeyler
    tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Karısı da hamileydi
    ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardıma
    ihtiyacı vardı. Kur'an-ı Kerim'de, bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi
    doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü.
    Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya
    tutuşmuş, bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu
    yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! şüphesiz ben âlemlerin
    Rabbi olan Allah'ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin yılan
    gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön,
    gel. Korkma. şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. "Elini koynuna koy,
    lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi
    Firavun ve erkânına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış
    bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım.
    Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha
    düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni
    yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz,
    ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle
    ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).

    Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasında geçen
    konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. su ayetler Allah Teâlâ'nın Musa
    (a.s)'yi rasul olarak görevlendirdiği zamanın anlaşılmasında yardımcı oluyor:
    "Ben seni seçtim, artık vahyolunanı dinle. şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka
    ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kıl!" (Tâhâ, 20/13-14).

    Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya söyle buyuruyor: "Firavun'a gidin;
    doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar"
    (Tâhâ, 20/43-44).

    Allah Teâlâ'nın, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun
    arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile bâtıl'ın amansız
    savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras bıraktıkları tevhit
    mücadelesi...

    Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nın bu emriyle Firavun'a gitti. Onu güzellikle
    Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin
    peygamberiyim! Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size
    Rabbinizden bir mucize getirdim, israiloğulları'nı benimle beraber salıver"
    (el-A'raf, 7/104-105).

    "Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı bir
    özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).

    Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yi zindana atmakla
    tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir
    delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir yılan oldu. Elini koynuna
    sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş parçası oluverdi. Musa (a.s)'nın
    gösterdiği bu mucizeler karşısında Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o
    da sihirbazlarını toplayıp, Musa'yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki
    bütün ünlü sihirbazları çağırttı ve onlardan Musa (a.s)'nın yaptıklarından daha
    büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün
    kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Musa (a.s) ile
    yarışmaya başladılar.

    "Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler.
    Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanların
    gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yapılar. Biz de
    Musa'ya: "Asanı koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını
    yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. iste orada
    yenildiler, küçük düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine,
    Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler" (el-A'râf, 7/115-122).

    Sihirbazların iman etmeleri, Firavun'u çok kızdırdı. Onları öldürmekle tehdit
    etti. iste küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya koymuş oldu.

    Gelişen bu olaylar, Firavun'u yola getireceği yerde, onu daha çok azdırdı. Ve
    Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata kavuşamayacağına inanıp, bu
    arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana
    çağırmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan,
    çekirge, haşarat, kurbağa, kan gibi çeşitli azaplar gönderdi. Ancak bunların hiç
    biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.

    Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Musa (a.s)'nin davetine de icabet etmemeye
    devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya israiloğullarını bir gece Mısır'dan
    çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi şehirden
    çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz'e yöneldiler. Firavun şehirde
    israiloğullarından hiç bir iz göremeyince, kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu
    seferber ederek, peşlerine düştü. Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet
    edilmektedir. Firavun iki gün sonra israiloğullarına yetişti. israiloğullarının
    önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı.
    israiloğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kur'ân-i Kerim'de
    olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette
    yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Değneğinle denize vur" diye
    vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi. iste
    oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini
    kurtardık" (es-şuara, 26/62-65).

    "Firavun, ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne
    alış!" (Tâhâ, 20/78).

    Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatıyor; ve
    bir kavmi nasıl kurtardığını da. iste Hak, Bâtıl'ın tepesine böyle inip, onu
    ortadan kaldırabiliyor.

    Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise, ölümün
    geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı anda:
    "israiloğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben de ona
    teslim olanlardanım" dedi. Ona: "şimdi mi (inandın)? Daha önce başkaldırmış ve
    bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).

    Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis'e
    yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bir
    susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve şikayette bulundular. Allah,
    Musa (a.s)'a, âsâsını taşa vurmasını emretti. Vurunca taşın oniki yerinden su
    fışkırdı. Her Yahudi kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana
    kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ israiloğullarına, gökten
    kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat israiloğullarının o
    ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı.
    Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe
    dayanamayacagız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze,
    kabak, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı
    daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz
    istediğiniz vardır" demişti" (el-Bakara, 2/61).

    Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin
    kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karşılaştılar.
    Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu
    mukaddes beldeden çıkarmalarını emretti. Fakat, israiloğulları buna cesaret
    edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve
    Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (el-Maide,
    5/24).

    Çünkü israiloğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya
    alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir manâ
    taşımıyordu. Allah'da onları Tih çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Kavmine söz
    geçiremediğinden yakınan Musa'ya, Allah Teâlâ: "Orası onlara kırk yıl haram
    kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet
    için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26).

    Zamanla, bu zillet içinde yasayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle
    yasayan bir nesile terk etti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-i Mukaddes'e
    girmeye muvaffak oldular.

    israiloğulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Hz.
    Musa'nın Tur dağında kırk gün geçirdiği bir zamanda, Sâmirî isimli bir şahsın
    imal ettiği ve "iste sizin de Musa'nın da tanrısı" dediği altından bir buzağıya
    tapmaya başladılar. Musa (a.s) döndüğünde onları buzağıya tapınır görünce çok
    üzüldü. Harun (a.s)'a çıkıştı. israiloğullarını buzağıya tapınmaktan
    vazgeçirmeye çalıştı. israiloğulları ise, her fırsatta iki yüzlülüklerini
    sergilediler (Sâmirî olayı bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa
    (a.s), hayatı boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu uğurda pek çok eziyetle
    karşılaştı. Yurdundan çıkarıldı, ölümle tehdit edildi ve etrafında kendisiyle
    beraber, inanan pek az insan bulabildi.

    Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)'dan sonra öldü. israiloğullarını Arz-i
    Mukaddes'e sokamadı. Öldüğünde yüz yirmi yaşında idi. Buhârî, onun ölümü ile
    ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Musa (a.s) onun
    yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı.
    Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru
    eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa'ya gönderdi:
    "Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra
    ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm simdi gelsin" niyazında
    bulundu. Sonra Allah Teâlâ'dan, kendisini bir taş atımı Beyti Makdis'e
    yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a)
    söyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım,
    onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size
    gösterirdim" buyurdu".

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:42 pm

    H Z . İLYAS A.S.



    Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberlerden biri. Hz. Musa (a.s)'dan sonra
    gelen nesebi Hz. Harun (a.s)'a dayandığı rivayet edilen bir israiloğulları
    Peygamberi.

    Hz. Musa'dan sonra israiloğullarının çeşitli boyları. Şam civarına yerleşmiştir.
    şam bölgesindeki "Bek" şehrine yerleşen ve zamanla Allah'a isyan ederek haddi
    asan bir Beni israil kabilesine Hz. İlyas (a.s)'in gönderildiği rivayet
    edilmektedir. İlyas (a.s) Kur'an-ı Kerîm'de iki değişik sûrede anılmıştır. Bir
    yerde diğer Peygamberler ile birlikte ismi geçmiştir: "(İbrahim'e) Zekeriya,
    Yahya, İsa ve İlyas'ı da bağışladık. Hepsi Salihlerdendi" (el-Enbiya, 21/85).
    Diğer sûrede ise İlyas (a.s)'in kıssası özetle anlatılmıştır. Musa ve Harun
    (a.s)'dan bahsedilmiş, onların Allah'ın salih kulları olduğu anlatıldıktan sonra
    İlyas (a.s)'in kıssasına geçilmiştir: "Muhakkak İlyas da peygamberlerdendi"
    (es-Sâffat, 37/123). Bu ayet-i kerime İlyas (a.s)'in etrafında Yahudiler ve
    Hıristiyanlar tarafından oluşturulmuş olan efsanevî kimliği aralamakta, onun
    Allah'ın diğer Peygamberleri gibi bir peygamber olduğunu anlatmaktadır. Buhârî,
    Kitâbu'l-Enbiyâ bölümünde İlyas (a.s) için bir bab açmış ve onun kıssasını
    anlatan es-Sâffât suresindeki ayetleri bu babda zikretmiştir. ibn Mes'ûd ve ibn
    Abbas'ın rivayetine göre Hz. İlyas ile İdris (a.s) aynı şâhıstır (Buhârî,
    Enbiyâ, 4). İdris (a.s) da Nuh (a.s)'in babasının dedesidir (Buhâri, Enbiyâ, 5).

    İlyas (a.s) Peygamber olarak gönderildiği insanları dine davet etmiştir:
    "(Hz.İlyas) milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların
    en iyisi olan, sizin de Rabbiniz önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı
    bırakıp da Ba'l putuna mı taparsınız?" demişti (es-Sâffât, 37/124-126).

    Ayet-i Kerime'de geçen "Ba'l" o kavmin tapındığı putun ismidir. Oturduğu
    şehirlerinin ismi "Bek" olan bu halkın, tapındıkları puttan dolayı şehirlerinin
    isminin "Ba'lebek" olduğu rivayet edilmektedir.

    Rivayete göre Hz. İlyas israiloğullarına Hizkil (a.s)'dan sonra gönderilmiştir.
    insanları Allah'a imana çağıran Hz. İlyas, kavminin Ba'l putuna tapmamasını
    emretmiştir. O bölgenin kralı önce iman etmesine rağmen daha sonra irtidat
    ederek Hz. İlyas (a.s)'i öldürmeye kalkmıştır. Hz. İlyas yedi sene kadar
    dağlarda bayırlarda dolaşmış, insanları Tevrat'ın emirlerine davet etmiş, iman
    etmemeleri üzerine, o beldeye üç yıl hiç yağmur düşmemiştir. Daha sonra Hz.
    ilyas'ın duasıyla yağmur yağmasına rağmen yine İlyas (a.s)'a iman etmemişlerdir.
    Kendisinden sonraki Beni israil Peygamberlerinden Kur'an'da ismi zikredilen
    Elyas'a (a.s)'i Hz. ilyas yetiştirmiştir. Rivayete göre kavminin imansızlığına
    kızan İlyas (a.s), Allahu Teâlâ'dan kendisini gökyüzüne kaldırması için dua
    etmiş, bunun üzerine belirlenen bir yerde yanında Elyas'a (a.s) da varken gökten
    gelen ateş gibi bir ata binip havalanmış, nübüvvet simgesi olarak da aşağıda
    kalan Elyas'a hırkasını atmış ve semâya refedilmiştir.

    Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu rivayetler israiloğullarının Tevrat kökenli
    rivayetleridir. işin doğrusunu en iyi Allah bilir (ibn Kesîr, Tefsiru'l
    Kur'ani'l Azîm, VII, 31). Hz. ilyas (a.s)'in, Hızır (a.s) ile yılda bir kez
    buluştuğuna inanılır, halk arasında bu buluşma Hızır ilyas (Hıdrellez*) şeklinde
    simgelenmiştir.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:42 pm

    H Z . SÜLEYMAN A.S.



    Tarih, yaklaşık olarak İ.Ö. 970-931 yılları arasında yaşadığı düşünülen Hz.
    Davud'un oğlu Hz. Süleyman'ın kurduğu muhteşem krallığa şahitlik eder. Öyle ki
    Hz. Süleyman, babasından sınırları Mısır'dan Fırat'a kadar uzanan bir krallık
    devralmış ve kısa sürede hakimiyetini güçlendirmişti. Ve kendi yaşadığı dönemde
    öylesine büyük bir hakimiyet kurmuştu ki, Allah'a olan imanının ve üstün aklının
    kendisine kazandırdığı bu ihtişam, yüzyıllar sonra bile insanların hayranligini
    ve dikkatini üzerine çekmeye devam etmektedir.Hz. Süleyman'ın hayati, Allah'a
    gönülden iman eden bir müslümanın aklının ne kadar fazla, ufkunun ne kadar geniş
    olduğunu bütün insanlığa gösteren çok çarpıcı bir delildir. Hz. Süleyman (a.s.)
    cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu ile kurduğu hakimiyeti, muhteşem bir
    saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri tekniği kullanılarak üstün
    bir estetik anlayışı ile inşa edilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve
    görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar, benzersiz bir estetik
    anlayışı ile yerleştirilmişti. Elbette Hz. Süleyman'ın bu mekâni, görenlerde
    büyük hayranlık uyandırıyordu.

    İnsanların bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fıtratına en
    uygun olan estetik anlayışını ve ortamı birden karşılarında görmeleri olmuştur.
    Zira Hz. Süleyman, yaptırdığı bu görkemli sarayı, imanın nuru ve onun getirdiği
    üstün bir akıl ile yaptırmıştı. Ve bir Müslümanın hangi çağda veya hangi
    şartlarda yaşarsa yaşasın Allah'ın kendisine verdiği imkânları en güzel şekilde
    kullanarak eşsiz bir mekân oluşturabileceğinin en güzel örneğini sergilemişti.
    Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in Neml Sûresi'nin bir çok ayeti, onunla aynı dönemde
    yaşayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın ihtişamlı
    sarayını gördükten sonra ona biat ettiğinden bahseder. Hz. Süleyman, Sebe
    Melikesi Belkıs'ın varlığını kendisine haber getiren Hüdhüd sayesinde
    öğrenmişti:"Derken uzun zaman geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki: "Senin
    kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir
    haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona
    her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı
    bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını
    süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar
    hidayet bulmuyorlar." (Neml Sûresi 22-24)

    Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman, Allah'ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde
    eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe
    halkını, imana davet etmek için onlara "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla"
    başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya
    çağırmıştı. "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'şüphesiz Rahman ve Rahim Olan
    Allah'in Adıyla' (başlamakta)dır. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin
    ve bana müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). (Neml Sûresi 30-31)

    Sebe Melikesi o ana kadar hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm
    hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman'ın, bu mektubu
    karşısında çok şaşırmıştı. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacağından emin
    olduğu bu hükümdarı, kararından vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek
    yolunu seçmişti. Ne var ki Allah'ın rızasını ve rahmetini hiç bir zaman maddî
    bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi
    Belkıs'ın hediyelerini geri çevirmiş ve elçileri vasıtasıyla ona ne kadar
    kararlı, onurlu ve Allah'a bağlı olduğunu gösteren şöyle bir haber
    göndermişti:"(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile
    yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha
    hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. Sen onlara
    dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil
    ve biz onları oradan horlanmış aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp
    çıkarırız." (Neml Sûresi 36-37)

    Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs'a Allah'ın adı ile başladığı mektubunda kendi
    gücünün Yüce Rabbinden geldiğini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip olduğunu
    hissettirmişti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan oluşan, ona büyük
    bir teslimiyetle ve şevkle bağlı bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her
    üyesi Süleyman Aleyhisselam ın bütün sözlerini büyük bir hoşnutlukla ve tam bir
    itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman'ın ordusunun tüm gücü
    Allah'tan gelmekteydi ve Allah'ın ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün
    gelecekti.

    Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman'ın) sarayına gittiğinde o güne kadar
    hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı:

    "Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek)
    ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma
    düzeltilmiş bir köşk zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime
    zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
    oldum." (Neml Sûresi 44)

    Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz.
    Süleyman'ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve
    bir zenginlikle karşılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştur.
    Aslında Sebe Melikesi Belkıs'ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği
    saraya değil, Hz. Süleyman'ın aklınadır. Çünkü Belkıs'ın karşılaştığı manzara, o
    dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en
    güzel yerdir.

    Âyette de ifade edildiği gibi camdan olan köşk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe
    Melikesi Belkıs, ıslanmaması için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektiğini
    düşünmüştü. Sarayın muhteşemliği ve görkemi, Müslümanların ruhlarında yaşadığı
    zenginliği yansıtıyordu.

    Belkısın başka bir ülkenin hükümdarı olmasına ve bu ülkenin en büyük servetine
    sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman'ın yaşadığı mekândan ve onun zenginliğinden
    etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda
    yaşamasına rağmen, pek çok kişi insan fitratının hoşlanacağı estetiği
    sağlayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman'ın sarayının her köşesinde görülen zevk,
    akıl ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm değildir. İşte
    aradaki bu farkı daha sarayın girişini görür görmez anlayan Belkıs, böyle bir
    yeri meydana getiren akla ve o aklın üstünlüğüne hemen teslim olmuştur. Sebe
    melikesi Süleyman Âleyhisselamın aklının sahibi olan Cenâb-ı Allah'a iman
    ettiğini söylemiş ve müslümanlardan olmayı kabul etmiştir.

    Hz. Süleyman ve onunla birlikte yasayan mü'minler, Allah'ın kendilerine verdiği
    bu büyük mülkü taşımaya lâyık ve ehil kimselerdi. Rabbine karşı son derece güzel
    ahlâklı, teslimiyetli ve mütevazi bir peygamber olan Hz. Süleyman, kendisine
    nimet olarak bahsedilen bu büyük zenginliği yine yalnızca Allah'ı razı etmek ve
    onların kalbini Islâm'a ısındırmak için kullanıyordu. Pek çok peygamber de aynı
    Hz. Süleyman gibi insanlara dini tebliğ ederken halkın karşısına büyük bir
    zenginlikle çıkarak, onları etkileme yoluna gitmişti. Hazinenin başına getirilen
    Hz. Yusuf, kendisine büyük bir mülk verilen Hz. İbrahim, görenleri hayrete
    düşürecek kadar ihtisamlı bir hâkimiyete sahip olan Hz. Süleyman ve fakirken
    zengin kılınan Peygamberimiz Hz. Muhammed, yaşadıkları hayat boyunca bunun en
    güzel örneklerini sergilemişlerdir.

    Peygamberlerin bu zenginliği ve yaşadıkları üstün ahlâki gören insanlar, hiç bir
    sistemin ya da ideolojinin kendilerine sunmadığı böyle bir maneviyatı ve maddî
    ihtişamı elde edebilmenin yolunu merak ediyorlardı. Bu nedenle Islâmı henüz
    tanımayan insanlar, ilk basta bu zenginliğin sebebine ve gördükleri ahlâkî
    yapısına karşı duydukları merakla Islâma yaklasmışlardır. Ahlâkî üstünlükleri ve
    tümüyle Allah yolunda kullandıkları zenginlikleriyle halkın kalbini Islâma
    ısındıran peygamberler, böylece kısa sürede Allah'ın izniyle büyük kitlelere
    dini yaymayı başarmışlardır.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:43 pm

    H Z . ÜZEYR A.S.



    israilogullarina (Yahudilere) göre meshur bir
    peygamber olan Üzeyr (a.s)'in adi Kur'an-i Kerîm'de geçmektedir. Fakat Islâm'a
    göre onun peygamber olup olmadigi hususunda ihtilaf vardir.

    Üzeyr (a.s)'in adi hakkinda da alimlerin farkli yorumlari vardir. Bazi alimlere
    göre onun adi Arapça bir isimdir. Diger bazi alimlere göre ise, Üzeyr kelimesi
    Arapça degil, ibranicedir (el-Ukberî, imlau ma menne bihi'r Rahman, Misir, 1961,
    II, 7).

    ibranice'de Üzeyr kelimesinin karsiligi "Azra"dir. Tevrat'in bu dildeki
    nüshasinda böyle geçmektedir (Biblio Hobraica, nsr. Rud. Kittel, Stuttgart,1952;
    Esra, VII,1; Nehemio, VIII,13).

    Üzeyr (a.s), Harun Peygamber'in neslinden gelmektedir (es-Sa'lebî, el-Arais,
    Misir, 1951, 344).

    Üzeyr (a.s)'in adi, Kur'an-i Kerîm'de bir yerde geçmektedir: "Yahudiler. 'Üzeyr,
    Allah'in ogludur; dediler. Hristiyanlar da: Mesih Allah'in ogludur', dediler.
    Bu, onlarin agizlariyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr
    etmis(olan müsrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onlari kahretsin, nasil
    da (haktan batila) çevriliyorlar!.. Hahamlarini ve rahiplerini Allah'tan ayri
    rehber edindiler, Meryem oglu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalniz tek Tanri olan
    Allah'a ibâdet etmeleri emredilmisti. Ondan baska ilâh yoktur. O, onlarin ortak
    kostuklari seylerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30, 31).

    Burada söz konusu olan Üzeyr (a.s) hakkinda çesitli rivâyetler vardir. En
    meshuru ibn Abbas'in rivâyetidir. Buna göre, Yüce Allah isrâil ogullarinin
    elinde bulunan Tevrat'i onlardan aldi. Tevratin içinde bulundugu sandigi
    kaybettiler. Ayni zamanda Tevrat zihinlerinden de silindi. israil ogullari buna
    çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr (a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarip
    yakardi. Allah'tan inen bir nur, onun kalbine girdi. Unutmus oldugu Tevrat'i
    hatirladi. Ondan sonra Tevrat'i yeniden israil ogullarina ögretti. Daha sonra
    Tevrat'in içinde bulundugu sandik bulundu. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'in
    ögrettiginin aslina uygun oldugunu gördüler. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'i çok
    sevdiler. Fakat bu hususta asiri gittiler. "O, olsa olsa Allah'in ogludur"
    dediler (ibn Cerir et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Misir,1951, X,111). Bu âyetler,
    onlarin bu hususta asiri gitmelerini ve Hristiyanlarin da, isâ (a.s) Allah'in
    ogludur diye söylemelerini reddetme mahiyetinde nazil olmustur. Onlarin bu
    sözlerinin batil oldugu anlatilmis ve Yüce Allah'in, onlarin bu iddialarindan
    münezzeh oldugu ifâde edilmistir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esraru't Te'vîl,
    Misir, 1955, I, 196).

    Yahudilerin bu hususta asiri gitmeleri, Kur'an'in baska yerlerinde de tenkid
    edilmistir. "Vay haline o kimselerin ki, Kitabi elleriyle yazip, az bir paraya
    satmak için, "Bu Allah'in katindandir. " derler. Ellerinin yazarligindan ötürü
    vay haline onlarin! Kazandiklarindan ötürü vay haline onlarin!" (el-Bakara,
    2/79) mealindeki âyette Yahudiler kasdedilmektedir. Onlarin Tevrat'i tahrif
    ettikleri, ondan sonra kendileri tarafindan yazilan bir kitabi Allah'in kitabi
    diye tanitmalari söz konusudur. Onlar bu sekilde kitab yazmislar, Allah'in
    kelâmi olarak ileri sürmüsler ve bununla menfaat ile nüfûz saglamaya
    çalismislardir. Bu âyette, onlarin bu yaptiklari tenkid edilmektedir (Muhammed
    Ali es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsir, istanbul, 1987, I, 71 vd).

    Asagidaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkid edilmistir:

    "Onlardan bir grup, okuduklarini kitaptan sanasiniz diye kitabi okurken,
    dillerini egip bükerler. Halbuki okuduklari, kitaptan degildir. Söyledikleri
    Allah katindan olmadigi halde, "Bu, Allah katindandir. " derler. Onlar bile bile
    Allah'a iftira ediyorlar" (Âlu imran, 3/78).

    ibn Abbas (r.a)'dan nakledildigine göre, bu ayette de Yahudiler kasdedilmektedir.
    Buna göre, onlar Allah'in kelâmini kaybetmisler. Kendi uydurduklarini Allah'in
    kelami olarak tanitmaya çalismislar. Onlarin bu yaptiklari yalan ve uydurmadir
    (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,1977, I, 182 vd.).

    Üzeyr (a.s) ile ilgili bulundugu söylenen diger bir ayet de söyledir;

    "Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin çatilari duvarlari üzerine çökmüs (yikik
    dökük olmus) issiz bir kasabaya ugradi. "Ölümünden sonra Allah bunlari nasil
    diriltir acaba!" dedi. Hemen Allah onu öldürdü, yüz sene sonra tekrar diriltti.
    "Ne kadar kaldin burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah ona:
    "Bilakis yüz sene kaldin. Yiyecegine ve içecegine bak, henüz bozulmamistir. Bir
    de esegine bak. Seni Insanlar için bir âyet (ibret isâreti) kilalim diye (yüz
    sene ölü tuttuk sonra tekrar dirilttik). simdi sen kemiklere bak, onlari nasil
    birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasil et giydiriyoruz. " dedi. Durum
    kendisince anlasilinca, "süphesiz Allah'in her seye kadir oldugunu bilmeliyim"
    dedi (el-Bakara, 2/259).

    Bu ayette söz konusu olan zatin kim oldugu hususunda çesitli rivâyetler vardir.
    Fakat alimlerin ekseriyetine göre bu zat, Üzeyr (a.s)'dir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl,
    I, 57).

    Hz. Muhammed (s.a.s), Üzeyr (a.s)'in peygamber olup olmadigi hususunda söyle
    buyurmustur: "Bilmiyorum, Üzeyr peygamber midir, degil midir?" (Ali Nasif et-Tâc,
    III, 302). Bundan dolayi Islâm inancinda Üzeyr (a.s)'in peygamberligi ihtilafli
    kabul edilmistir.

    Peygamber olsun veya olmasin, Üzeyr (a.s) Allah'a tam manasiyla inanmis, kamil
    imân sahibi olan bir zatti. Hayati boyunca, Allah'in rizasini kazanmak için
    serden kaçmis, hayra kosmustur. Çevresindeki Insanlari da bu sekilde inanmaya ve
    Allah'in emir ile yasaklarina riâyet etmeye davet etmistir.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:43 pm

    H Z . İSA A.S.



    Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve israiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz.
    İsa (a.s) batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce
    doğmuştur.

    Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan
    Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru
    peygamberliğini İnsanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak
    dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek
    için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu
    şöyle anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s),
    Yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa
    (a.s)'in getirdiği akideyi yerleştirmeye ve Yahudilere daha önce bildirilen
    zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.

    Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren
    Hz. İsa daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa'yı, dönemin Romalı Kudüs
    valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi
    Hz. İsa'ya ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek
    öldürüldü. Kur'an-i Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki onlar
    İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı"
    (en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa'ya ihanet eden Yahuda, Romalılar
    tarafından İsa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.

    İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi.
    Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli
    idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu
    zaman da yalınayak yürürdü.

    Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç
    bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir,
    ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede Güneş batarsa orada
    konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile
    günlerini geçirirdi (M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa
    (a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri
    dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı (Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).

    Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'in annesi Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine
    Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan imrân ailesinden idi. Hz.
    Meryem, Zekeriya (a.s)'in koruması ve gözetim altındaydı. Meryem,
    Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya
    (a.s), Meryem'in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz.
    Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. iste bu sırada
    Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum, Kur'an-ı Kerim'de
    su şekilde anlatılır: "Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a sığınırım. Eğer
    O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oğlan bağışlamak için
    Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan
    temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi.
    Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbin, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir
    mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. iş olup bitti.
    Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köşeye çekildi. Doğum sancıları başladı
    ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de
    unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).

    Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve
    mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz.
    Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın
    olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde
    nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa
    sormalarını işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl
    konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi
    ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım
    sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni
    bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de,
    bana selâm olsun, dedi" (Meryem, 19/23-33).

    İsa (a.s)'in babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden
    ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında
    fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum su şekilde izah edilir: "Gerçekten
    İsa'nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem'in hâli gibidir. Allah,
    Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi"
    (Âli imrân, 3/59).

    İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen
    israiloğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın çagrısına kulak tıkayan ve
    ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan israiloğulları, Hz.
    İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen
    mucizelerde gösteriyordu. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır:
    İsa (a.s) nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş
    olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına
    tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide, 5/110-115);
    Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler
    sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âlu imrân, 3/49).

    israiloğulları, İsa (a.s.)'i ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol
    denediler; sonunda Hz. İsa'yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların
    planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini
    yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ,
    4/157). Öte yandan Kur'anı Kerîm, asıl durumu su şekilde açıklar: "Halbuki onlar
    İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı.
    Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait
    bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu
    öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür,
    hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).

    İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı
    dünyada değildir. Ayrıca Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa,
    göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti: "Ey
    israiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı doğrulayan ve
    benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size
    gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).

    Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı.
    Daha sonra bir ara Hz. İsa'nın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de,
    sonunda Hıristiyanlar da israiloğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok
    yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı,
    İsa (a.s)'nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.

    İsa (a.s)'in annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra altı sene
    kadar daha yaşamış ve ölmüştür (Hakim, Müstedrek, II, 596).

    Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-i
    Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya verilisi ile ilgili şu bilgiler vardı:
    "Arkalarından da izlerince Meryem oğlu isa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak
    gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın
    bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik" (el-Mâide,
    5/11). Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata ugramış: tır. Bununla birlikte
    Allah Teâlâ tarafindan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı
    Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan
    kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe
    yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu
    öldürecek ve İslâm şeriatiyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).

    Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden
    evvel" (en-Nisa, 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba'ş edileceğim güne"
    (et-Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa'nın nüzûlünden sonraki ölümünü
    anlatır. Hz. İsa gökten Arz-i Mukaddes'e inecek, elinde bir Kargı olacak; Afik
    denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl'i öldürecek ve sabah
    namazında Kudüs'e gelecektir. imam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o
    imâm'ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in şeriatına uygun olarak namazını
    kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracak, sinagoglar ve kiliseleri
    yıkacak ve kendisine iman etmeyen bütün Hıristiyanlarla savaşacaktır.

    Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha yaşayacak, öldüğünde Müslümanlar
    namazını kılacak ve İslâm dinine uygun olarak gömülecektir.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:43 pm

    H Z . Ş İ T (A.S.)



    Adem aleyhisselamın oğullarından Kabil'in Habil'i şehid etmesinden 5 veya 30
    sene sonra dünyaya gelen Şit aleyhisselamın alnına son peygamber Muhammed
    (S.A.V.)'in nuru intikal etti ve onun alnında parladı. Hz. Adem bu oğlunu diğer
    çocuklarından çok severdi. Bütün evladı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefat
    edeceği zaman bütün yeryüzünün halifeliği için onu tayin etti. Şit aleyhisselam
    babası Hz. Adem ile veya kardeşleriyle beraber Kabe'yi balçık çamuru kullanarak
    taştan yaptı. Adem alehisselamın vefatından sonra, Şit aleyhisselama peygamber
    olduğu bildirilip vahiy geldi. Allahü Teala Şit aleyhisselama 50 suhuf (sayfa)
    kitap gönderdi.
    Hz. Şit'e nazil olan suhuf'da; hikmet ve riyaziye (matematik) ilimleri,
    kimya, simya ilmi ve çeşitli sanatlar, ayrıca daha bir çok şeyler bildirildi.
    Şit aleyhisselam dininin esasları, Adem aleyhisselam'ın bildirdiği dinin
    esaslarına uygun idi. Şit aleyhisselam 1000 şehir kurup sınırlarını tespit etti.
    Her şehrin kapısında : « La ilahe illallah, Adem Safvetullah, Muhammed
    Habibullah » yazılı idi. Şit aleyhisselamın çocukları ve torunları kurdukları
    şehirlerde huzurlu ve mesut yaşadılar. Şam'dan Yemen'e de giden Şit
    aleyhisselam, Habil'i şehit ettikten sonra Yemen'e gidip azgınlaşan Kabil'in
    çocuklarına ve torunlarına Allah'ın yasaklarını ve emirlerini anlattı. Bu kavim
    Hz. Şit'in davetini kabul etmeyip azgınlık gösterdiler. Hz. Şit onlar ile cihat
    etti. Bu savaşta kılıç kullandı. Şit aleyhisselam vefat etmeden önce yerine oğlu
    Enus'u halife tayin etti. Şit aleyhisselam vefat ettikten sonra kuvvetli
    rivayete göre Mina'daki mescidin minaresi dibinde medfün olan Adem
    aleyhisselam'ın yanına defn edildi. Adem aleyhisselam vefat edeceği zaman oğlu
    Şit aleyhisselama: "Yavrum ! Bu alnında parlayan nur, son peygamber olan
    MUHAMMED (S.A.V.)'in nurudur. Bu nuru mü'min, temiz ve iffetli hanımlara teslim
    et ve oğluna da böyle vasiyette bulun" buyurdu. Ebu Zer Gifari radiyallahu anh
    şöyle rivayet etti: "Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem'e: «Ya Resulallah !
    Allahü Teala kaç kitap gönderdi ? » diye sordum. « 104 kitap gönderdi. Şit'e 50
    sahife indirdi...» buyurdu." Şit aleyhisselam hakkında bilgimiz azdır, Çünkü
    hakkında herhangi bir ayet inmemiştir.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:44 pm

    H Z . HUD A.S.



    Hz. Hud Yemen'de bulunan Ad kavmine gönderilen peygamberdir: «Ad kavmine de
    kardeşleri Hud'u (gönderdik). (...) » . Nuh aleyhisselamin oglu Sam'in
    neslindendir. Bir ismi de Abir olup, lâkabı Nebiyyullahtır. Hz. Hud'un ismi
    (veya nesebi) hakkında 2 rivayet vardir:

    Hud bin Abdullah bin Riyah (veya Ribah) bin Él-Halud bin Ad bin Avs bin Irem bin
    Sam bin Nuh
    Hud ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam ibni Nuh ibni Ebi Ad'dir.
    Yemen'de Aden ile Umman (Oman) arasında bulunan Ahkaf diyarında Hz. Hud doğup
    büyüdü. Çocukluktan itibaren Allah'a ibadet ederdi. Ara sıra ticaret yapan Hz.
    Hud gayet şefkatli ve çok cömert idi. Kavmi (Ad) bolluk ve bereket içinde ve
    gösterişli binalar yaparak azmıştır. Bütün nimetleri kendilerine veren Allah'ı
    unutan Ad kavmi putlara tapmaya başladı. Hud aleyhisselam bu kavme peygamber
    olarak gönderildi ve Hz. Hud Nuh aleyhisselam ın bildirdiği dinin esaslarını Ad
    kavmine bildirdi: «(...) O dedi ki: " Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin; sizin
    O'ndan başka tanrınız yoktur. Hala sakınmayacak mısınız ? » . Allah'a itaat
    edip, Ona ibadet etmelerini söyledi. Allah "onlara putlara tapmaktan, zulüm
    etmekten vazgeçmeleri, insanlara merhametli olup onlara eziyet etmemeleri,
    insanları şaşırtmak maksadıyla yollara aldatıcı işaretler ( Ad kavmi, yolcuları
    şaşırtmak ve onların çölde kaybolup gitmelerine gülmek (alay etmek) için yollara
    yanlış işaretler koyarlardı, M.K.) koymamaları, insanlarla alay etmemeleri,
    onları öldürüp mallarını soymamalarını ve bütün varlığı yaratan bir olan Allah'a
    ibadet etmeleri için nasihatte bulunmak " üzere Hud aleyhisselamı Ad kavmine
    yolladı.
    Ne yazık ki birçok kabileler gibi Ad kavmi de peygamberine karşı geldi: «
    Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik
    içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz » . Hud aleyhisselam
    onları Allah'ın azabı ile korkuttu ise de pek az kişi iman etti. Ama Hud
    aleyhisselam yelmedi ve imana davet etmeye devam etti: « Ey kavmim ! Rabbinizden
    bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol
    göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah isleyerek (Allah'tan) yüz
    çevirmeyin » . Kavmi ise ona hakaret etti, hatta kendinden geçinceye kadar onu
    dövdü. Bu - alçakca - dövme olayı da Sadad isimli Ad kavminin en zengini ve
    böylece bunların başının (emir): " Ey Hud ! Bu söylenenleri duymadın mı ? İşte
    ben Avc'i kendime vekil tayin seçtim. Benim namıma senin Allah'ına cenk (savaş,
    harp; M.K.) edecek, hadi sür senin Allah'ını " söylemesinden sonra vukuu buldu.
    Hud aleyhisselam da bunun üzerine kavmine biraz da acıyarak: « Ey Yüce Rabbim !
    Sen bana en büyük isyanı göstermiş olan bu Ad kavmine karşı artık acımasız
    davran. Onları cezalarının en büyüğü ile cezalandır. Senden bunu diliyorum »
    diye beddua etti. Hz. Hud kavminin ıslah olmayacağını anlayınca: « Ya Rabbi !
    Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim !
    Onlara ders almalarına vesile olacak bir musibet ver » diye beddua etti. Hud
    aleyhisselam ın duasını kabul eden Allahü Teala Ad kavmine önce kuraklık, kıtlık
    musibetini verdi: 3 sene müddetçe hiç yağmur yağmadı. Akan pınarlar kuruyup,
    ağaçlar , meyveler sararıp soldu. Hayvanlar susuzluktan telef (ölecek kadar
    zayıfladı; M.K.) oldu. Bıkmayan Hud aleyhisselam onları imana davetini devam
    etti ise de onlar git gide azgınlaştı, Hud aleyhisselama daha çok eziyet
    ettiler. Hz. Hud mucizeler gösterdi ise de yine hidayete ermediler. Allahü Teala
    Ad kavmi üzerine azap yüklü bulutu göndererek buluttan esen bir rüzgarla onları
    helak etti: « Ad kavmi (Peygamberleri Hud'u) yalanladı da azabım ve tehdidim
    nasılmış (gördüler). Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu
    bir rüzgar gönderdik » . Bu bulutun ismi « sarsar » idi ve 7 gece, 8 gün devam
    etti: « Ad kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.
    Allah onu, artarda 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer
    orada olsaydın), o kavmi, içi bos hurma kütükleri gibi oracıkta yere sarılmış
    halde görürdün » . Ad kavmi üzerine gelen rüzgar, Hud aleyhisselama ve ona iman
    edenlerin yüzlerine gayet serinletici ve Tatlı olarak esti: « Emrimiz gelince;
    Hud'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık,
    onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik » Hud aleyhisselam, kavmi helak
    olduktan sonra kendine inananlarla birlikte Mekke-i Mükerremeye gitti.

    Kabe-i Muazzamanın bulunduğu yerde ibadet ve taatla meşgul oldu ve orada
    vefat etti. Kabrinin Harem-i Serif'de (Kabe-i Muazzamanın etrafındaki Mescit)
    Hicr (bkz. Hicr suresi) denilen yerde bulunduğu rivayet edilmektedir. Allahü
    Teala yüce Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki: « Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet
    gününde lanete tabi tutuldular. Biliniz ki; Ad (kavmi) Rablerini inkar ettiler.
    (Sunu da) bilin ki Hud'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetinden uzak kilindi »

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:44 pm

    H Z . İBRAHİM A.S.



    2.1. Hz. İbrahim'in yaşadığı zaman ve mekan
    İbrahim aleyhisselamın nesebi Nuh aleyhisselamın oğlu Sam'a dayanır. Hz. Nuh'un
    vefatı ile Hz. İbrahim arasında iki peygamber (Hz.Hud & Hz. Sâlih) vardır. Bu
    fasıla (rivayete göre, M.K.) 1143 senedir. Hz. Hud ile Hz. İbrahim arasında da
    630 yıllık bir fasıla olduğu bildirilmiştir. Doğum yeri Bâbil kentidir .

    2.2. İbrahim aleyhisselamın babası
    Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de : «İbrahim, babası Âzer'e...» buyurmaktadır. Bu
    âyetten anlaşılacağı gibi Hz. İbrahim'in babası Âzer isminde idi. Ama,
    bazılarına göre İbrahim aleyhisselamın babası -Kur'anda bildirilen- putperest
    Âzer değil, mü'min olan Târuh idi. Bu görüsü destekleyenler arasında meşhurları
    Abdülhakim Arvâsi, Kadi Beydâvi ve Senâullah Dehlevi vardır, ama Şii'ler de bunu
    söylemektedirler . Bir rivâyete göre Âzer Hz. İbrahim'in - amcası olup -
    Târuh'un ölmesiyle Emile ile evlenip, Hz. İbrahim'in üvey babası oldu. Tefsir
    yönünden bunu böyle açıklamaktadırlar : En'am suresinin manası : «İbrahim, Âzer
    olan babasına dediği zaman» anlamındadır. Böyle olmasaydı Kur'an-ı Kerim'de
    «Babası Âzer'e dediği zaman» demeyip, "Âzer'e dediği zaman" veya "Babasına
    dediği zaman" demek yetişirdi . Âzer, kendi babası olsaydı "Babası" kelimesi
    fazla olurdu demektedirler. Bir kanıt olarak Şua'ra suresinin 219. ayetini
    göstermektedirler. Bu surede Allah « Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor
    » denilmektedir. Buna göre Peygamberimizin sülâlesinde hiçbir putperest yoktur.
    Bu görüşü reddedenler ise, ki bunlar arasında Taberi, Ebu Hayyan ve Elmalılı
    Muhammed Hamdi Yazır vardır, açık olan âyete (En'am, 74) bir mâna verilmek
    istenmiştir demektedirler. Mealine göre manalar değistiği için anlamlar da
    değişir teorisini ileri sürmektedirler. Konuya objektif bir yönle bakmak
    gerekirse, Âzer'in İbrahim aleyhisselam ın babası olmaması biraz daha
    mantıklıdır. Sunu da belirtmek lâzım ki, bir üçüncü fikir vardır. O da, İbrahim
    aleyhisselamın babasının asıl isminin Tarih veya Taruh olup sonradan - bir putun
    ismi olan - Âzer ismine değiştirmesi. Bu da Nemrud'un onu puthanesi'nin nâzırı
    olarak tayin etmesinden sonra gerçekleşmiştir . Ama kaynaklar bu düşünce
    hakkında bilgi vermiyorlar, onun için fazla dikkat etmemek gerekir. Biz burda
    ilmi gerçekleri tartışmayacağımız için bunu burda noktalamak gerekir. Bu
    ihtilaf'ın çözümünü ancak Rahman, Rahim, Evvel, Âhir, Kebir, Aziz, Saafii,
    Mâlik, Gafur, Nur, Adl, Hak, Hakem, Rauf, Şehid, Veli, Kerim, Bari, Cebbar olan
    ALLAH bilir. Âzer ayrıca put yapardı ve Nemrud'un yakınında bulunurdu. Onun bir
    dediğini, iki etmezdi.

    2.2. Hz. İbrahim'in doğumundan peygamberliğine kadar olan hayatı

    2.2.1. Hz. İbrahim'in doğumuna kadar vukuu bulan olaylar
    Nemrud (2.3.2.2. no'lu noktaya bakınız) ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a
    isyan içinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre,
    rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu
    nurun ışığında kaybolduğunu gördü. Diğer bir rivayete göre ise, rüyasında bir
    kimsenin gelip tahtından kaldırıp kendini yere vurduğunu gördü. Müneccimlere
    gördüğü rüyayı anlatıp tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek,
    senin saltanatını temelinden yıkacak ! Ona göre tedbir almalısın" diye tâbir
    ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydır deyip, " Bundan sonra kimse çocuk
    sâhibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse
    öldürülecek, kızsa bırakılacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebeği
    öldürüldüğü nakledilmiştir .

    2.2.2. Doğumundan sonra
    Bu sırada Hz. İbrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildiği için, onu
    doğuma yaklaşınca kendisinden uzaklaştırdı ve gizlice bir mağaraya gitti ve orda
    Hz. İbrahim'i dünyaya getirdi. Doğduktan sonra annesi onu emzirdi ve mağarayı
    kapatıp geri şehre döndü. Âzer'e ," Çocuk çok zayıf doğdu ve hemen öldü" dedi.
    Bundan sonra mağaraya - gizlice -gelip İbrahim aleyhisselamı emzirip geri eve
    dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. İbrahim mağarada 7, 13, 16 veya 17 yaşına kadar
    kaldı .

    2.3. Hz .İbrahim'in tebliği

    2.3.1. Hz. İbrahim'in Allah'ı araması

    2.3.1.1. Hz. İbrahim'in Allah'ı aramasından önceki durumu
    Hz. İbrahim'in imanı durumunu hakkında Kur'an-ı Kerim bilgi vermektedir
    :«Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık » .
    Burdaki rüşdünü vermek peygamberlik, yahut İbrahim aleyhisselamın risâletten
    önce sahip olduğu hidayet ve doğruluk manasına geldiği tefsirlerde
    bildirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, peygamberlik Hz. İbrahim'e genç yasta
    verilmiş idi.

    2.3.1.2. İbrahim aleyhisselamın tefekkür ile tevhid'i bulması
    İbrahim aleyhisselam hakkında Allahü Teâlâ « Halil'im » demiştir. Bu da onun
    Allah'ı arayıp bulmasındandır. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de şunlar buyrulmuştur
    : «Böylece biz, kesin iman edenler olması için İbrahim'e göklerin ve yerin
    melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü,
    Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken
    görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse
    elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Güneşi doğarken görünce de,
    Rabbim budur, zira daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki : Ey kavmim ! Ben
    sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım » . Bu olay resmi olarak
    bakılırsa Hz. İbrahim'in peygamberlik başlangıcıdır. Bundan sonra Hz. İbrahim
    Bâbil kavmine Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı ve birçok delil
    gösterdi.

    2.3.1.3. İbrahim aleyhisselam ın putları kırması
    Babil halkı Allah'ın yolundan saptığı için her sene putlar için âyin düzenlerdi.
    Bu âyinde bir yere toplanır bayram yapar ve sonra puthaneye gider, putlara secde
    eder, sonra da evlerine dönerlerdi. Böyle bir bayram günü, İbrahim aleyhisselam
    put haneye girip, bir balta ile bütün küçük putları kırdı. Baltayı da, en büyük
    putun boynuna aşdı ve oradan uzaklaştı. Keldâniler puthâneye girince bütün
    putların kırıldığını gördüler ve bunu yapanı yakalayarak cezalandırmak
    istediler. Hz. İbrahim'i getirip, bu isi sen mi yaptın dediler. İbrahim
    aleyhisselam « Kendisi dururken küçük putlara tapınılması istemediği için,
    boynunda asılı olan büyük put yapmıştır. İnanmazsanız kendisine sorunuz »
    buyurdu. Onlar 'Putlar konuşamaz ki, sen onlara sor diyorsun' dediler. Bunun
    üzerine İbrahim aleyhisselam « O halde konuşamayan ve kendilerini kırılmaktan
    kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ? Size ve tapdığınız putlara
    yazıklar olsun » dedi , ama bu hiç bir fayda vermedi, çünkü onlar : «Dediler ki.
    Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk ».

    2.3.2. İbrahim aleyhisselamın ateşe atılması
    İbrahim aleyhisselam putları kırınca putperestler bu işin onun yaptığını
    anladılar ve ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu Nemrud'a bildirdiler.

    2.3.2.1 Hz. İbrahim ve Nemrut
    Rivayete göre Nemrut Hz. İbrahim'in yaptığını duyunca onu yanına çağırdı. O
    zaman insanlar Nemrut'a secde ederlerdi. İbrahim aleyhisselam secde etmeyince
    Nemrut " Niçin secde etmedin" diye sordu. Hz. İbrahim de: « Ben beni yaratan
    Allahü Teâla'dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud " Seni yaratan kim ? "
    diye sorunca, İbrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren
    Allah'dır » diye cevap verdi. Nemrut, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki
    kişi getirtti. Birini serbest bırakıp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiş ve
    öldürmüş oldu. Hz. İbrahim bunun karşısında : « Benim Rabbim güneşi doğudan
    getirir, doğurtur. Eğer gücün yetiyorsa sen de batı'dan doğdur » buyurunca
    Nemrut şaşırıp, âciz kaldı. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde
    bildirilmiştir . Bu münazaranın vukuu bulduğu zaman hakkında iki rivayet vardır.
    Birincisi, İbrahim aleyhisselam putları kırınca onu yakalayıp hapsettiler. Sonra
    ateşe atmak için hapisten çıkarıp , Nemrut'un yanına götürdüklerinde
    gerçekleşmiştir. Diğer rivayete göre insanlar arasında büyük bir kıtlık
    çıkmıştı. Bundan dolayı insanlar yiyecek almak için Nemrut'a giderlerdi. Nemrut
    her gelene, "Senin Rabbin kim ? " diye sorar ve "Benim Rabbim sensin" diyenlere
    gıda maddeleri verirdi. Hz. İbrahim yiyecek almaya gelip Nemrut ona bu soruyu
    sorunca İbrahim aleyhisselam : « Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve
    öldürendir » dedi ve böylece bu münazara vukuu buldu . Bu olaydan sonra
    Keldâniler Halilallah'ı ceza vermek istediler ve onu ilk önce hapse attılar.
    Sonra Nemrut onu ateşe atmaya karar verdi. Rivayete göre bu fikri Nemrut'un
    aklına Hênun adında biri getirdi ve Allah onu sonra yerin dibine batırdı.

    2.3.2.2. Nemrut hakkında bilgiler
    Burada Nemrut hakkında bazı bilgilere değinmek istiyorum. Çünkü bir Müslüman
    için önemli olan düşmanlarını iyi bilmesi. Nemrud da vahşî bir düşmandır. Nemrut
    gaddar ve zâlim bir hükümdardı. Bir rivayete göre Nemrut onun hakiki ismi değil,
    - firavun - gibi bir ünvandı. Nemrut çocukken burnuna bir yılan yavrusu kaçmış,
    bu yüzden son derece çirkinleşmişti. Babası bile tahammül edememiş ve öldürmeye
    karar vermiş. Fakat annesinin yalvarması üzerine, onu bir çobana teslim etmiş ,
    çoban da, onun çirkin yüzüne bakmaya dayanamadığından, onu dağ başında bırakmış,
    dağda Nemrud isminde bir dişi kaplan, çocuğu emzirerek, onun yaşamasına sebeb
    olmuştur. İsmi (Nemrud) bu kaplandan gelmektedir. Babası öldükten sonra
    hükümdarlığa geçen Nemrud, kendisini ilah zannediyor ve bütün halkın kendisine
    tapmasını istiyordu .

    2.3.2.3. Ateş'in Halilallah'ı yakmaması
    İbrahim aleyhisselam'ın ateşe atılması kararlaştırıldıktan sonra odun toplanıyor
    ve kocaman bir ateş yakılıyor. Problem Halilallah'ı ateşe atmakta. Rivayete göre
    İblis insan şekline girip Nemrud'a mancınık kullanmasını tavsiye ediyor .
    Kur'an'da : « Onun (İbrahim) için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın !
    dediler » buyurulmuştur. Bir bina (mancınık) yapılıp oradan İbrahim aleyhisselam
    ateşe atılınca, ateş bir gül bahçesi oluyor. Diğer bir rivayete göre içi balık
    dolu bir havuz oluyor ateş. Ve böylece ateş Halilürrahman'ı yakmıyor. Bu
    kurtarma olayı Kur'an-ı Kerim'in Enbiya suresinde bildirilmiştir : « Ey ateş !
    İbrahim için serinlik ve esenlik ol» dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak
    istediler, fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk » .
    Bugün Ş.Urfa'da « Ayn-i Zelika » veya « Halilürrahman » isminde 50x30 m
    boylarında bir havuz vardır. Buranın Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı yer olduğu,
    balıkların odunlardan meydana geldiği iddia olunmakta ve kimse bu balıklara
    dokunmamaktadır . Tevrat'ta bu ateş olayı hakkında -;İbrahim peygamberin
    yahudilerin soyunun babaları kabul edildiği halde - bir bilgi yoktur.

    2.4. İbrahim peygamberin Bâbil'i terketmesi
    Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki : « (Oradan kurtulan İbrahim Smile Ben Rabbime
    gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek » . Böylece Hz. İbrahim küfür diyarından
    hicret ederek Şam'a gidiyor . Hicret ederken de, « Ey Rabbimiz, ancak sana
    tevekkül ettik ve (taatle) sana yöneldik ve ahirette de dönüşümüz ancak sanadır
    » diye dua ettikleri Mümtehine suresinin 4. ayetinde bildirilmiştir . Başka bir
    rivayete göre Harran'a (Filistin) gittiği rivayet edilir .

    2.5. İbrahim aleyhisselam Mısır'da
    İbrahim aleyhisselam oradan sonra zevcesi Hz. Sâre ile birlikte Mısır'a gitti.
    Rivayete göre o sıralarda 38 yasında idi. O zamanın Firavunu çok zâlim ve
    cebbâr, Sinan bin Ulvân isimli, Dahhâk'ın kardeşi olan pek kibirli birisiydi.
    Firavun güzel kadınlardan çok hoşlanırdı ve güzel bir kadın gördü mü hemen onu
    ne pahasına olursa olsun Haremine alırdı. Kadının kocası varsa onu öldürürdü.
    Hz. Sâre çok güzel bir kadın olduğu için, Firavun veya Melik İbrahim
    aleyhisselama zevcesinin kim olduğu hakkında sorunca İbrahim aleyhisselam
    Firavunun Hz. Sâre'ye musallat olmasını engellemek için din bakımından kardeşi
    olduğuna niyet ederek : « Kız kardeşimdir » dedi. Pek zâlim olan bu hükümdar,
    Sâre hatunu almak isteyip sarayına çağırttı. Fakat musallat olmak isteyince
    nefesi kesilip, elleri, ayakları tutmaz oldu. Yere yıkılarak debelenmeye
    başladı. Allahü Teâlâ Hz. Sâre'yi Firavun'un şerrinden koruyup musallat olmasını
    engelledi. Hükümdar bu durum karşısında korkusundan Hz. İbrahim'in zevcesini ona
    geri yolladı . Hz. Sâre'ye yaklaşınca onu cin zannettiğinden, yanına bir de
    Hâcer isimli bir câriye verdi. Böylece bundan kurtulacağını zannetti . Bu olay
    Ebu Hureyre'nin bildirdiği Hadis ile bildirilmiştir (bkz. Buhari, Müslim).
    Tevratta da bu olayın böyle - küçük modifikasyonlarla - gerçekleştiği
    yazmaktadır . Bundan sonra Halilürrahman Mısır'ı terkedip geri Filistine dönüp
    Sebu' isimli yere yerleşiyor .

    2.6. Hz. İsmail
    İbrahim aleyhisselam'ın Hz. Sâre'den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe
    ilerliyordu. İbrahim aleyhisselam Bâbil'den ayrılırken: «Rabbim ! Bana
    sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi » diye niyazda bulundu. Hz. Sâre'de bunu
    çok istiyordu, ama çocuğu olmuyordu. Firavun'un kendisine verdiği câriyesi Hz.
    Hâcer'i azad edip İbrahim aleyhisselama evlenmesi için verdi ve Hz. İbrahim Hz.
    Hâcer ile evlendi. Bu evlilikten Hz. İsmail doğdu. Muhammed aleyhisselam ın
    (s.a.v.) nuru Hz. İsmail'in alnında intikal etti. İbrahim aleyhisselam onu çok
    sever ve yanından ayırmazdı. Hz. Sâre nurun kendisine intikal edeceğini
    umuyordu. Bu sebeple Hz. Hâcer'e karsı kalbi gayret hâsıl oldu. Ve birgün
    İbrahim aleyhisselam'dan Hz. Hâcer ile Hz. İsmail'i başka bir yere götürüp
    bırakmasını istedi. Allah'ın emriyle Halilallah bu isteği yerine getirdi ve
    Hacer hatun ile İsmail aleyhisselamı (s.a.v.) alıp Mekke'ye götürdü ve onları
    orada bıraktı . İlerisini Hz. İsmail'in hayatında...

    2.7. Misafir melekler

    2.7.1. Meleklerin müjdesi
    İbrahim peygamberin yaşı gittikce ilerliyordu. Bu sırada melekler gelip İbrahim
    aleyhisselama bir oğlunun doğacağını müjdelediler : « Hem o kullara, İbrahim'in
    misafirlerinden haber ver. Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman,
    "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti. Melekler:
    "Korkma ! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler » . Rivayete
    o sırada Hz. İbrahim 120 ve Hz. Sâre de 99 yaşında idi. Müjdeyi vermek üzere
    gelen melekler gayet güler yüzlü birer´genç suretinde İbrahim aleyhisselam ın
    karşısına çıktılar. Bunların Cebrail (a.s.), Mikail (a.s.) ve Israfil (a.s.)
    olduğu Ibn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir. Cebrail aleyhisselam ile birlikte 7
    veya 9, veya 10 bir yahut da 12 meleğin bulunduğu rivayet edilmiştir. Melekler
    bu müjdeyi verdikten sonra Lut kavmini helak etmeye gittiler (genis malumat icin
    bkz. «Hz.Lut»). Melekler, "Selamunaleyke" deyince İbrahim aleyhisselam "Aleyküm
    selam" diyerek mukabelede bulundu. Onları evinde en iyi yere oturttuktan sonra
    ikram etmek üzere hemen bir buzağı getirdi. Misafirlerine ikram etti ise de
    onlar yemedi. Bundan dolayı Hz. İbrahim'in kalbine biraz şüphe düştü. O zamanın
    âdetine göre bir eve misafir gelip, ikram edilenden bir şey yerse ondan emin
    olunurdu; misafir bir şey yemezse onun zarar vermek için geldiği hükmedilirdi.
    İbrahim aleyhisselam tekrar melekleri davet edince, onlar "Biz yemeğin ücretini
    vermeden yemeyiz" dediler. Hz. İbrahim "Bedelini verin de yiyin. Bu yemeğin bir
    ücreti var diye karşılık verdi. Melekler bu ücreti sorunca, Hz.İbrahim: «
    Bismillah ,demek. Sonunda da Elhamdülillah, demektir » dedi. Bunun üzerine Hz.
    Cebrail, Mikail aleyhisselam bakarak : « Bu zât, Allahü Teâlânın dost edinmesine
    lâyık bir kimsedir » buyurdu. Bu sırada Hz. Sâre perde arkasında duruyordu.
    Meleklerin müjdesi üzerine: «(İbrahim'in karısıSmile Olacak şey değil ! Ben bir
    kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım ? Bu gerçekten
    şaşılacak şey ! dedi » dedi. Âyet-i kerimede onun için « Dâhiket » buyrulmuştur.
    Bu kelime hem gülmek, hem de hayz oldu manasına gelmektedir. Cumhur'a göre gülme
    manasında kullanılırsa da Ikrime ve Mücahit'e göre hayz oldu anlamındadır bu
    kelime. Ayrıca gülmesi hakkında da değişik rivayetler vardır. Meleklerin korkma
    demesi üzerine İbrahim aleyhisselam ın korkusunun gitmesi için gülmüştür. Bir
    başka rivayete göre İshak aleyhisselamın müjde verilmesi hakkında ellerini
    yüzüne kapayıp gülmüştür. Çünkü kendisi çok yaşlanmıştı ve bir çocuk doğurmanın
    ihtimali sıfırdı o yaşta. Hz. İbrahim de yukarıda belirttiğimiz gibi 120 yaşına
    gelmişti. Diğer bir rivayete göre, ellerini yüzüne kapaması, yaşlılığında hayz
    görmesinden ve bunun farkına varmayıp hayâsı sebebiyle utanmasından ileri
    geldiği bildirilmiştir. Hz. Sâre'nin bu sözlerine karşılık melekler " Sen Allahü
    Teâlânın emrine mi, takdirine mi şaşıyorsun" dediler ve İbrahim aleyhisselam ın
    çıkıp Lut kavmi'nin ikamet ettiği yere gittiler . Yahudiler İbrahim aleyhisselam
    ın misafirleri hakkında başka bir beyânat vermektedirler. Onlara göre Hz.
    İbrahim'e melekler değil, bizzat - tövbe hâşaa - Allah gelmiştir. Yanına da bazı
    melekler almış, güya . Ve onlara göre misafirler Hz. İbrahim ile beraber yemek
    yemişler.

    2.7.2. İshak aleyhisselam ın doğumu
    Meleklerin haberinden 1 sene sonra Hz. İshak doğdu . İleride Hz. İshak hakkında
    mâlumat vereceğim.

    2.8. Hz. İbrahim'in Mekke'ye yolculuğu

    2.8.1. İbrahim aleyhisselam Mekke'de
    İsmail aleyhisselam büyüyüp gençlik çağına girmişti. Cürhümilerden Arapca
    öğrenmiş ve onlar arasında yüksek makama erişmişti. O Cürhümilerden bir kız ile
    evlendi. Bu sırada ise Hâcer aleyhisselam vefat etmişti. O sırada Hâcer hatun 99
    yasında idi ve Kâbe'nin bitişiğinde bir yer olan ve Hicr denilen yere defn
    edildi . Ibrahim aleyhisselam bir gün oğlunu ziyaret etmek üzere Şam'dan
    Mekke'ye doğru yola çıktı. Hz. İsmail'in evine varınca oğlu yiyecek temin etmek
    için evde yoktu. İbrahim aleyhisselam Hz. İsmail'in hanımından mali durumlarını
    sorunca, hanımı hallerinden şikâyetci oldu. Giderken de oğluna söylemesi için
    tenbihte bulundu: " Kocan geldiğinde benden selam söyle, kapısının eşiğini
    değiştirsin" ve oradan ayrıldı ve evine geri döndü. İsmail aleyhisselam eve
    gelip bunu duyunca, olayı anladı ve hanımından ayrıldı. Başka bir kadınla
    evlendi. İbrahim aleyhisselam bir müddet sonra Mekke'ye yine gidince oğlu yine
    evde bulunmuyordu. Bu sefer Hz. İsmail'in hanımına aynı soruyu sordu. O da
    cevaben: " Biz hayır ve saadet içindeyiz " dedi. Ne yiyip içtiklerini sorunca
    da, "Et yiyip, zemzem içiyoruz" dedi. Bunun üzerine Halilallah: " Yâ Rabbi !
    Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, bereket ihsân eyle " diye dua etti ve
    oradan geri Şam'a döndü. Ibn-i Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz
    (s.a.v.) buyurdu ki:«İbrahim (a.s.) zamanında Mekke civarında hububat
    bilinmiyordu. Av etiyle beslenirlerdi. Eğer o zaman hububat mâlum olsaydı,
    İbrahim (a.s.) hububat hakkında dua ederdi » . Ibn-i Abbas bu Hadis hakkında
    buyurdu ki: " İbrahim aleyhisselamın bu duasının bereketiyle Mekke sıcak
    olmasına rağmen, et ile su, burada diğer yerlere nazaran insanlara daha
    faydalıdır " .

    2.8.2. Kâbe'nin inşası
    Günlerden bir günde Allahü Teâlâ haliline Kâbe-i Muazzamayı yapmasını emreyledi.
    Kâbe'nin inşası hakkında iki rivayet vardır : Melekler Allah-i Zişanın emriyle
    binâ ettiler; Adem aleyhisselam melekler ile birlikte inşa etti. Bunun üzerine
    İbrahim aleyhisselam yeniden Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekke'de oğlu İsmail
    aleyhisselamı zemzem kuyusu başında buldu. Allah'ın emrini ona da söyledi ve
    İsmail aleyhisselam ona yardım edeceğini ekledi. Kâbe'nin nereye yapacağını
    bilmediği için, bir rivayete göre Cebrail aleyhisselam Kâbe'nin su andaki yerini
    gösterdi. İlkönce temeli kazmaya başladılar ve Adem aleyhisselam zamanındaki
    temeli buldular. Ayni temel üzerine Kâbe'yi inşa ettiler. Hz. İbrahim oğlunun
    getirdiği taşlarla, Cebrail aleyhisselamın târifine uyarak Kâbe'yi yapıyordu.
    Nihayet Kâbe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya tas yetişemez oldu. Bundan
    dolayı büyük bir taş getirdiler ve İbrahim aleyhisselam bu tasa basarak duvar
    örmeye başladı. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa da Makâm-i İbrahim denilir.
    Kâbe de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-i İbrahim'de kılınır .
    Kâbe tamamlanınca İbrahim aleyhisselam oğluna: " Ey İsmail ! İyi bir taş getir
    ki, hacılara işaret olsun" buyurdu. İsmail aleyhisselam bir taş getirdi ise de
    Hz. İbrahim daha iyi bir taş istedi. Bunun üzerine, Ebu Kubeys dağından: "
    Cebrail aleyhisselam tûfanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al ! " diye bir
    ses işitti. Hemen Ebu Kubeys dağından Hacer-ül-esved taşı alınıp, Kâbe'deki
    yerine kondu . Kâbe inşa edildikten sonra İbrahim aleyhisselam, Allah'ın: «
    İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan
    gelen yorgun argın develer üzerinde (...) tavaf için Kâbe'ye gelsinler »
    emriyle, yüzünü Yemen tarafına çevirip: " Ey insanlar ! Allahü Teâlâ bir ev bina
    ettirdi ve bu evi ziyaret etmenizi emreyledi. Geliniz, Kâbe'yi ziyaret ediniz "
    diye seslendi. Allahü Teâlâ da sesini bütün dünyaya duyurdu. İnsanlar bu sesi
    duyunca: « Lebbeyk Allahümme Lebbeyk " diye cevap verdiler. O zaman, ana
    rahminde ve baba sulbünde olan ne kadar hacca gidecek varsa « Lebbeyk » dediler.
    Bir defa gidecek olan bir kere, iki defa gidecek olan iki kere ve daha fazla
    gidecek miktarına göre cevap verdiler . Kâbe'nin inşasından sonra İbrahim
    aleyhisselam Şam'a dönüyor ve bütün aile efradını alıp Hac ediyor.

    2.8.3. Kâbe hakkında bilgiler
    Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köse tastan bir oda olup, 17
    m yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8 m, güney duvarı 7 m, doğu duvarı 11,9 m, batı
    duvarı da 12,8 m genişliktedir. Doğu ve güney duvarları arasındaki kösede
    Hâcer-ül-esved taşı bulunmaktadır. Kâbe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı
    yerden 1,7 m yükseklikte, eni 1,7 m ve boyu 2,7 m'dir. Kâbe'nin dört köşesine
    Rükn denir. Şam'a doğru olana Rükn-i Sâmi, Bagdat'a olana Rükn-i Irâki, Yemen
    tarafina olana Rükn-i Yemâni ve dördüncü köseye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir .

    2.9. Hz. İbrahim aleyhisselam ın duası

    2.9.1. İbrahim aleyhisselamın iki duası

    2.9.1.1. Halilallah'ın Kur'andaki duası
    Kâbe'yi tamamladıktan sonra İbrahim aleyhisselamin dua ettiği Kur'an-ı Kerim'de
    zikredilmektedir :«Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: Rabbim ! Bu şehri
    (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarını putlara tapmaktan uzak tut. Çünkü
    onlar (putlar) insanların birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Simdi kim
    bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok
    bağışlayan, pek esirgeyensin . Ey Rabbimiz! Ey sâhibimiz! Namazı dosdoğru
    kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin)
    yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir
    kisminin gönüllerini olara meyledici kil ve meyvelerden bunlara rizik ver!
    Umulur ki bu nimetlere şükrederler. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim
    gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte
    hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'i
    lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni
    soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! duamı kabul
    et! Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri
    bağışla ! » .

    2.9.1.2. Hz. İbrahim'in ikinci duası
    İbrahim aleyhisselamin diğer duası hakkında da İmam-ı Gâzâli mâlumat veriyor: "
    İbrahim aleyhisselam sabahladığı vakit şöyle buyuruyordu: « Ey Allah'ım. Bu gün
    yepyeni bir yaratılıştır. Binâenaleyh bugünü tâatinle benim için aç, mağfiret ve
    rızanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O
    haseneyi geliştir ve benim için onu kat kat artır. Ve bugünde işlemiş olduğum
    günahları benim için affeyle. Çünkü bolca affeden ve her nimeti kullarına
    ihsanda bulunan, kullarını şiddetle seven, daha istemeden evvel onların
    isteklerini bilip takdir eden sensi » . Râvi diyor ki: Bir kimse Hz. İbrahim'in
    duasıyla sabahladığı takdirde o günün şükrünü edâ etmiş sayılır .

    2.9.2. İbrahim aleyhiselamın babası için duası
    Kur'an-ı Kerim'den bize nakledildiğine göre İbrahim peygamber babası için Allah
    tarafından istiğfar dilemiştir. Mucizât-i Kur'an-iyenin Tevbe suresinin -113.
    âyetin mukabili olarak - 114. âyetinde: «İbrahim'in babası için af dilemesi,
    sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu
    kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu
    ve pek sabırlı idi» . İbrahim aleyhisselam babasına kendisinin affı için Allah'a
    dua edeceğine dair söz vermiş ve onun Allah tarafından affını dilemişti. Fakat
    babasının Allah düşmanı olduğunu anlayınca dua etmeyi bıraktı . Peygamberimiz
    (S.A.V.) de amcası Ebu Tâlip için Allah'tan mağfiret dilemek istemiş, bunun
    üzerine Tevbe sure-i şerif'in 113. âyeti inmişti.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:45 pm

    H Z . İSHAK A.S.



    İbrahim (a.s)'in Hz. Sâre'den doğan ikinci oğlu.

    Hz. Sâre'nin çocuğu olmadığı için kocasına cariyesi Hacer'i hediye etmiştir. Hz.
    Hacer Hz. İsmail'i doğurunca, Hz. Sâre üzülmüştür. Hz. İbrahim yüz yirmi yasında
    Hz. Sâre doksan yasında iken Allah'ın bir lutfu ve mucizesi olarak İshâk (a.s)
    doğmuştur (bk. Hâkim, Müstedrek, 11, 556).

    Kur'an-ı Kerim'de bu olay söyle anlatılır: "And olsun ki, elçilerimiz İbrahim'e
    müjde ile gelip; "Selâm", dediler. O da "Selâm" dedi ve eğlenmeden gidip
    kızartılmış bir buzağı getirdi. Onların ellerinin buna uzanmadığını görünce
    hoşlanmadı ve kalbine bir korku geldi. Onlar "korkma biz lût kavmine
    gönderildik" dediler. İbrahim'in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona İshak'ı
    ardından da torunu Yâkub'u müjdeledik. Kadın "vay, kendim koca bir kari, su
    zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doguracakmışım? Bu doğrusu pek şaşılacak bir
    iş" dedi. Melekler "ey evin hanımı. Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize
    olmuşken, nasıl Allah'ın isine şaşacaksın. O Hamid ve Meciddir" dediler (Hûd, 11
    /73).

    İshâk (a.s)'in tarih kitaplarında anlatılan şemâli şöyledir. Uzun boylu, kara
    gözlü, buğday benizli, yüzü güzel, konuşması düzgün, saçı, sakalı bembeyazdı.
    Siret ve sureti babası İbrahim (a.s)'a benzerdi (Hâkim, Müstedrek, 11, 557). Hz.
    İshâk'ın Yakub ve 'Ays adında iki oğlu olmuştur. Yakub (a.s) daha güzel yüzlü,
    daha düzgün konuşmalı ve zarafet ve güzelliği daha çok olandı. Ays, Rumların
    yaşadığı bölgede ikamet etmişti (Hâkim, Müstedrek, l l, 557).

    İshâk (a.s) Kur'an-ı Kerim'de de övülmüştür: "Ey Muhammed; güçlü ve anlayışlı
    olan kullarımız İbrahim, İshâk ve Yakub'u da an! Biz onları âhret yurdunu
    düşünen samimi kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim yanımızda seçkin, iyi
    kimselerdir" (Sâd, 38/45-47). İshâk (a.s) babasının ölümünden sonra Şam
    bölgesine peygamber olarak vazifelendirilmiş, Allah'u Teâlâ onu seçkin ve
    hayırlı bir insan eylemiştir.

    "İbrahim'e Salihlerden bir peygamber olmak üzere de İshâk'ı müjdeledik. Hem ona
    hem de İshâk'a feyz ve bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket
    edeni de vardır, nefsine apaçık zulmedeni de vardır" (es-Sâffât, 37/112, 113).

    Hz. İshak rivayete göre yüz altmış yaşlarında bu günkü Filistin'in bulunduğu
    bölgede Kudüs yakınlarında vefat etmiş, babası İbrahim (a.s)'in Mezradaki
    kabrinin yanına defnedilmiştir

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:45 pm

    H Z . EYYUB A.S.



    Hz. İbrahim soyundan gelen bir peygamber.

    Eyyûb (a.s.)'dan Kuran'da dört yerde bahsedilir ve sabır örneği olarak takdim
    edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd, 38/41). Tevrat'ta
    da "Eyyûb" adıyla müstakil bir kitap, Hz. Eyyûb'un kıssasına tahsis edilmiştir.

    İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yasayan ve çok zengin olup, sayısız
    malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber
    olarak gönderilmiştir. Sabah-aksam ümmeti ve Allah'a ibâdetle meşgul olan Hz.
    Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına mârûz kalmış, bütün servetini, çocuklarını
    kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili
    hâriç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına
    kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya baslamıştı. Bu durumda kocasına hizmete
    sebât eden esi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten
    çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk'a
    bağlılığını kaybetmemiştir. Farklı rivâyetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi
    epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb
    (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su
    kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca
    kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsân edilmiştir.

    Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan
    Hz. Eyyûb, şifâ bulduktan sonra yirmi yıl daha yaşamış, diğer bazı rivâyetlere
    göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr
    adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:45 pm

    H Z . HARUN A.S.



    Hz. Harûn (a.s), israiloğulları peygamberlerinden, Hz. Musa (a.s)'in kardeşi.
    Hz. Yusuf'un vefatından sonra Mısır'da yaşayan israiloğulları ve diğer insanlar,
    bir müddet onun gösterdiği yoldan yürüdüler; ancak daha sonra hakikati
    unuttular. Bu arada Mısır'ın idaresi Kıbtilerin eline geçti. Kıbtîler ise
    yıldızlara ve putlara tapıyorlardı.

    Kıbtîler, israiloğullarını hor görmeye başladılar. Onları ağır, zor işlerde
    kullandılar.

    israiloğulları çok kalabalık bir topluluk olup Hz. Yakub'un oğullarına nisbetle
    on iki kola ayrılıyordu. Onlar Kıbtîler zulmünden kurtulmak istiyorlardı.
    Dedelerinin ülkesi olan Kenân bölgesine gitmek için izin istemelerine rağmen
    onlara izin verilmemekteydi.

    Her dönemde olduğu gibi, o dönemin Firavunu da zulmü temsil ediyor ve insanları
    eziyet altında inletiyordu.

    israiloğullarının çoğalması Kıbtîler ve onların hükümdarı Firavun'u
    endişelendiriyordu. Onlar, israiloğullarının isyan ederek kendilerine zarar
    vermesinden korkuyorlardı.

    Firavun, bir gün kâhinlerini yanına topladı. Gelecekle ilgili onlardan bilgi
    istedi. Kâhinlerden birisi Firavun'a israiloğullarından bir çocuğun doğacağını
    ve saltanatına zarar vereceğini bildirdi. Firavun, bunu duyar duymaz korktu ve
    tedbirler almaya başladı. Bunun için de israiloğullarının doğacak erkek
    çocuklarının tamamının öldürülmesini emretti.

    Hz. Musa, bu dönemde doğdu ve öldürülmesin diye bir sandığın içine bırakılarak
    nehre atıldı. Firavun'un sarayında büyüdü. Allah diledi ve Musa'yı Firavun'un
    kucağında büyüttü.

    Harun Peygamber, Hz. Musa'nın büyüğüdür. israiloğullarının erkek çocuklarının
    öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir.

    Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)'dan daha uzun boylu, daha etli, daha beyaz tenli,
    daha geniş sırtlı olup açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Alnında da bir
    ben vardı (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).

    Harun peygamberle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette
    Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir.

    Medyen'den dönerken Hz. Musa'ya Peygamberlik verildi. Peygamberlikle şereflendi.

    Yüce Allah Hz. Musa'ya emretti: "Firavun'a git, çünkü o azdı" (Tâhâ, 20/24).

    Musa Peygamber "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum" (es-suarâ, 26/ 12),
    "Kalbim sıkılır, dilim açılmaz olur. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver"
    (es-şuarâ, 26/l3),

    "Bir de onların aleyhimde de bir kısas davaları var, bu sebeple beni
    öldürmelerinden korkarım" (es-şuarâ, 26/14), "Bana ailemden bir vezir ver.
    Biraderim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Ta ki seni
    çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim. şüphesiz sen bizi hakkıyla
    görensin" (Tâhâ, 20/29-35) dedi.

    Cenâb-iı Allah, Musa'nın bu duasını kabul etti. "Ey Musa! istediğin sana
    verildi" (Tâhâ, 20/36) buyuruldu. Böylece Harun'a da peygamberlik verildi.
    "Firavun'a gidin, biz âlemlerin Rabbinin Peygamberleriyiz, bizimle beraber
    israiloğullarını gönder" deyin " (es-şuarâ, 26/16-17) buyuruldu.

    Hz. Mûsa ve Hârun (a.s.) "Ey Rabbim! Doğrusu biz Firavun'un, bize karşı aşırı
    gitmesinden, yahud taşkınlığını artırmasından endişe ediyoruz" diye Allahu
    Teâla'ya dua ettiler. Yüce Allah: "Korkmayınız! Çünkü ben sizinle beraberim. Ben
    (her şeyi) işitirim, görürüm! Hemen gidiniz ve ona söyle deyiniz. "Biz Rabbinin
    iki elçisiyiz, artık israiloğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme! Biz
    sana Rabbinden, hakiki bir âyet getirdik selam (ve selamet) doğruya tâbi
    olanlaradır. Bize,şu hakikat vahy olundu ki: hiç şüphesiz azap yalanlayanların
    ve yüz çevirenlerin üzerinedir" (Tâhâ, 20/45, 48) buyurdu.

    Bunun üzerine, Hz. Musa ve Hârun geceleyin Firavun'un yanına gittiler. Kapıyı
    çaldılar. Firavun kapının açılmasından dehşete düştü. Hz. Musa ve Hârun,
    Firavun'a kendilerinin Rabbûlâlemin olan Allah'ın elçileri olduklarını,
    kendisini dine davet etmek için geldiklerini söylediler. Firavun "Ben sizin en
    yüce Rabbinizim " (en-Nâziât, 79/24) diyerek onları reddetti.

    Hz. Musa'ya vahyedildi. "Kullarımla geceleyin yola çık. Onlara denizde kuru bir
    yol aç. Size yetişmelerinden korkma" (Tâhâ, 20/77) buyuruldu.

    Bu iki peygamber israiloğullarını geceleyin yola çıkardılar. Bu durumdan
    haberdar olan Firavun ve askerleri onları izledi. Hz. Musa, Hârun ve
    israiloğulları, denizi geçerek kurtuldular. Firavun ve askerleri de denizde
    boğuldular.

    israiloğulları Tih sahrasına geldiler. Rızık olarak kendilerine kudret helvası,
    bıldırcın kuşu verildi (el-Bakara, 2/57); onlar itirazlarını sürdürdüler.

    "Biz bir çeşit yemeğe dayanamayız. Bizim için Rabbına dua et de bize toprağın
    bitirdiği sebzeden, acurdan, sarımsaktan, mercimekten ve soğandan çıkarsın"
    (el-Bakara 2/61) dediler.

    Musa peygamber, onlara öğütler de bulundu. Tûr dağına çağırıldığında ağabeyi
    Harun'u kendi yerine vekil bıraktı.

    israiloğulları Mısır'dan çıkarken altınlarını, gümüşlerini de yanlarına
    almışlardı. Hz. Musa (a.s)'in Tur'a gitmesiyle israiloğullarının münafıklarından
    Şâmiri bu altınları topladı ve bir kapta eriterek bir buzağı yaptı. Gönüllerinde
    yatan putçuluğu bir türlü tepeleyemeyen bu kavim buzağıya tapmaya başladı.

    Hz. Hârun, onlara öğütlerde bulundu. "Ey kavmim! Bununla imtihan edildiniz.
    Sizin gerçek Rabbiniz Rahman olan Allah'tır. Gelin bana uyun ve emrime itaat
    edin" (Tâhâ, 20/90) buyurdu. israiloğulları, Hz. Hârun'u dinlemediler. "Musa,
    bize dönüp gelinceye kadar, biz o buzağıya tapmaya devam edeceğiz" (Tâhâ, 20/91)
    dediler.

    Hz. Musa (a.s), Tûr Dağı'ndan döndüğünde kavminin buzağıya tapmakta olduğunu
    gördü. Buna çok üzüldü. Ağabeyine kızdı. "Ey Hârun! Onların saptıklarını
    gördüğün zaman hana uymaktan seni alıkoyan nedir? Emrime isyan mi ettin?" (Tâhâ,
    20/92-93) dedi. Hârun Peygamberin yakasına yapıştı.

    Hârun Peygamber; Hz. Musa'ya israiloğullarının kendisini dinlemediğini anlattı.
    Musa peygamber öfkelendi ve Şamiri'yi kovdu.

    Allahu Teâla, Musa (a.s)'ya Hârun (a.s)'u vefat ettireceğini, onu dağa
    getirmesini bildirdi.

    Musa (a.s), Hârun (a.s)'un elinden tutarak dağa çıktılar. Hârun (a.s)'un sibr ve
    sibbîr adındaki oğulları da yanlarındaydılar. Dağın üzerinde görülmemiş
    güzellikte bir ağaç, yapılmış bir ev, evin içinde bir sedir, ve sedirin
    üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu. Hz. Musa ile birlikte Hârun
    yatağın üstüne yattılar. Allahu Teâla Hârun (a.s)'un ruhunu bu halde iken aldı,
    sonra ağaç kayboldu, ev ve sedir semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)'un
    cenaze namazını orada kılarak onu dağa defnetti. Yahudiler bu dağa Tûr-u Hârun
    adını vermişlerdir (Taberî, Tarih, I, 223).

    Hârun (a.s)'un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi, yüz yirmi
    veya yediyüzyirmiüç yaşında olduğu söylenir (Yâkubî, Tarih, I, 41).

    Hârun Peygamber uzun müddet yaşadı. Musa Peygamberle birlikte kavmine öğütlerde
    bulundu, kavminin nankörlüklerine göğüs gerdi.

    Zaman geldi; Rabbine kavuştu, o da ölümü tattı...

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:46 pm

    H Z . ZÜLKİFL A.S.



    Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biri.

    Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl,
    hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk. şüphesiz onlar salih
    olanlardandı" (el-Enbiyâ, 21/85, 86).

    Âyette geçen "Zülkifl" adi değil lâkabıdır ve "nasib ve kısmet sahibi" anlamına
    gelir. Fakat burada dünyevî zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve
    âhiretteki derecesini kastetmek için kullanılmıştır. Onun gerçek adı hakkında
    çok farklı rivayetler vardır. Yahudiler O'nun, israiloğullarının esâreti
    sırasında peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir
    bölgede yapan Hereksel olduğunu iddia etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da onun
    Eyyub (a.s)'in kendisinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu
    söylemişlerdir. Fakat bu görüşlerin hiç biri kesinlik derecesine sahip değildir.

    Zülkifl (a.s)'in peygamber olmadığı söyleyenler olmuşsa da, âlimlerin
    ekseriyetine göre peygamberdir ve makbul olan görüş de budur (el-Kurtubî,
    el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî,
    Beyrut t.y., XVII, 82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, İstanbul 1991, III, 327).

    Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kıssasını arz ettikten sonra, peygamberlerinden
    bazılarını anmış ve onları övmüştür. insanları tevhide çağıran, Allah'ın sevgi
    ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki
    âyetlerin meâli şöyledir:

    "Kuvvetli ve basiretli kullarınız İbrahim'i,İshâkı ve Yâkub'u da an. Biz onları
    ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık.
    Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır. İsmâil'i, Elyesâ'i,
    Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48).

    Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl (a.s) Şam'da otururdu. Oradaki
    halkı Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir şekilde yaşamaya
    çağırdı ve orada vefât etti (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167).

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:46 pm

    H Z . YÛNUS A.S.



    Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.

    Soyu, Bünyamin vasitasiyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a
    dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, isa (a.s) annesinin adıyla İsa
    b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta
    diye anılmaktadır. (ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin
    verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'in
    annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye
    anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasari
    Tecridi Sarih Tercemesi ve serhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).

    Yûnus (a.s)'in Ya'kub (a.s)'in torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber
    verilmiştir:

    "Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
    Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a,
    Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik"
    (en-Nisâ, 4/163).

    Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman
    (a.s)'da Yunus (a.s) ile ayni soydan, Yakub (a.s)'in torunlarındandırlar.

    Yûnus (a.s)'in nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide
    çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kurân'da şöyle geçmektedir:

    "Ve onu yüz bin İnsana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik"
    (es-Saffat, 37/147).

    O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir.
    Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı.
    Bu beldenin İnsanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler.
    Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara,
    küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine
    inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,
    t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).

    Yûnus (a.s)'in adi, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki
    sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus
    sûresidir.

    Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet
    etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece
    iki kişi ona imân etti (ibn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri
    ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).

    Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'in
    zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini
    terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:

    "Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini
    asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka
    hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye
    niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).

    Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi
    demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lâkapla anılmıştır:

    "Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o
    dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).

    Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'in sabretmemesine, Allah'ın
    emri olmadan milletini terk etmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali
    üzerine, Yüce Allah söyle buyurmuştu:

    "O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret"
    (el-Ahkâf, 46/35).

    Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'in ayrılmaya kalkışması, iyi netice
    vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz
    tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti.
    Kimin suya atılacağını tespit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet
    etti. Bu durum kur'ân'da söyle haber verilmiştir:

    "Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat,
    37/141).

    işin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu.
    Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu söyle haber vermiştir:

    "Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldigi için) kendisi
    kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).

    Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın
    karnındaki karanlıklarda:

    "Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden
    oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu
    şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti
    (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'in
    duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandigi, Kur'ân'da şöyle dile
    getirilmiştir:

    "Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. iste biz, insanları
    böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).

    "Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne
    kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).

    Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'i öldürmedi. Bir
    süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki
    hali, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

    "(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde
    agaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir
    ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).

    Yûnus (a.s)'in Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden
    kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:

    "Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o,
    sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet
    yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i
    onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

    Yûnus (a.s)'i bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede
    hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar.
    Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:

    "inandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).

    Yûnus (a.s)'in milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a
    inanmaları, Allah tarafindan övülmüş, methedilmiştir:

    "Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir
    memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar
    sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya
    hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha
    yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).

    Yûnus (a.s)'in faziletli bir İnsan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber
    verilmiştir:

    "ismâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler"
    (el-En'âm, 6/86).

    Hz. Muhammed (s.a.v) de onu söyle övmüştür:

    "Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî,
    Tefsiru süre 6, 4).

    Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve
    Allah'a imân etmeye davet etmiştir. inanan insanlar için, onun hayatından
    alınacak çeşitli ibretler vardır.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:46 pm

    H Z . ZEKERİYYA A.S.



    Kur'ân'da adı gelen peygamberlerden biri. Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır.
    Kur'ân'da anılan duâlarından (Meryem, 16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra
    Yâkub (a.s)'a varmaktadır (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82;
    er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, V, 769).

    Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların
    bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi (es-Sa'l-ebî, el-Arais, 1951,
    372).

    Onun hakkında çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre'nin naklettiğine
    göre, Hz. Muhammed (s.a.s);" "Zekeriyya (a.s) marangoz idi"(Ahmed b. Hanbel,
    el-Müsned, Mısır, 1954, II, 405) diyerek O'nun elinin emeği ile geçinen bir
    sanat ehli olduğunu haber vermiştir.

    Zekeriyya (a.s)'ın hanımı İsa (a.s)'ın annesi Meryem'in teyzesi İşâ idi.
    Zekeriyya (a.s) da, Meryem'e bakmakla meşgul oluyordu. O'na Beyt-i Makdis'te bir
    yer yapmıştı. O'nun odasına her girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini
    ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriyya (a.s), "Ey Meryem, bu
    sana nereden geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafındandır." diye cevap
    veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd).

    Zekeriyya (a.s) Hz. Meryem'in yanında böyle yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış
    mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü
    yeten yüce Allah, eşimin yaşı geldiği halde, bize hayırlı bir evlat verebilir
    şeklinde düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah'a gizlice şöyle dua
    etti:

    "Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim!.Sana
    yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra
    yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da
    kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı
    olsun! Rabbim! O'nun, senin rızanı kazanmasını da sağla!" (Meryem,19/4,5,6)

    "Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!" (Âlu İmrân, 3/38)

    "Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın" (el-Enbiyâ,
    21/89).

    Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'ın duâsını kabul etti ve O'na
    bir erkek evlad vereceğini müjdeledi:

    "Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce
    kimseye vermemiştik" (Meryem, 19/7).

    "Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi:
    "Haberin olsun! Allah sana Yahya adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir
    kelimeyi (İsâ'yı) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim
    bulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktır" (Âlu İmrân, 3/39).

    Zekeriyya (a.s), Allah'ın verdiği bu müjdeye şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi
    de hanımı da hayli yaşlı idiler. "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece
    kocamışken nasıl oğlum olabilir?" (Meryem, 19/Cool diyerek, bu ilginç müjde
    karşısında hayretini dile getirdi.

    Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:

    "Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce
    seni yaratmıştım" (Meryem, 19/9).

    Kur'ân'ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir:

    "Zekeriyya'nın duasını kabul edip kendisine Yahya yı bahşetmiş, eşini de doğum
    yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve
    umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" (el-Enbiya,
    21/90).

    Yüce Allah'ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyya (a.s)

    "Rabbim! Öyle ise bana bir alamet var, dedi" (Meryem, 19/10). Allah ona şu
    cevabı verdi:

    "Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok
    an, akşam sabah hamdet!" (Âlu İmrân, 3/41).

    Gün oldu, Zekeriyya (a.s)'ın nutku tutuldu. Mihrabdan çıktı ve milletine:
    "Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin! diye işârette bulundu" (Meryem, 19/11).

    Zamanı gelince, Zekeriyya (a.s)'ın oğlu Yahya (a.s) dünyaya geldi.

    Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyya (a.s) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin
    çoğu, dua mahiyetindedir. O, çok dua eden, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet
    ederek tam bir teslimiyet içinde yaşayan Yüce bir peygamberdi. Allah:
    "Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden
    (idi)ler" (el-En'âm, 6/85) diyerek onu şahit peygamberlerle birlikte anmıştır.


    Zekeriyya (a.s) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima insanları Yüce Allah'a
    inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye cağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve
    önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Mısır
    1326, II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısus-r Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41).

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:47 pm

    H Z . İ D R İ S (A.S.)



    Hz. İdris, Hz. Şit aleyhisselamın torunlarından bir peygamberdir. Kendisine 30
    suhuf kitap verildi. Asıl adı Ahnuh' (Hanuh) dur. Kur'an-ı Kerimde, çok kitap
    okuduğu için ona İdris lakabı verilmiştir. Ayrıca, kendisine peygamberlik,
    hikmet ve sultanlık verildiği için « müselles bin ni'me » (kendisine 3 nimet
    verilen ) de denilmiştir. İdris aleyhisselam'ın Babil veya Mısır'da Münif'de
    doğup yaşadığı rivayet edilmiştir. Babasının ismi Yerd'dir. Annesinin ismi Berre
    veya Esvet'tir. Kendisi Adem aleyhisselamın altıncı göbekten torunudur. Adem
    (a.s) kadar olan nesebi şöyledir: İdris (a.s) - Yerd - Mehlail - Kinan - Enus -
    Şit (a.s) - Adem (a.s). İdris aleyhisselamın pek çok evladı olmuştur. Bunlardan
    en meşhuru Metüselah'dir, çünkü Resulullah efendimizin nuru İdris
    aleyhisselamdan sonra ona geçmiştir. Adem aleyhisselam'in oğlu Kabil'in
    evladindan olan bir topluma peygamber gönderilmiştir.
    Cebrail aleyhisselam 4 defa gelip ona Allah'in emir ve yasaklarını
    bildirmiştir. İdris aleyhisselamın bunları insanlara 105 veya 120 sene
    bildirdiği rivayet edilmiştir. Kendisine verilen bircok mucizelerden bazıları,
    ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilmesi, havadaki bulutlara çekilmeleri icin
    emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi
    idi. İnsanlara peygamberimizin vasıflarını ve kendisinden sonra vukuu bulacak
    olan Nuh tufanını anlatmıştır. Ama ne yazik ki kendisine çok az kişi itaat
    etmiştir. İdris aleyhisselam 72 dil konuşurdu ve her kavmi hak dine kendi dili
    ile davet etmiştir. Kendisi 100 şehir kurmuştur. İnsanlara çok ilimler
    öğretmiştir. Bunlardan bazıları fen, tıp ve astronomidir. Kendisi kalem ile
    yazan ve iğne ile diken (bunun icin ona terzilerin piri de denilmiştir) ilk
    insandır. Bunlar tabiiki Allah'ın ona bir ihsanıdır. Yeryüzünün meskun
    (yerleşilmiş) yerlerini 4 bölgeye ayırıp her birisine bir vekil tayin etmiştir.
    ve bir müddet sonra Aşure gününde göge kaldırılmıştır « Kitapta İdris'i de an.
    Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi .Onu üstün bir makama
    yücelttik » (El-Meryem, 56-57)

    Bir rivayete göre eski Yunanlılar ve daha sonra gelen feylozoflar, fizik,
    kimya, ve tıp ilimlerini İdris aleyhisselamın kitaplarından almıştır. İdris
    aleyhisselam hakkında 4 ayet (Meryem; 56-57/Enbiya 85-86) inmiştir. Allahü Teala
    mübarek Kur'an-ı Kerim'de: « İsmail'i, İdris'i ve Zülkif'i de (yadet). Hepsi de
    sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi
    kimselerdi » (El-Enbiya, 85-86) buyurmuştur. (yadet'mek: anmak, adını anmak,
    hatıra getirmek, hatırlamak, M.K.). Peygamberimiz Muhammed sallallahu (a.s.) de
    bir hadis-i şerifinde: « Ben (Mirac gecesinde) dördüncü kat semada (gökte) İdris
    (peygamber) ile karşılaştım. Cibril bana:" Bu gördüğün İdris'dir. Ona selam ver"
    dedi. Ben de ona selam verdim. O da benim selamıma cevap verdi. Sonra bana:"
    Merhaba salih kardeş, salih peygamber" dedi » buyurmuştur. (Buhari, Müslim)

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:47 pm

    H Z . S A L İ H (A.S.)



    Sâlih Peygamber Semud kavmine gönderilen peygamber olup Nuh aleyhisselam ın
    oğullarından Sam'ın neslinden olup Hz. Âdem'in 19. kuşaktan torunudur. Âd kavmi
    helâk olduktan sonra felaketten kurtulanlardan Semud, Sam ile Hicaz arasındaki
    Hicr denilen yere yerleşti. Semud'un torunları Ad'in helâk olduğu yere gidip
    yerleştiler. Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi. Zamanla bolluğa
    kavuşup Ad kavmi gibi azdılar. Taşlardan yaptıkları putlara taptılar. İşte bu
    diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü. Küçük yastan itibaren putlara tapmazdı, ve
    ileride kendisinin Semûd'e lâzım olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.
    Azgınlıklarından dolayı Allahü Teâlâ onlara Sâlih aleyhisselamı peygamber olarak
    gönderdi : « Biz Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (gönderdik) » . Hz. Sâlih
    onları putlara tapmaktan men'edip azgınlıklarından sakındırdı. Onları imâna
    davet edip Hz. Nuh'un dinini tebliğ etti. Birçok kavim gibi Semud'un çoğu Sâlih
    peygambere isyan, azı imân etti : «Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş
    birisin! Sen de ancak bizim gibi bir insansın » . Bütün hakaretlere rağmen Hz.
    Sâlih onları Tatlı dille imâna çağırdı ise de Semud peygamberini büyülenmiş
    yalancı ve büyüklenen diye itham etmeyi bırakmadı. Yüce Allah taşkınlıklarından
    dolayı Semud'un kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi,
    hayvanlar yavrulamaz oldu. Bu durum karşısında Sâlih âleyhisselama hâkâret edip
    onu ölümle tehdit ettiler. Peygamberliğinin kanıtı için ondan bir mucize
    isteyip, mucize gösterdiği takdirce ona inanacaklarına söz verdiler. Kayadan bir
    deve meydana gelmesini istediler. Deve olmasını istedikleri kaya büyüyüp gebe
    bir deve sekline döndü. Devenin yavrulaması üzerine bazıları imân etti. Devenin
    memesinden akan sütten Semudlular kaplarını doldurdular. Sâlih aleyhisselam
    devenin kayadan çıkması üzerine kavmine: « Ey kâvmim, Allah'a kulluk ediniz! O
    Allah ki, sizin için O'ndan başka ibâdet edecek hiç bir ilâh yoktur. Onu kendi
    hâline bırakınız! Sakın ona bir fenalık etmeyiniz! Sonra sizi çok elemli bir
    azap yakalar. İşte su deve peygamberliğimin doğruluğuna bir delildir. Bu kuyunun
    suyunu nöbetle muayyen bir gün devenin içme hakkı vardır. Muayyen bir gün de
    sizin içme hakkınız vardır. Sakin bu deveye fenalık dokundurmayınız! Sonra sizi
    büyük bir günün azabı yakalar » . Ama Semudlular bunu dinlemeyip devenin
    ayaklarını kesip öldürdüler: «Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da
    oldular» . Bu - iğrenç - işi başlarının Kudar bin Sâlif isimli 9 kişilik bir
    grup yaptı . Hz. Sâlih ile alay edip:'Eğer hakikaten peygamber isen bize vâd
    ettiğin azabı getir' dediler : « Büyüklük taslayanlar dediler ki: 'Biz de sizin
    inandığınızı inkar edenlerdeniz. Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek
    öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Sâlih! Eğer sen
    gerçekten peygamberdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler» .
    Devenin bastığı yerden kan fışkırdığını, ağaçların yapraklarının kızardığını,
    kuyulardaki suyun kan kırmızısı, yüzlerinin sapsarı olduğunu gördüler ve
    birbirlerine haber verdiler. Allahü Teâlâ Sâlih âleyhisselama o beldeyi terk
    etmelerini ve bir şiddetli azabın geleceğini vahyetmesi üzerine Hz. Sâlih ve
    kendisine imân eden 4000 kişi ile birlikte orayı terk ettiler. Semudlular ın
    yüzleri ise kana boyanmış gibi kıpkırmızı, daha sonra da simsiyah oldu. Cebrail
    aleyhisselam onları bir sabah vakti sayha ile azablandırdı. Semud'un muhkem
    binaları bile kendilerini kurtarmadı ve onlar sayhanın şiddetinden hepsinin
    ödleri patlayarak helâk oldu: «(Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!
    Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan
    kuru ot gibi oldular » . Ancak birisi sayha'dan kurtulmuştu. Bunun ismi Ebû
    Rigâl isminde birisi idi. Ebû Rigâl Semûd'un helâk olduğu sırada Mekke-i
    Mükerremede Harem-Şerif'de idi. Bu sebepten dolayı ona musibetten bir şey isâbet
    etmedi. Günlerden bir gün Harem'den çıktığında gökten bir taş düşüp onu öldürdü.
    Resulallah Hicr'e uğradığı vakit buyurdu ki: « Mucize istemeyiniz. Muhakkak ki
    Sâlih'in kavmi mucize istedi de, Allahü Teâlâ onlara deve gönderdi.
    Deve bu
    yoldan suya gider, su taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak
    sözden) dönüp haddi aştılar. Allah'ın hareminde olan bir kişi dışında (ve imân
    edenler müstesna) Semûd kavminden herkesi helâk eden bir sayha onları
    yakalayıverdi» Bunun kim olduğu sorusuna:« Ebû Rigâl'dir. Harem'den ciktiginda
    isâbet eden azâb ona da isâbet etti» dedi. Sâlih peygamber bundan sonra imân
    edenlerle birlikte Mekke veya Sam taraflarına gitti (Elmalıya göre ise
    Filistin'e gitti) , Remle'de yerleşti. Mekke'de vefat edip Kâbe-i Muazzama
    yanında defn edildi. Hz. Sâlih'in deve mucizesinden hariç başka mucizeleri
    şunlardı: -Sâlih peygamberin duası üzerine- meyvesiz ağaçların meyve vermesi,
    tastan su çıkması ve bir Semûd'lunun Hz. Sâlih'in çadırını yakması üzerine onun
    yanmaması.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:47 pm

    Hz. LÛT (a.s)
    Kur'ân-ı Kerim'de geçen peygamberlerden biri Lût (a.s) ile birlikte Hz.
    İbrahim'in kardeşi Hârân'ın oğludur. Lût (a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte
    Harran'dan Filistin'e göç etti. Burada kıtlık baş gösterince Lût ve İbrahim
    (a.s.) beraberce Mısır'a gittiler. Bir süre sonra Mısır kralının verdiği mal ve
    sürüleri yanlarına alarak birlikte tekrar Filistin'e döndüler. Zamanla
    yerleştikleri bölge, sürülerini almaz oldu. Hz. Lût bunun üzerine, amcası
    İbrahim (a.s.)'ın bölgesinden ayrılıp Sedom şehrine yerleşti. Daha sonra bu
    şehre peygamber olarak gönderildi. Sedomlular bozuk ahlâklı, kötü niyet insanlar
    idi. Yol keserler, yolcuların elinde avucunda ne varsa alırlardı.
    Sedom halkı dünyada daha önce kimsenin yapmadığı sapık işleri, ahlaksızlıkları
    yapıyor, eşcinsel davranışlarda bulunuyor, azgınlıkta birbirleriyle yarış
    ediyorlardı. Hz. Lût, kavmini doğru yola davet ettiyse de aldırmadılar.
    Yaptıkları kötü işleri devam ettirdiler. Karısı da ona inanmayanlardandı.

    Hz. Lût, "âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı hayasızlığı mı
    yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu
    çok aşırı giden bir milletsiniz" (el-A'raf, 7/80-81); "evet, siz cahil bir
    milletsiniz" (en-Neml, 27/55); "yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler
    yapmıyor musunuz?" (el-Ankebût, 29/29) diyerek onları doğru yola davet etti,
    içinde bulundukları delâlet ve cehaletten kurtarmağa çalıştı.

    Hz. Lût'un yaptığı ikazlara aldırmayan Lût kavmi de peygamberi yalanladı.
    Kardeşleri Lût onlara; "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben
    size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat
    edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin
    rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar
    arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz"dedi
    (eş-Şuara, 26/160-166). Bunun üzerine kavmi de ona cevaben. "Ey Lût! Bu
    sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın" (eş-Şuara, 26/167). Doğru sözlü
    isen bize Allah'ın azabını getir" (el-Ankebût, 29/29) diyerek Hz. Lût ve
    kendisine inananlarla alay ettiler ve şehirden çıkarmak istediler (el-A'raf,
    7/82), Lût Peygamber, kavminin azgınlıklarına karşı Allah'tan yardım istedi.
    "Rabb'im şu bozguncu kavme karşı bana yardım et" (el-Ankebut, 29/30); "Rabb'im,
    beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar" (eş-Şuara, 25/169) diye dua etti.


    Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hz. Lût'un öğütlerine ve davetine uymayan kavmini
    yok etmek üzere "elçiler" (melekler) görevlendirdi. Melekler, önce Hz. İbrahim
    (a.s)'a uğradılar ve orada Hz. Lût'un kavmini cezalandırmak üzere geldiklerini
    söylediler. "Biz şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi (Hz.
    Lût'a inananlar) bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini kurtaracağız. Karısının
    geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk" (el-Hicr,15/58-60). "Biz bu kasaba
    halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. İbrahim: "Ama Lût
    oradadır" dedi. Elçiler (melekler): "Biz orada olanları daha iyi biliriz, onu ve
    geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler"
    (el-Ankebût, 29/31-32).

    Melekler, Hz. İbrahim'den ayrıldıktan sonra Hz. Lût'un bulunduğu Sedom şehrine
    geldiler. Melekler gelince, Hazreti Lût onları tanıyamadı. Melekler ona. "Biz
    sadece şüphe edip durdukları azabı getirdik, sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz
    doğru söyleyenleriz" (el-Hicr, 15/63-64) diyerek kendilerini tanıttılar.
    Melekler geldiğinde Hazreti Lût çok sıkıldı. "Bu çetin bir gündür" (Hûd 11/77)
    dedi. Sıkılma sebebi, melekleri insan zannetmesi idi. Çünkü melekler genç ve
    yakışıklı erkekler suretinde gelmişlerdi. Hz. Lût, kavminin yaptığı ahlâksız
    hareketleri ve kötü huylarını biliyordu. Korkusu bundandı. Misafirlerin
    geldiğini duyan "şehir halkı sevinerek geldiler" (el-Hicr, 15/67).

    "Lût'un konukları olan melekleri elde etmeye (onlara tecavüz etmeye)
    kalkıştılar" (el-Kamer, 54/37). "Hz. Lût onlara: "Bunlar benim konuklarımdır;
    onlara karşı beni rüsvay etmeyin. Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi"
    (el-Hicr, 15/68-69). Misafirlere dokunulmaması için. Ey milletim işte bunlar
    benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir (size nikahlayabilirim).
    Konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?
    dedi" (Hûd, 11/78). Sedom halkı sapıklıktan başka bir şey düşünmüyordu.
    "Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun: Doğrusu ne
    istediğimizin farkındasın" (Hûd, 11/79) diyerek bunu reddettiler. Hz. Lût, bu
    defa: "Keşki size yetecek bir kuvvetim olsa ve ya sağlam bir yere sığınsam" dedi
    (Hud, 11/80). Hz. Lût iyice sıkılmıştı. Bunun üzerine melekler; "Ey Lût! Biz
    rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemeyecekler" (Hûd, 11/81) diyerek
    kimliklerini açıkladılar ve onu teselli ettiler.

    Artık Allah Teâlâ'nın Lût kavmine takdir ettiği azabın vakti gelmişti. Melekler,
    Hazreti Lûta: "Geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık. Karının dışında
    kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelenler onun başına da gelecektir.
    Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?" (Hîd, 11/81). "Bu
    kasaba halkının yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azap
    indireceğiz" (el-Ankebût, 29/34). Sabahleyin Sedom müthiş bir zelzele ile
    sarsıldı. Halkın üzerine kime isabet edeceği yazılı taşlar yağdırıldı. Böylece
    ahlâksızlıklarının cezasını görmüş oldular (Abdulfettah Tabbara, Ma'al Enbiya'
    Fil-Kur'an, s, 142-146; Muhammed Ahmed Cad, Kısasu'l-Kur'ân, 68-76).

    Bundan sonrası da Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:

    "Buyurduğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine de Rabbinin
    katından işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiç
    bir zaman uzak olmayacaktır" (Hûd, 11/82-83).

    "Tanyeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi. Memleketlerini alt üst ettik;
    üzerlerine sert taş yağdırdık. Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır. O
    şehrin kalıntıları işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda inananlar için
    ibret vardır" (el-Hicr, 15/73-77).

    "Bunun üzerine onu (Lût'u) ve ailesini kurtardık. Yalnız karısının geride
    kalanlardan olmasını gerekli bulduk. Geride kalanların üzerine bir yağmur
    yağdırdık. Uyarılan, fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi" (en-Neml,
    27/57-59).

    "Andolsun ki, sabah erken, önü alınmaz bir azab başlarına geldi. Âzabımı ve
    uyarılarımı dinlememenin sonucunu tadın" dedik (el-Kamer, 54/38-39).

    Görüldüğü gibi, Lût'un kıssasındaki en büyük özellik onun eşcinsellikle yaptığı
    mücadeledir. Eşcinsellik İslâm'da en büyük günahlar arasındadır. Eşcinselliğe
    livata * yada lûtilik * denmesi, bu çirkin fiili ilk olarak bu kavmin
    işlemesinden dolayıdır. Yine görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim, bu iğrenç fiili
    yapanları kınamakta ve faillerinin dünya ve ahirette büyük azap göreceklerini
    ifade etmektedir.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:47 pm

    H Z . YAKUP A.S.



    Kurân'da adı geçen peygamberlerden biri.

    Ya'kûb (a.s)'in soyu, İshâk (a.s) vasıtasıyle İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. O,
    İshak (a.s)'in ve İshak (a.s) da İbrahim (a.s)'in oğludur. Annesinin adı
    Refaka'dir. Kardeşi Ays ile beraber, ikiz olarak doğmuştur. Kardeşinin ardından
    doğduğu için ona Ya'kûb denmiştir.

    Ya'kûb (a.s)'in diğer bir adı da İsrail'dir. Kardeşi Ays'tan kaçarak dayısının
    yanına giderken gündüzleri saklanmış ve geceleri yürümüştür. Bundan dolayı
    kendisine İsrâil denmiştir. Kelime olarak İsrâil geceleyin (Allah'a) yürüyen
    demektir (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I,162 vd.).

    Ya'kûb (a.s)'in doğumu ve peygamberliği daha önceden müjdelenmişti. Onun bu
    durumu Kurân'da söyle haber verilmiştir:

    Biz ona (İbrahim (a.s)'in hanımına) İshâk'i müjdeledik. İshâk'ın ardından da
    (torunu) Yâkub'u"(Hûd, 11/71).

    Bu âyette aynı zamanda, Yakûb (a.s)'in yukarıda sunulan soyu da dile
    getirilmiştir.

    Ya'kûb (a.s), önce dayısı Lebân'ın büyük kızı Leyya ile ve ondan sonra da küçük
    kızı Râhil ile evlenmiştir. Leyya'dan Rabil, Yehuza, sem'ûn ve Lavi adındaki
    oğulları doğmuştur. Râhil'den de Yûsuf ve Bünyamin dünyaya gelmiştir. Ya'kub
    (a.s)'in diğer iki hanımından altı oğlu daha vardı. Toplam on iki erkek evlada
    sahipti (ibn Kuteybe, Kilabu'l-Meârif, Beyrut 1970,19; ibn Haldun, Tarih,
    Beyrut, 1971, I, 39).

    Kur'ân'ın birçok yerinde Ya'kûb (a.s)'in peygamberliğinden ve çeşitli
    faziletlerinden bahsedilmektedir. Onun peygamberliğini dile getiren bazı
    âyetlerin meâli şöyledir:

    Nihayet (İbrahim) onlardan ve Allah'ın dışında taptıkları şeylerden uzaklaşıp
    bir tarafa çekildiği zaman, biz ona İshâk'ı ve Yakub'u bağışladık ve her birini
    peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk ve kendilerine güzel ve
    üstün bir şan, şöhret nasip ettik" (Meryem, 19/49, 50).

    "Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, ona da vahyettik.
    Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub'u, torunlarına, İsâ'ya, Eyüb'e,
    Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebur'u vermiştik"
    (en-Nisâ, 4/163).

    Ya'kub (a.s)'in kuvvetli, basiretli ve halis (samimi) bir kişiliğe sahip
    olduğunu anlatan bazı âyetlerin meâli de şöyledir:

    Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshâk'ı ve Yakûb'u da an. Biz onları
    ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize hâlis kul yaptık" (Sâd,
    38/45, 46).

    O, diğer peygamberler gibi Allah'ın hidâyetine erdirilen ve güzel davranan yüce
    bir kişi idi. Kurân'da bu hususta söyle buyurulmaktadır:

    "Biz ona (İbrahîm'e) İshâk'ı ve İshâk'ın oğlu Yakûb'u da hediye ettik. Hepsine
    de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvud'a,
    Süleyman'a, Eyyûb'e Yûsuf â Musa'ya ve Harûnâda yol göstermiştik. Biz güzel
    davrananlara böyle karşılık veririz" (el-En'âm, 6/84)

    Bir de Ya'kub (a.s) rüya tabir etmeyi de bilirdi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de
    bu hususu söyle haber vermiştir:

    "Hani bir zaman Yûsuf babasına: Babacığım, ben (rüya) on bir yıldız, güneşi ve
    ayı gördüm. Bunların hepsinin bana secde ettiklerini gördüm, demişti. (Babası
    Ya'kub ona söyle demişti): Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir
    tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düsmandır! Böylece Rabb'in seni
    seçecek ve sana rüyada görülen olayların yorumunu (veya Allah'ın kitabının ve
    peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini) öğretecek. Sana ve Ya'kûb soyuna
    nimetini tamlayacaktır. Nasıl ki ataların İbrahim'e, ve İshâk'a da nimetini
    tamamlamıştı. şüphesiz Rabb'in bilendir, hikmet sahibidir" (Yûsuf, 12/4, 5, 6).

    Ya'kûb (a.s) bitmeyen tükenmeyen güzel bir sabra sahipti. O, sabrıyla ve
    ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlât acısı ve evlât ihanetiyle imtihan
    edildi. Kurân'da, onun hayatı, Yûsuf (a.s)'in hayatı ile iç içe anlatılmıştır
    Ya'kûb (a.s)'in gözlerinin kaybolmasına, saçlarının ağarmasına ve belinin
    bükülmesine sebep olan bu evlât imtihanı ve onun örnek sabrı, Kurân'da söyle
    haber verilmiştir:

    "(Ya'kûb kendisine hiyanet eden çocuklarına şöyle dedi): Herhalde, nefisleriniz
    size bu işi süsleyerek sizi ona sürükledi. Artık bana güzelce sabretmek kalıyor.
    Belki de Allah, onların hepsini bana getirir. Çünkü O, bilendir, herşeyi
    hikmetle (yerli yerince) yapandır. Ve yüzünü onlardan çevirdi de: "Ey Yûsuf
    üzerindeki tasam (gel, gel tam senin gelme zamanındır)! " dedi ve tasadan
    gözlerine ak düştü. (Acısını) yutkunuyor (açığa vurmamaya çalışıyordu). Dediler
    ki: "Vallahi sen, Yûsuf'u ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!" (Ya'kûb
    aleyhisselâm onlara): "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a şikayet ederim ve
    Allah tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" dedi. (Ondan sonra söyle devam
    etti): "Ey oğullarım, gidin, Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın
    rahmetinden ümit kesmeyin. Zira, kafir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden
    ümit kesmez!" (Ya'kûb'un oğulları tekrar Mısır'a Yûsuf'un yanına döndüklerinde
    dediler ki: "Ey vezir, bize ve çocuklarımıza darlık dokundu, değersiz bir bir
    sermaye ile geldik. Ama sen bizim için tam ölçü ver, bize tasadduk eyle. Çünkü
    Allah, tasadduk edenleri mükafatlandırır." (Yûsuf) dedi: "Sizler cahil iken,
    Yûsuf'a ve kardeşine yaptığınız(ın kötülüğünü) bildiniz mi (bundan tevbe ettiniz
    mi)?" "A, yoksa sen, sen Yûsuf' musun?" dediler. "Ben Yusuf'um, bu da
    kardeşindir" dedi (ve söyle devam etti): "Allah bize lütfetti. (Bizi korudu,
    yüceltti). Kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilik
    edenlerin ecrini zayi etmez" "Vallahi, Allah seni bizden üstün kıldı. Doğrusu
    biz suç islemiştik! dediler (Yûsuf onlara): "Bu gün sizi kınama yok. Allah sizi
    bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir. simdi su gömleğimi götürün,
    babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Ve bütün ailenizle birlikte bana gelin"
    dedi. Kervan (Mısır'dan) ayrılıp yola koyulunca, babaları, (yanında
    bulunanlara): "Eğer bana bunak demezseniz, (inanın ki) ben Yûsuf'un kokusunu
    duyuyorum"dedi. "Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığın içindesin" dediler. Müjdeci
    gelip de (Yûsuf'un gömleğini) (Ya'kûb)'un yüzüne koyunca, derhal (gözü açıldı),
    görür oldu. "Size demedim mi ben, Allah'tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim?"
    dedi. (Oğulları): "Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile.
    Gerçekten biz günah işledik"dediler. (Ya'kub onlara): "Sizin için Rabb'ime
    istiğfar edeceğim. şüphesiz O, bağışlayan, esirgeyendir"dedi. (Hep beraber
    Mısır'a hareket ettiler.) Nihâyet Yûsuf'un yanına vardıklarında, (Yûsuf)
    ana-babasını kendisine çekip kucakladı ve: Allah'ın dileğiyle, güven içinde
    Mısır'a girin!"dedi. Anasını babasını tahtı üstüne çıkardı ve hepsi onun için
    secdeye kapandılar (ona kavustukları için Allah â şükür secdesi yaptılar veya
    onun önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf: "Babacığım, işte bu, önceden (gördüğüm)
    rüyanın yorumudur. Rabb'im onu gerçek yaptı. Bana iyilik etti. Zîra şeytan,
    benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra, O, beni zindandan çıkardı.
    Sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb'im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O
    (her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır" dedi. "(Yûsuf, 12/83-100).

    Bu âyetlerde de ifade edildiği gibi, Ya'kûb (a.s)'in çocukları, neticede
    yaptıklarına pişman oldular. Babalarından ve kardeşleri Yûsuf (a.s)'dan özür
    dilediler. Babaları Ya'kûb (a.s) ve kardeşleri Yusuf (a.s) onları bağışladılar
    ve onlar için Allah'a yalvarıp dua ettiler. Cebrâil (a.s), Ya'kûb (a.s)'a
    gelerek, çocukları için yaptığı duasının kabul edildiğini ve çocuklarının Allah
    tarafından bağıslandıklarını müjdeledi (es-Salebî, el-Arais, Mısır 1951,140
    vd.).

    Yak'ub (a.s) da diğer peygamberler gibi insanları Allah'a inanmaya ve O'na
    ibadet etmeye çağırdı. Kendisi bu yolda fevkalade örnek bir hayat yaşadı.

    Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği gibi, Yakub (a.s), İbrâhim (a.s)'in yaptıği gibi,
    ruhunu teslim etmeden önce, çocuklarına vasiyette bulundu: "O zaman (Yâ'kûb),
    oğullarına; "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. (Onlar da): "Senin
    Rabb'in ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk'ın Rabb'i olan tek Allah'a kulluk
    edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler"

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ Empty Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ

    Mesaj tarafından Admin Cuma Ocak 13, 2012 1:48 pm

    H Z . ŞUAYB A.S.



    Kuran'da adı geçen peygamberlerden. Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak
    gönderildi. Bu iki ülkede ayrı ayrı mücadelede bulundu. Bu iki toplumla yaptığı
    mücadelesi, çeşitli ayetlerde geçmektedir.

    Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki ülke idi. Medyen toprakları,
    Hicaz'ın kuzey batısın da, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, güney Filistin'e,
    Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer
    alır.

    Kur'an'ın Medyen halkı hakkında anlattıklarının önemini kavramak için, bu
    insanların, Hz. İbrahim'in üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midyan'ın
    soyundan geldikleri iddialarina dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun
    neslinden gelmemiş oldukları halde, tümü onun soyundan olduklarını iddia
    etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan herkes,
    daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz.
    İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen bütün Araplara "İsmailoğulları"
    denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu (israiloğulları) için de durum aynıdır. Ayni
    şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'in çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına
    giren tüm bölge halkına Bena Medyen (Medyenogullari) ve onların oturduğu yerlere
    de, Medyen bölgesi dendi (ez-Zirikl, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut el-Hamev,
    Mu'cemü'l-Büldan, Beyrut 1956, V, 77).

    Şuayb (a.s), Hz. İbrahim'in torunlarından Mikâil'in oğludur. Annesi ise Hz.
    Lut'un kızıdır (et-Taber, Tarih, Misir 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Mısır
    1951, s. 164; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327).

    Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit,
    İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu
    (Ibn Asakir, Tarih, Beyrut 1979, VI, 322).

    Şuayb (a.s) büyük bir hatipti. insanları güzel söz ve nasihatlarla aydınlatmaya
    çalıştı. Dolayısıyla ona peygamberler hatibi denilmiştir (ez-Zemahserî,
    el-Kessâf, Kahire 1977, II, 118).

    Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'in kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa
    (a.s) ile evlendirmişti (ibnü'l Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177).

    Şuayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle
    mücadelesi, Kuran'da söyle bildirilir:

    "Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk
    edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi.
    Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin,
    düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan (insan)lar
    iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup da tehdit
    ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye
    çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çogalttı ve bakın bozguncuların sonu
    nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı
    da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin
    en iyisidir" (el-A'raf, 7/85,86,87).

    Görülüyor ki Şuayb (a.s) onları Allah'a kulluk etmeye, insan Haklarına saygılı
    olmaya, her türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye
    davet ediyordu. Fakat Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlerini dinlemediler ve
    kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları,
    Kuran'da şöyle haber verilir.

    "Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni
    içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük!
    Senin bize karşı hiç bir üstünlüğün yoktur!" (Hd 11/91).

    Şuayb (a.s) onların bu taşkınlıklarına karsı nasihat ediyor ve onları büyük bir
    azap ile kokutuyordu:

    (Şuayb onlara de ki): Ey kavmim, size göre kabilem Allah'tan daha mı üstün ki,
    O'nu arkanıza atıp unuttunuz? şüphesiz Rabbim, yaptıklarınızı kuşatıcıdır.
    (Ondan bir şey gizli kalmaz.)

    Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime
    azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.
    Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim."(Hd, 11/92-93)

    Her türlü mücadelede, tebliğ ve nasihate rağmen, Allah'ın emirlerini dinlemeyen,
    zulüm, taşkınlık ve kötülükte ısrar eden Medyen halkı, azabı hak etmişti: Derken
    o (müthiş) sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
    Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb'ı
    yalanlayanlar... iste ziyana uğrayanlar, onlar oldular" (el-A'raf, 7/91-92).

    Medyen halkı, kafirlerin kaçınılmaz sonu olan azaba maruz kaldıktan sonra Şuayb
    (a.s) onlara acımıştı. Bu durum, Kuran'da söyle bildirilir:

    (Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim, ben size Rabbimin
    gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl
    acırım!.." (el-A'raf, 7/93)

    Buna göre, Allah'ın emirlerini dinlememede ısrar eden ve bunun neticesinde
    Allah'ın azabı ile cezalandırılanlara acımamak gerekir. Çünkü bu cezayı hak
    etmiş oluyorlar.

    Şuayb (a.s) Medyenlilerle beraber, Eyke halkına da peygamber olarak
    gönderilmişti. Onlarla da önemli mücadelelerde bulundu. Onlarla olan mücadelesi
    ve onların isyankârlığı, Kuran'da şöyle özetlenmektedir.

    Gerçekten Eyke halkı da zalim kimselerdi" (el-Hasr, 15/78).

    Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. Şuayb, onlara demişti ki: (Allah'ın
    azabından) korunmaz misiniz? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artık
    Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret
    istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın,
    eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. insanların haklarını kısmayın.
    Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, Sizi ve önceki nesilleri
    yaratan(Allah)tan korkun" (es-suar, 26/176,177,178,179,180,181,182,183,184).

    Eykeliler, Şuayb (a.s)'in telkinlerine karşı ters hareket ettiler. Söz
    dinlemeyip isyanda bulundular. Hatta, Şuayb (a.s)'a hakaret ettiler. Onların bu
    isyanı, Kuran'da söyle dile getirilir:

    "Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz
    seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz" (es-şuarâ, 26/185, 186) .

    Eykeliler bununla bile yetinmediler. Azab isteyecek kadar, ileri gittiler: "Eger
    doğrulardansan, o halde üzerimize gökten parçalar düşür" (es-şuarâ, 26/187)
    diyerek Şuayb (a.s)'a meydan okudular. Şuayb (a.s) onlara söyle cevap verdi:
    "Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir" (es-şuara, 26/188). Yüce Allah da, onlara
    verilen azabı, söyle haber veriyor: "O'nu yalanladılar. Nihâyet o gölge gününün
    azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. Muhakkak
    ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar" (es-şuarâ, 26/189,
    190).

    Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı" hakkında, müfessirler söyle bir
    açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler azap isteyince, Güneş yedi gün müthiş bir
    sıcaklık yaydı. O sırada gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti.
    Eyke'liler bulutun gölgesinde toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve
    Eyke halkı yeryüzünden silindi (el-Beydav, Envaru't-Tenzl, Misir 1955, II, 84).

    Medyen ve Eyke halkı Hz. Şuayb'ı dinlemediler ve bunun neticesinde, yukarıda
    sunulan âyetlerde ifâde edildiği gibi helâk oldular. Allah'ı dinlememenin,
    peygambere uymamanın ve yanlış yollara sapmanın cezasını buldular. Şuayb (a.s),
    kendisine uyanlarla birlikte Mekke'ye gidip yerleşti.

    Orta boylu, buğday benizli biri olan Şuayb (a.s), hayatinin sonuna doğru
    gözlerini kaybetmişti, amâ olarak yaşıyordu. Mekke'de vefât etti. Türbesinin,
    Kâbe'nin batısın da, Darünnedve ile Benu Semh kapısının arasında olduğu rivâyet
    edilir (et-Taberî, Tarih, Misir 1326, I, 167; Ibn Kuteybe, Kitabü'l-Maârif,
    Beyrut 1970, s. 19: Ibn Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322).

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    1 sayfadaki 2 sayfası 1, 2  Sonraki

    Sayfa başına dön

    - Similar topics

     
    Bu forumun müsaadesi var:
    Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz