En bakılan konular
En son konular
Similar topics
Arama
Online E-Devlet Hizmetleri
Online E-Devlet HizmetleriTC Kimlik No
Vergi Kimlik No
SSK Hizmet Dökümü
İnternet Vergi Dairesi
Motorlu Taşıtlar Vergisi
Telefon Rehberi
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSS Sonuçları
KPSS Sonuçları
KPDS Sonuçları
LES Sonuçları
TUS Sonuçları
ÜDS Sonuçları
ALS Sonuçları
DGS Sonuçları
Diğer Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Takvimi
E-Devlet Linkleri:
Devletim.com
Online Hizmetler
Milli Eğitim Bakanlığı
Üniversiteler
Sağlık Bakanlığı
Emeklilik Hizmetleri
Hukuk ve Adalet
Emniyet Hizmetleri
Ekonomik ve Mali İşler
İş ve Eleman Arama
Genel Devlet Kurumları
Bakanlıklar
Valilikler
Belediyeler
Kaymakamlıklar
Siyasi Partiler
Silahlı Kuvvetler
Sivil Toplum
Engelli Sayfaları
Elçilik - Konsolosluklar
Avrupa Birliği
K.K.T.C.
Turizm
Tatil ve Gezi Rehberi
Deprem Linkleri
Haber Kaynakları
PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
1 sayfadaki 2 sayfası
1 sayfadaki 2 sayfası • 1, 2
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
Hz. ADEM
Hz. Adem , yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası'dır.
Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan
şekline koydular. Mekke ile Taif arasında 40 yıl yatıp salsal oldu. Yani pişmiş
gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu. Sonra Muharrem'in
onuncu Cuma günü ruh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi.
Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi. Allahü tealanın emri ile bütün melekler,
Adem'e secde etti, ama İblis (şeytan) kibirlenip, bu emre karşı geldi ve secde
etmedi : « Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem'e secde edin , demiştik. İblis
hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece
kafirlerden oldu »(Bakara, 34) . Hz. Adem 40 yaşında Firdevs adındaki Cennet'e
götürüldü. Cennet'de yahut daha önce Mekke dışında uyurken, sol kaburga
kemiğinden Hz. Havva yaratıldı. Allahü teala onları birbirine nikah etti. Yasak
edilen ağaçtan unutarak ve İblis'in oyununa gelerek önce Havva, sonra Adem
aleyhisselam yedikleri için Cennetten çıkarıldılar. Adem aleyhisselam
Hindistan'da Seylan (Ceylon) adasına, Havva ise Cidde'ye indirildi. 200 sene
ağlayıp yalvardıktan sonra , tövbe ve duaları kabul olup, hacca gitmesi emr
olundu: «Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola
yöneltti »(Ta'ha, 122) . Arafat ovasında Havva ile buluştu. Kabe'yi inşa etti.
Hz. Adem her sene hac yapardı. Arafat meydanında veya başka meydanda , kıyamete
kadar gelecek çocukları belinden zerreler halinde çıkarıldı. «Ben sizin Rabbiniz
değil miyim ?» diye soruldu. Hepsi «Evet » dedi. Sonra hepsi zerreler haline
gelip, beline girdiler. Yahut belinden yalnız kendi çocukları çıktı. Sonra Şam'a
geldiler. Burada çocukları oldu. Neslinden 40.000 kişiyi gördü. 1500 yaşında
iken çocuklarına peygamber oldu. Çocukları çeşitli dillerde konuştu. Cebrail
aleyhisselam 12 kere geldi. Oruç, her gün bir vakit namaz ve gusül abdesti
emredildi. Kendisine kitap verilip, fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik
bilgileri öğretildi. Süryani, İbrani ve Arabi diller ile kerpiç üstüne çok kitap
yazıldı. Bir rivayete göre 2000 yaşında iken Cuma günü vefat etti. Hz. Havva 40
sene sonra vefat etti. Kabirlerinin Kudüs'de veya Mina da Mescid-i Hif'de veya
Arafat'da olduğu rivayetleri vardır.
Habil ile Kabil
Habil ile Kabil Hz. Adem'in oğullarından ikisidir. Habil'in Allah'a yaptığı
kurban'ın kabul edildiği ve kendi kurbanın Allah tarafından kabul edilmediği
için Kabil, Habil'i öldürür ve böylece dünyada ilk kâtil olma makamına mazhar
olur. Sonra bir kargadan görüp Habil'i yerin altına gömdü. Allahü teala Kur'an-ı
Kerimde mealen buyuruyor ki : « Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu
gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «OL !» dedi ve oluverdi »(Al-i
İmran, 59) . Burada değinilen durum, Hz.İsa'nın ve Hz. Adem'in babasız dünyaya
gelmeleridir (M.K.). Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) Hz. Adem hakkında : «
Allahü teala Adem'i (aleyhisselam) yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan
yarattı. Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar
olduğu gibi, bazıları da bu renklerin arasındadır. Bazısı yumuşak, bazısı sert,
bazısı halis ve temiz oldu » (Hadis-i şerif, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
buyurmuştur.
Hz. Adem 5 şeyi ile bahtiyar olmuştur:
1) Hatasını itiraf etmek
2) Pişmanlık duymak
3) Nefsini kötülemek
4) Tevbeye devam etmek
5) Rahmetten ümidini kesmemek
İblis de 5 şeyden bedbaht olmuştur:
1) Günahını ikrar (saklamadan söylemek) etmemek
2) Pişmanlık duymamak
3) Kendini kötülememek
4) Kendini kötülemeyip azgınlığını Allahü Teala'ya nisbet etmek
5) Rahmetten ümidini kesmek
Hz. Adem , yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası'dır.
Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan
şekline koydular. Mekke ile Taif arasında 40 yıl yatıp salsal oldu. Yani pişmiş
gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu. Sonra Muharrem'in
onuncu Cuma günü ruh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi.
Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi. Allahü tealanın emri ile bütün melekler,
Adem'e secde etti, ama İblis (şeytan) kibirlenip, bu emre karşı geldi ve secde
etmedi : « Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem'e secde edin , demiştik. İblis
hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece
kafirlerden oldu »(Bakara, 34) . Hz. Adem 40 yaşında Firdevs adındaki Cennet'e
götürüldü. Cennet'de yahut daha önce Mekke dışında uyurken, sol kaburga
kemiğinden Hz. Havva yaratıldı. Allahü teala onları birbirine nikah etti. Yasak
edilen ağaçtan unutarak ve İblis'in oyununa gelerek önce Havva, sonra Adem
aleyhisselam yedikleri için Cennetten çıkarıldılar. Adem aleyhisselam
Hindistan'da Seylan (Ceylon) adasına, Havva ise Cidde'ye indirildi. 200 sene
ağlayıp yalvardıktan sonra , tövbe ve duaları kabul olup, hacca gitmesi emr
olundu: «Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola
yöneltti »(Ta'ha, 122) . Arafat ovasında Havva ile buluştu. Kabe'yi inşa etti.
Hz. Adem her sene hac yapardı. Arafat meydanında veya başka meydanda , kıyamete
kadar gelecek çocukları belinden zerreler halinde çıkarıldı. «Ben sizin Rabbiniz
değil miyim ?» diye soruldu. Hepsi «Evet » dedi. Sonra hepsi zerreler haline
gelip, beline girdiler. Yahut belinden yalnız kendi çocukları çıktı. Sonra Şam'a
geldiler. Burada çocukları oldu. Neslinden 40.000 kişiyi gördü. 1500 yaşında
iken çocuklarına peygamber oldu. Çocukları çeşitli dillerde konuştu. Cebrail
aleyhisselam 12 kere geldi. Oruç, her gün bir vakit namaz ve gusül abdesti
emredildi. Kendisine kitap verilip, fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik
bilgileri öğretildi. Süryani, İbrani ve Arabi diller ile kerpiç üstüne çok kitap
yazıldı. Bir rivayete göre 2000 yaşında iken Cuma günü vefat etti. Hz. Havva 40
sene sonra vefat etti. Kabirlerinin Kudüs'de veya Mina da Mescid-i Hif'de veya
Arafat'da olduğu rivayetleri vardır.
Habil ile Kabil
Habil ile Kabil Hz. Adem'in oğullarından ikisidir. Habil'in Allah'a yaptığı
kurban'ın kabul edildiği ve kendi kurbanın Allah tarafından kabul edilmediği
için Kabil, Habil'i öldürür ve böylece dünyada ilk kâtil olma makamına mazhar
olur. Sonra bir kargadan görüp Habil'i yerin altına gömdü. Allahü teala Kur'an-ı
Kerimde mealen buyuruyor ki : « Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu
gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «OL !» dedi ve oluverdi »(Al-i
İmran, 59) . Burada değinilen durum, Hz.İsa'nın ve Hz. Adem'in babasız dünyaya
gelmeleridir (M.K.). Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) Hz. Adem hakkında : «
Allahü teala Adem'i (aleyhisselam) yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan
yarattı. Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar
olduğu gibi, bazıları da bu renklerin arasındadır. Bazısı yumuşak, bazısı sert,
bazısı halis ve temiz oldu » (Hadis-i şerif, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
buyurmuştur.
Hz. Adem 5 şeyi ile bahtiyar olmuştur:
1) Hatasını itiraf etmek
2) Pişmanlık duymak
3) Nefsini kötülemek
4) Tevbeye devam etmek
5) Rahmetten ümidini kesmemek
İblis de 5 şeyden bedbaht olmuştur:
1) Günahını ikrar (saklamadan söylemek) etmemek
2) Pişmanlık duymamak
3) Kendini kötülememek
4) Kendini kötülemeyip azgınlığını Allahü Teala'ya nisbet etmek
5) Rahmetten ümidini kesmek
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . NUH A.S.
Hz. Nuh, İdris aleyhisselamın göğe çıkarıldıktan sonra azan insanlara peygamber
olarak gönderildi. İnsanlar putlara tapmaya başladı. Cenab-ı Hak bunun için Nuh
aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Yıllarca
insanları dine davet etti, putlara tapınmaktan sakındırdı ve Allahü Tealaya
ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh aleyhisselama kendi oğlu Yam yani Ken'an bile
iman etmedi, hatta alaya alıp işkence ettiler: « Andolsun ki Nuh'u elçi olarak
kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin, sizin ondan baska
tanrınız yoktur. Dogrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından
korkuyorum » (A'raf, 59) . Nuh aleyhisselam insanların davetine icabet
etmedikleri için onlara beddua etti:« (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak
şaşkınlıklarını artır » (Nuh, 24) .
Allahü Teala da bundan sonra Nuh
aleyhisselam'a gemi yapmasını emretti: « Gözlerimizin önünde ve vahyimiz
(emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme !
Onlar mutlaka boğulacaklardır ! » (Hud, 37) . Gemi bitince tufan oldu (denizler
taşti ve her taraf su oldu). Nuh aleyhisselam sayısı 80 kisi kadar olan
mü'minler ile 3 katlı olan gemiye bindi. Nuh aleyhisselam gemiye her hayvandan
birer çift aldı. Oğlu Ken'an'i da gemiye almak istedi, ama o "Beni sudan
koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alıp
boğdu. Allah Teala da Nuh aleyhisselamın bu oğlu hakkında af dilemesine
karşılık: « (...) Ey Nuh ! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı
kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme.(...) »
(Hud, 46) buyurdu.
Sular dağları aştı, insanlar ve hayvanlar telef oldu. 150 gün
geçtikten sonra Allahü Teala: « Yere suyunu Çek; göğe: ey gök sen de yağmurunu
tut » buyurdu ve bunun üzerine yağmur durdu, sular çekildi. Gemi Irak'taki Cudi
dağına oturdu. Hz. Nuh'a inanıp kurtulan insanlar aç oldukları ve dağda yiyecek
olmadığı için Nuh aleyhisselamın emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri
birleştirdiler ve böylece ilk defa Aşure yemeğini yaptılar. İnsanlar Nuh
aleyhisselamın 3 oğlu Sam, Ham ve Yafes'ten türediği için Hz. Nuh'a ikinci Adem
de denir. Nuh aleyhisselamın 1000 yaşında vefat ettiği söyleniyor, ama Kur'an-ı
Kerim'de : « Andolsun ki biz Nuh'u kavmine gönderdik de o 1000 yıldan 50 yıl
eksik bir süre yanlarında kaldı.(...) » (El-Ankebut, 14) geçiyor. . Hz. Nuh
gemicilerin ve marangozların piri sayılır, çünki bu işleri Allah'ın ihsanıyla
ilk defa o yapmıştır.
Hz. Nuh'un evladlarına vasiyeti
« Bunlardan (ilk) ikisini bırakmayınız, ikisini de hazer ediniz (yapmayınız)
1. La ilahe illallah
2. Subhanallah vebi hamdihiy'dir
3. Gavurluktan (sakının)
4. Kibir ('den sizi nehyederim) »
Hz. Nuh, İdris aleyhisselamın göğe çıkarıldıktan sonra azan insanlara peygamber
olarak gönderildi. İnsanlar putlara tapmaya başladı. Cenab-ı Hak bunun için Nuh
aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Yıllarca
insanları dine davet etti, putlara tapınmaktan sakındırdı ve Allahü Tealaya
ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh aleyhisselama kendi oğlu Yam yani Ken'an bile
iman etmedi, hatta alaya alıp işkence ettiler: « Andolsun ki Nuh'u elçi olarak
kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin, sizin ondan baska
tanrınız yoktur. Dogrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından
korkuyorum » (A'raf, 59) . Nuh aleyhisselam insanların davetine icabet
etmedikleri için onlara beddua etti:« (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak
şaşkınlıklarını artır » (Nuh, 24) .
Allahü Teala da bundan sonra Nuh
aleyhisselam'a gemi yapmasını emretti: « Gözlerimizin önünde ve vahyimiz
(emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme !
Onlar mutlaka boğulacaklardır ! » (Hud, 37) . Gemi bitince tufan oldu (denizler
taşti ve her taraf su oldu). Nuh aleyhisselam sayısı 80 kisi kadar olan
mü'minler ile 3 katlı olan gemiye bindi. Nuh aleyhisselam gemiye her hayvandan
birer çift aldı. Oğlu Ken'an'i da gemiye almak istedi, ama o "Beni sudan
koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alıp
boğdu. Allah Teala da Nuh aleyhisselamın bu oğlu hakkında af dilemesine
karşılık: « (...) Ey Nuh ! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı
kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme.(...) »
(Hud, 46) buyurdu.
Sular dağları aştı, insanlar ve hayvanlar telef oldu. 150 gün
geçtikten sonra Allahü Teala: « Yere suyunu Çek; göğe: ey gök sen de yağmurunu
tut » buyurdu ve bunun üzerine yağmur durdu, sular çekildi. Gemi Irak'taki Cudi
dağına oturdu. Hz. Nuh'a inanıp kurtulan insanlar aç oldukları ve dağda yiyecek
olmadığı için Nuh aleyhisselamın emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri
birleştirdiler ve böylece ilk defa Aşure yemeğini yaptılar. İnsanlar Nuh
aleyhisselamın 3 oğlu Sam, Ham ve Yafes'ten türediği için Hz. Nuh'a ikinci Adem
de denir. Nuh aleyhisselamın 1000 yaşında vefat ettiği söyleniyor, ama Kur'an-ı
Kerim'de : « Andolsun ki biz Nuh'u kavmine gönderdik de o 1000 yıldan 50 yıl
eksik bir süre yanlarında kaldı.(...) » (El-Ankebut, 14) geçiyor. . Hz. Nuh
gemicilerin ve marangozların piri sayılır, çünki bu işleri Allah'ın ihsanıyla
ilk defa o yapmıştır.
Hz. Nuh'un evladlarına vasiyeti
« Bunlardan (ilk) ikisini bırakmayınız, ikisini de hazer ediniz (yapmayınız)
1. La ilahe illallah
2. Subhanallah vebi hamdihiy'dir
3. Gavurluktan (sakının)
4. Kibir ('den sizi nehyederim) »
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . ZÜLKARNEYN A.S.
Hz. Zülkarneyn'in peygamber mi, veli mi oldugu tam belli degildir. Kur'an-i
Kerim'de doguya ve batiya düzenledigi seferleri zikr edilmistir. Asil isminin
Iskender olup düzenledigi seferlerden dolayi Iskender-i Zükarneyn nâmiyla
anilmistir . Kur'an-i Kerim'de : « (Resulüm!) Sana Zülkarneyn hakkinda soru
sorarlar. De ki: Size ondan bir hatira okuyacagim » buyurulmustur. Âyette
deginilen konu, rivayet edildigine göre, bir gün yahudilerin Mekke'ye gelip
Peygamberimizin Tevratta bildirilen son peygamberin olup olmadigini ögrenmek
istemeleri'dir. Bunun icin de Peygamberimize bir soru sormuslardir. Baska bir
rivayete göre ise bu soruyu Mekke müsrikleri sormustur. Yahudilerin: " Sen bize
hep bizden ögrendigin Musa, Ibrahim ve Adem'den haber veriyorsun. Tevratta tek
bir yerde bildirilen bir peygamber'den bildir" demeleri üzerine Peygamberimiz :
« Bu kisi Zülkarneyn'dir» buyurmus ve bu âyet inmistir . Ibrahim aleyhisselam
zamaninda yasayan Zülkarneyn aleyhisselam onunla birlikte haccetti, elini öpüp
duasini aldi.
Teyzesinin oglu olan Hz. Hizir'i ordusuna kumandan tâyin etti. Bir kavmin
istegi üzerine Ye'cûc ve Me'cûc kavminin insanlara zarar vermemeleri icin tas ve
demir'den bir sed yapti ve böylece Ye'cûc ve Me'cûc'un hapsetti . Bir rivayete
göre bu dilekte bulunan kavim Türkler imis . Bu sed simdiki Cin seddi degildir.
Ye'cûc ve Me'cûc kavimleri bu seddi kiyamete yakin delecekler (2. noktaya
bakiniz). Hz. Zülkarneyn Asya ve Avrupa kitalarinâ hâkim oldu. Her tarafa
Allah'in emirlerini yayip, kâfirlerle savasip, mü'minlere güzel muâmelede
bulundu. Medine ile Sam arasinda, Sam'a bes günlük bir mesafedeki Dûmet-ül
Cendel denilen yerde vefat etti. Mekke'de veya yine o civarda Tehâme daginda
defn edildi . Iskender isimli oldugu icin târihte gecen Iskender isimli bircok
hükümdarin Hz. Zülkarneyn'in oldugu itiraf edilmistir. Bediüzzaman bu konu
hakkinda mâlumat vermektedir : « Ehl-i tahkikin beyanina göre, hem Zülkarneyn
ünvaninin isaretiyle, Yemen padisahlarindan Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle
basliyan isimleri bulundugundan bu Zülkarneyn, Iskender-i Rumi degildir. Belki
Yemen padisahlarindan birisidir ki, Hazret-i Ibrahimin zamaninda bulunmus ve
Hazret-i Hizirdan ders almis. Iskender-i Rumi ise, miladdan tâkriben ücyüz sene
evvel gelmis, Aristodan ders almis. Târih-i beseri, muntazaman surette ücbin
seneye kadar gidiyor. Bu nâkis ve kisa târih nazari, Hazret-i Ibrahimin
zamanindan evvel dogru olarak hükmedemiyor» .
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duydugunuz kimselerden
yeryüzünde dört kisi mâlik oldu. Mü'min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü'min
olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile
Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik
olacaktir » . Kehf sûresinin 83-101 âyetleri Hz. Zülkarneyn'in kissasini
anlatmaktadir. Genis mâlumat icin oraya bakiniz.
2. Ye'cûc ve Me'cûc
Peygamberimiz kiyamet alametlerinden biri olarak da Ye'cûc ve Me'cûc
kavimlerinin yeryüzüne dagilmalarini ve her tarafa küfrü yaymalarindan
bahsetmistir. Bu kavimler Hz. Nuh'un Yâfes isimli oglunun soyundandirlar.
Yüzleri yassi, gözleri kücük, kulaklari cok büyük, boylari kisadir. Her birinin
bin cocugu olur ve böylece sayilari insanlarin ve cinlerin sayisinin 90%
kadardir. Kiyamete yakin bir zaman Hz. Zülkarneyn'in yaptigi seddi delip dünyaya
yayilacaklardir.
Hz. Zülkarneyn'in peygamber mi, veli mi oldugu tam belli degildir. Kur'an-i
Kerim'de doguya ve batiya düzenledigi seferleri zikr edilmistir. Asil isminin
Iskender olup düzenledigi seferlerden dolayi Iskender-i Zükarneyn nâmiyla
anilmistir . Kur'an-i Kerim'de : « (Resulüm!) Sana Zülkarneyn hakkinda soru
sorarlar. De ki: Size ondan bir hatira okuyacagim » buyurulmustur. Âyette
deginilen konu, rivayet edildigine göre, bir gün yahudilerin Mekke'ye gelip
Peygamberimizin Tevratta bildirilen son peygamberin olup olmadigini ögrenmek
istemeleri'dir. Bunun icin de Peygamberimize bir soru sormuslardir. Baska bir
rivayete göre ise bu soruyu Mekke müsrikleri sormustur. Yahudilerin: " Sen bize
hep bizden ögrendigin Musa, Ibrahim ve Adem'den haber veriyorsun. Tevratta tek
bir yerde bildirilen bir peygamber'den bildir" demeleri üzerine Peygamberimiz :
« Bu kisi Zülkarneyn'dir» buyurmus ve bu âyet inmistir . Ibrahim aleyhisselam
zamaninda yasayan Zülkarneyn aleyhisselam onunla birlikte haccetti, elini öpüp
duasini aldi.
Teyzesinin oglu olan Hz. Hizir'i ordusuna kumandan tâyin etti. Bir kavmin
istegi üzerine Ye'cûc ve Me'cûc kavminin insanlara zarar vermemeleri icin tas ve
demir'den bir sed yapti ve böylece Ye'cûc ve Me'cûc'un hapsetti . Bir rivayete
göre bu dilekte bulunan kavim Türkler imis . Bu sed simdiki Cin seddi degildir.
Ye'cûc ve Me'cûc kavimleri bu seddi kiyamete yakin delecekler (2. noktaya
bakiniz). Hz. Zülkarneyn Asya ve Avrupa kitalarinâ hâkim oldu. Her tarafa
Allah'in emirlerini yayip, kâfirlerle savasip, mü'minlere güzel muâmelede
bulundu. Medine ile Sam arasinda, Sam'a bes günlük bir mesafedeki Dûmet-ül
Cendel denilen yerde vefat etti. Mekke'de veya yine o civarda Tehâme daginda
defn edildi . Iskender isimli oldugu icin târihte gecen Iskender isimli bircok
hükümdarin Hz. Zülkarneyn'in oldugu itiraf edilmistir. Bediüzzaman bu konu
hakkinda mâlumat vermektedir : « Ehl-i tahkikin beyanina göre, hem Zülkarneyn
ünvaninin isaretiyle, Yemen padisahlarindan Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle
basliyan isimleri bulundugundan bu Zülkarneyn, Iskender-i Rumi degildir. Belki
Yemen padisahlarindan birisidir ki, Hazret-i Ibrahimin zamaninda bulunmus ve
Hazret-i Hizirdan ders almis. Iskender-i Rumi ise, miladdan tâkriben ücyüz sene
evvel gelmis, Aristodan ders almis. Târih-i beseri, muntazaman surette ücbin
seneye kadar gidiyor. Bu nâkis ve kisa târih nazari, Hazret-i Ibrahimin
zamanindan evvel dogru olarak hükmedemiyor» .
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duydugunuz kimselerden
yeryüzünde dört kisi mâlik oldu. Mü'min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü'min
olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile
Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik
olacaktir » . Kehf sûresinin 83-101 âyetleri Hz. Zülkarneyn'in kissasini
anlatmaktadir. Genis mâlumat icin oraya bakiniz.
2. Ye'cûc ve Me'cûc
Peygamberimiz kiyamet alametlerinden biri olarak da Ye'cûc ve Me'cûc
kavimlerinin yeryüzüne dagilmalarini ve her tarafa küfrü yaymalarindan
bahsetmistir. Bu kavimler Hz. Nuh'un Yâfes isimli oglunun soyundandirlar.
Yüzleri yassi, gözleri kücük, kulaklari cok büyük, boylari kisadir. Her birinin
bin cocugu olur ve böylece sayilari insanlarin ve cinlerin sayisinin 90%
kadardir. Kiyamete yakin bir zaman Hz. Zülkarneyn'in yaptigi seddi delip dünyaya
yayilacaklardir.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . İSMAİL A.S.
2. Hz. İsmail'in hikayesi
İsmail aleyhisselam, Şam diyarında (Filistin, Suriye) doğdu. Babasi İbrahim
aleyhisselam, Allahü Tealanın emriyle, annesi Hacer Hatunla birlikte Mekke'ye
götürdü . Yanlarına bir miktar yiyecek ve su ile birlikte şimdiki Kâbe'nin
bulunduğu yere bırakarak Şam'a döndü. Bir rivayete göre İbrahim aleyhisselam
Hacer Hatunu Kâbe'nin bulunduğu yere bırakınca o: "Sen bizi kime bırakıyorsun.
Bize kim bakacak ?" sorusuna İbrahim aleyhisselam:"Ben sizi Allah'a bırakıyorum"
demiştir. Hacer Hatun bunu duyunca:"O zaman işini yaptıysan gidebilirsin"
demiştir. Hacer Hatun su ararken, şimdiki zemzem kuyusunun yerinde yatan İsmail
aleyhisselam tepindi. Hacer Hatun oğluna su verebilmek için yedi kez Safa ile
Merve arasında koşuştu ise de su bulamadı. O zaman ayaklarını vurduğu veya
Cebrail aleyhisselam ın vurduğu yerden Zemzem suyu çıktı. Hacer Hatun burada
yaşarken, Yemen tarafından Cürhüm kabilesi gelip Mekke'nin bulunduğu yere
yerleştiler.
2.1. İsmail aleyhisselamın kurban edilmesi
Hz. İbrahim bir ara bir rüya gördü. Bu Yüce Allah'ın bir vahyi idi. Ona oğlu
İsmail'i kurban etmesi emrolunmuştu. Bunun üzerine henüz 12 yaşında bulunan Hz.
İsmail'i, Mekke'de Sebir dağının eteğinde tenha bir yere götürdü. Onu Allah
rızası için kurban etmek istiyordu. İsmail aleyhisselam da:" Babacığım ,
emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun" diyordu. Bu Allah
yolunda fedâkarlığın en yüksek bir nişanı idi . Ama, Allahü Teâlâ rüyasında
sadakat göstermesi üzerine ona bir koç ihsan buyurdu. İsmail aleyhisselam
böylece kurban edilmekten kurtuldu. Kurban bayramını da biz müslümanlar da vak'a
yüzünden ihya etmekteyiz. Halilullah'ın hangi oğlunu kurban ettiği kesinlikle
bilinmemektedir. Kur'an-ı Kerim'de sadece oğlunu kurban ettiği
belirtilmektedir:«Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum !
Rüyada seni bogazladığımı görüyorum; bir düşün ne dersin ? dedi. O da cevaben :
Babacığım ! Emrolundugun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun, dedi
» . Fakat cumhura göre kurban edilen çocuğun İsmail aleyhisselam'ın olduğu
kanaatindedir. Bazı müfessirlere göre ise İsmail aleyhisselamın değil de İshak
aleyhisselamın kurban edildiğini öne sürmektedirler. Yalnız, bu fikri
Israilogulları da söylemektedirler.
2.2. İsmail aleyhisselamın peygamberliği
Hz. İsmail gençlik çağına gelince, Cürhümlülerden iki defa evlendi . Daha sonra
tekrar Mekke'ye gelen İbrahim aleyhisselamla birlikte Kâbe-i Muazzamayı inşâ
ettiler ve hac ibadetini yaptılar . İsmail aleyhisselam Yemen kabilelerine
(Cürhüm kabilesi) ve Amalika" denilen eski bir kavme peygamber olarak
gönderildi. İnsanlara babası Hz. İbrahim'e bildirilen dinin hükümlerini tebliğ
etti ve daveti 50 yıl sürdü. Buna rağmen malesef pek az kimse iman etti. İshak
aleyhisselamı yanına davet edip kızını onun oğlu İlyas'a nikahla dive bazı
vasiyetler de bulundu. Babası İbrahim aleyhisselam'ın ölümünden 40 sene sonra ,
133 veya 137 yaşlarında iken Mekke'de vefat etti. Ekseri rivayete göre Mescid-i
Haram'da Kabe-i Muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan Hatim denilen yere defn
edildi. İsmail aleyhisselamın 12 oğlundan çoğalan torunları zamanla Arabistan
Yarımadası'nın her tarafına yayıldılar. Peygamber efendimizin (s.a.v.) 20.
dedesi Adnan ile İsmail aleyhisselam arasında 30 baba vardı . Peygamberimiz
efendimiz (s.a.v.) de bir Hadis-i şerifinde : « Allahü Teâlâ Ademoğullarından
(Hz.) İsmail'i seçti. İsmail'in evlâdından (oğullarından) Kinane'yi,
Kinaneoğullarından Kureys'i seçti ve ayırdı. Kureyş'ten Haşimoğullarını,
Haşimoğullarından da beni seçti ve ayırdı » (Kadizâde) buyurmuştur..
2. Hz. İsmail'in hikayesi
İsmail aleyhisselam, Şam diyarında (Filistin, Suriye) doğdu. Babasi İbrahim
aleyhisselam, Allahü Tealanın emriyle, annesi Hacer Hatunla birlikte Mekke'ye
götürdü . Yanlarına bir miktar yiyecek ve su ile birlikte şimdiki Kâbe'nin
bulunduğu yere bırakarak Şam'a döndü. Bir rivayete göre İbrahim aleyhisselam
Hacer Hatunu Kâbe'nin bulunduğu yere bırakınca o: "Sen bizi kime bırakıyorsun.
Bize kim bakacak ?" sorusuna İbrahim aleyhisselam:"Ben sizi Allah'a bırakıyorum"
demiştir. Hacer Hatun bunu duyunca:"O zaman işini yaptıysan gidebilirsin"
demiştir. Hacer Hatun su ararken, şimdiki zemzem kuyusunun yerinde yatan İsmail
aleyhisselam tepindi. Hacer Hatun oğluna su verebilmek için yedi kez Safa ile
Merve arasında koşuştu ise de su bulamadı. O zaman ayaklarını vurduğu veya
Cebrail aleyhisselam ın vurduğu yerden Zemzem suyu çıktı. Hacer Hatun burada
yaşarken, Yemen tarafından Cürhüm kabilesi gelip Mekke'nin bulunduğu yere
yerleştiler.
2.1. İsmail aleyhisselamın kurban edilmesi
Hz. İbrahim bir ara bir rüya gördü. Bu Yüce Allah'ın bir vahyi idi. Ona oğlu
İsmail'i kurban etmesi emrolunmuştu. Bunun üzerine henüz 12 yaşında bulunan Hz.
İsmail'i, Mekke'de Sebir dağının eteğinde tenha bir yere götürdü. Onu Allah
rızası için kurban etmek istiyordu. İsmail aleyhisselam da:" Babacığım ,
emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun" diyordu. Bu Allah
yolunda fedâkarlığın en yüksek bir nişanı idi . Ama, Allahü Teâlâ rüyasında
sadakat göstermesi üzerine ona bir koç ihsan buyurdu. İsmail aleyhisselam
böylece kurban edilmekten kurtuldu. Kurban bayramını da biz müslümanlar da vak'a
yüzünden ihya etmekteyiz. Halilullah'ın hangi oğlunu kurban ettiği kesinlikle
bilinmemektedir. Kur'an-ı Kerim'de sadece oğlunu kurban ettiği
belirtilmektedir:«Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum !
Rüyada seni bogazladığımı görüyorum; bir düşün ne dersin ? dedi. O da cevaben :
Babacığım ! Emrolundugun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun, dedi
» . Fakat cumhura göre kurban edilen çocuğun İsmail aleyhisselam'ın olduğu
kanaatindedir. Bazı müfessirlere göre ise İsmail aleyhisselamın değil de İshak
aleyhisselamın kurban edildiğini öne sürmektedirler. Yalnız, bu fikri
Israilogulları da söylemektedirler.
2.2. İsmail aleyhisselamın peygamberliği
Hz. İsmail gençlik çağına gelince, Cürhümlülerden iki defa evlendi . Daha sonra
tekrar Mekke'ye gelen İbrahim aleyhisselamla birlikte Kâbe-i Muazzamayı inşâ
ettiler ve hac ibadetini yaptılar . İsmail aleyhisselam Yemen kabilelerine
(Cürhüm kabilesi) ve Amalika" denilen eski bir kavme peygamber olarak
gönderildi. İnsanlara babası Hz. İbrahim'e bildirilen dinin hükümlerini tebliğ
etti ve daveti 50 yıl sürdü. Buna rağmen malesef pek az kimse iman etti. İshak
aleyhisselamı yanına davet edip kızını onun oğlu İlyas'a nikahla dive bazı
vasiyetler de bulundu. Babası İbrahim aleyhisselam'ın ölümünden 40 sene sonra ,
133 veya 137 yaşlarında iken Mekke'de vefat etti. Ekseri rivayete göre Mescid-i
Haram'da Kabe-i Muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan Hatim denilen yere defn
edildi. İsmail aleyhisselamın 12 oğlundan çoğalan torunları zamanla Arabistan
Yarımadası'nın her tarafına yayıldılar. Peygamber efendimizin (s.a.v.) 20.
dedesi Adnan ile İsmail aleyhisselam arasında 30 baba vardı . Peygamberimiz
efendimiz (s.a.v.) de bir Hadis-i şerifinde : « Allahü Teâlâ Ademoğullarından
(Hz.) İsmail'i seçti. İsmail'in evlâdından (oğullarından) Kinane'yi,
Kinaneoğullarından Kureys'i seçti ve ayırdı. Kureyş'ten Haşimoğullarını,
Haşimoğullarından da beni seçti ve ayırdı » (Kadizâde) buyurmuştur..
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . YUSUF A.S.
Kurân'da adı geçen Beni İsrail peygamberlerinden biri.
Hz. Yûsuf Kurân'da adi geçen peygamberlerden birisi olup, Yakub Peygamberin
oğludur. Nesebi Hz. İbrahim'e kadar varır (Kamil Miras, Tecrit Tercümesi, IX,
139).
Kur'ân-ı Kerîm'de kendi adını taşıyan bir sûre vardır. Tamamı 111 âyet olan bu
sûrenin 98 âyeti (4-101) Hz. Yûsuf'tan bahseder. Bu âyetlerde anlatıldığına göre
Hz. Yûsuf'un hayat hikâyesi özetle şöyledir:
Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardeşi vardı. Yûsuf fevkalâde güzel ve son
derece zekî idi. Babaları Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi
ağabeyleri kıskanıyorlardı.
Yûsuf (a.s) bir gece rüyasında on bir yıldızn, Güneş ve ayin kendisine secde
ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yûsuf'un
büyük bir adam olacağına işaret olduğunu anladı ve Yûsuf'a rüyasını ağabeylerine
anlatmamasını tembihledi. Ancak, ağabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u
öldürüp bir yere atmayı plânladılar. Babalarından izin alarak, gezip eğlenmek
bahanesiyle Yûsuf'u alıp kırlara,götürdüler. Onu bir kuyuya attılar, gömleğini
da kana bulayarak, "Yûsuf'u kurt kaptı" diye babalarına yalan söylediler.
Kuyunun yanından geçmekten olan bir kafile Yûsuf'u buldu ve köle olarak satmak
üzere alıp, Mısır'a götürdüler. Orada az bir fiyatla onu Azîz (maliye bakanı)'e
sattılar.
Azz'in hanımı Yûsuf'a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çagırdı. Yûsuf
(a.s) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikayet etti ve hapse
attırdı.
Hz. Yûsuf senelerce hapiste kaldı. Orada hükümdarın şerbetçisi ve aşçısı ile
tanıştı. Onların gördükleri rüyaların yorumunu yaptı. Birisinin, kurtulup
efendisinin hizmetine devam edeceğini, diğerinin ise öldüreceğini söyledi.
Sonunda dediği çıktı. Hz. Yûsuf, kurtulana, kendisini efendisinin yanında
anmasını istedi.
Hükümdar bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi
yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Bu rüyanın yorumunu yaptırmak istedi. Hz.
Yûsuf'un rüya yorumu yaptığını örgendi ve onu hapisten çıkarıp, rüyasını
anlattı. Hz. Yûsuf, yedi sene bolluk olacağını, peşinden gelen yedi senenin ise
kıtlıkla geçeceğini söyledi. Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yûsuf'u maliye
bakanlığına getirdi. Yûsuf (a.s) bolluk yıllarında bütün ambarları zahire ile
doldurttu; kıtlık yılları gelince bu zahireyi halka dağıtmaya başladı. Ayni
kıtlık, Hz. Yûsuf un babasının memleketi olan Ken'an diyarında da yaşandı.
Yûsuf (a.s)'un kardeşleri de zahire almak için iki kez Ken'an ilinden Mısır'a
geldi. Sonunda Yûsuf (a.s) kardeşlerine kendini tanıttı ve onları affettiğini
belirterek, "Bugün azarlanacak değilsiniz, Allah sizi bağışlar, o
merhametlilerin merhametlisidir" (Yûsuf, 92) dedi. Yûsuf (a.s), babası, annesi
ve kardeşlerinin tamamını Mısır'a davet etti.
Ailesi Mısır'a vardığında Yûsuf (a.s) anne ve babasını tahta oturttu; diğer on
bir kardeşi ise Hz. Yûsuf'un önünde eğildiler. O zaman Yûsuf (a.s); "Babacığım,
işte bu vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. şeytan
benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi
çölden getiren Rabbim, bana pek çok iyiliklerde bulundu. Doğrusu Rabbim,
dilediğine lütufkârdır. O şüphesiz, bilendir, hâkimdir" (Yûsuf,100) dedi. Bu
şekilde İsrail oğulları, Filistin'den Mısır'a gelip yerleşmiş oldu. Bir süre
sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ'ya söyle münacatta
bulundu: "Rabbim, bana hükümdarlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey
göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve âhirette koruyanım sensin! Benim canımı,
Müslüman olarak al! Ve beni iyilere kat!" (Yûsuf, 101). Yûsuf (a.s)'un hayat
hikayesi Kur'ânı Kerîm'de "Ahsenü'l-Kasas, Kıssaların en güzeli" ünvanını aldı.
Pek çok olayları içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ söyle buyurdu:
Ândolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır"
(Yûsuf, 7).
Yûsuf (a.s)'un defnedildiği yer, rivâyetlere göre, İbrahim (a.s)'in medfun
bulunduğu Kudüs yakınlarında Halilü'r-Rahman kasabasındadır.
Kurân'da adı geçen Beni İsrail peygamberlerinden biri.
Hz. Yûsuf Kurân'da adi geçen peygamberlerden birisi olup, Yakub Peygamberin
oğludur. Nesebi Hz. İbrahim'e kadar varır (Kamil Miras, Tecrit Tercümesi, IX,
139).
Kur'ân-ı Kerîm'de kendi adını taşıyan bir sûre vardır. Tamamı 111 âyet olan bu
sûrenin 98 âyeti (4-101) Hz. Yûsuf'tan bahseder. Bu âyetlerde anlatıldığına göre
Hz. Yûsuf'un hayat hikâyesi özetle şöyledir:
Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardeşi vardı. Yûsuf fevkalâde güzel ve son
derece zekî idi. Babaları Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi
ağabeyleri kıskanıyorlardı.
Yûsuf (a.s) bir gece rüyasında on bir yıldızn, Güneş ve ayin kendisine secde
ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yûsuf'un
büyük bir adam olacağına işaret olduğunu anladı ve Yûsuf'a rüyasını ağabeylerine
anlatmamasını tembihledi. Ancak, ağabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u
öldürüp bir yere atmayı plânladılar. Babalarından izin alarak, gezip eğlenmek
bahanesiyle Yûsuf'u alıp kırlara,götürdüler. Onu bir kuyuya attılar, gömleğini
da kana bulayarak, "Yûsuf'u kurt kaptı" diye babalarına yalan söylediler.
Kuyunun yanından geçmekten olan bir kafile Yûsuf'u buldu ve köle olarak satmak
üzere alıp, Mısır'a götürdüler. Orada az bir fiyatla onu Azîz (maliye bakanı)'e
sattılar.
Azz'in hanımı Yûsuf'a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çagırdı. Yûsuf
(a.s) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikayet etti ve hapse
attırdı.
Hz. Yûsuf senelerce hapiste kaldı. Orada hükümdarın şerbetçisi ve aşçısı ile
tanıştı. Onların gördükleri rüyaların yorumunu yaptı. Birisinin, kurtulup
efendisinin hizmetine devam edeceğini, diğerinin ise öldüreceğini söyledi.
Sonunda dediği çıktı. Hz. Yûsuf, kurtulana, kendisini efendisinin yanında
anmasını istedi.
Hükümdar bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi
yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Bu rüyanın yorumunu yaptırmak istedi. Hz.
Yûsuf'un rüya yorumu yaptığını örgendi ve onu hapisten çıkarıp, rüyasını
anlattı. Hz. Yûsuf, yedi sene bolluk olacağını, peşinden gelen yedi senenin ise
kıtlıkla geçeceğini söyledi. Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yûsuf'u maliye
bakanlığına getirdi. Yûsuf (a.s) bolluk yıllarında bütün ambarları zahire ile
doldurttu; kıtlık yılları gelince bu zahireyi halka dağıtmaya başladı. Ayni
kıtlık, Hz. Yûsuf un babasının memleketi olan Ken'an diyarında da yaşandı.
Yûsuf (a.s)'un kardeşleri de zahire almak için iki kez Ken'an ilinden Mısır'a
geldi. Sonunda Yûsuf (a.s) kardeşlerine kendini tanıttı ve onları affettiğini
belirterek, "Bugün azarlanacak değilsiniz, Allah sizi bağışlar, o
merhametlilerin merhametlisidir" (Yûsuf, 92) dedi. Yûsuf (a.s), babası, annesi
ve kardeşlerinin tamamını Mısır'a davet etti.
Ailesi Mısır'a vardığında Yûsuf (a.s) anne ve babasını tahta oturttu; diğer on
bir kardeşi ise Hz. Yûsuf'un önünde eğildiler. O zaman Yûsuf (a.s); "Babacığım,
işte bu vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. şeytan
benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi
çölden getiren Rabbim, bana pek çok iyiliklerde bulundu. Doğrusu Rabbim,
dilediğine lütufkârdır. O şüphesiz, bilendir, hâkimdir" (Yûsuf,100) dedi. Bu
şekilde İsrail oğulları, Filistin'den Mısır'a gelip yerleşmiş oldu. Bir süre
sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ'ya söyle münacatta
bulundu: "Rabbim, bana hükümdarlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey
göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve âhirette koruyanım sensin! Benim canımı,
Müslüman olarak al! Ve beni iyilere kat!" (Yûsuf, 101). Yûsuf (a.s)'un hayat
hikayesi Kur'ânı Kerîm'de "Ahsenü'l-Kasas, Kıssaların en güzeli" ünvanını aldı.
Pek çok olayları içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ söyle buyurdu:
Ândolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır"
(Yûsuf, 7).
Yûsuf (a.s)'un defnedildiği yer, rivâyetlere göre, İbrahim (a.s)'in medfun
bulunduğu Kudüs yakınlarında Halilü'r-Rahman kasabasındadır.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . MUSA A.S.
Allah Teâlâ'nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'ı verdiği ve yeryüzünde
dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu'l-Azm* peygamberlerden
biri. Hz. İbrahim (a.s)'in soyundan olup, israiloğullarının akidelerini ıslah
etmek ve onları Allah Teâlâ'nın dilediği nizama kavuşturmakla
görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kur'ân-ı Kerim'de uzun uzun
anlatılmaktadır.
Hz. Adem (a.s)'den, Resulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu
peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya iman etmeye çağırmışlar;
bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar;
ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.
Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafından israiloğulları'na gönderilmiş bir resul
idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini
Allah'a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan
Firavuna karşı tevhit yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin
karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan
çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teâla
Kur'ân-ı Kerim'de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan söyle bahsediyor: "Kur'ân'da
Musa'yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve israiloğulları'na gönderilmiş bir
peygamber idi"(Meryem, 19/51).
Hz. Musa (a.s)'nın Firavun ile olan kıssası, Kuran'ın bazı sûrelerinde çeşitli
üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun
Kızıldeniz'de boğulmaları olayından sonra, israiloğulları ile ilgili kıssasına
da genişçe yer verilmiştir.
Musa (a.s)'nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir
peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir.
Bilâkis bu hak ile bâtıl'ın çatışması, Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusunun
kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile batıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun
yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve resullerin hayat
sahnesine çıkmasından beri devam ede gelmektedir.
Sapıklık ve batıl, daima iblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş, imana,
tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan
daima Hak olmuştur. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz
peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahid
olacağı günde muzaffer kılacağız" (el-Mü'min, 40/51).
Hz. Musa (a.s)'da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu.
Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah Teâlâ'nın
izniyle kazandı.
Hz. Musa (a.s)'nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı
Musa (a.s)'nin babası, imran'dır Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir.
Nesebi Yakub (a.s)'a ulaşır; ki, onun babası Hz. ishak (a.s), onun da babası Hz.
İbrahim (a.s)'dır. Musa (a.s)'nın yanında gördüğümüz Harun (a.s) onun
kardeşidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yi Firavuna, imana davet için gönderdiğinde,
Hz. Harun (a.s)'u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa
(a.s) Allah Teâla'ya söyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)'u kendisine yardımcı
yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim
Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).
Hz. Musa (a.s), Mısır'ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada,
ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, israiloğulları halkına
dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu.
israiloğulları, Kıpt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından
bıkmışlardı. Mısır'da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin
yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her isinde istifade
eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla
gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Biz sana Musa ve
Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak
okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır'da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara
bölüp, kendisine bağlamıştı" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.
Firavun, saltanatı sırasında israiloğullarına çok kötü eziyetlerde bulundu;
onları köle yaptı, en çirkin ve adî islerde çalıstırdı. Allah Teâlâ,
israiloğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavunun şerrinden, zulüm ve
taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yi gönderdi.
Sa'lebî, Kısas-ı Enbiya'sında imam Suddî'den; Firavun'un bir rüya gördüğünü,
korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş
gördü. Bu ateş, Mısır'a kadar uzanıp, Firavunun evlerini yaktı. Fakat sadece
Kıpti'lere zarar verdi, israiloğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve
müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "israiloğulları
içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helâkına ve senin krallığının
yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."
Bu haber üzerine telâşlanan Firavun, israiloğulların'dan doğan bütün erkek
çocukların öldürülmesini emretti. Kur'ân-ı Kerim'de bu olay söyle anlatılıyor:
"Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara ayırdı. içlerinden bir
topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ
bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4).
israiloğulları arasında is yapabilecek insanların azalması üzerine Kıptîlerin
ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eğer böyle öldürmeye devam ederseniz,
ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız" dediler. Firavun da erkek
çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek
çocukların öldürülmediği sene Harun (a.s) doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa
(a.s)...
Musa (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasını,
üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kuran'da söyle
anlatılıyor: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun
zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz
ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik" (el-Kasas, 28/7).
Musa (a.s)'nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza
içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yi taşıyan
sandık, Allah'ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un sarayına ulaştı.
Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun'un karısına götürdüler. Allah
Teâlâ, Firavun'un karısı Asiye'nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun
çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi.
Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kur'an-ı Kerim, bunu söyle anlatıyor: "Firavun'un
karısı: Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize
faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında değillerdi"
(el-Kasas, 28/9).
Hz. Musa (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek
istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu söyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin
memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; "size, sizin adınıza ona
bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu,
annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler"
(el-Kasas, 28/12-13).
Musa (a.s) böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik Firavunun sarayında büyüdü.
Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Musa erginlik
çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. iyi davrananları böyle
mükâfatlandırırız" (el-Kasas, 28/14).
Yetişip delikanlılık çağına gelen Musa (a.s) bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi.
Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur'ân-ı Kerim'de,
şehirde geçen hadise söyle anlatılıyor; "Musa, halkının haberi olmadığı bir
zamanda şehre indi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı
dövüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi.
Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir;
çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu kendime
yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz
bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun
ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi. şehirde, korku içinde, etrafı
gözeterek sabahladı. Dün kendisinden yardim isteyen kimse, bağırarak ondan yine
yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa,
ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana
kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen islah edenlerden değil, ancak
yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).
israillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Musa (a.s)'nın
Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve
kendisini öldüreceklerini söyledi.
"Musa korku içinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni zalim
milletten kurtar" dedi. Medyen e doğru yöneldiğinde: "Rabbim in bana doğru yolu
göstereceğini umarım ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).
Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı.. Yanına yiyecek hiç bir şey de
almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır ile Medyen
arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nın bu seçkin kulu, aç ve bitap
düşmüş olarak bu uzun mesafeyi kat etti ve nihayet Medyen'e ulaştı. Kur'ân-i
Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:
"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu.
Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz
nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır (onun
için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra
gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi"
(el-Kasas, 28/23-24).
İbn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayı söyle anlatıyor: "Medyen suyunda
çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir kaya koyarlardı.
Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya çalışırlardı. Musa (a.s),
kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı, su çekti ve kadınların koyunlarını
suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koydu. Bu kayayı ancak on kişi
kaldırabilirdi. Musa (a.s) ise, on kişinin halledebileceği bu isleri tek basına
halletmişti. Kızlar babalarına gidip Hz. Musa'yı ve yaptığı iyiliği anlattılar.
Kur'an-ı Kerim'de kıssa söyle devam ediyor:
"O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama
ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince, başından geçeni
anlattı. O: "Korkma! Artık zâlim milletten kurtuldun"dedi. iki kadından biri:
"Babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve
güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu
iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o
senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. inşallah beni iyi
kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden
hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize
Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).
Ibn-i Kesir söyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş ayrılığı
vardır. Bunun Şuayb (a.s), olduğu hususunda kanaatler vardır. Ulemanın çoğunluğu
da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den naklolunan bir rivayeti delil
getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış,
tâ ki Musa (a.s)'a ulaşmış ve kızını ona nikâhlamıştır.
Hz. Şuayb (a.s)'in kızıyla nikâhlandıktan sonra Musa (a.s), Medyen'de kalıp,
hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete göre,
Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on sene olduğunu
buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl çobanlık yapmıştır.
Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliğinin Bildirilmesi
Musa (a.s) Medyen'de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır'a dönmeye
karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu
şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak tasıyla bir şeyler
tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Karısı da hamileydi
ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardıma
ihtiyacı vardı. Kur'an-ı Kerim'de, bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi
doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü.
Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya
tutuşmuş, bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu
yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! şüphesiz ben âlemlerin
Rabbi olan Allah'ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin yılan
gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön,
gel. Korkma. şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. "Elini koynuna koy,
lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi
Firavun ve erkânına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış
bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım.
Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha
düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni
yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz,
ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle
ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).
Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasında geçen
konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. su ayetler Allah Teâlâ'nın Musa
(a.s)'yi rasul olarak görevlendirdiği zamanın anlaşılmasında yardımcı oluyor:
"Ben seni seçtim, artık vahyolunanı dinle. şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka
ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kıl!" (Tâhâ, 20/13-14).
Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya söyle buyuruyor: "Firavun'a gidin;
doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar"
(Tâhâ, 20/43-44).
Allah Teâlâ'nın, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun
arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile bâtıl'ın amansız
savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras bıraktıkları tevhit
mücadelesi...
Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nın bu emriyle Firavun'a gitti. Onu güzellikle
Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin
peygamberiyim! Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size
Rabbinizden bir mucize getirdim, israiloğulları'nı benimle beraber salıver"
(el-A'raf, 7/104-105).
"Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı bir
özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).
Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yi zindana atmakla
tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir
delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir yılan oldu. Elini koynuna
sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş parçası oluverdi. Musa (a.s)'nın
gösterdiği bu mucizeler karşısında Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o
da sihirbazlarını toplayıp, Musa'yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki
bütün ünlü sihirbazları çağırttı ve onlardan Musa (a.s)'nın yaptıklarından daha
büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün
kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Musa (a.s) ile
yarışmaya başladılar.
"Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler.
Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanların
gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yapılar. Biz de
Musa'ya: "Asanı koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını
yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. iste orada
yenildiler, küçük düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine,
Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler" (el-A'râf, 7/115-122).
Sihirbazların iman etmeleri, Firavun'u çok kızdırdı. Onları öldürmekle tehdit
etti. iste küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya koymuş oldu.
Gelişen bu olaylar, Firavun'u yola getireceği yerde, onu daha çok azdırdı. Ve
Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata kavuşamayacağına inanıp, bu
arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana
çağırmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan,
çekirge, haşarat, kurbağa, kan gibi çeşitli azaplar gönderdi. Ancak bunların hiç
biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.
Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Musa (a.s)'nin davetine de icabet etmemeye
devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya israiloğullarını bir gece Mısır'dan
çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi şehirden
çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz'e yöneldiler. Firavun şehirde
israiloğullarından hiç bir iz göremeyince, kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu
seferber ederek, peşlerine düştü. Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet
edilmektedir. Firavun iki gün sonra israiloğullarına yetişti. israiloğullarının
önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı.
israiloğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kur'ân-i Kerim'de
olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette
yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Değneğinle denize vur" diye
vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi. iste
oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini
kurtardık" (es-şuara, 26/62-65).
"Firavun, ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne
alış!" (Tâhâ, 20/78).
Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatıyor; ve
bir kavmi nasıl kurtardığını da. iste Hak, Bâtıl'ın tepesine böyle inip, onu
ortadan kaldırabiliyor.
Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise, ölümün
geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı anda:
"israiloğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben de ona
teslim olanlardanım" dedi. Ona: "şimdi mi (inandın)? Daha önce başkaldırmış ve
bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).
Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis'e
yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bir
susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve şikayette bulundular. Allah,
Musa (a.s)'a, âsâsını taşa vurmasını emretti. Vurunca taşın oniki yerinden su
fışkırdı. Her Yahudi kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana
kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ israiloğullarına, gökten
kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat israiloğullarının o
ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı.
Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe
dayanamayacagız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze,
kabak, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı
daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz
istediğiniz vardır" demişti" (el-Bakara, 2/61).
Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin
kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karşılaştılar.
Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu
mukaddes beldeden çıkarmalarını emretti. Fakat, israiloğulları buna cesaret
edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve
Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (el-Maide,
5/24).
Çünkü israiloğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya
alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir manâ
taşımıyordu. Allah'da onları Tih çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Kavmine söz
geçiremediğinden yakınan Musa'ya, Allah Teâlâ: "Orası onlara kırk yıl haram
kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet
için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26).
Zamanla, bu zillet içinde yasayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle
yasayan bir nesile terk etti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-i Mukaddes'e
girmeye muvaffak oldular.
israiloğulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Hz.
Musa'nın Tur dağında kırk gün geçirdiği bir zamanda, Sâmirî isimli bir şahsın
imal ettiği ve "iste sizin de Musa'nın da tanrısı" dediği altından bir buzağıya
tapmaya başladılar. Musa (a.s) döndüğünde onları buzağıya tapınır görünce çok
üzüldü. Harun (a.s)'a çıkıştı. israiloğullarını buzağıya tapınmaktan
vazgeçirmeye çalıştı. israiloğulları ise, her fırsatta iki yüzlülüklerini
sergilediler (Sâmirî olayı bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa
(a.s), hayatı boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu uğurda pek çok eziyetle
karşılaştı. Yurdundan çıkarıldı, ölümle tehdit edildi ve etrafında kendisiyle
beraber, inanan pek az insan bulabildi.
Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)'dan sonra öldü. israiloğullarını Arz-i
Mukaddes'e sokamadı. Öldüğünde yüz yirmi yaşında idi. Buhârî, onun ölümü ile
ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Musa (a.s) onun
yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı.
Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru
eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa'ya gönderdi:
"Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra
ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm simdi gelsin" niyazında
bulundu. Sonra Allah Teâlâ'dan, kendisini bir taş atımı Beyti Makdis'e
yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a)
söyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım,
onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size
gösterirdim" buyurdu".
Allah Teâlâ'nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'ı verdiği ve yeryüzünde
dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu'l-Azm* peygamberlerden
biri. Hz. İbrahim (a.s)'in soyundan olup, israiloğullarının akidelerini ıslah
etmek ve onları Allah Teâlâ'nın dilediği nizama kavuşturmakla
görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kur'ân-ı Kerim'de uzun uzun
anlatılmaktadır.
Hz. Adem (a.s)'den, Resulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu
peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya iman etmeye çağırmışlar;
bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar;
ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.
Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafından israiloğulları'na gönderilmiş bir resul
idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini
Allah'a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan
Firavuna karşı tevhit yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin
karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan
çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teâla
Kur'ân-ı Kerim'de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan söyle bahsediyor: "Kur'ân'da
Musa'yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve israiloğulları'na gönderilmiş bir
peygamber idi"(Meryem, 19/51).
Hz. Musa (a.s)'nın Firavun ile olan kıssası, Kuran'ın bazı sûrelerinde çeşitli
üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun
Kızıldeniz'de boğulmaları olayından sonra, israiloğulları ile ilgili kıssasına
da genişçe yer verilmiştir.
Musa (a.s)'nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir
peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir.
Bilâkis bu hak ile bâtıl'ın çatışması, Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusunun
kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile batıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun
yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve resullerin hayat
sahnesine çıkmasından beri devam ede gelmektedir.
Sapıklık ve batıl, daima iblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş, imana,
tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan
daima Hak olmuştur. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz
peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahid
olacağı günde muzaffer kılacağız" (el-Mü'min, 40/51).
Hz. Musa (a.s)'da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu.
Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah Teâlâ'nın
izniyle kazandı.
Hz. Musa (a.s)'nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı
Musa (a.s)'nin babası, imran'dır Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir.
Nesebi Yakub (a.s)'a ulaşır; ki, onun babası Hz. ishak (a.s), onun da babası Hz.
İbrahim (a.s)'dır. Musa (a.s)'nın yanında gördüğümüz Harun (a.s) onun
kardeşidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yi Firavuna, imana davet için gönderdiğinde,
Hz. Harun (a.s)'u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa
(a.s) Allah Teâla'ya söyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)'u kendisine yardımcı
yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim
Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).
Hz. Musa (a.s), Mısır'ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada,
ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, israiloğulları halkına
dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu.
israiloğulları, Kıpt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından
bıkmışlardı. Mısır'da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin
yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her isinde istifade
eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla
gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Biz sana Musa ve
Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak
okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır'da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara
bölüp, kendisine bağlamıştı" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.
Firavun, saltanatı sırasında israiloğullarına çok kötü eziyetlerde bulundu;
onları köle yaptı, en çirkin ve adî islerde çalıstırdı. Allah Teâlâ,
israiloğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavunun şerrinden, zulüm ve
taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yi gönderdi.
Sa'lebî, Kısas-ı Enbiya'sında imam Suddî'den; Firavun'un bir rüya gördüğünü,
korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş
gördü. Bu ateş, Mısır'a kadar uzanıp, Firavunun evlerini yaktı. Fakat sadece
Kıpti'lere zarar verdi, israiloğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve
müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "israiloğulları
içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helâkına ve senin krallığının
yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."
Bu haber üzerine telâşlanan Firavun, israiloğulların'dan doğan bütün erkek
çocukların öldürülmesini emretti. Kur'ân-ı Kerim'de bu olay söyle anlatılıyor:
"Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara ayırdı. içlerinden bir
topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ
bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4).
israiloğulları arasında is yapabilecek insanların azalması üzerine Kıptîlerin
ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eğer böyle öldürmeye devam ederseniz,
ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız" dediler. Firavun da erkek
çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek
çocukların öldürülmediği sene Harun (a.s) doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa
(a.s)...
Musa (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasını,
üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kuran'da söyle
anlatılıyor: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun
zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz
ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik" (el-Kasas, 28/7).
Musa (a.s)'nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza
içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yi taşıyan
sandık, Allah'ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un sarayına ulaştı.
Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun'un karısına götürdüler. Allah
Teâlâ, Firavun'un karısı Asiye'nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun
çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi.
Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kur'an-ı Kerim, bunu söyle anlatıyor: "Firavun'un
karısı: Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize
faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında değillerdi"
(el-Kasas, 28/9).
Hz. Musa (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek
istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu söyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin
memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; "size, sizin adınıza ona
bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu,
annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler"
(el-Kasas, 28/12-13).
Musa (a.s) böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik Firavunun sarayında büyüdü.
Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Musa erginlik
çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. iyi davrananları böyle
mükâfatlandırırız" (el-Kasas, 28/14).
Yetişip delikanlılık çağına gelen Musa (a.s) bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi.
Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur'ân-ı Kerim'de,
şehirde geçen hadise söyle anlatılıyor; "Musa, halkının haberi olmadığı bir
zamanda şehre indi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı
dövüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi.
Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir;
çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu kendime
yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz
bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun
ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi. şehirde, korku içinde, etrafı
gözeterek sabahladı. Dün kendisinden yardim isteyen kimse, bağırarak ondan yine
yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa,
ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana
kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen islah edenlerden değil, ancak
yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).
israillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Musa (a.s)'nın
Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve
kendisini öldüreceklerini söyledi.
"Musa korku içinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni zalim
milletten kurtar" dedi. Medyen e doğru yöneldiğinde: "Rabbim in bana doğru yolu
göstereceğini umarım ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).
Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı.. Yanına yiyecek hiç bir şey de
almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır ile Medyen
arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nın bu seçkin kulu, aç ve bitap
düşmüş olarak bu uzun mesafeyi kat etti ve nihayet Medyen'e ulaştı. Kur'ân-i
Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:
"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu.
Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz
nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır (onun
için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra
gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi"
(el-Kasas, 28/23-24).
İbn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayı söyle anlatıyor: "Medyen suyunda
çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir kaya koyarlardı.
Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya çalışırlardı. Musa (a.s),
kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı, su çekti ve kadınların koyunlarını
suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koydu. Bu kayayı ancak on kişi
kaldırabilirdi. Musa (a.s) ise, on kişinin halledebileceği bu isleri tek basına
halletmişti. Kızlar babalarına gidip Hz. Musa'yı ve yaptığı iyiliği anlattılar.
Kur'an-ı Kerim'de kıssa söyle devam ediyor:
"O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama
ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince, başından geçeni
anlattı. O: "Korkma! Artık zâlim milletten kurtuldun"dedi. iki kadından biri:
"Babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve
güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu
iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o
senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. inşallah beni iyi
kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden
hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize
Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).
Ibn-i Kesir söyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş ayrılığı
vardır. Bunun Şuayb (a.s), olduğu hususunda kanaatler vardır. Ulemanın çoğunluğu
da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den naklolunan bir rivayeti delil
getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış,
tâ ki Musa (a.s)'a ulaşmış ve kızını ona nikâhlamıştır.
Hz. Şuayb (a.s)'in kızıyla nikâhlandıktan sonra Musa (a.s), Medyen'de kalıp,
hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete göre,
Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on sene olduğunu
buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl çobanlık yapmıştır.
Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliğinin Bildirilmesi
Musa (a.s) Medyen'de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır'a dönmeye
karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu
şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak tasıyla bir şeyler
tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Karısı da hamileydi
ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardıma
ihtiyacı vardı. Kur'an-ı Kerim'de, bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi
doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü.
Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya
tutuşmuş, bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu
yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! şüphesiz ben âlemlerin
Rabbi olan Allah'ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin yılan
gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön,
gel. Korkma. şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. "Elini koynuna koy,
lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi
Firavun ve erkânına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış
bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım.
Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha
düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni
yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz,
ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle
ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).
Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasında geçen
konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. su ayetler Allah Teâlâ'nın Musa
(a.s)'yi rasul olarak görevlendirdiği zamanın anlaşılmasında yardımcı oluyor:
"Ben seni seçtim, artık vahyolunanı dinle. şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka
ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kıl!" (Tâhâ, 20/13-14).
Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya söyle buyuruyor: "Firavun'a gidin;
doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar"
(Tâhâ, 20/43-44).
Allah Teâlâ'nın, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun
arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile bâtıl'ın amansız
savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras bıraktıkları tevhit
mücadelesi...
Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nın bu emriyle Firavun'a gitti. Onu güzellikle
Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin
peygamberiyim! Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size
Rabbinizden bir mucize getirdim, israiloğulları'nı benimle beraber salıver"
(el-A'raf, 7/104-105).
"Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı bir
özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).
Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yi zindana atmakla
tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir
delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir yılan oldu. Elini koynuna
sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş parçası oluverdi. Musa (a.s)'nın
gösterdiği bu mucizeler karşısında Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o
da sihirbazlarını toplayıp, Musa'yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki
bütün ünlü sihirbazları çağırttı ve onlardan Musa (a.s)'nın yaptıklarından daha
büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün
kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Musa (a.s) ile
yarışmaya başladılar.
"Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler.
Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanların
gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yapılar. Biz de
Musa'ya: "Asanı koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını
yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. iste orada
yenildiler, küçük düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine,
Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler" (el-A'râf, 7/115-122).
Sihirbazların iman etmeleri, Firavun'u çok kızdırdı. Onları öldürmekle tehdit
etti. iste küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya koymuş oldu.
Gelişen bu olaylar, Firavun'u yola getireceği yerde, onu daha çok azdırdı. Ve
Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata kavuşamayacağına inanıp, bu
arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana
çağırmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan,
çekirge, haşarat, kurbağa, kan gibi çeşitli azaplar gönderdi. Ancak bunların hiç
biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.
Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Musa (a.s)'nin davetine de icabet etmemeye
devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya israiloğullarını bir gece Mısır'dan
çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi şehirden
çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz'e yöneldiler. Firavun şehirde
israiloğullarından hiç bir iz göremeyince, kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu
seferber ederek, peşlerine düştü. Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet
edilmektedir. Firavun iki gün sonra israiloğullarına yetişti. israiloğullarının
önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı.
israiloğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kur'ân-i Kerim'de
olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette
yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Değneğinle denize vur" diye
vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi. iste
oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini
kurtardık" (es-şuara, 26/62-65).
"Firavun, ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne
alış!" (Tâhâ, 20/78).
Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatıyor; ve
bir kavmi nasıl kurtardığını da. iste Hak, Bâtıl'ın tepesine böyle inip, onu
ortadan kaldırabiliyor.
Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise, ölümün
geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı anda:
"israiloğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben de ona
teslim olanlardanım" dedi. Ona: "şimdi mi (inandın)? Daha önce başkaldırmış ve
bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).
Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis'e
yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bir
susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve şikayette bulundular. Allah,
Musa (a.s)'a, âsâsını taşa vurmasını emretti. Vurunca taşın oniki yerinden su
fışkırdı. Her Yahudi kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana
kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ israiloğullarına, gökten
kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat israiloğullarının o
ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı.
Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe
dayanamayacagız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze,
kabak, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı
daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz
istediğiniz vardır" demişti" (el-Bakara, 2/61).
Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin
kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karşılaştılar.
Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu
mukaddes beldeden çıkarmalarını emretti. Fakat, israiloğulları buna cesaret
edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve
Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (el-Maide,
5/24).
Çünkü israiloğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya
alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir manâ
taşımıyordu. Allah'da onları Tih çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Kavmine söz
geçiremediğinden yakınan Musa'ya, Allah Teâlâ: "Orası onlara kırk yıl haram
kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet
için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26).
Zamanla, bu zillet içinde yasayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle
yasayan bir nesile terk etti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-i Mukaddes'e
girmeye muvaffak oldular.
israiloğulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Hz.
Musa'nın Tur dağında kırk gün geçirdiği bir zamanda, Sâmirî isimli bir şahsın
imal ettiği ve "iste sizin de Musa'nın da tanrısı" dediği altından bir buzağıya
tapmaya başladılar. Musa (a.s) döndüğünde onları buzağıya tapınır görünce çok
üzüldü. Harun (a.s)'a çıkıştı. israiloğullarını buzağıya tapınmaktan
vazgeçirmeye çalıştı. israiloğulları ise, her fırsatta iki yüzlülüklerini
sergilediler (Sâmirî olayı bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa
(a.s), hayatı boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu uğurda pek çok eziyetle
karşılaştı. Yurdundan çıkarıldı, ölümle tehdit edildi ve etrafında kendisiyle
beraber, inanan pek az insan bulabildi.
Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)'dan sonra öldü. israiloğullarını Arz-i
Mukaddes'e sokamadı. Öldüğünde yüz yirmi yaşında idi. Buhârî, onun ölümü ile
ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Musa (a.s) onun
yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı.
Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru
eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa'ya gönderdi:
"Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra
ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm simdi gelsin" niyazında
bulundu. Sonra Allah Teâlâ'dan, kendisini bir taş atımı Beyti Makdis'e
yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a)
söyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım,
onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size
gösterirdim" buyurdu".
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . İLYAS A.S.
Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberlerden biri. Hz. Musa (a.s)'dan sonra
gelen nesebi Hz. Harun (a.s)'a dayandığı rivayet edilen bir israiloğulları
Peygamberi.
Hz. Musa'dan sonra israiloğullarının çeşitli boyları. Şam civarına yerleşmiştir.
şam bölgesindeki "Bek" şehrine yerleşen ve zamanla Allah'a isyan ederek haddi
asan bir Beni israil kabilesine Hz. İlyas (a.s)'in gönderildiği rivayet
edilmektedir. İlyas (a.s) Kur'an-ı Kerîm'de iki değişik sûrede anılmıştır. Bir
yerde diğer Peygamberler ile birlikte ismi geçmiştir: "(İbrahim'e) Zekeriya,
Yahya, İsa ve İlyas'ı da bağışladık. Hepsi Salihlerdendi" (el-Enbiya, 21/85).
Diğer sûrede ise İlyas (a.s)'in kıssası özetle anlatılmıştır. Musa ve Harun
(a.s)'dan bahsedilmiş, onların Allah'ın salih kulları olduğu anlatıldıktan sonra
İlyas (a.s)'in kıssasına geçilmiştir: "Muhakkak İlyas da peygamberlerdendi"
(es-Sâffat, 37/123). Bu ayet-i kerime İlyas (a.s)'in etrafında Yahudiler ve
Hıristiyanlar tarafından oluşturulmuş olan efsanevî kimliği aralamakta, onun
Allah'ın diğer Peygamberleri gibi bir peygamber olduğunu anlatmaktadır. Buhârî,
Kitâbu'l-Enbiyâ bölümünde İlyas (a.s) için bir bab açmış ve onun kıssasını
anlatan es-Sâffât suresindeki ayetleri bu babda zikretmiştir. ibn Mes'ûd ve ibn
Abbas'ın rivayetine göre Hz. İlyas ile İdris (a.s) aynı şâhıstır (Buhârî,
Enbiyâ, 4). İdris (a.s) da Nuh (a.s)'in babasının dedesidir (Buhâri, Enbiyâ, 5).
İlyas (a.s) Peygamber olarak gönderildiği insanları dine davet etmiştir:
"(Hz.İlyas) milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların
en iyisi olan, sizin de Rabbiniz önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı
bırakıp da Ba'l putuna mı taparsınız?" demişti (es-Sâffât, 37/124-126).
Ayet-i Kerime'de geçen "Ba'l" o kavmin tapındığı putun ismidir. Oturduğu
şehirlerinin ismi "Bek" olan bu halkın, tapındıkları puttan dolayı şehirlerinin
isminin "Ba'lebek" olduğu rivayet edilmektedir.
Rivayete göre Hz. İlyas israiloğullarına Hizkil (a.s)'dan sonra gönderilmiştir.
insanları Allah'a imana çağıran Hz. İlyas, kavminin Ba'l putuna tapmamasını
emretmiştir. O bölgenin kralı önce iman etmesine rağmen daha sonra irtidat
ederek Hz. İlyas (a.s)'i öldürmeye kalkmıştır. Hz. İlyas yedi sene kadar
dağlarda bayırlarda dolaşmış, insanları Tevrat'ın emirlerine davet etmiş, iman
etmemeleri üzerine, o beldeye üç yıl hiç yağmur düşmemiştir. Daha sonra Hz.
ilyas'ın duasıyla yağmur yağmasına rağmen yine İlyas (a.s)'a iman etmemişlerdir.
Kendisinden sonraki Beni israil Peygamberlerinden Kur'an'da ismi zikredilen
Elyas'a (a.s)'i Hz. ilyas yetiştirmiştir. Rivayete göre kavminin imansızlığına
kızan İlyas (a.s), Allahu Teâlâ'dan kendisini gökyüzüne kaldırması için dua
etmiş, bunun üzerine belirlenen bir yerde yanında Elyas'a (a.s) da varken gökten
gelen ateş gibi bir ata binip havalanmış, nübüvvet simgesi olarak da aşağıda
kalan Elyas'a hırkasını atmış ve semâya refedilmiştir.
Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu rivayetler israiloğullarının Tevrat kökenli
rivayetleridir. işin doğrusunu en iyi Allah bilir (ibn Kesîr, Tefsiru'l
Kur'ani'l Azîm, VII, 31). Hz. ilyas (a.s)'in, Hızır (a.s) ile yılda bir kez
buluştuğuna inanılır, halk arasında bu buluşma Hızır ilyas (Hıdrellez*) şeklinde
simgelenmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberlerden biri. Hz. Musa (a.s)'dan sonra
gelen nesebi Hz. Harun (a.s)'a dayandığı rivayet edilen bir israiloğulları
Peygamberi.
Hz. Musa'dan sonra israiloğullarının çeşitli boyları. Şam civarına yerleşmiştir.
şam bölgesindeki "Bek" şehrine yerleşen ve zamanla Allah'a isyan ederek haddi
asan bir Beni israil kabilesine Hz. İlyas (a.s)'in gönderildiği rivayet
edilmektedir. İlyas (a.s) Kur'an-ı Kerîm'de iki değişik sûrede anılmıştır. Bir
yerde diğer Peygamberler ile birlikte ismi geçmiştir: "(İbrahim'e) Zekeriya,
Yahya, İsa ve İlyas'ı da bağışladık. Hepsi Salihlerdendi" (el-Enbiya, 21/85).
Diğer sûrede ise İlyas (a.s)'in kıssası özetle anlatılmıştır. Musa ve Harun
(a.s)'dan bahsedilmiş, onların Allah'ın salih kulları olduğu anlatıldıktan sonra
İlyas (a.s)'in kıssasına geçilmiştir: "Muhakkak İlyas da peygamberlerdendi"
(es-Sâffat, 37/123). Bu ayet-i kerime İlyas (a.s)'in etrafında Yahudiler ve
Hıristiyanlar tarafından oluşturulmuş olan efsanevî kimliği aralamakta, onun
Allah'ın diğer Peygamberleri gibi bir peygamber olduğunu anlatmaktadır. Buhârî,
Kitâbu'l-Enbiyâ bölümünde İlyas (a.s) için bir bab açmış ve onun kıssasını
anlatan es-Sâffât suresindeki ayetleri bu babda zikretmiştir. ibn Mes'ûd ve ibn
Abbas'ın rivayetine göre Hz. İlyas ile İdris (a.s) aynı şâhıstır (Buhârî,
Enbiyâ, 4). İdris (a.s) da Nuh (a.s)'in babasının dedesidir (Buhâri, Enbiyâ, 5).
İlyas (a.s) Peygamber olarak gönderildiği insanları dine davet etmiştir:
"(Hz.İlyas) milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların
en iyisi olan, sizin de Rabbiniz önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı
bırakıp da Ba'l putuna mı taparsınız?" demişti (es-Sâffât, 37/124-126).
Ayet-i Kerime'de geçen "Ba'l" o kavmin tapındığı putun ismidir. Oturduğu
şehirlerinin ismi "Bek" olan bu halkın, tapındıkları puttan dolayı şehirlerinin
isminin "Ba'lebek" olduğu rivayet edilmektedir.
Rivayete göre Hz. İlyas israiloğullarına Hizkil (a.s)'dan sonra gönderilmiştir.
insanları Allah'a imana çağıran Hz. İlyas, kavminin Ba'l putuna tapmamasını
emretmiştir. O bölgenin kralı önce iman etmesine rağmen daha sonra irtidat
ederek Hz. İlyas (a.s)'i öldürmeye kalkmıştır. Hz. İlyas yedi sene kadar
dağlarda bayırlarda dolaşmış, insanları Tevrat'ın emirlerine davet etmiş, iman
etmemeleri üzerine, o beldeye üç yıl hiç yağmur düşmemiştir. Daha sonra Hz.
ilyas'ın duasıyla yağmur yağmasına rağmen yine İlyas (a.s)'a iman etmemişlerdir.
Kendisinden sonraki Beni israil Peygamberlerinden Kur'an'da ismi zikredilen
Elyas'a (a.s)'i Hz. ilyas yetiştirmiştir. Rivayete göre kavminin imansızlığına
kızan İlyas (a.s), Allahu Teâlâ'dan kendisini gökyüzüne kaldırması için dua
etmiş, bunun üzerine belirlenen bir yerde yanında Elyas'a (a.s) da varken gökten
gelen ateş gibi bir ata binip havalanmış, nübüvvet simgesi olarak da aşağıda
kalan Elyas'a hırkasını atmış ve semâya refedilmiştir.
Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu rivayetler israiloğullarının Tevrat kökenli
rivayetleridir. işin doğrusunu en iyi Allah bilir (ibn Kesîr, Tefsiru'l
Kur'ani'l Azîm, VII, 31). Hz. ilyas (a.s)'in, Hızır (a.s) ile yılda bir kez
buluştuğuna inanılır, halk arasında bu buluşma Hızır ilyas (Hıdrellez*) şeklinde
simgelenmiştir.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . SÜLEYMAN A.S.
Tarih, yaklaşık olarak İ.Ö. 970-931 yılları arasında yaşadığı düşünülen Hz.
Davud'un oğlu Hz. Süleyman'ın kurduğu muhteşem krallığa şahitlik eder. Öyle ki
Hz. Süleyman, babasından sınırları Mısır'dan Fırat'a kadar uzanan bir krallık
devralmış ve kısa sürede hakimiyetini güçlendirmişti. Ve kendi yaşadığı dönemde
öylesine büyük bir hakimiyet kurmuştu ki, Allah'a olan imanının ve üstün aklının
kendisine kazandırdığı bu ihtişam, yüzyıllar sonra bile insanların hayranligini
ve dikkatini üzerine çekmeye devam etmektedir.Hz. Süleyman'ın hayati, Allah'a
gönülden iman eden bir müslümanın aklının ne kadar fazla, ufkunun ne kadar geniş
olduğunu bütün insanlığa gösteren çok çarpıcı bir delildir. Hz. Süleyman (a.s.)
cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu ile kurduğu hakimiyeti, muhteşem bir
saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri tekniği kullanılarak üstün
bir estetik anlayışı ile inşa edilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve
görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar, benzersiz bir estetik
anlayışı ile yerleştirilmişti. Elbette Hz. Süleyman'ın bu mekâni, görenlerde
büyük hayranlık uyandırıyordu.
İnsanların bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fıtratına en
uygun olan estetik anlayışını ve ortamı birden karşılarında görmeleri olmuştur.
Zira Hz. Süleyman, yaptırdığı bu görkemli sarayı, imanın nuru ve onun getirdiği
üstün bir akıl ile yaptırmıştı. Ve bir Müslümanın hangi çağda veya hangi
şartlarda yaşarsa yaşasın Allah'ın kendisine verdiği imkânları en güzel şekilde
kullanarak eşsiz bir mekân oluşturabileceğinin en güzel örneğini sergilemişti.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in Neml Sûresi'nin bir çok ayeti, onunla aynı dönemde
yaşayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın ihtişamlı
sarayını gördükten sonra ona biat ettiğinden bahseder. Hz. Süleyman, Sebe
Melikesi Belkıs'ın varlığını kendisine haber getiren Hüdhüd sayesinde
öğrenmişti:"Derken uzun zaman geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki: "Senin
kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir
haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona
her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı
bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını
süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar
hidayet bulmuyorlar." (Neml Sûresi 22-24)
Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman, Allah'ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde
eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe
halkını, imana davet etmek için onlara "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla"
başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya
çağırmıştı. "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'şüphesiz Rahman ve Rahim Olan
Allah'in Adıyla' (başlamakta)dır. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin
ve bana müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). (Neml Sûresi 30-31)
Sebe Melikesi o ana kadar hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm
hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman'ın, bu mektubu
karşısında çok şaşırmıştı. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacağından emin
olduğu bu hükümdarı, kararından vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek
yolunu seçmişti. Ne var ki Allah'ın rızasını ve rahmetini hiç bir zaman maddî
bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi
Belkıs'ın hediyelerini geri çevirmiş ve elçileri vasıtasıyla ona ne kadar
kararlı, onurlu ve Allah'a bağlı olduğunu gösteren şöyle bir haber
göndermişti:"(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile
yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha
hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. Sen onlara
dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil
ve biz onları oradan horlanmış aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp
çıkarırız." (Neml Sûresi 36-37)
Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs'a Allah'ın adı ile başladığı mektubunda kendi
gücünün Yüce Rabbinden geldiğini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip olduğunu
hissettirmişti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan oluşan, ona büyük
bir teslimiyetle ve şevkle bağlı bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her
üyesi Süleyman Aleyhisselam ın bütün sözlerini büyük bir hoşnutlukla ve tam bir
itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman'ın ordusunun tüm gücü
Allah'tan gelmekteydi ve Allah'ın ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün
gelecekti.
Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman'ın) sarayına gittiğinde o güne kadar
hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı:
"Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek)
ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma
düzeltilmiş bir köşk zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime
zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oldum." (Neml Sûresi 44)
Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz.
Süleyman'ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve
bir zenginlikle karşılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştur.
Aslında Sebe Melikesi Belkıs'ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği
saraya değil, Hz. Süleyman'ın aklınadır. Çünkü Belkıs'ın karşılaştığı manzara, o
dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en
güzel yerdir.
Âyette de ifade edildiği gibi camdan olan köşk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe
Melikesi Belkıs, ıslanmaması için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektiğini
düşünmüştü. Sarayın muhteşemliği ve görkemi, Müslümanların ruhlarında yaşadığı
zenginliği yansıtıyordu.
Belkısın başka bir ülkenin hükümdarı olmasına ve bu ülkenin en büyük servetine
sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman'ın yaşadığı mekândan ve onun zenginliğinden
etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda
yaşamasına rağmen, pek çok kişi insan fitratının hoşlanacağı estetiği
sağlayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman'ın sarayının her köşesinde görülen zevk,
akıl ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm değildir. İşte
aradaki bu farkı daha sarayın girişini görür görmez anlayan Belkıs, böyle bir
yeri meydana getiren akla ve o aklın üstünlüğüne hemen teslim olmuştur. Sebe
melikesi Süleyman Âleyhisselamın aklının sahibi olan Cenâb-ı Allah'a iman
ettiğini söylemiş ve müslümanlardan olmayı kabul etmiştir.
Hz. Süleyman ve onunla birlikte yasayan mü'minler, Allah'ın kendilerine verdiği
bu büyük mülkü taşımaya lâyık ve ehil kimselerdi. Rabbine karşı son derece güzel
ahlâklı, teslimiyetli ve mütevazi bir peygamber olan Hz. Süleyman, kendisine
nimet olarak bahsedilen bu büyük zenginliği yine yalnızca Allah'ı razı etmek ve
onların kalbini Islâm'a ısındırmak için kullanıyordu. Pek çok peygamber de aynı
Hz. Süleyman gibi insanlara dini tebliğ ederken halkın karşısına büyük bir
zenginlikle çıkarak, onları etkileme yoluna gitmişti. Hazinenin başına getirilen
Hz. Yusuf, kendisine büyük bir mülk verilen Hz. İbrahim, görenleri hayrete
düşürecek kadar ihtisamlı bir hâkimiyete sahip olan Hz. Süleyman ve fakirken
zengin kılınan Peygamberimiz Hz. Muhammed, yaşadıkları hayat boyunca bunun en
güzel örneklerini sergilemişlerdir.
Peygamberlerin bu zenginliği ve yaşadıkları üstün ahlâki gören insanlar, hiç bir
sistemin ya da ideolojinin kendilerine sunmadığı böyle bir maneviyatı ve maddî
ihtişamı elde edebilmenin yolunu merak ediyorlardı. Bu nedenle Islâmı henüz
tanımayan insanlar, ilk basta bu zenginliğin sebebine ve gördükleri ahlâkî
yapısına karşı duydukları merakla Islâma yaklasmışlardır. Ahlâkî üstünlükleri ve
tümüyle Allah yolunda kullandıkları zenginlikleriyle halkın kalbini Islâma
ısındıran peygamberler, böylece kısa sürede Allah'ın izniyle büyük kitlelere
dini yaymayı başarmışlardır.
Tarih, yaklaşık olarak İ.Ö. 970-931 yılları arasında yaşadığı düşünülen Hz.
Davud'un oğlu Hz. Süleyman'ın kurduğu muhteşem krallığa şahitlik eder. Öyle ki
Hz. Süleyman, babasından sınırları Mısır'dan Fırat'a kadar uzanan bir krallık
devralmış ve kısa sürede hakimiyetini güçlendirmişti. Ve kendi yaşadığı dönemde
öylesine büyük bir hakimiyet kurmuştu ki, Allah'a olan imanının ve üstün aklının
kendisine kazandırdığı bu ihtişam, yüzyıllar sonra bile insanların hayranligini
ve dikkatini üzerine çekmeye devam etmektedir.Hz. Süleyman'ın hayati, Allah'a
gönülden iman eden bir müslümanın aklının ne kadar fazla, ufkunun ne kadar geniş
olduğunu bütün insanlığa gösteren çok çarpıcı bir delildir. Hz. Süleyman (a.s.)
cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu ile kurduğu hakimiyeti, muhteşem bir
saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri tekniği kullanılarak üstün
bir estetik anlayışı ile inşa edilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve
görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar, benzersiz bir estetik
anlayışı ile yerleştirilmişti. Elbette Hz. Süleyman'ın bu mekâni, görenlerde
büyük hayranlık uyandırıyordu.
İnsanların bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fıtratına en
uygun olan estetik anlayışını ve ortamı birden karşılarında görmeleri olmuştur.
Zira Hz. Süleyman, yaptırdığı bu görkemli sarayı, imanın nuru ve onun getirdiği
üstün bir akıl ile yaptırmıştı. Ve bir Müslümanın hangi çağda veya hangi
şartlarda yaşarsa yaşasın Allah'ın kendisine verdiği imkânları en güzel şekilde
kullanarak eşsiz bir mekân oluşturabileceğinin en güzel örneğini sergilemişti.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in Neml Sûresi'nin bir çok ayeti, onunla aynı dönemde
yaşayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın ihtişamlı
sarayını gördükten sonra ona biat ettiğinden bahseder. Hz. Süleyman, Sebe
Melikesi Belkıs'ın varlığını kendisine haber getiren Hüdhüd sayesinde
öğrenmişti:"Derken uzun zaman geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki: "Senin
kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir
haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona
her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı
bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını
süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar
hidayet bulmuyorlar." (Neml Sûresi 22-24)
Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman, Allah'ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde
eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe
halkını, imana davet etmek için onlara "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla"
başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya
çağırmıştı. "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'şüphesiz Rahman ve Rahim Olan
Allah'in Adıyla' (başlamakta)dır. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin
ve bana müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). (Neml Sûresi 30-31)
Sebe Melikesi o ana kadar hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm
hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman'ın, bu mektubu
karşısında çok şaşırmıştı. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacağından emin
olduğu bu hükümdarı, kararından vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek
yolunu seçmişti. Ne var ki Allah'ın rızasını ve rahmetini hiç bir zaman maddî
bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi
Belkıs'ın hediyelerini geri çevirmiş ve elçileri vasıtasıyla ona ne kadar
kararlı, onurlu ve Allah'a bağlı olduğunu gösteren şöyle bir haber
göndermişti:"(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile
yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha
hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. Sen onlara
dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil
ve biz onları oradan horlanmış aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp
çıkarırız." (Neml Sûresi 36-37)
Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs'a Allah'ın adı ile başladığı mektubunda kendi
gücünün Yüce Rabbinden geldiğini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip olduğunu
hissettirmişti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan oluşan, ona büyük
bir teslimiyetle ve şevkle bağlı bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her
üyesi Süleyman Aleyhisselam ın bütün sözlerini büyük bir hoşnutlukla ve tam bir
itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman'ın ordusunun tüm gücü
Allah'tan gelmekteydi ve Allah'ın ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün
gelecekti.
Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman'ın) sarayına gittiğinde o güne kadar
hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı:
"Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek)
ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma
düzeltilmiş bir köşk zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime
zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oldum." (Neml Sûresi 44)
Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz.
Süleyman'ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve
bir zenginlikle karşılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştur.
Aslında Sebe Melikesi Belkıs'ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği
saraya değil, Hz. Süleyman'ın aklınadır. Çünkü Belkıs'ın karşılaştığı manzara, o
dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en
güzel yerdir.
Âyette de ifade edildiği gibi camdan olan köşk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe
Melikesi Belkıs, ıslanmaması için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektiğini
düşünmüştü. Sarayın muhteşemliği ve görkemi, Müslümanların ruhlarında yaşadığı
zenginliği yansıtıyordu.
Belkısın başka bir ülkenin hükümdarı olmasına ve bu ülkenin en büyük servetine
sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman'ın yaşadığı mekândan ve onun zenginliğinden
etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda
yaşamasına rağmen, pek çok kişi insan fitratının hoşlanacağı estetiği
sağlayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman'ın sarayının her köşesinde görülen zevk,
akıl ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm değildir. İşte
aradaki bu farkı daha sarayın girişini görür görmez anlayan Belkıs, böyle bir
yeri meydana getiren akla ve o aklın üstünlüğüne hemen teslim olmuştur. Sebe
melikesi Süleyman Âleyhisselamın aklının sahibi olan Cenâb-ı Allah'a iman
ettiğini söylemiş ve müslümanlardan olmayı kabul etmiştir.
Hz. Süleyman ve onunla birlikte yasayan mü'minler, Allah'ın kendilerine verdiği
bu büyük mülkü taşımaya lâyık ve ehil kimselerdi. Rabbine karşı son derece güzel
ahlâklı, teslimiyetli ve mütevazi bir peygamber olan Hz. Süleyman, kendisine
nimet olarak bahsedilen bu büyük zenginliği yine yalnızca Allah'ı razı etmek ve
onların kalbini Islâm'a ısındırmak için kullanıyordu. Pek çok peygamber de aynı
Hz. Süleyman gibi insanlara dini tebliğ ederken halkın karşısına büyük bir
zenginlikle çıkarak, onları etkileme yoluna gitmişti. Hazinenin başına getirilen
Hz. Yusuf, kendisine büyük bir mülk verilen Hz. İbrahim, görenleri hayrete
düşürecek kadar ihtisamlı bir hâkimiyete sahip olan Hz. Süleyman ve fakirken
zengin kılınan Peygamberimiz Hz. Muhammed, yaşadıkları hayat boyunca bunun en
güzel örneklerini sergilemişlerdir.
Peygamberlerin bu zenginliği ve yaşadıkları üstün ahlâki gören insanlar, hiç bir
sistemin ya da ideolojinin kendilerine sunmadığı böyle bir maneviyatı ve maddî
ihtişamı elde edebilmenin yolunu merak ediyorlardı. Bu nedenle Islâmı henüz
tanımayan insanlar, ilk basta bu zenginliğin sebebine ve gördükleri ahlâkî
yapısına karşı duydukları merakla Islâma yaklasmışlardır. Ahlâkî üstünlükleri ve
tümüyle Allah yolunda kullandıkları zenginlikleriyle halkın kalbini Islâma
ısındıran peygamberler, böylece kısa sürede Allah'ın izniyle büyük kitlelere
dini yaymayı başarmışlardır.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . ÜZEYR A.S.
israilogullarina (Yahudilere) göre meshur bir
peygamber olan Üzeyr (a.s)'in adi Kur'an-i Kerîm'de geçmektedir. Fakat Islâm'a
göre onun peygamber olup olmadigi hususunda ihtilaf vardir.
Üzeyr (a.s)'in adi hakkinda da alimlerin farkli yorumlari vardir. Bazi alimlere
göre onun adi Arapça bir isimdir. Diger bazi alimlere göre ise, Üzeyr kelimesi
Arapça degil, ibranicedir (el-Ukberî, imlau ma menne bihi'r Rahman, Misir, 1961,
II, 7).
ibranice'de Üzeyr kelimesinin karsiligi "Azra"dir. Tevrat'in bu dildeki
nüshasinda böyle geçmektedir (Biblio Hobraica, nsr. Rud. Kittel, Stuttgart,1952;
Esra, VII,1; Nehemio, VIII,13).
Üzeyr (a.s), Harun Peygamber'in neslinden gelmektedir (es-Sa'lebî, el-Arais,
Misir, 1951, 344).
Üzeyr (a.s)'in adi, Kur'an-i Kerîm'de bir yerde geçmektedir: "Yahudiler. 'Üzeyr,
Allah'in ogludur; dediler. Hristiyanlar da: Mesih Allah'in ogludur', dediler.
Bu, onlarin agizlariyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr
etmis(olan müsrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onlari kahretsin, nasil
da (haktan batila) çevriliyorlar!.. Hahamlarini ve rahiplerini Allah'tan ayri
rehber edindiler, Meryem oglu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalniz tek Tanri olan
Allah'a ibâdet etmeleri emredilmisti. Ondan baska ilâh yoktur. O, onlarin ortak
kostuklari seylerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30, 31).
Burada söz konusu olan Üzeyr (a.s) hakkinda çesitli rivâyetler vardir. En
meshuru ibn Abbas'in rivâyetidir. Buna göre, Yüce Allah isrâil ogullarinin
elinde bulunan Tevrat'i onlardan aldi. Tevratin içinde bulundugu sandigi
kaybettiler. Ayni zamanda Tevrat zihinlerinden de silindi. israil ogullari buna
çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr (a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarip
yakardi. Allah'tan inen bir nur, onun kalbine girdi. Unutmus oldugu Tevrat'i
hatirladi. Ondan sonra Tevrat'i yeniden israil ogullarina ögretti. Daha sonra
Tevrat'in içinde bulundugu sandik bulundu. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'in
ögrettiginin aslina uygun oldugunu gördüler. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'i çok
sevdiler. Fakat bu hususta asiri gittiler. "O, olsa olsa Allah'in ogludur"
dediler (ibn Cerir et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Misir,1951, X,111). Bu âyetler,
onlarin bu hususta asiri gitmelerini ve Hristiyanlarin da, isâ (a.s) Allah'in
ogludur diye söylemelerini reddetme mahiyetinde nazil olmustur. Onlarin bu
sözlerinin batil oldugu anlatilmis ve Yüce Allah'in, onlarin bu iddialarindan
münezzeh oldugu ifâde edilmistir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esraru't Te'vîl,
Misir, 1955, I, 196).
Yahudilerin bu hususta asiri gitmeleri, Kur'an'in baska yerlerinde de tenkid
edilmistir. "Vay haline o kimselerin ki, Kitabi elleriyle yazip, az bir paraya
satmak için, "Bu Allah'in katindandir. " derler. Ellerinin yazarligindan ötürü
vay haline onlarin! Kazandiklarindan ötürü vay haline onlarin!" (el-Bakara,
2/79) mealindeki âyette Yahudiler kasdedilmektedir. Onlarin Tevrat'i tahrif
ettikleri, ondan sonra kendileri tarafindan yazilan bir kitabi Allah'in kitabi
diye tanitmalari söz konusudur. Onlar bu sekilde kitab yazmislar, Allah'in
kelâmi olarak ileri sürmüsler ve bununla menfaat ile nüfûz saglamaya
çalismislardir. Bu âyette, onlarin bu yaptiklari tenkid edilmektedir (Muhammed
Ali es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsir, istanbul, 1987, I, 71 vd).
Asagidaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkid edilmistir:
"Onlardan bir grup, okuduklarini kitaptan sanasiniz diye kitabi okurken,
dillerini egip bükerler. Halbuki okuduklari, kitaptan degildir. Söyledikleri
Allah katindan olmadigi halde, "Bu, Allah katindandir. " derler. Onlar bile bile
Allah'a iftira ediyorlar" (Âlu imran, 3/78).
ibn Abbas (r.a)'dan nakledildigine göre, bu ayette de Yahudiler kasdedilmektedir.
Buna göre, onlar Allah'in kelâmini kaybetmisler. Kendi uydurduklarini Allah'in
kelami olarak tanitmaya çalismislar. Onlarin bu yaptiklari yalan ve uydurmadir
(ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,1977, I, 182 vd.).
Üzeyr (a.s) ile ilgili bulundugu söylenen diger bir ayet de söyledir;
"Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin çatilari duvarlari üzerine çökmüs (yikik
dökük olmus) issiz bir kasabaya ugradi. "Ölümünden sonra Allah bunlari nasil
diriltir acaba!" dedi. Hemen Allah onu öldürdü, yüz sene sonra tekrar diriltti.
"Ne kadar kaldin burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah ona:
"Bilakis yüz sene kaldin. Yiyecegine ve içecegine bak, henüz bozulmamistir. Bir
de esegine bak. Seni Insanlar için bir âyet (ibret isâreti) kilalim diye (yüz
sene ölü tuttuk sonra tekrar dirilttik). simdi sen kemiklere bak, onlari nasil
birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasil et giydiriyoruz. " dedi. Durum
kendisince anlasilinca, "süphesiz Allah'in her seye kadir oldugunu bilmeliyim"
dedi (el-Bakara, 2/259).
Bu ayette söz konusu olan zatin kim oldugu hususunda çesitli rivâyetler vardir.
Fakat alimlerin ekseriyetine göre bu zat, Üzeyr (a.s)'dir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl,
I, 57).
Hz. Muhammed (s.a.s), Üzeyr (a.s)'in peygamber olup olmadigi hususunda söyle
buyurmustur: "Bilmiyorum, Üzeyr peygamber midir, degil midir?" (Ali Nasif et-Tâc,
III, 302). Bundan dolayi Islâm inancinda Üzeyr (a.s)'in peygamberligi ihtilafli
kabul edilmistir.
Peygamber olsun veya olmasin, Üzeyr (a.s) Allah'a tam manasiyla inanmis, kamil
imân sahibi olan bir zatti. Hayati boyunca, Allah'in rizasini kazanmak için
serden kaçmis, hayra kosmustur. Çevresindeki Insanlari da bu sekilde inanmaya ve
Allah'in emir ile yasaklarina riâyet etmeye davet etmistir.
israilogullarina (Yahudilere) göre meshur bir
peygamber olan Üzeyr (a.s)'in adi Kur'an-i Kerîm'de geçmektedir. Fakat Islâm'a
göre onun peygamber olup olmadigi hususunda ihtilaf vardir.
Üzeyr (a.s)'in adi hakkinda da alimlerin farkli yorumlari vardir. Bazi alimlere
göre onun adi Arapça bir isimdir. Diger bazi alimlere göre ise, Üzeyr kelimesi
Arapça degil, ibranicedir (el-Ukberî, imlau ma menne bihi'r Rahman, Misir, 1961,
II, 7).
ibranice'de Üzeyr kelimesinin karsiligi "Azra"dir. Tevrat'in bu dildeki
nüshasinda böyle geçmektedir (Biblio Hobraica, nsr. Rud. Kittel, Stuttgart,1952;
Esra, VII,1; Nehemio, VIII,13).
Üzeyr (a.s), Harun Peygamber'in neslinden gelmektedir (es-Sa'lebî, el-Arais,
Misir, 1951, 344).
Üzeyr (a.s)'in adi, Kur'an-i Kerîm'de bir yerde geçmektedir: "Yahudiler. 'Üzeyr,
Allah'in ogludur; dediler. Hristiyanlar da: Mesih Allah'in ogludur', dediler.
Bu, onlarin agizlariyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr
etmis(olan müsrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onlari kahretsin, nasil
da (haktan batila) çevriliyorlar!.. Hahamlarini ve rahiplerini Allah'tan ayri
rehber edindiler, Meryem oglu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalniz tek Tanri olan
Allah'a ibâdet etmeleri emredilmisti. Ondan baska ilâh yoktur. O, onlarin ortak
kostuklari seylerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30, 31).
Burada söz konusu olan Üzeyr (a.s) hakkinda çesitli rivâyetler vardir. En
meshuru ibn Abbas'in rivâyetidir. Buna göre, Yüce Allah isrâil ogullarinin
elinde bulunan Tevrat'i onlardan aldi. Tevratin içinde bulundugu sandigi
kaybettiler. Ayni zamanda Tevrat zihinlerinden de silindi. israil ogullari buna
çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr (a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarip
yakardi. Allah'tan inen bir nur, onun kalbine girdi. Unutmus oldugu Tevrat'i
hatirladi. Ondan sonra Tevrat'i yeniden israil ogullarina ögretti. Daha sonra
Tevrat'in içinde bulundugu sandik bulundu. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'in
ögrettiginin aslina uygun oldugunu gördüler. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'i çok
sevdiler. Fakat bu hususta asiri gittiler. "O, olsa olsa Allah'in ogludur"
dediler (ibn Cerir et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Misir,1951, X,111). Bu âyetler,
onlarin bu hususta asiri gitmelerini ve Hristiyanlarin da, isâ (a.s) Allah'in
ogludur diye söylemelerini reddetme mahiyetinde nazil olmustur. Onlarin bu
sözlerinin batil oldugu anlatilmis ve Yüce Allah'in, onlarin bu iddialarindan
münezzeh oldugu ifâde edilmistir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esraru't Te'vîl,
Misir, 1955, I, 196).
Yahudilerin bu hususta asiri gitmeleri, Kur'an'in baska yerlerinde de tenkid
edilmistir. "Vay haline o kimselerin ki, Kitabi elleriyle yazip, az bir paraya
satmak için, "Bu Allah'in katindandir. " derler. Ellerinin yazarligindan ötürü
vay haline onlarin! Kazandiklarindan ötürü vay haline onlarin!" (el-Bakara,
2/79) mealindeki âyette Yahudiler kasdedilmektedir. Onlarin Tevrat'i tahrif
ettikleri, ondan sonra kendileri tarafindan yazilan bir kitabi Allah'in kitabi
diye tanitmalari söz konusudur. Onlar bu sekilde kitab yazmislar, Allah'in
kelâmi olarak ileri sürmüsler ve bununla menfaat ile nüfûz saglamaya
çalismislardir. Bu âyette, onlarin bu yaptiklari tenkid edilmektedir (Muhammed
Ali es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsir, istanbul, 1987, I, 71 vd).
Asagidaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkid edilmistir:
"Onlardan bir grup, okuduklarini kitaptan sanasiniz diye kitabi okurken,
dillerini egip bükerler. Halbuki okuduklari, kitaptan degildir. Söyledikleri
Allah katindan olmadigi halde, "Bu, Allah katindandir. " derler. Onlar bile bile
Allah'a iftira ediyorlar" (Âlu imran, 3/78).
ibn Abbas (r.a)'dan nakledildigine göre, bu ayette de Yahudiler kasdedilmektedir.
Buna göre, onlar Allah'in kelâmini kaybetmisler. Kendi uydurduklarini Allah'in
kelami olarak tanitmaya çalismislar. Onlarin bu yaptiklari yalan ve uydurmadir
(ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,1977, I, 182 vd.).
Üzeyr (a.s) ile ilgili bulundugu söylenen diger bir ayet de söyledir;
"Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin çatilari duvarlari üzerine çökmüs (yikik
dökük olmus) issiz bir kasabaya ugradi. "Ölümünden sonra Allah bunlari nasil
diriltir acaba!" dedi. Hemen Allah onu öldürdü, yüz sene sonra tekrar diriltti.
"Ne kadar kaldin burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah ona:
"Bilakis yüz sene kaldin. Yiyecegine ve içecegine bak, henüz bozulmamistir. Bir
de esegine bak. Seni Insanlar için bir âyet (ibret isâreti) kilalim diye (yüz
sene ölü tuttuk sonra tekrar dirilttik). simdi sen kemiklere bak, onlari nasil
birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasil et giydiriyoruz. " dedi. Durum
kendisince anlasilinca, "süphesiz Allah'in her seye kadir oldugunu bilmeliyim"
dedi (el-Bakara, 2/259).
Bu ayette söz konusu olan zatin kim oldugu hususunda çesitli rivâyetler vardir.
Fakat alimlerin ekseriyetine göre bu zat, Üzeyr (a.s)'dir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl,
I, 57).
Hz. Muhammed (s.a.s), Üzeyr (a.s)'in peygamber olup olmadigi hususunda söyle
buyurmustur: "Bilmiyorum, Üzeyr peygamber midir, degil midir?" (Ali Nasif et-Tâc,
III, 302). Bundan dolayi Islâm inancinda Üzeyr (a.s)'in peygamberligi ihtilafli
kabul edilmistir.
Peygamber olsun veya olmasin, Üzeyr (a.s) Allah'a tam manasiyla inanmis, kamil
imân sahibi olan bir zatti. Hayati boyunca, Allah'in rizasini kazanmak için
serden kaçmis, hayra kosmustur. Çevresindeki Insanlari da bu sekilde inanmaya ve
Allah'in emir ile yasaklarina riâyet etmeye davet etmistir.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . İSA A.S.
Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve israiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz.
İsa (a.s) batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce
doğmuştur.
Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan
Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru
peygamberliğini İnsanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak
dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek
için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu
şöyle anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s),
Yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa
(a.s)'in getirdiği akideyi yerleştirmeye ve Yahudilere daha önce bildirilen
zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.
Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren
Hz. İsa daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa'yı, dönemin Romalı Kudüs
valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi
Hz. İsa'ya ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek
öldürüldü. Kur'an-i Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki onlar
İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı"
(en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa'ya ihanet eden Yahuda, Romalılar
tarafından İsa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.
İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi.
Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli
idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu
zaman da yalınayak yürürdü.
Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç
bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir,
ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede Güneş batarsa orada
konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile
günlerini geçirirdi (M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa
(a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri
dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı (Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).
Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'in annesi Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine
Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan imrân ailesinden idi. Hz.
Meryem, Zekeriya (a.s)'in koruması ve gözetim altındaydı. Meryem,
Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya
(a.s), Meryem'in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz.
Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. iste bu sırada
Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum, Kur'an-ı Kerim'de
su şekilde anlatılır: "Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a sığınırım. Eğer
O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oğlan bağışlamak için
Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan
temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi.
Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbin, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir
mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. iş olup bitti.
Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köşeye çekildi. Doğum sancıları başladı
ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de
unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).
Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve
mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz.
Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın
olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde
nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa
sormalarını işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl
konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi
ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım
sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni
bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de,
bana selâm olsun, dedi" (Meryem, 19/23-33).
İsa (a.s)'in babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden
ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında
fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum su şekilde izah edilir: "Gerçekten
İsa'nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem'in hâli gibidir. Allah,
Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi"
(Âli imrân, 3/59).
İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen
israiloğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın çagrısına kulak tıkayan ve
ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan israiloğulları, Hz.
İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen
mucizelerde gösteriyordu. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır:
İsa (a.s) nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş
olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına
tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide, 5/110-115);
Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler
sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âlu imrân, 3/49).
israiloğulları, İsa (a.s.)'i ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol
denediler; sonunda Hz. İsa'yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların
planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini
yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ,
4/157). Öte yandan Kur'anı Kerîm, asıl durumu su şekilde açıklar: "Halbuki onlar
İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı.
Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait
bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu
öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür,
hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).
İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı
dünyada değildir. Ayrıca Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa,
göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti: "Ey
israiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı doğrulayan ve
benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size
gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).
Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı.
Daha sonra bir ara Hz. İsa'nın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de,
sonunda Hıristiyanlar da israiloğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok
yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı,
İsa (a.s)'nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.
İsa (a.s)'in annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra altı sene
kadar daha yaşamış ve ölmüştür (Hakim, Müstedrek, II, 596).
Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-i
Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya verilisi ile ilgili şu bilgiler vardı:
"Arkalarından da izlerince Meryem oğlu isa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak
gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın
bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik" (el-Mâide,
5/11). Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata ugramış: tır. Bununla birlikte
Allah Teâlâ tarafindan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı
Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan
kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe
yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu
öldürecek ve İslâm şeriatiyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).
Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden
evvel" (en-Nisa, 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba'ş edileceğim güne"
(et-Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa'nın nüzûlünden sonraki ölümünü
anlatır. Hz. İsa gökten Arz-i Mukaddes'e inecek, elinde bir Kargı olacak; Afik
denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl'i öldürecek ve sabah
namazında Kudüs'e gelecektir. imam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o
imâm'ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in şeriatına uygun olarak namazını
kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracak, sinagoglar ve kiliseleri
yıkacak ve kendisine iman etmeyen bütün Hıristiyanlarla savaşacaktır.
Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha yaşayacak, öldüğünde Müslümanlar
namazını kılacak ve İslâm dinine uygun olarak gömülecektir.
Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve israiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz.
İsa (a.s) batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce
doğmuştur.
Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan
Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru
peygamberliğini İnsanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak
dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek
için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu
şöyle anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s),
Yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa
(a.s)'in getirdiği akideyi yerleştirmeye ve Yahudilere daha önce bildirilen
zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.
Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren
Hz. İsa daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa'yı, dönemin Romalı Kudüs
valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi
Hz. İsa'ya ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek
öldürüldü. Kur'an-i Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki onlar
İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı"
(en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa'ya ihanet eden Yahuda, Romalılar
tarafından İsa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.
İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi.
Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli
idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu
zaman da yalınayak yürürdü.
Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç
bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir,
ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede Güneş batarsa orada
konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile
günlerini geçirirdi (M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa
(a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri
dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı (Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).
Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'in annesi Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine
Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan imrân ailesinden idi. Hz.
Meryem, Zekeriya (a.s)'in koruması ve gözetim altındaydı. Meryem,
Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya
(a.s), Meryem'in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz.
Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. iste bu sırada
Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum, Kur'an-ı Kerim'de
su şekilde anlatılır: "Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a sığınırım. Eğer
O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oğlan bağışlamak için
Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan
temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi.
Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbin, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir
mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. iş olup bitti.
Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köşeye çekildi. Doğum sancıları başladı
ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de
unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).
Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve
mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz.
Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın
olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde
nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa
sormalarını işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl
konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi
ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım
sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni
bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de,
bana selâm olsun, dedi" (Meryem, 19/23-33).
İsa (a.s)'in babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden
ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında
fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum su şekilde izah edilir: "Gerçekten
İsa'nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem'in hâli gibidir. Allah,
Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi"
(Âli imrân, 3/59).
İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen
israiloğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın çagrısına kulak tıkayan ve
ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan israiloğulları, Hz.
İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen
mucizelerde gösteriyordu. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır:
İsa (a.s) nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş
olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına
tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide, 5/110-115);
Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler
sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âlu imrân, 3/49).
israiloğulları, İsa (a.s.)'i ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol
denediler; sonunda Hz. İsa'yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların
planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini
yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ,
4/157). Öte yandan Kur'anı Kerîm, asıl durumu su şekilde açıklar: "Halbuki onlar
İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı.
Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait
bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu
öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür,
hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).
İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı
dünyada değildir. Ayrıca Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa,
göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti: "Ey
israiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı doğrulayan ve
benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size
gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).
Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı.
Daha sonra bir ara Hz. İsa'nın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de,
sonunda Hıristiyanlar da israiloğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok
yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı,
İsa (a.s)'nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.
İsa (a.s)'in annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra altı sene
kadar daha yaşamış ve ölmüştür (Hakim, Müstedrek, II, 596).
Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-i
Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya verilisi ile ilgili şu bilgiler vardı:
"Arkalarından da izlerince Meryem oğlu isa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak
gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın
bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik" (el-Mâide,
5/11). Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata ugramış: tır. Bununla birlikte
Allah Teâlâ tarafindan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı
Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan
kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe
yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu
öldürecek ve İslâm şeriatiyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).
Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden
evvel" (en-Nisa, 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba'ş edileceğim güne"
(et-Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa'nın nüzûlünden sonraki ölümünü
anlatır. Hz. İsa gökten Arz-i Mukaddes'e inecek, elinde bir Kargı olacak; Afik
denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl'i öldürecek ve sabah
namazında Kudüs'e gelecektir. imam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o
imâm'ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in şeriatına uygun olarak namazını
kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracak, sinagoglar ve kiliseleri
yıkacak ve kendisine iman etmeyen bütün Hıristiyanlarla savaşacaktır.
Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha yaşayacak, öldüğünde Müslümanlar
namazını kılacak ve İslâm dinine uygun olarak gömülecektir.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . Ş İ T (A.S.)
Adem aleyhisselamın oğullarından Kabil'in Habil'i şehid etmesinden 5 veya 30
sene sonra dünyaya gelen Şit aleyhisselamın alnına son peygamber Muhammed
(S.A.V.)'in nuru intikal etti ve onun alnında parladı. Hz. Adem bu oğlunu diğer
çocuklarından çok severdi. Bütün evladı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefat
edeceği zaman bütün yeryüzünün halifeliği için onu tayin etti. Şit aleyhisselam
babası Hz. Adem ile veya kardeşleriyle beraber Kabe'yi balçık çamuru kullanarak
taştan yaptı. Adem alehisselamın vefatından sonra, Şit aleyhisselama peygamber
olduğu bildirilip vahiy geldi. Allahü Teala Şit aleyhisselama 50 suhuf (sayfa)
kitap gönderdi.
Hz. Şit'e nazil olan suhuf'da; hikmet ve riyaziye (matematik) ilimleri,
kimya, simya ilmi ve çeşitli sanatlar, ayrıca daha bir çok şeyler bildirildi.
Şit aleyhisselam dininin esasları, Adem aleyhisselam'ın bildirdiği dinin
esaslarına uygun idi. Şit aleyhisselam 1000 şehir kurup sınırlarını tespit etti.
Her şehrin kapısında : « La ilahe illallah, Adem Safvetullah, Muhammed
Habibullah » yazılı idi. Şit aleyhisselamın çocukları ve torunları kurdukları
şehirlerde huzurlu ve mesut yaşadılar. Şam'dan Yemen'e de giden Şit
aleyhisselam, Habil'i şehit ettikten sonra Yemen'e gidip azgınlaşan Kabil'in
çocuklarına ve torunlarına Allah'ın yasaklarını ve emirlerini anlattı. Bu kavim
Hz. Şit'in davetini kabul etmeyip azgınlık gösterdiler. Hz. Şit onlar ile cihat
etti. Bu savaşta kılıç kullandı. Şit aleyhisselam vefat etmeden önce yerine oğlu
Enus'u halife tayin etti. Şit aleyhisselam vefat ettikten sonra kuvvetli
rivayete göre Mina'daki mescidin minaresi dibinde medfün olan Adem
aleyhisselam'ın yanına defn edildi. Adem aleyhisselam vefat edeceği zaman oğlu
Şit aleyhisselama: "Yavrum ! Bu alnında parlayan nur, son peygamber olan
MUHAMMED (S.A.V.)'in nurudur. Bu nuru mü'min, temiz ve iffetli hanımlara teslim
et ve oğluna da böyle vasiyette bulun" buyurdu. Ebu Zer Gifari radiyallahu anh
şöyle rivayet etti: "Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem'e: «Ya Resulallah !
Allahü Teala kaç kitap gönderdi ? » diye sordum. « 104 kitap gönderdi. Şit'e 50
sahife indirdi...» buyurdu." Şit aleyhisselam hakkında bilgimiz azdır, Çünkü
hakkında herhangi bir ayet inmemiştir.
Adem aleyhisselamın oğullarından Kabil'in Habil'i şehid etmesinden 5 veya 30
sene sonra dünyaya gelen Şit aleyhisselamın alnına son peygamber Muhammed
(S.A.V.)'in nuru intikal etti ve onun alnında parladı. Hz. Adem bu oğlunu diğer
çocuklarından çok severdi. Bütün evladı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefat
edeceği zaman bütün yeryüzünün halifeliği için onu tayin etti. Şit aleyhisselam
babası Hz. Adem ile veya kardeşleriyle beraber Kabe'yi balçık çamuru kullanarak
taştan yaptı. Adem alehisselamın vefatından sonra, Şit aleyhisselama peygamber
olduğu bildirilip vahiy geldi. Allahü Teala Şit aleyhisselama 50 suhuf (sayfa)
kitap gönderdi.
Hz. Şit'e nazil olan suhuf'da; hikmet ve riyaziye (matematik) ilimleri,
kimya, simya ilmi ve çeşitli sanatlar, ayrıca daha bir çok şeyler bildirildi.
Şit aleyhisselam dininin esasları, Adem aleyhisselam'ın bildirdiği dinin
esaslarına uygun idi. Şit aleyhisselam 1000 şehir kurup sınırlarını tespit etti.
Her şehrin kapısında : « La ilahe illallah, Adem Safvetullah, Muhammed
Habibullah » yazılı idi. Şit aleyhisselamın çocukları ve torunları kurdukları
şehirlerde huzurlu ve mesut yaşadılar. Şam'dan Yemen'e de giden Şit
aleyhisselam, Habil'i şehit ettikten sonra Yemen'e gidip azgınlaşan Kabil'in
çocuklarına ve torunlarına Allah'ın yasaklarını ve emirlerini anlattı. Bu kavim
Hz. Şit'in davetini kabul etmeyip azgınlık gösterdiler. Hz. Şit onlar ile cihat
etti. Bu savaşta kılıç kullandı. Şit aleyhisselam vefat etmeden önce yerine oğlu
Enus'u halife tayin etti. Şit aleyhisselam vefat ettikten sonra kuvvetli
rivayete göre Mina'daki mescidin minaresi dibinde medfün olan Adem
aleyhisselam'ın yanına defn edildi. Adem aleyhisselam vefat edeceği zaman oğlu
Şit aleyhisselama: "Yavrum ! Bu alnında parlayan nur, son peygamber olan
MUHAMMED (S.A.V.)'in nurudur. Bu nuru mü'min, temiz ve iffetli hanımlara teslim
et ve oğluna da böyle vasiyette bulun" buyurdu. Ebu Zer Gifari radiyallahu anh
şöyle rivayet etti: "Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem'e: «Ya Resulallah !
Allahü Teala kaç kitap gönderdi ? » diye sordum. « 104 kitap gönderdi. Şit'e 50
sahife indirdi...» buyurdu." Şit aleyhisselam hakkında bilgimiz azdır, Çünkü
hakkında herhangi bir ayet inmemiştir.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . HUD A.S.
Hz. Hud Yemen'de bulunan Ad kavmine gönderilen peygamberdir: «Ad kavmine de
kardeşleri Hud'u (gönderdik). (...) » . Nuh aleyhisselamin oglu Sam'in
neslindendir. Bir ismi de Abir olup, lâkabı Nebiyyullahtır. Hz. Hud'un ismi
(veya nesebi) hakkında 2 rivayet vardir:
Hud bin Abdullah bin Riyah (veya Ribah) bin Él-Halud bin Ad bin Avs bin Irem bin
Sam bin Nuh
Hud ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam ibni Nuh ibni Ebi Ad'dir.
Yemen'de Aden ile Umman (Oman) arasında bulunan Ahkaf diyarında Hz. Hud doğup
büyüdü. Çocukluktan itibaren Allah'a ibadet ederdi. Ara sıra ticaret yapan Hz.
Hud gayet şefkatli ve çok cömert idi. Kavmi (Ad) bolluk ve bereket içinde ve
gösterişli binalar yaparak azmıştır. Bütün nimetleri kendilerine veren Allah'ı
unutan Ad kavmi putlara tapmaya başladı. Hud aleyhisselam bu kavme peygamber
olarak gönderildi ve Hz. Hud Nuh aleyhisselam ın bildirdiği dinin esaslarını Ad
kavmine bildirdi: «(...) O dedi ki: " Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin; sizin
O'ndan başka tanrınız yoktur. Hala sakınmayacak mısınız ? » . Allah'a itaat
edip, Ona ibadet etmelerini söyledi. Allah "onlara putlara tapmaktan, zulüm
etmekten vazgeçmeleri, insanlara merhametli olup onlara eziyet etmemeleri,
insanları şaşırtmak maksadıyla yollara aldatıcı işaretler ( Ad kavmi, yolcuları
şaşırtmak ve onların çölde kaybolup gitmelerine gülmek (alay etmek) için yollara
yanlış işaretler koyarlardı, M.K.) koymamaları, insanlarla alay etmemeleri,
onları öldürüp mallarını soymamalarını ve bütün varlığı yaratan bir olan Allah'a
ibadet etmeleri için nasihatte bulunmak " üzere Hud aleyhisselamı Ad kavmine
yolladı.
Ne yazık ki birçok kabileler gibi Ad kavmi de peygamberine karşı geldi: «
Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik
içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz » . Hud aleyhisselam
onları Allah'ın azabı ile korkuttu ise de pek az kişi iman etti. Ama Hud
aleyhisselam yelmedi ve imana davet etmeye devam etti: « Ey kavmim ! Rabbinizden
bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol
göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah isleyerek (Allah'tan) yüz
çevirmeyin » . Kavmi ise ona hakaret etti, hatta kendinden geçinceye kadar onu
dövdü. Bu - alçakca - dövme olayı da Sadad isimli Ad kavminin en zengini ve
böylece bunların başının (emir): " Ey Hud ! Bu söylenenleri duymadın mı ? İşte
ben Avc'i kendime vekil tayin seçtim. Benim namıma senin Allah'ına cenk (savaş,
harp; M.K.) edecek, hadi sür senin Allah'ını " söylemesinden sonra vukuu buldu.
Hud aleyhisselam da bunun üzerine kavmine biraz da acıyarak: « Ey Yüce Rabbim !
Sen bana en büyük isyanı göstermiş olan bu Ad kavmine karşı artık acımasız
davran. Onları cezalarının en büyüğü ile cezalandır. Senden bunu diliyorum »
diye beddua etti. Hz. Hud kavminin ıslah olmayacağını anlayınca: « Ya Rabbi !
Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim !
Onlara ders almalarına vesile olacak bir musibet ver » diye beddua etti. Hud
aleyhisselam ın duasını kabul eden Allahü Teala Ad kavmine önce kuraklık, kıtlık
musibetini verdi: 3 sene müddetçe hiç yağmur yağmadı. Akan pınarlar kuruyup,
ağaçlar , meyveler sararıp soldu. Hayvanlar susuzluktan telef (ölecek kadar
zayıfladı; M.K.) oldu. Bıkmayan Hud aleyhisselam onları imana davetini devam
etti ise de onlar git gide azgınlaştı, Hud aleyhisselama daha çok eziyet
ettiler. Hz. Hud mucizeler gösterdi ise de yine hidayete ermediler. Allahü Teala
Ad kavmi üzerine azap yüklü bulutu göndererek buluttan esen bir rüzgarla onları
helak etti: « Ad kavmi (Peygamberleri Hud'u) yalanladı da azabım ve tehdidim
nasılmış (gördüler). Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu
bir rüzgar gönderdik » . Bu bulutun ismi « sarsar » idi ve 7 gece, 8 gün devam
etti: « Ad kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.
Allah onu, artarda 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer
orada olsaydın), o kavmi, içi bos hurma kütükleri gibi oracıkta yere sarılmış
halde görürdün » . Ad kavmi üzerine gelen rüzgar, Hud aleyhisselama ve ona iman
edenlerin yüzlerine gayet serinletici ve Tatlı olarak esti: « Emrimiz gelince;
Hud'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık,
onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik » Hud aleyhisselam, kavmi helak
olduktan sonra kendine inananlarla birlikte Mekke-i Mükerremeye gitti.
Kabe-i Muazzamanın bulunduğu yerde ibadet ve taatla meşgul oldu ve orada
vefat etti. Kabrinin Harem-i Serif'de (Kabe-i Muazzamanın etrafındaki Mescit)
Hicr (bkz. Hicr suresi) denilen yerde bulunduğu rivayet edilmektedir. Allahü
Teala yüce Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki: « Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet
gününde lanete tabi tutuldular. Biliniz ki; Ad (kavmi) Rablerini inkar ettiler.
(Sunu da) bilin ki Hud'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetinden uzak kilindi »
Hz. Hud Yemen'de bulunan Ad kavmine gönderilen peygamberdir: «Ad kavmine de
kardeşleri Hud'u (gönderdik). (...) » . Nuh aleyhisselamin oglu Sam'in
neslindendir. Bir ismi de Abir olup, lâkabı Nebiyyullahtır. Hz. Hud'un ismi
(veya nesebi) hakkında 2 rivayet vardir:
Hud bin Abdullah bin Riyah (veya Ribah) bin Él-Halud bin Ad bin Avs bin Irem bin
Sam bin Nuh
Hud ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam ibni Nuh ibni Ebi Ad'dir.
Yemen'de Aden ile Umman (Oman) arasında bulunan Ahkaf diyarında Hz. Hud doğup
büyüdü. Çocukluktan itibaren Allah'a ibadet ederdi. Ara sıra ticaret yapan Hz.
Hud gayet şefkatli ve çok cömert idi. Kavmi (Ad) bolluk ve bereket içinde ve
gösterişli binalar yaparak azmıştır. Bütün nimetleri kendilerine veren Allah'ı
unutan Ad kavmi putlara tapmaya başladı. Hud aleyhisselam bu kavme peygamber
olarak gönderildi ve Hz. Hud Nuh aleyhisselam ın bildirdiği dinin esaslarını Ad
kavmine bildirdi: «(...) O dedi ki: " Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin; sizin
O'ndan başka tanrınız yoktur. Hala sakınmayacak mısınız ? » . Allah'a itaat
edip, Ona ibadet etmelerini söyledi. Allah "onlara putlara tapmaktan, zulüm
etmekten vazgeçmeleri, insanlara merhametli olup onlara eziyet etmemeleri,
insanları şaşırtmak maksadıyla yollara aldatıcı işaretler ( Ad kavmi, yolcuları
şaşırtmak ve onların çölde kaybolup gitmelerine gülmek (alay etmek) için yollara
yanlış işaretler koyarlardı, M.K.) koymamaları, insanlarla alay etmemeleri,
onları öldürüp mallarını soymamalarını ve bütün varlığı yaratan bir olan Allah'a
ibadet etmeleri için nasihatte bulunmak " üzere Hud aleyhisselamı Ad kavmine
yolladı.
Ne yazık ki birçok kabileler gibi Ad kavmi de peygamberine karşı geldi: «
Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik
içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz » . Hud aleyhisselam
onları Allah'ın azabı ile korkuttu ise de pek az kişi iman etti. Ama Hud
aleyhisselam yelmedi ve imana davet etmeye devam etti: « Ey kavmim ! Rabbinizden
bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol
göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah isleyerek (Allah'tan) yüz
çevirmeyin » . Kavmi ise ona hakaret etti, hatta kendinden geçinceye kadar onu
dövdü. Bu - alçakca - dövme olayı da Sadad isimli Ad kavminin en zengini ve
böylece bunların başının (emir): " Ey Hud ! Bu söylenenleri duymadın mı ? İşte
ben Avc'i kendime vekil tayin seçtim. Benim namıma senin Allah'ına cenk (savaş,
harp; M.K.) edecek, hadi sür senin Allah'ını " söylemesinden sonra vukuu buldu.
Hud aleyhisselam da bunun üzerine kavmine biraz da acıyarak: « Ey Yüce Rabbim !
Sen bana en büyük isyanı göstermiş olan bu Ad kavmine karşı artık acımasız
davran. Onları cezalarının en büyüğü ile cezalandır. Senden bunu diliyorum »
diye beddua etti. Hz. Hud kavminin ıslah olmayacağını anlayınca: « Ya Rabbi !
Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim !
Onlara ders almalarına vesile olacak bir musibet ver » diye beddua etti. Hud
aleyhisselam ın duasını kabul eden Allahü Teala Ad kavmine önce kuraklık, kıtlık
musibetini verdi: 3 sene müddetçe hiç yağmur yağmadı. Akan pınarlar kuruyup,
ağaçlar , meyveler sararıp soldu. Hayvanlar susuzluktan telef (ölecek kadar
zayıfladı; M.K.) oldu. Bıkmayan Hud aleyhisselam onları imana davetini devam
etti ise de onlar git gide azgınlaştı, Hud aleyhisselama daha çok eziyet
ettiler. Hz. Hud mucizeler gösterdi ise de yine hidayete ermediler. Allahü Teala
Ad kavmi üzerine azap yüklü bulutu göndererek buluttan esen bir rüzgarla onları
helak etti: « Ad kavmi (Peygamberleri Hud'u) yalanladı da azabım ve tehdidim
nasılmış (gördüler). Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu
bir rüzgar gönderdik » . Bu bulutun ismi « sarsar » idi ve 7 gece, 8 gün devam
etti: « Ad kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.
Allah onu, artarda 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer
orada olsaydın), o kavmi, içi bos hurma kütükleri gibi oracıkta yere sarılmış
halde görürdün » . Ad kavmi üzerine gelen rüzgar, Hud aleyhisselama ve ona iman
edenlerin yüzlerine gayet serinletici ve Tatlı olarak esti: « Emrimiz gelince;
Hud'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık,
onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik » Hud aleyhisselam, kavmi helak
olduktan sonra kendine inananlarla birlikte Mekke-i Mükerremeye gitti.
Kabe-i Muazzamanın bulunduğu yerde ibadet ve taatla meşgul oldu ve orada
vefat etti. Kabrinin Harem-i Serif'de (Kabe-i Muazzamanın etrafındaki Mescit)
Hicr (bkz. Hicr suresi) denilen yerde bulunduğu rivayet edilmektedir. Allahü
Teala yüce Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki: « Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet
gününde lanete tabi tutuldular. Biliniz ki; Ad (kavmi) Rablerini inkar ettiler.
(Sunu da) bilin ki Hud'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetinden uzak kilindi »
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . İBRAHİM A.S.
2.1. Hz. İbrahim'in yaşadığı zaman ve mekan
İbrahim aleyhisselamın nesebi Nuh aleyhisselamın oğlu Sam'a dayanır. Hz. Nuh'un
vefatı ile Hz. İbrahim arasında iki peygamber (Hz.Hud & Hz. Sâlih) vardır. Bu
fasıla (rivayete göre, M.K.) 1143 senedir. Hz. Hud ile Hz. İbrahim arasında da
630 yıllık bir fasıla olduğu bildirilmiştir. Doğum yeri Bâbil kentidir .
2.2. İbrahim aleyhisselamın babası
Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de : «İbrahim, babası Âzer'e...» buyurmaktadır. Bu
âyetten anlaşılacağı gibi Hz. İbrahim'in babası Âzer isminde idi. Ama,
bazılarına göre İbrahim aleyhisselamın babası -Kur'anda bildirilen- putperest
Âzer değil, mü'min olan Târuh idi. Bu görüsü destekleyenler arasında meşhurları
Abdülhakim Arvâsi, Kadi Beydâvi ve Senâullah Dehlevi vardır, ama Şii'ler de bunu
söylemektedirler . Bir rivâyete göre Âzer Hz. İbrahim'in - amcası olup -
Târuh'un ölmesiyle Emile ile evlenip, Hz. İbrahim'in üvey babası oldu. Tefsir
yönünden bunu böyle açıklamaktadırlar : En'am suresinin manası : «İbrahim, Âzer
olan babasına dediği zaman» anlamındadır. Böyle olmasaydı Kur'an-ı Kerim'de
«Babası Âzer'e dediği zaman» demeyip, "Âzer'e dediği zaman" veya "Babasına
dediği zaman" demek yetişirdi . Âzer, kendi babası olsaydı "Babası" kelimesi
fazla olurdu demektedirler. Bir kanıt olarak Şua'ra suresinin 219. ayetini
göstermektedirler. Bu surede Allah « Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor
» denilmektedir. Buna göre Peygamberimizin sülâlesinde hiçbir putperest yoktur.
Bu görüşü reddedenler ise, ki bunlar arasında Taberi, Ebu Hayyan ve Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır vardır, açık olan âyete (En'am, 74) bir mâna verilmek
istenmiştir demektedirler. Mealine göre manalar değistiği için anlamlar da
değişir teorisini ileri sürmektedirler. Konuya objektif bir yönle bakmak
gerekirse, Âzer'in İbrahim aleyhisselam ın babası olmaması biraz daha
mantıklıdır. Sunu da belirtmek lâzım ki, bir üçüncü fikir vardır. O da, İbrahim
aleyhisselamın babasının asıl isminin Tarih veya Taruh olup sonradan - bir putun
ismi olan - Âzer ismine değiştirmesi. Bu da Nemrud'un onu puthanesi'nin nâzırı
olarak tayin etmesinden sonra gerçekleşmiştir . Ama kaynaklar bu düşünce
hakkında bilgi vermiyorlar, onun için fazla dikkat etmemek gerekir. Biz burda
ilmi gerçekleri tartışmayacağımız için bunu burda noktalamak gerekir. Bu
ihtilaf'ın çözümünü ancak Rahman, Rahim, Evvel, Âhir, Kebir, Aziz, Saafii,
Mâlik, Gafur, Nur, Adl, Hak, Hakem, Rauf, Şehid, Veli, Kerim, Bari, Cebbar olan
ALLAH bilir. Âzer ayrıca put yapardı ve Nemrud'un yakınında bulunurdu. Onun bir
dediğini, iki etmezdi.
2.2. Hz. İbrahim'in doğumundan peygamberliğine kadar olan hayatı
2.2.1. Hz. İbrahim'in doğumuna kadar vukuu bulan olaylar
Nemrud (2.3.2.2. no'lu noktaya bakınız) ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a
isyan içinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre,
rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu
nurun ışığında kaybolduğunu gördü. Diğer bir rivayete göre ise, rüyasında bir
kimsenin gelip tahtından kaldırıp kendini yere vurduğunu gördü. Müneccimlere
gördüğü rüyayı anlatıp tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek,
senin saltanatını temelinden yıkacak ! Ona göre tedbir almalısın" diye tâbir
ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydır deyip, " Bundan sonra kimse çocuk
sâhibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse
öldürülecek, kızsa bırakılacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebeği
öldürüldüğü nakledilmiştir .
2.2.2. Doğumundan sonra
Bu sırada Hz. İbrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildiği için, onu
doğuma yaklaşınca kendisinden uzaklaştırdı ve gizlice bir mağaraya gitti ve orda
Hz. İbrahim'i dünyaya getirdi. Doğduktan sonra annesi onu emzirdi ve mağarayı
kapatıp geri şehre döndü. Âzer'e ," Çocuk çok zayıf doğdu ve hemen öldü" dedi.
Bundan sonra mağaraya - gizlice -gelip İbrahim aleyhisselamı emzirip geri eve
dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. İbrahim mağarada 7, 13, 16 veya 17 yaşına kadar
kaldı .
2.3. Hz .İbrahim'in tebliği
2.3.1. Hz. İbrahim'in Allah'ı araması
2.3.1.1. Hz. İbrahim'in Allah'ı aramasından önceki durumu
Hz. İbrahim'in imanı durumunu hakkında Kur'an-ı Kerim bilgi vermektedir
:«Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık » .
Burdaki rüşdünü vermek peygamberlik, yahut İbrahim aleyhisselamın risâletten
önce sahip olduğu hidayet ve doğruluk manasına geldiği tefsirlerde
bildirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, peygamberlik Hz. İbrahim'e genç yasta
verilmiş idi.
2.3.1.2. İbrahim aleyhisselamın tefekkür ile tevhid'i bulması
İbrahim aleyhisselam hakkında Allahü Teâlâ « Halil'im » demiştir. Bu da onun
Allah'ı arayıp bulmasındandır. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de şunlar buyrulmuştur
: «Böylece biz, kesin iman edenler olması için İbrahim'e göklerin ve yerin
melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü,
Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken
görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse
elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Güneşi doğarken görünce de,
Rabbim budur, zira daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki : Ey kavmim ! Ben
sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım » . Bu olay resmi olarak
bakılırsa Hz. İbrahim'in peygamberlik başlangıcıdır. Bundan sonra Hz. İbrahim
Bâbil kavmine Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı ve birçok delil
gösterdi.
2.3.1.3. İbrahim aleyhisselam ın putları kırması
Babil halkı Allah'ın yolundan saptığı için her sene putlar için âyin düzenlerdi.
Bu âyinde bir yere toplanır bayram yapar ve sonra puthaneye gider, putlara secde
eder, sonra da evlerine dönerlerdi. Böyle bir bayram günü, İbrahim aleyhisselam
put haneye girip, bir balta ile bütün küçük putları kırdı. Baltayı da, en büyük
putun boynuna aşdı ve oradan uzaklaştı. Keldâniler puthâneye girince bütün
putların kırıldığını gördüler ve bunu yapanı yakalayarak cezalandırmak
istediler. Hz. İbrahim'i getirip, bu isi sen mi yaptın dediler. İbrahim
aleyhisselam « Kendisi dururken küçük putlara tapınılması istemediği için,
boynunda asılı olan büyük put yapmıştır. İnanmazsanız kendisine sorunuz »
buyurdu. Onlar 'Putlar konuşamaz ki, sen onlara sor diyorsun' dediler. Bunun
üzerine İbrahim aleyhisselam « O halde konuşamayan ve kendilerini kırılmaktan
kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ? Size ve tapdığınız putlara
yazıklar olsun » dedi , ama bu hiç bir fayda vermedi, çünkü onlar : «Dediler ki.
Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk ».
2.3.2. İbrahim aleyhisselamın ateşe atılması
İbrahim aleyhisselam putları kırınca putperestler bu işin onun yaptığını
anladılar ve ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu Nemrud'a bildirdiler.
2.3.2.1 Hz. İbrahim ve Nemrut
Rivayete göre Nemrut Hz. İbrahim'in yaptığını duyunca onu yanına çağırdı. O
zaman insanlar Nemrut'a secde ederlerdi. İbrahim aleyhisselam secde etmeyince
Nemrut " Niçin secde etmedin" diye sordu. Hz. İbrahim de: « Ben beni yaratan
Allahü Teâla'dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud " Seni yaratan kim ? "
diye sorunca, İbrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren
Allah'dır » diye cevap verdi. Nemrut, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki
kişi getirtti. Birini serbest bırakıp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiş ve
öldürmüş oldu. Hz. İbrahim bunun karşısında : « Benim Rabbim güneşi doğudan
getirir, doğurtur. Eğer gücün yetiyorsa sen de batı'dan doğdur » buyurunca
Nemrut şaşırıp, âciz kaldı. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde
bildirilmiştir . Bu münazaranın vukuu bulduğu zaman hakkında iki rivayet vardır.
Birincisi, İbrahim aleyhisselam putları kırınca onu yakalayıp hapsettiler. Sonra
ateşe atmak için hapisten çıkarıp , Nemrut'un yanına götürdüklerinde
gerçekleşmiştir. Diğer rivayete göre insanlar arasında büyük bir kıtlık
çıkmıştı. Bundan dolayı insanlar yiyecek almak için Nemrut'a giderlerdi. Nemrut
her gelene, "Senin Rabbin kim ? " diye sorar ve "Benim Rabbim sensin" diyenlere
gıda maddeleri verirdi. Hz. İbrahim yiyecek almaya gelip Nemrut ona bu soruyu
sorunca İbrahim aleyhisselam : « Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve
öldürendir » dedi ve böylece bu münazara vukuu buldu . Bu olaydan sonra
Keldâniler Halilallah'ı ceza vermek istediler ve onu ilk önce hapse attılar.
Sonra Nemrut onu ateşe atmaya karar verdi. Rivayete göre bu fikri Nemrut'un
aklına Hênun adında biri getirdi ve Allah onu sonra yerin dibine batırdı.
2.3.2.2. Nemrut hakkında bilgiler
Burada Nemrut hakkında bazı bilgilere değinmek istiyorum. Çünkü bir Müslüman
için önemli olan düşmanlarını iyi bilmesi. Nemrud da vahşî bir düşmandır. Nemrut
gaddar ve zâlim bir hükümdardı. Bir rivayete göre Nemrut onun hakiki ismi değil,
- firavun - gibi bir ünvandı. Nemrut çocukken burnuna bir yılan yavrusu kaçmış,
bu yüzden son derece çirkinleşmişti. Babası bile tahammül edememiş ve öldürmeye
karar vermiş. Fakat annesinin yalvarması üzerine, onu bir çobana teslim etmiş ,
çoban da, onun çirkin yüzüne bakmaya dayanamadığından, onu dağ başında bırakmış,
dağda Nemrud isminde bir dişi kaplan, çocuğu emzirerek, onun yaşamasına sebeb
olmuştur. İsmi (Nemrud) bu kaplandan gelmektedir. Babası öldükten sonra
hükümdarlığa geçen Nemrud, kendisini ilah zannediyor ve bütün halkın kendisine
tapmasını istiyordu .
2.3.2.3. Ateş'in Halilallah'ı yakmaması
İbrahim aleyhisselam'ın ateşe atılması kararlaştırıldıktan sonra odun toplanıyor
ve kocaman bir ateş yakılıyor. Problem Halilallah'ı ateşe atmakta. Rivayete göre
İblis insan şekline girip Nemrud'a mancınık kullanmasını tavsiye ediyor .
Kur'an'da : « Onun (İbrahim) için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın !
dediler » buyurulmuştur. Bir bina (mancınık) yapılıp oradan İbrahim aleyhisselam
ateşe atılınca, ateş bir gül bahçesi oluyor. Diğer bir rivayete göre içi balık
dolu bir havuz oluyor ateş. Ve böylece ateş Halilürrahman'ı yakmıyor. Bu
kurtarma olayı Kur'an-ı Kerim'in Enbiya suresinde bildirilmiştir : « Ey ateş !
İbrahim için serinlik ve esenlik ol» dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak
istediler, fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk » .
Bugün Ş.Urfa'da « Ayn-i Zelika » veya « Halilürrahman » isminde 50x30 m
boylarında bir havuz vardır. Buranın Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı yer olduğu,
balıkların odunlardan meydana geldiği iddia olunmakta ve kimse bu balıklara
dokunmamaktadır . Tevrat'ta bu ateş olayı hakkında -;İbrahim peygamberin
yahudilerin soyunun babaları kabul edildiği halde - bir bilgi yoktur.
2.4. İbrahim peygamberin Bâbil'i terketmesi
Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki : « (Oradan kurtulan İbrahim Ben Rabbime
gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek » . Böylece Hz. İbrahim küfür diyarından
hicret ederek Şam'a gidiyor . Hicret ederken de, « Ey Rabbimiz, ancak sana
tevekkül ettik ve (taatle) sana yöneldik ve ahirette de dönüşümüz ancak sanadır
» diye dua ettikleri Mümtehine suresinin 4. ayetinde bildirilmiştir . Başka bir
rivayete göre Harran'a (Filistin) gittiği rivayet edilir .
2.5. İbrahim aleyhisselam Mısır'da
İbrahim aleyhisselam oradan sonra zevcesi Hz. Sâre ile birlikte Mısır'a gitti.
Rivayete göre o sıralarda 38 yasında idi. O zamanın Firavunu çok zâlim ve
cebbâr, Sinan bin Ulvân isimli, Dahhâk'ın kardeşi olan pek kibirli birisiydi.
Firavun güzel kadınlardan çok hoşlanırdı ve güzel bir kadın gördü mü hemen onu
ne pahasına olursa olsun Haremine alırdı. Kadının kocası varsa onu öldürürdü.
Hz. Sâre çok güzel bir kadın olduğu için, Firavun veya Melik İbrahim
aleyhisselama zevcesinin kim olduğu hakkında sorunca İbrahim aleyhisselam
Firavunun Hz. Sâre'ye musallat olmasını engellemek için din bakımından kardeşi
olduğuna niyet ederek : « Kız kardeşimdir » dedi. Pek zâlim olan bu hükümdar,
Sâre hatunu almak isteyip sarayına çağırttı. Fakat musallat olmak isteyince
nefesi kesilip, elleri, ayakları tutmaz oldu. Yere yıkılarak debelenmeye
başladı. Allahü Teâlâ Hz. Sâre'yi Firavun'un şerrinden koruyup musallat olmasını
engelledi. Hükümdar bu durum karşısında korkusundan Hz. İbrahim'in zevcesini ona
geri yolladı . Hz. Sâre'ye yaklaşınca onu cin zannettiğinden, yanına bir de
Hâcer isimli bir câriye verdi. Böylece bundan kurtulacağını zannetti . Bu olay
Ebu Hureyre'nin bildirdiği Hadis ile bildirilmiştir (bkz. Buhari, Müslim).
Tevratta da bu olayın böyle - küçük modifikasyonlarla - gerçekleştiği
yazmaktadır . Bundan sonra Halilürrahman Mısır'ı terkedip geri Filistine dönüp
Sebu' isimli yere yerleşiyor .
2.6. Hz. İsmail
İbrahim aleyhisselam'ın Hz. Sâre'den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe
ilerliyordu. İbrahim aleyhisselam Bâbil'den ayrılırken: «Rabbim ! Bana
sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi » diye niyazda bulundu. Hz. Sâre'de bunu
çok istiyordu, ama çocuğu olmuyordu. Firavun'un kendisine verdiği câriyesi Hz.
Hâcer'i azad edip İbrahim aleyhisselama evlenmesi için verdi ve Hz. İbrahim Hz.
Hâcer ile evlendi. Bu evlilikten Hz. İsmail doğdu. Muhammed aleyhisselam ın
(s.a.v.) nuru Hz. İsmail'in alnında intikal etti. İbrahim aleyhisselam onu çok
sever ve yanından ayırmazdı. Hz. Sâre nurun kendisine intikal edeceğini
umuyordu. Bu sebeple Hz. Hâcer'e karsı kalbi gayret hâsıl oldu. Ve birgün
İbrahim aleyhisselam'dan Hz. Hâcer ile Hz. İsmail'i başka bir yere götürüp
bırakmasını istedi. Allah'ın emriyle Halilallah bu isteği yerine getirdi ve
Hacer hatun ile İsmail aleyhisselamı (s.a.v.) alıp Mekke'ye götürdü ve onları
orada bıraktı . İlerisini Hz. İsmail'in hayatında...
2.7. Misafir melekler
2.7.1. Meleklerin müjdesi
İbrahim peygamberin yaşı gittikce ilerliyordu. Bu sırada melekler gelip İbrahim
aleyhisselama bir oğlunun doğacağını müjdelediler : « Hem o kullara, İbrahim'in
misafirlerinden haber ver. Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman,
"selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti. Melekler:
"Korkma ! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler » . Rivayete
o sırada Hz. İbrahim 120 ve Hz. Sâre de 99 yaşında idi. Müjdeyi vermek üzere
gelen melekler gayet güler yüzlü birer´genç suretinde İbrahim aleyhisselam ın
karşısına çıktılar. Bunların Cebrail (a.s.), Mikail (a.s.) ve Israfil (a.s.)
olduğu Ibn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir. Cebrail aleyhisselam ile birlikte 7
veya 9, veya 10 bir yahut da 12 meleğin bulunduğu rivayet edilmiştir. Melekler
bu müjdeyi verdikten sonra Lut kavmini helak etmeye gittiler (genis malumat icin
bkz. «Hz.Lut»). Melekler, "Selamunaleyke" deyince İbrahim aleyhisselam "Aleyküm
selam" diyerek mukabelede bulundu. Onları evinde en iyi yere oturttuktan sonra
ikram etmek üzere hemen bir buzağı getirdi. Misafirlerine ikram etti ise de
onlar yemedi. Bundan dolayı Hz. İbrahim'in kalbine biraz şüphe düştü. O zamanın
âdetine göre bir eve misafir gelip, ikram edilenden bir şey yerse ondan emin
olunurdu; misafir bir şey yemezse onun zarar vermek için geldiği hükmedilirdi.
İbrahim aleyhisselam tekrar melekleri davet edince, onlar "Biz yemeğin ücretini
vermeden yemeyiz" dediler. Hz. İbrahim "Bedelini verin de yiyin. Bu yemeğin bir
ücreti var diye karşılık verdi. Melekler bu ücreti sorunca, Hz.İbrahim: «
Bismillah ,demek. Sonunda da Elhamdülillah, demektir » dedi. Bunun üzerine Hz.
Cebrail, Mikail aleyhisselam bakarak : « Bu zât, Allahü Teâlânın dost edinmesine
lâyık bir kimsedir » buyurdu. Bu sırada Hz. Sâre perde arkasında duruyordu.
Meleklerin müjdesi üzerine: «(İbrahim'in karısı Olacak şey değil ! Ben bir
kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım ? Bu gerçekten
şaşılacak şey ! dedi » dedi. Âyet-i kerimede onun için « Dâhiket » buyrulmuştur.
Bu kelime hem gülmek, hem de hayz oldu manasına gelmektedir. Cumhur'a göre gülme
manasında kullanılırsa da Ikrime ve Mücahit'e göre hayz oldu anlamındadır bu
kelime. Ayrıca gülmesi hakkında da değişik rivayetler vardır. Meleklerin korkma
demesi üzerine İbrahim aleyhisselam ın korkusunun gitmesi için gülmüştür. Bir
başka rivayete göre İshak aleyhisselamın müjde verilmesi hakkında ellerini
yüzüne kapayıp gülmüştür. Çünkü kendisi çok yaşlanmıştı ve bir çocuk doğurmanın
ihtimali sıfırdı o yaşta. Hz. İbrahim de yukarıda belirttiğimiz gibi 120 yaşına
gelmişti. Diğer bir rivayete göre, ellerini yüzüne kapaması, yaşlılığında hayz
görmesinden ve bunun farkına varmayıp hayâsı sebebiyle utanmasından ileri
geldiği bildirilmiştir. Hz. Sâre'nin bu sözlerine karşılık melekler " Sen Allahü
Teâlânın emrine mi, takdirine mi şaşıyorsun" dediler ve İbrahim aleyhisselam ın
çıkıp Lut kavmi'nin ikamet ettiği yere gittiler . Yahudiler İbrahim aleyhisselam
ın misafirleri hakkında başka bir beyânat vermektedirler. Onlara göre Hz.
İbrahim'e melekler değil, bizzat - tövbe hâşaa - Allah gelmiştir. Yanına da bazı
melekler almış, güya . Ve onlara göre misafirler Hz. İbrahim ile beraber yemek
yemişler.
2.7.2. İshak aleyhisselam ın doğumu
Meleklerin haberinden 1 sene sonra Hz. İshak doğdu . İleride Hz. İshak hakkında
mâlumat vereceğim.
2.8. Hz. İbrahim'in Mekke'ye yolculuğu
2.8.1. İbrahim aleyhisselam Mekke'de
İsmail aleyhisselam büyüyüp gençlik çağına girmişti. Cürhümilerden Arapca
öğrenmiş ve onlar arasında yüksek makama erişmişti. O Cürhümilerden bir kız ile
evlendi. Bu sırada ise Hâcer aleyhisselam vefat etmişti. O sırada Hâcer hatun 99
yasında idi ve Kâbe'nin bitişiğinde bir yer olan ve Hicr denilen yere defn
edildi . Ibrahim aleyhisselam bir gün oğlunu ziyaret etmek üzere Şam'dan
Mekke'ye doğru yola çıktı. Hz. İsmail'in evine varınca oğlu yiyecek temin etmek
için evde yoktu. İbrahim aleyhisselam Hz. İsmail'in hanımından mali durumlarını
sorunca, hanımı hallerinden şikâyetci oldu. Giderken de oğluna söylemesi için
tenbihte bulundu: " Kocan geldiğinde benden selam söyle, kapısının eşiğini
değiştirsin" ve oradan ayrıldı ve evine geri döndü. İsmail aleyhisselam eve
gelip bunu duyunca, olayı anladı ve hanımından ayrıldı. Başka bir kadınla
evlendi. İbrahim aleyhisselam bir müddet sonra Mekke'ye yine gidince oğlu yine
evde bulunmuyordu. Bu sefer Hz. İsmail'in hanımına aynı soruyu sordu. O da
cevaben: " Biz hayır ve saadet içindeyiz " dedi. Ne yiyip içtiklerini sorunca
da, "Et yiyip, zemzem içiyoruz" dedi. Bunun üzerine Halilallah: " Yâ Rabbi !
Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, bereket ihsân eyle " diye dua etti ve
oradan geri Şam'a döndü. Ibn-i Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz
(s.a.v.) buyurdu ki:«İbrahim (a.s.) zamanında Mekke civarında hububat
bilinmiyordu. Av etiyle beslenirlerdi. Eğer o zaman hububat mâlum olsaydı,
İbrahim (a.s.) hububat hakkında dua ederdi » . Ibn-i Abbas bu Hadis hakkında
buyurdu ki: " İbrahim aleyhisselamın bu duasının bereketiyle Mekke sıcak
olmasına rağmen, et ile su, burada diğer yerlere nazaran insanlara daha
faydalıdır " .
2.8.2. Kâbe'nin inşası
Günlerden bir günde Allahü Teâlâ haliline Kâbe-i Muazzamayı yapmasını emreyledi.
Kâbe'nin inşası hakkında iki rivayet vardır : Melekler Allah-i Zişanın emriyle
binâ ettiler; Adem aleyhisselam melekler ile birlikte inşa etti. Bunun üzerine
İbrahim aleyhisselam yeniden Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekke'de oğlu İsmail
aleyhisselamı zemzem kuyusu başında buldu. Allah'ın emrini ona da söyledi ve
İsmail aleyhisselam ona yardım edeceğini ekledi. Kâbe'nin nereye yapacağını
bilmediği için, bir rivayete göre Cebrail aleyhisselam Kâbe'nin su andaki yerini
gösterdi. İlkönce temeli kazmaya başladılar ve Adem aleyhisselam zamanındaki
temeli buldular. Ayni temel üzerine Kâbe'yi inşa ettiler. Hz. İbrahim oğlunun
getirdiği taşlarla, Cebrail aleyhisselamın târifine uyarak Kâbe'yi yapıyordu.
Nihayet Kâbe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya tas yetişemez oldu. Bundan
dolayı büyük bir taş getirdiler ve İbrahim aleyhisselam bu tasa basarak duvar
örmeye başladı. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa da Makâm-i İbrahim denilir.
Kâbe de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-i İbrahim'de kılınır .
Kâbe tamamlanınca İbrahim aleyhisselam oğluna: " Ey İsmail ! İyi bir taş getir
ki, hacılara işaret olsun" buyurdu. İsmail aleyhisselam bir taş getirdi ise de
Hz. İbrahim daha iyi bir taş istedi. Bunun üzerine, Ebu Kubeys dağından: "
Cebrail aleyhisselam tûfanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al ! " diye bir
ses işitti. Hemen Ebu Kubeys dağından Hacer-ül-esved taşı alınıp, Kâbe'deki
yerine kondu . Kâbe inşa edildikten sonra İbrahim aleyhisselam, Allah'ın: «
İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan
gelen yorgun argın develer üzerinde (...) tavaf için Kâbe'ye gelsinler »
emriyle, yüzünü Yemen tarafına çevirip: " Ey insanlar ! Allahü Teâlâ bir ev bina
ettirdi ve bu evi ziyaret etmenizi emreyledi. Geliniz, Kâbe'yi ziyaret ediniz "
diye seslendi. Allahü Teâlâ da sesini bütün dünyaya duyurdu. İnsanlar bu sesi
duyunca: « Lebbeyk Allahümme Lebbeyk " diye cevap verdiler. O zaman, ana
rahminde ve baba sulbünde olan ne kadar hacca gidecek varsa « Lebbeyk » dediler.
Bir defa gidecek olan bir kere, iki defa gidecek olan iki kere ve daha fazla
gidecek miktarına göre cevap verdiler . Kâbe'nin inşasından sonra İbrahim
aleyhisselam Şam'a dönüyor ve bütün aile efradını alıp Hac ediyor.
2.8.3. Kâbe hakkında bilgiler
Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köse tastan bir oda olup, 17
m yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8 m, güney duvarı 7 m, doğu duvarı 11,9 m, batı
duvarı da 12,8 m genişliktedir. Doğu ve güney duvarları arasındaki kösede
Hâcer-ül-esved taşı bulunmaktadır. Kâbe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı
yerden 1,7 m yükseklikte, eni 1,7 m ve boyu 2,7 m'dir. Kâbe'nin dört köşesine
Rükn denir. Şam'a doğru olana Rükn-i Sâmi, Bagdat'a olana Rükn-i Irâki, Yemen
tarafina olana Rükn-i Yemâni ve dördüncü köseye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir .
2.9. Hz. İbrahim aleyhisselam ın duası
2.9.1. İbrahim aleyhisselamın iki duası
2.9.1.1. Halilallah'ın Kur'andaki duası
Kâbe'yi tamamladıktan sonra İbrahim aleyhisselamin dua ettiği Kur'an-ı Kerim'de
zikredilmektedir :«Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: Rabbim ! Bu şehri
(Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarını putlara tapmaktan uzak tut. Çünkü
onlar (putlar) insanların birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Simdi kim
bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok
bağışlayan, pek esirgeyensin . Ey Rabbimiz! Ey sâhibimiz! Namazı dosdoğru
kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin)
yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir
kisminin gönüllerini olara meyledici kil ve meyvelerden bunlara rizik ver!
Umulur ki bu nimetlere şükrederler. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim
gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte
hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'i
lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni
soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! duamı kabul
et! Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri
bağışla ! » .
2.9.1.2. Hz. İbrahim'in ikinci duası
İbrahim aleyhisselamin diğer duası hakkında da İmam-ı Gâzâli mâlumat veriyor: "
İbrahim aleyhisselam sabahladığı vakit şöyle buyuruyordu: « Ey Allah'ım. Bu gün
yepyeni bir yaratılıştır. Binâenaleyh bugünü tâatinle benim için aç, mağfiret ve
rızanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O
haseneyi geliştir ve benim için onu kat kat artır. Ve bugünde işlemiş olduğum
günahları benim için affeyle. Çünkü bolca affeden ve her nimeti kullarına
ihsanda bulunan, kullarını şiddetle seven, daha istemeden evvel onların
isteklerini bilip takdir eden sensi » . Râvi diyor ki: Bir kimse Hz. İbrahim'in
duasıyla sabahladığı takdirde o günün şükrünü edâ etmiş sayılır .
2.9.2. İbrahim aleyhiselamın babası için duası
Kur'an-ı Kerim'den bize nakledildiğine göre İbrahim peygamber babası için Allah
tarafından istiğfar dilemiştir. Mucizât-i Kur'an-iyenin Tevbe suresinin -113.
âyetin mukabili olarak - 114. âyetinde: «İbrahim'in babası için af dilemesi,
sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu
kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu
ve pek sabırlı idi» . İbrahim aleyhisselam babasına kendisinin affı için Allah'a
dua edeceğine dair söz vermiş ve onun Allah tarafından affını dilemişti. Fakat
babasının Allah düşmanı olduğunu anlayınca dua etmeyi bıraktı . Peygamberimiz
(S.A.V.) de amcası Ebu Tâlip için Allah'tan mağfiret dilemek istemiş, bunun
üzerine Tevbe sure-i şerif'in 113. âyeti inmişti.
2.1. Hz. İbrahim'in yaşadığı zaman ve mekan
İbrahim aleyhisselamın nesebi Nuh aleyhisselamın oğlu Sam'a dayanır. Hz. Nuh'un
vefatı ile Hz. İbrahim arasında iki peygamber (Hz.Hud & Hz. Sâlih) vardır. Bu
fasıla (rivayete göre, M.K.) 1143 senedir. Hz. Hud ile Hz. İbrahim arasında da
630 yıllık bir fasıla olduğu bildirilmiştir. Doğum yeri Bâbil kentidir .
2.2. İbrahim aleyhisselamın babası
Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de : «İbrahim, babası Âzer'e...» buyurmaktadır. Bu
âyetten anlaşılacağı gibi Hz. İbrahim'in babası Âzer isminde idi. Ama,
bazılarına göre İbrahim aleyhisselamın babası -Kur'anda bildirilen- putperest
Âzer değil, mü'min olan Târuh idi. Bu görüsü destekleyenler arasında meşhurları
Abdülhakim Arvâsi, Kadi Beydâvi ve Senâullah Dehlevi vardır, ama Şii'ler de bunu
söylemektedirler . Bir rivâyete göre Âzer Hz. İbrahim'in - amcası olup -
Târuh'un ölmesiyle Emile ile evlenip, Hz. İbrahim'in üvey babası oldu. Tefsir
yönünden bunu böyle açıklamaktadırlar : En'am suresinin manası : «İbrahim, Âzer
olan babasına dediği zaman» anlamındadır. Böyle olmasaydı Kur'an-ı Kerim'de
«Babası Âzer'e dediği zaman» demeyip, "Âzer'e dediği zaman" veya "Babasına
dediği zaman" demek yetişirdi . Âzer, kendi babası olsaydı "Babası" kelimesi
fazla olurdu demektedirler. Bir kanıt olarak Şua'ra suresinin 219. ayetini
göstermektedirler. Bu surede Allah « Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor
» denilmektedir. Buna göre Peygamberimizin sülâlesinde hiçbir putperest yoktur.
Bu görüşü reddedenler ise, ki bunlar arasında Taberi, Ebu Hayyan ve Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır vardır, açık olan âyete (En'am, 74) bir mâna verilmek
istenmiştir demektedirler. Mealine göre manalar değistiği için anlamlar da
değişir teorisini ileri sürmektedirler. Konuya objektif bir yönle bakmak
gerekirse, Âzer'in İbrahim aleyhisselam ın babası olmaması biraz daha
mantıklıdır. Sunu da belirtmek lâzım ki, bir üçüncü fikir vardır. O da, İbrahim
aleyhisselamın babasının asıl isminin Tarih veya Taruh olup sonradan - bir putun
ismi olan - Âzer ismine değiştirmesi. Bu da Nemrud'un onu puthanesi'nin nâzırı
olarak tayin etmesinden sonra gerçekleşmiştir . Ama kaynaklar bu düşünce
hakkında bilgi vermiyorlar, onun için fazla dikkat etmemek gerekir. Biz burda
ilmi gerçekleri tartışmayacağımız için bunu burda noktalamak gerekir. Bu
ihtilaf'ın çözümünü ancak Rahman, Rahim, Evvel, Âhir, Kebir, Aziz, Saafii,
Mâlik, Gafur, Nur, Adl, Hak, Hakem, Rauf, Şehid, Veli, Kerim, Bari, Cebbar olan
ALLAH bilir. Âzer ayrıca put yapardı ve Nemrud'un yakınında bulunurdu. Onun bir
dediğini, iki etmezdi.
2.2. Hz. İbrahim'in doğumundan peygamberliğine kadar olan hayatı
2.2.1. Hz. İbrahim'in doğumuna kadar vukuu bulan olaylar
Nemrud (2.3.2.2. no'lu noktaya bakınız) ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a
isyan içinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre,
rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu
nurun ışığında kaybolduğunu gördü. Diğer bir rivayete göre ise, rüyasında bir
kimsenin gelip tahtından kaldırıp kendini yere vurduğunu gördü. Müneccimlere
gördüğü rüyayı anlatıp tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek,
senin saltanatını temelinden yıkacak ! Ona göre tedbir almalısın" diye tâbir
ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydır deyip, " Bundan sonra kimse çocuk
sâhibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse
öldürülecek, kızsa bırakılacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebeği
öldürüldüğü nakledilmiştir .
2.2.2. Doğumundan sonra
Bu sırada Hz. İbrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildiği için, onu
doğuma yaklaşınca kendisinden uzaklaştırdı ve gizlice bir mağaraya gitti ve orda
Hz. İbrahim'i dünyaya getirdi. Doğduktan sonra annesi onu emzirdi ve mağarayı
kapatıp geri şehre döndü. Âzer'e ," Çocuk çok zayıf doğdu ve hemen öldü" dedi.
Bundan sonra mağaraya - gizlice -gelip İbrahim aleyhisselamı emzirip geri eve
dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. İbrahim mağarada 7, 13, 16 veya 17 yaşına kadar
kaldı .
2.3. Hz .İbrahim'in tebliği
2.3.1. Hz. İbrahim'in Allah'ı araması
2.3.1.1. Hz. İbrahim'in Allah'ı aramasından önceki durumu
Hz. İbrahim'in imanı durumunu hakkında Kur'an-ı Kerim bilgi vermektedir
:«Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık » .
Burdaki rüşdünü vermek peygamberlik, yahut İbrahim aleyhisselamın risâletten
önce sahip olduğu hidayet ve doğruluk manasına geldiği tefsirlerde
bildirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, peygamberlik Hz. İbrahim'e genç yasta
verilmiş idi.
2.3.1.2. İbrahim aleyhisselamın tefekkür ile tevhid'i bulması
İbrahim aleyhisselam hakkında Allahü Teâlâ « Halil'im » demiştir. Bu da onun
Allah'ı arayıp bulmasındandır. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de şunlar buyrulmuştur
: «Böylece biz, kesin iman edenler olması için İbrahim'e göklerin ve yerin
melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü,
Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken
görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse
elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Güneşi doğarken görünce de,
Rabbim budur, zira daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki : Ey kavmim ! Ben
sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım » . Bu olay resmi olarak
bakılırsa Hz. İbrahim'in peygamberlik başlangıcıdır. Bundan sonra Hz. İbrahim
Bâbil kavmine Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı ve birçok delil
gösterdi.
2.3.1.3. İbrahim aleyhisselam ın putları kırması
Babil halkı Allah'ın yolundan saptığı için her sene putlar için âyin düzenlerdi.
Bu âyinde bir yere toplanır bayram yapar ve sonra puthaneye gider, putlara secde
eder, sonra da evlerine dönerlerdi. Böyle bir bayram günü, İbrahim aleyhisselam
put haneye girip, bir balta ile bütün küçük putları kırdı. Baltayı da, en büyük
putun boynuna aşdı ve oradan uzaklaştı. Keldâniler puthâneye girince bütün
putların kırıldığını gördüler ve bunu yapanı yakalayarak cezalandırmak
istediler. Hz. İbrahim'i getirip, bu isi sen mi yaptın dediler. İbrahim
aleyhisselam « Kendisi dururken küçük putlara tapınılması istemediği için,
boynunda asılı olan büyük put yapmıştır. İnanmazsanız kendisine sorunuz »
buyurdu. Onlar 'Putlar konuşamaz ki, sen onlara sor diyorsun' dediler. Bunun
üzerine İbrahim aleyhisselam « O halde konuşamayan ve kendilerini kırılmaktan
kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ? Size ve tapdığınız putlara
yazıklar olsun » dedi , ama bu hiç bir fayda vermedi, çünkü onlar : «Dediler ki.
Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk ».
2.3.2. İbrahim aleyhisselamın ateşe atılması
İbrahim aleyhisselam putları kırınca putperestler bu işin onun yaptığını
anladılar ve ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu Nemrud'a bildirdiler.
2.3.2.1 Hz. İbrahim ve Nemrut
Rivayete göre Nemrut Hz. İbrahim'in yaptığını duyunca onu yanına çağırdı. O
zaman insanlar Nemrut'a secde ederlerdi. İbrahim aleyhisselam secde etmeyince
Nemrut " Niçin secde etmedin" diye sordu. Hz. İbrahim de: « Ben beni yaratan
Allahü Teâla'dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud " Seni yaratan kim ? "
diye sorunca, İbrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren
Allah'dır » diye cevap verdi. Nemrut, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki
kişi getirtti. Birini serbest bırakıp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiş ve
öldürmüş oldu. Hz. İbrahim bunun karşısında : « Benim Rabbim güneşi doğudan
getirir, doğurtur. Eğer gücün yetiyorsa sen de batı'dan doğdur » buyurunca
Nemrut şaşırıp, âciz kaldı. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde
bildirilmiştir . Bu münazaranın vukuu bulduğu zaman hakkında iki rivayet vardır.
Birincisi, İbrahim aleyhisselam putları kırınca onu yakalayıp hapsettiler. Sonra
ateşe atmak için hapisten çıkarıp , Nemrut'un yanına götürdüklerinde
gerçekleşmiştir. Diğer rivayete göre insanlar arasında büyük bir kıtlık
çıkmıştı. Bundan dolayı insanlar yiyecek almak için Nemrut'a giderlerdi. Nemrut
her gelene, "Senin Rabbin kim ? " diye sorar ve "Benim Rabbim sensin" diyenlere
gıda maddeleri verirdi. Hz. İbrahim yiyecek almaya gelip Nemrut ona bu soruyu
sorunca İbrahim aleyhisselam : « Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve
öldürendir » dedi ve böylece bu münazara vukuu buldu . Bu olaydan sonra
Keldâniler Halilallah'ı ceza vermek istediler ve onu ilk önce hapse attılar.
Sonra Nemrut onu ateşe atmaya karar verdi. Rivayete göre bu fikri Nemrut'un
aklına Hênun adında biri getirdi ve Allah onu sonra yerin dibine batırdı.
2.3.2.2. Nemrut hakkında bilgiler
Burada Nemrut hakkında bazı bilgilere değinmek istiyorum. Çünkü bir Müslüman
için önemli olan düşmanlarını iyi bilmesi. Nemrud da vahşî bir düşmandır. Nemrut
gaddar ve zâlim bir hükümdardı. Bir rivayete göre Nemrut onun hakiki ismi değil,
- firavun - gibi bir ünvandı. Nemrut çocukken burnuna bir yılan yavrusu kaçmış,
bu yüzden son derece çirkinleşmişti. Babası bile tahammül edememiş ve öldürmeye
karar vermiş. Fakat annesinin yalvarması üzerine, onu bir çobana teslim etmiş ,
çoban da, onun çirkin yüzüne bakmaya dayanamadığından, onu dağ başında bırakmış,
dağda Nemrud isminde bir dişi kaplan, çocuğu emzirerek, onun yaşamasına sebeb
olmuştur. İsmi (Nemrud) bu kaplandan gelmektedir. Babası öldükten sonra
hükümdarlığa geçen Nemrud, kendisini ilah zannediyor ve bütün halkın kendisine
tapmasını istiyordu .
2.3.2.3. Ateş'in Halilallah'ı yakmaması
İbrahim aleyhisselam'ın ateşe atılması kararlaştırıldıktan sonra odun toplanıyor
ve kocaman bir ateş yakılıyor. Problem Halilallah'ı ateşe atmakta. Rivayete göre
İblis insan şekline girip Nemrud'a mancınık kullanmasını tavsiye ediyor .
Kur'an'da : « Onun (İbrahim) için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın !
dediler » buyurulmuştur. Bir bina (mancınık) yapılıp oradan İbrahim aleyhisselam
ateşe atılınca, ateş bir gül bahçesi oluyor. Diğer bir rivayete göre içi balık
dolu bir havuz oluyor ateş. Ve böylece ateş Halilürrahman'ı yakmıyor. Bu
kurtarma olayı Kur'an-ı Kerim'in Enbiya suresinde bildirilmiştir : « Ey ateş !
İbrahim için serinlik ve esenlik ol» dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak
istediler, fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk » .
Bugün Ş.Urfa'da « Ayn-i Zelika » veya « Halilürrahman » isminde 50x30 m
boylarında bir havuz vardır. Buranın Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı yer olduğu,
balıkların odunlardan meydana geldiği iddia olunmakta ve kimse bu balıklara
dokunmamaktadır . Tevrat'ta bu ateş olayı hakkında -;İbrahim peygamberin
yahudilerin soyunun babaları kabul edildiği halde - bir bilgi yoktur.
2.4. İbrahim peygamberin Bâbil'i terketmesi
Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki : « (Oradan kurtulan İbrahim Ben Rabbime
gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek » . Böylece Hz. İbrahim küfür diyarından
hicret ederek Şam'a gidiyor . Hicret ederken de, « Ey Rabbimiz, ancak sana
tevekkül ettik ve (taatle) sana yöneldik ve ahirette de dönüşümüz ancak sanadır
» diye dua ettikleri Mümtehine suresinin 4. ayetinde bildirilmiştir . Başka bir
rivayete göre Harran'a (Filistin) gittiği rivayet edilir .
2.5. İbrahim aleyhisselam Mısır'da
İbrahim aleyhisselam oradan sonra zevcesi Hz. Sâre ile birlikte Mısır'a gitti.
Rivayete göre o sıralarda 38 yasında idi. O zamanın Firavunu çok zâlim ve
cebbâr, Sinan bin Ulvân isimli, Dahhâk'ın kardeşi olan pek kibirli birisiydi.
Firavun güzel kadınlardan çok hoşlanırdı ve güzel bir kadın gördü mü hemen onu
ne pahasına olursa olsun Haremine alırdı. Kadının kocası varsa onu öldürürdü.
Hz. Sâre çok güzel bir kadın olduğu için, Firavun veya Melik İbrahim
aleyhisselama zevcesinin kim olduğu hakkında sorunca İbrahim aleyhisselam
Firavunun Hz. Sâre'ye musallat olmasını engellemek için din bakımından kardeşi
olduğuna niyet ederek : « Kız kardeşimdir » dedi. Pek zâlim olan bu hükümdar,
Sâre hatunu almak isteyip sarayına çağırttı. Fakat musallat olmak isteyince
nefesi kesilip, elleri, ayakları tutmaz oldu. Yere yıkılarak debelenmeye
başladı. Allahü Teâlâ Hz. Sâre'yi Firavun'un şerrinden koruyup musallat olmasını
engelledi. Hükümdar bu durum karşısında korkusundan Hz. İbrahim'in zevcesini ona
geri yolladı . Hz. Sâre'ye yaklaşınca onu cin zannettiğinden, yanına bir de
Hâcer isimli bir câriye verdi. Böylece bundan kurtulacağını zannetti . Bu olay
Ebu Hureyre'nin bildirdiği Hadis ile bildirilmiştir (bkz. Buhari, Müslim).
Tevratta da bu olayın böyle - küçük modifikasyonlarla - gerçekleştiği
yazmaktadır . Bundan sonra Halilürrahman Mısır'ı terkedip geri Filistine dönüp
Sebu' isimli yere yerleşiyor .
2.6. Hz. İsmail
İbrahim aleyhisselam'ın Hz. Sâre'den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe
ilerliyordu. İbrahim aleyhisselam Bâbil'den ayrılırken: «Rabbim ! Bana
sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi » diye niyazda bulundu. Hz. Sâre'de bunu
çok istiyordu, ama çocuğu olmuyordu. Firavun'un kendisine verdiği câriyesi Hz.
Hâcer'i azad edip İbrahim aleyhisselama evlenmesi için verdi ve Hz. İbrahim Hz.
Hâcer ile evlendi. Bu evlilikten Hz. İsmail doğdu. Muhammed aleyhisselam ın
(s.a.v.) nuru Hz. İsmail'in alnında intikal etti. İbrahim aleyhisselam onu çok
sever ve yanından ayırmazdı. Hz. Sâre nurun kendisine intikal edeceğini
umuyordu. Bu sebeple Hz. Hâcer'e karsı kalbi gayret hâsıl oldu. Ve birgün
İbrahim aleyhisselam'dan Hz. Hâcer ile Hz. İsmail'i başka bir yere götürüp
bırakmasını istedi. Allah'ın emriyle Halilallah bu isteği yerine getirdi ve
Hacer hatun ile İsmail aleyhisselamı (s.a.v.) alıp Mekke'ye götürdü ve onları
orada bıraktı . İlerisini Hz. İsmail'in hayatında...
2.7. Misafir melekler
2.7.1. Meleklerin müjdesi
İbrahim peygamberin yaşı gittikce ilerliyordu. Bu sırada melekler gelip İbrahim
aleyhisselama bir oğlunun doğacağını müjdelediler : « Hem o kullara, İbrahim'in
misafirlerinden haber ver. Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman,
"selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti. Melekler:
"Korkma ! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler » . Rivayete
o sırada Hz. İbrahim 120 ve Hz. Sâre de 99 yaşında idi. Müjdeyi vermek üzere
gelen melekler gayet güler yüzlü birer´genç suretinde İbrahim aleyhisselam ın
karşısına çıktılar. Bunların Cebrail (a.s.), Mikail (a.s.) ve Israfil (a.s.)
olduğu Ibn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir. Cebrail aleyhisselam ile birlikte 7
veya 9, veya 10 bir yahut da 12 meleğin bulunduğu rivayet edilmiştir. Melekler
bu müjdeyi verdikten sonra Lut kavmini helak etmeye gittiler (genis malumat icin
bkz. «Hz.Lut»). Melekler, "Selamunaleyke" deyince İbrahim aleyhisselam "Aleyküm
selam" diyerek mukabelede bulundu. Onları evinde en iyi yere oturttuktan sonra
ikram etmek üzere hemen bir buzağı getirdi. Misafirlerine ikram etti ise de
onlar yemedi. Bundan dolayı Hz. İbrahim'in kalbine biraz şüphe düştü. O zamanın
âdetine göre bir eve misafir gelip, ikram edilenden bir şey yerse ondan emin
olunurdu; misafir bir şey yemezse onun zarar vermek için geldiği hükmedilirdi.
İbrahim aleyhisselam tekrar melekleri davet edince, onlar "Biz yemeğin ücretini
vermeden yemeyiz" dediler. Hz. İbrahim "Bedelini verin de yiyin. Bu yemeğin bir
ücreti var diye karşılık verdi. Melekler bu ücreti sorunca, Hz.İbrahim: «
Bismillah ,demek. Sonunda da Elhamdülillah, demektir » dedi. Bunun üzerine Hz.
Cebrail, Mikail aleyhisselam bakarak : « Bu zât, Allahü Teâlânın dost edinmesine
lâyık bir kimsedir » buyurdu. Bu sırada Hz. Sâre perde arkasında duruyordu.
Meleklerin müjdesi üzerine: «(İbrahim'in karısı Olacak şey değil ! Ben bir
kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım ? Bu gerçekten
şaşılacak şey ! dedi » dedi. Âyet-i kerimede onun için « Dâhiket » buyrulmuştur.
Bu kelime hem gülmek, hem de hayz oldu manasına gelmektedir. Cumhur'a göre gülme
manasında kullanılırsa da Ikrime ve Mücahit'e göre hayz oldu anlamındadır bu
kelime. Ayrıca gülmesi hakkında da değişik rivayetler vardır. Meleklerin korkma
demesi üzerine İbrahim aleyhisselam ın korkusunun gitmesi için gülmüştür. Bir
başka rivayete göre İshak aleyhisselamın müjde verilmesi hakkında ellerini
yüzüne kapayıp gülmüştür. Çünkü kendisi çok yaşlanmıştı ve bir çocuk doğurmanın
ihtimali sıfırdı o yaşta. Hz. İbrahim de yukarıda belirttiğimiz gibi 120 yaşına
gelmişti. Diğer bir rivayete göre, ellerini yüzüne kapaması, yaşlılığında hayz
görmesinden ve bunun farkına varmayıp hayâsı sebebiyle utanmasından ileri
geldiği bildirilmiştir. Hz. Sâre'nin bu sözlerine karşılık melekler " Sen Allahü
Teâlânın emrine mi, takdirine mi şaşıyorsun" dediler ve İbrahim aleyhisselam ın
çıkıp Lut kavmi'nin ikamet ettiği yere gittiler . Yahudiler İbrahim aleyhisselam
ın misafirleri hakkında başka bir beyânat vermektedirler. Onlara göre Hz.
İbrahim'e melekler değil, bizzat - tövbe hâşaa - Allah gelmiştir. Yanına da bazı
melekler almış, güya . Ve onlara göre misafirler Hz. İbrahim ile beraber yemek
yemişler.
2.7.2. İshak aleyhisselam ın doğumu
Meleklerin haberinden 1 sene sonra Hz. İshak doğdu . İleride Hz. İshak hakkında
mâlumat vereceğim.
2.8. Hz. İbrahim'in Mekke'ye yolculuğu
2.8.1. İbrahim aleyhisselam Mekke'de
İsmail aleyhisselam büyüyüp gençlik çağına girmişti. Cürhümilerden Arapca
öğrenmiş ve onlar arasında yüksek makama erişmişti. O Cürhümilerden bir kız ile
evlendi. Bu sırada ise Hâcer aleyhisselam vefat etmişti. O sırada Hâcer hatun 99
yasında idi ve Kâbe'nin bitişiğinde bir yer olan ve Hicr denilen yere defn
edildi . Ibrahim aleyhisselam bir gün oğlunu ziyaret etmek üzere Şam'dan
Mekke'ye doğru yola çıktı. Hz. İsmail'in evine varınca oğlu yiyecek temin etmek
için evde yoktu. İbrahim aleyhisselam Hz. İsmail'in hanımından mali durumlarını
sorunca, hanımı hallerinden şikâyetci oldu. Giderken de oğluna söylemesi için
tenbihte bulundu: " Kocan geldiğinde benden selam söyle, kapısının eşiğini
değiştirsin" ve oradan ayrıldı ve evine geri döndü. İsmail aleyhisselam eve
gelip bunu duyunca, olayı anladı ve hanımından ayrıldı. Başka bir kadınla
evlendi. İbrahim aleyhisselam bir müddet sonra Mekke'ye yine gidince oğlu yine
evde bulunmuyordu. Bu sefer Hz. İsmail'in hanımına aynı soruyu sordu. O da
cevaben: " Biz hayır ve saadet içindeyiz " dedi. Ne yiyip içtiklerini sorunca
da, "Et yiyip, zemzem içiyoruz" dedi. Bunun üzerine Halilallah: " Yâ Rabbi !
Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, bereket ihsân eyle " diye dua etti ve
oradan geri Şam'a döndü. Ibn-i Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz
(s.a.v.) buyurdu ki:«İbrahim (a.s.) zamanında Mekke civarında hububat
bilinmiyordu. Av etiyle beslenirlerdi. Eğer o zaman hububat mâlum olsaydı,
İbrahim (a.s.) hububat hakkında dua ederdi » . Ibn-i Abbas bu Hadis hakkında
buyurdu ki: " İbrahim aleyhisselamın bu duasının bereketiyle Mekke sıcak
olmasına rağmen, et ile su, burada diğer yerlere nazaran insanlara daha
faydalıdır " .
2.8.2. Kâbe'nin inşası
Günlerden bir günde Allahü Teâlâ haliline Kâbe-i Muazzamayı yapmasını emreyledi.
Kâbe'nin inşası hakkında iki rivayet vardır : Melekler Allah-i Zişanın emriyle
binâ ettiler; Adem aleyhisselam melekler ile birlikte inşa etti. Bunun üzerine
İbrahim aleyhisselam yeniden Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekke'de oğlu İsmail
aleyhisselamı zemzem kuyusu başında buldu. Allah'ın emrini ona da söyledi ve
İsmail aleyhisselam ona yardım edeceğini ekledi. Kâbe'nin nereye yapacağını
bilmediği için, bir rivayete göre Cebrail aleyhisselam Kâbe'nin su andaki yerini
gösterdi. İlkönce temeli kazmaya başladılar ve Adem aleyhisselam zamanındaki
temeli buldular. Ayni temel üzerine Kâbe'yi inşa ettiler. Hz. İbrahim oğlunun
getirdiği taşlarla, Cebrail aleyhisselamın târifine uyarak Kâbe'yi yapıyordu.
Nihayet Kâbe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya tas yetişemez oldu. Bundan
dolayı büyük bir taş getirdiler ve İbrahim aleyhisselam bu tasa basarak duvar
örmeye başladı. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa da Makâm-i İbrahim denilir.
Kâbe de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-i İbrahim'de kılınır .
Kâbe tamamlanınca İbrahim aleyhisselam oğluna: " Ey İsmail ! İyi bir taş getir
ki, hacılara işaret olsun" buyurdu. İsmail aleyhisselam bir taş getirdi ise de
Hz. İbrahim daha iyi bir taş istedi. Bunun üzerine, Ebu Kubeys dağından: "
Cebrail aleyhisselam tûfanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al ! " diye bir
ses işitti. Hemen Ebu Kubeys dağından Hacer-ül-esved taşı alınıp, Kâbe'deki
yerine kondu . Kâbe inşa edildikten sonra İbrahim aleyhisselam, Allah'ın: «
İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan
gelen yorgun argın develer üzerinde (...) tavaf için Kâbe'ye gelsinler »
emriyle, yüzünü Yemen tarafına çevirip: " Ey insanlar ! Allahü Teâlâ bir ev bina
ettirdi ve bu evi ziyaret etmenizi emreyledi. Geliniz, Kâbe'yi ziyaret ediniz "
diye seslendi. Allahü Teâlâ da sesini bütün dünyaya duyurdu. İnsanlar bu sesi
duyunca: « Lebbeyk Allahümme Lebbeyk " diye cevap verdiler. O zaman, ana
rahminde ve baba sulbünde olan ne kadar hacca gidecek varsa « Lebbeyk » dediler.
Bir defa gidecek olan bir kere, iki defa gidecek olan iki kere ve daha fazla
gidecek miktarına göre cevap verdiler . Kâbe'nin inşasından sonra İbrahim
aleyhisselam Şam'a dönüyor ve bütün aile efradını alıp Hac ediyor.
2.8.3. Kâbe hakkında bilgiler
Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köse tastan bir oda olup, 17
m yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8 m, güney duvarı 7 m, doğu duvarı 11,9 m, batı
duvarı da 12,8 m genişliktedir. Doğu ve güney duvarları arasındaki kösede
Hâcer-ül-esved taşı bulunmaktadır. Kâbe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı
yerden 1,7 m yükseklikte, eni 1,7 m ve boyu 2,7 m'dir. Kâbe'nin dört köşesine
Rükn denir. Şam'a doğru olana Rükn-i Sâmi, Bagdat'a olana Rükn-i Irâki, Yemen
tarafina olana Rükn-i Yemâni ve dördüncü köseye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir .
2.9. Hz. İbrahim aleyhisselam ın duası
2.9.1. İbrahim aleyhisselamın iki duası
2.9.1.1. Halilallah'ın Kur'andaki duası
Kâbe'yi tamamladıktan sonra İbrahim aleyhisselamin dua ettiği Kur'an-ı Kerim'de
zikredilmektedir :«Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: Rabbim ! Bu şehri
(Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarını putlara tapmaktan uzak tut. Çünkü
onlar (putlar) insanların birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Simdi kim
bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok
bağışlayan, pek esirgeyensin . Ey Rabbimiz! Ey sâhibimiz! Namazı dosdoğru
kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin)
yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir
kisminin gönüllerini olara meyledici kil ve meyvelerden bunlara rizik ver!
Umulur ki bu nimetlere şükrederler. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim
gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte
hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'i
lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni
soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! duamı kabul
et! Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri
bağışla ! » .
2.9.1.2. Hz. İbrahim'in ikinci duası
İbrahim aleyhisselamin diğer duası hakkında da İmam-ı Gâzâli mâlumat veriyor: "
İbrahim aleyhisselam sabahladığı vakit şöyle buyuruyordu: « Ey Allah'ım. Bu gün
yepyeni bir yaratılıştır. Binâenaleyh bugünü tâatinle benim için aç, mağfiret ve
rızanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O
haseneyi geliştir ve benim için onu kat kat artır. Ve bugünde işlemiş olduğum
günahları benim için affeyle. Çünkü bolca affeden ve her nimeti kullarına
ihsanda bulunan, kullarını şiddetle seven, daha istemeden evvel onların
isteklerini bilip takdir eden sensi » . Râvi diyor ki: Bir kimse Hz. İbrahim'in
duasıyla sabahladığı takdirde o günün şükrünü edâ etmiş sayılır .
2.9.2. İbrahim aleyhiselamın babası için duası
Kur'an-ı Kerim'den bize nakledildiğine göre İbrahim peygamber babası için Allah
tarafından istiğfar dilemiştir. Mucizât-i Kur'an-iyenin Tevbe suresinin -113.
âyetin mukabili olarak - 114. âyetinde: «İbrahim'in babası için af dilemesi,
sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu
kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu
ve pek sabırlı idi» . İbrahim aleyhisselam babasına kendisinin affı için Allah'a
dua edeceğine dair söz vermiş ve onun Allah tarafından affını dilemişti. Fakat
babasının Allah düşmanı olduğunu anlayınca dua etmeyi bıraktı . Peygamberimiz
(S.A.V.) de amcası Ebu Tâlip için Allah'tan mağfiret dilemek istemiş, bunun
üzerine Tevbe sure-i şerif'in 113. âyeti inmişti.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . İSHAK A.S.
İbrahim (a.s)'in Hz. Sâre'den doğan ikinci oğlu.
Hz. Sâre'nin çocuğu olmadığı için kocasına cariyesi Hacer'i hediye etmiştir. Hz.
Hacer Hz. İsmail'i doğurunca, Hz. Sâre üzülmüştür. Hz. İbrahim yüz yirmi yasında
Hz. Sâre doksan yasında iken Allah'ın bir lutfu ve mucizesi olarak İshâk (a.s)
doğmuştur (bk. Hâkim, Müstedrek, 11, 556).
Kur'an-ı Kerim'de bu olay söyle anlatılır: "And olsun ki, elçilerimiz İbrahim'e
müjde ile gelip; "Selâm", dediler. O da "Selâm" dedi ve eğlenmeden gidip
kızartılmış bir buzağı getirdi. Onların ellerinin buna uzanmadığını görünce
hoşlanmadı ve kalbine bir korku geldi. Onlar "korkma biz lût kavmine
gönderildik" dediler. İbrahim'in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona İshak'ı
ardından da torunu Yâkub'u müjdeledik. Kadın "vay, kendim koca bir kari, su
zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doguracakmışım? Bu doğrusu pek şaşılacak bir
iş" dedi. Melekler "ey evin hanımı. Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize
olmuşken, nasıl Allah'ın isine şaşacaksın. O Hamid ve Meciddir" dediler (Hûd, 11
/73).
İshâk (a.s)'in tarih kitaplarında anlatılan şemâli şöyledir. Uzun boylu, kara
gözlü, buğday benizli, yüzü güzel, konuşması düzgün, saçı, sakalı bembeyazdı.
Siret ve sureti babası İbrahim (a.s)'a benzerdi (Hâkim, Müstedrek, 11, 557). Hz.
İshâk'ın Yakub ve 'Ays adında iki oğlu olmuştur. Yakub (a.s) daha güzel yüzlü,
daha düzgün konuşmalı ve zarafet ve güzelliği daha çok olandı. Ays, Rumların
yaşadığı bölgede ikamet etmişti (Hâkim, Müstedrek, l l, 557).
İshâk (a.s) Kur'an-ı Kerim'de de övülmüştür: "Ey Muhammed; güçlü ve anlayışlı
olan kullarımız İbrahim, İshâk ve Yakub'u da an! Biz onları âhret yurdunu
düşünen samimi kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim yanımızda seçkin, iyi
kimselerdir" (Sâd, 38/45-47). İshâk (a.s) babasının ölümünden sonra Şam
bölgesine peygamber olarak vazifelendirilmiş, Allah'u Teâlâ onu seçkin ve
hayırlı bir insan eylemiştir.
"İbrahim'e Salihlerden bir peygamber olmak üzere de İshâk'ı müjdeledik. Hem ona
hem de İshâk'a feyz ve bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket
edeni de vardır, nefsine apaçık zulmedeni de vardır" (es-Sâffât, 37/112, 113).
Hz. İshak rivayete göre yüz altmış yaşlarında bu günkü Filistin'in bulunduğu
bölgede Kudüs yakınlarında vefat etmiş, babası İbrahim (a.s)'in Mezradaki
kabrinin yanına defnedilmiştir
İbrahim (a.s)'in Hz. Sâre'den doğan ikinci oğlu.
Hz. Sâre'nin çocuğu olmadığı için kocasına cariyesi Hacer'i hediye etmiştir. Hz.
Hacer Hz. İsmail'i doğurunca, Hz. Sâre üzülmüştür. Hz. İbrahim yüz yirmi yasında
Hz. Sâre doksan yasında iken Allah'ın bir lutfu ve mucizesi olarak İshâk (a.s)
doğmuştur (bk. Hâkim, Müstedrek, 11, 556).
Kur'an-ı Kerim'de bu olay söyle anlatılır: "And olsun ki, elçilerimiz İbrahim'e
müjde ile gelip; "Selâm", dediler. O da "Selâm" dedi ve eğlenmeden gidip
kızartılmış bir buzağı getirdi. Onların ellerinin buna uzanmadığını görünce
hoşlanmadı ve kalbine bir korku geldi. Onlar "korkma biz lût kavmine
gönderildik" dediler. İbrahim'in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona İshak'ı
ardından da torunu Yâkub'u müjdeledik. Kadın "vay, kendim koca bir kari, su
zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doguracakmışım? Bu doğrusu pek şaşılacak bir
iş" dedi. Melekler "ey evin hanımı. Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize
olmuşken, nasıl Allah'ın isine şaşacaksın. O Hamid ve Meciddir" dediler (Hûd, 11
/73).
İshâk (a.s)'in tarih kitaplarında anlatılan şemâli şöyledir. Uzun boylu, kara
gözlü, buğday benizli, yüzü güzel, konuşması düzgün, saçı, sakalı bembeyazdı.
Siret ve sureti babası İbrahim (a.s)'a benzerdi (Hâkim, Müstedrek, 11, 557). Hz.
İshâk'ın Yakub ve 'Ays adında iki oğlu olmuştur. Yakub (a.s) daha güzel yüzlü,
daha düzgün konuşmalı ve zarafet ve güzelliği daha çok olandı. Ays, Rumların
yaşadığı bölgede ikamet etmişti (Hâkim, Müstedrek, l l, 557).
İshâk (a.s) Kur'an-ı Kerim'de de övülmüştür: "Ey Muhammed; güçlü ve anlayışlı
olan kullarımız İbrahim, İshâk ve Yakub'u da an! Biz onları âhret yurdunu
düşünen samimi kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim yanımızda seçkin, iyi
kimselerdir" (Sâd, 38/45-47). İshâk (a.s) babasının ölümünden sonra Şam
bölgesine peygamber olarak vazifelendirilmiş, Allah'u Teâlâ onu seçkin ve
hayırlı bir insan eylemiştir.
"İbrahim'e Salihlerden bir peygamber olmak üzere de İshâk'ı müjdeledik. Hem ona
hem de İshâk'a feyz ve bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket
edeni de vardır, nefsine apaçık zulmedeni de vardır" (es-Sâffât, 37/112, 113).
Hz. İshak rivayete göre yüz altmış yaşlarında bu günkü Filistin'in bulunduğu
bölgede Kudüs yakınlarında vefat etmiş, babası İbrahim (a.s)'in Mezradaki
kabrinin yanına defnedilmiştir
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . EYYUB A.S.
Hz. İbrahim soyundan gelen bir peygamber.
Eyyûb (a.s.)'dan Kuran'da dört yerde bahsedilir ve sabır örneği olarak takdim
edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd, 38/41). Tevrat'ta
da "Eyyûb" adıyla müstakil bir kitap, Hz. Eyyûb'un kıssasına tahsis edilmiştir.
İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yasayan ve çok zengin olup, sayısız
malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber
olarak gönderilmiştir. Sabah-aksam ümmeti ve Allah'a ibâdetle meşgul olan Hz.
Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına mârûz kalmış, bütün servetini, çocuklarını
kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili
hâriç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına
kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya baslamıştı. Bu durumda kocasına hizmete
sebât eden esi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten
çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk'a
bağlılığını kaybetmemiştir. Farklı rivâyetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi
epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb
(a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su
kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca
kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsân edilmiştir.
Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan
Hz. Eyyûb, şifâ bulduktan sonra yirmi yıl daha yaşamış, diğer bazı rivâyetlere
göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr
adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır.
Hz. İbrahim soyundan gelen bir peygamber.
Eyyûb (a.s.)'dan Kuran'da dört yerde bahsedilir ve sabır örneği olarak takdim
edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd, 38/41). Tevrat'ta
da "Eyyûb" adıyla müstakil bir kitap, Hz. Eyyûb'un kıssasına tahsis edilmiştir.
İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yasayan ve çok zengin olup, sayısız
malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber
olarak gönderilmiştir. Sabah-aksam ümmeti ve Allah'a ibâdetle meşgul olan Hz.
Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına mârûz kalmış, bütün servetini, çocuklarını
kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili
hâriç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına
kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya baslamıştı. Bu durumda kocasına hizmete
sebât eden esi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten
çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk'a
bağlılığını kaybetmemiştir. Farklı rivâyetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi
epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb
(a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su
kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca
kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsân edilmiştir.
Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan
Hz. Eyyûb, şifâ bulduktan sonra yirmi yıl daha yaşamış, diğer bazı rivâyetlere
göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr
adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . HARUN A.S.
Hz. Harûn (a.s), israiloğulları peygamberlerinden, Hz. Musa (a.s)'in kardeşi.
Hz. Yusuf'un vefatından sonra Mısır'da yaşayan israiloğulları ve diğer insanlar,
bir müddet onun gösterdiği yoldan yürüdüler; ancak daha sonra hakikati
unuttular. Bu arada Mısır'ın idaresi Kıbtilerin eline geçti. Kıbtîler ise
yıldızlara ve putlara tapıyorlardı.
Kıbtîler, israiloğullarını hor görmeye başladılar. Onları ağır, zor işlerde
kullandılar.
israiloğulları çok kalabalık bir topluluk olup Hz. Yakub'un oğullarına nisbetle
on iki kola ayrılıyordu. Onlar Kıbtîler zulmünden kurtulmak istiyorlardı.
Dedelerinin ülkesi olan Kenân bölgesine gitmek için izin istemelerine rağmen
onlara izin verilmemekteydi.
Her dönemde olduğu gibi, o dönemin Firavunu da zulmü temsil ediyor ve insanları
eziyet altında inletiyordu.
israiloğullarının çoğalması Kıbtîler ve onların hükümdarı Firavun'u
endişelendiriyordu. Onlar, israiloğullarının isyan ederek kendilerine zarar
vermesinden korkuyorlardı.
Firavun, bir gün kâhinlerini yanına topladı. Gelecekle ilgili onlardan bilgi
istedi. Kâhinlerden birisi Firavun'a israiloğullarından bir çocuğun doğacağını
ve saltanatına zarar vereceğini bildirdi. Firavun, bunu duyar duymaz korktu ve
tedbirler almaya başladı. Bunun için de israiloğullarının doğacak erkek
çocuklarının tamamının öldürülmesini emretti.
Hz. Musa, bu dönemde doğdu ve öldürülmesin diye bir sandığın içine bırakılarak
nehre atıldı. Firavun'un sarayında büyüdü. Allah diledi ve Musa'yı Firavun'un
kucağında büyüttü.
Harun Peygamber, Hz. Musa'nın büyüğüdür. israiloğullarının erkek çocuklarının
öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir.
Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)'dan daha uzun boylu, daha etli, daha beyaz tenli,
daha geniş sırtlı olup açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Alnında da bir
ben vardı (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).
Harun peygamberle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette
Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir.
Medyen'den dönerken Hz. Musa'ya Peygamberlik verildi. Peygamberlikle şereflendi.
Yüce Allah Hz. Musa'ya emretti: "Firavun'a git, çünkü o azdı" (Tâhâ, 20/24).
Musa Peygamber "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum" (es-suarâ, 26/ 12),
"Kalbim sıkılır, dilim açılmaz olur. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver"
(es-şuarâ, 26/l3),
"Bir de onların aleyhimde de bir kısas davaları var, bu sebeple beni
öldürmelerinden korkarım" (es-şuarâ, 26/14), "Bana ailemden bir vezir ver.
Biraderim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Ta ki seni
çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim. şüphesiz sen bizi hakkıyla
görensin" (Tâhâ, 20/29-35) dedi.
Cenâb-iı Allah, Musa'nın bu duasını kabul etti. "Ey Musa! istediğin sana
verildi" (Tâhâ, 20/36) buyuruldu. Böylece Harun'a da peygamberlik verildi.
"Firavun'a gidin, biz âlemlerin Rabbinin Peygamberleriyiz, bizimle beraber
israiloğullarını gönder" deyin " (es-şuarâ, 26/16-17) buyuruldu.
Hz. Mûsa ve Hârun (a.s.) "Ey Rabbim! Doğrusu biz Firavun'un, bize karşı aşırı
gitmesinden, yahud taşkınlığını artırmasından endişe ediyoruz" diye Allahu
Teâla'ya dua ettiler. Yüce Allah: "Korkmayınız! Çünkü ben sizinle beraberim. Ben
(her şeyi) işitirim, görürüm! Hemen gidiniz ve ona söyle deyiniz. "Biz Rabbinin
iki elçisiyiz, artık israiloğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme! Biz
sana Rabbinden, hakiki bir âyet getirdik selam (ve selamet) doğruya tâbi
olanlaradır. Bize,şu hakikat vahy olundu ki: hiç şüphesiz azap yalanlayanların
ve yüz çevirenlerin üzerinedir" (Tâhâ, 20/45, 48) buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Musa ve Hârun geceleyin Firavun'un yanına gittiler. Kapıyı
çaldılar. Firavun kapının açılmasından dehşete düştü. Hz. Musa ve Hârun,
Firavun'a kendilerinin Rabbûlâlemin olan Allah'ın elçileri olduklarını,
kendisini dine davet etmek için geldiklerini söylediler. Firavun "Ben sizin en
yüce Rabbinizim " (en-Nâziât, 79/24) diyerek onları reddetti.
Hz. Musa'ya vahyedildi. "Kullarımla geceleyin yola çık. Onlara denizde kuru bir
yol aç. Size yetişmelerinden korkma" (Tâhâ, 20/77) buyuruldu.
Bu iki peygamber israiloğullarını geceleyin yola çıkardılar. Bu durumdan
haberdar olan Firavun ve askerleri onları izledi. Hz. Musa, Hârun ve
israiloğulları, denizi geçerek kurtuldular. Firavun ve askerleri de denizde
boğuldular.
israiloğulları Tih sahrasına geldiler. Rızık olarak kendilerine kudret helvası,
bıldırcın kuşu verildi (el-Bakara, 2/57); onlar itirazlarını sürdürdüler.
"Biz bir çeşit yemeğe dayanamayız. Bizim için Rabbına dua et de bize toprağın
bitirdiği sebzeden, acurdan, sarımsaktan, mercimekten ve soğandan çıkarsın"
(el-Bakara 2/61) dediler.
Musa peygamber, onlara öğütler de bulundu. Tûr dağına çağırıldığında ağabeyi
Harun'u kendi yerine vekil bıraktı.
israiloğulları Mısır'dan çıkarken altınlarını, gümüşlerini de yanlarına
almışlardı. Hz. Musa (a.s)'in Tur'a gitmesiyle israiloğullarının münafıklarından
Şâmiri bu altınları topladı ve bir kapta eriterek bir buzağı yaptı. Gönüllerinde
yatan putçuluğu bir türlü tepeleyemeyen bu kavim buzağıya tapmaya başladı.
Hz. Hârun, onlara öğütlerde bulundu. "Ey kavmim! Bununla imtihan edildiniz.
Sizin gerçek Rabbiniz Rahman olan Allah'tır. Gelin bana uyun ve emrime itaat
edin" (Tâhâ, 20/90) buyurdu. israiloğulları, Hz. Hârun'u dinlemediler. "Musa,
bize dönüp gelinceye kadar, biz o buzağıya tapmaya devam edeceğiz" (Tâhâ, 20/91)
dediler.
Hz. Musa (a.s), Tûr Dağı'ndan döndüğünde kavminin buzağıya tapmakta olduğunu
gördü. Buna çok üzüldü. Ağabeyine kızdı. "Ey Hârun! Onların saptıklarını
gördüğün zaman hana uymaktan seni alıkoyan nedir? Emrime isyan mi ettin?" (Tâhâ,
20/92-93) dedi. Hârun Peygamberin yakasına yapıştı.
Hârun Peygamber; Hz. Musa'ya israiloğullarının kendisini dinlemediğini anlattı.
Musa peygamber öfkelendi ve Şamiri'yi kovdu.
Allahu Teâla, Musa (a.s)'ya Hârun (a.s)'u vefat ettireceğini, onu dağa
getirmesini bildirdi.
Musa (a.s), Hârun (a.s)'un elinden tutarak dağa çıktılar. Hârun (a.s)'un sibr ve
sibbîr adındaki oğulları da yanlarındaydılar. Dağın üzerinde görülmemiş
güzellikte bir ağaç, yapılmış bir ev, evin içinde bir sedir, ve sedirin
üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu. Hz. Musa ile birlikte Hârun
yatağın üstüne yattılar. Allahu Teâla Hârun (a.s)'un ruhunu bu halde iken aldı,
sonra ağaç kayboldu, ev ve sedir semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)'un
cenaze namazını orada kılarak onu dağa defnetti. Yahudiler bu dağa Tûr-u Hârun
adını vermişlerdir (Taberî, Tarih, I, 223).
Hârun (a.s)'un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi, yüz yirmi
veya yediyüzyirmiüç yaşında olduğu söylenir (Yâkubî, Tarih, I, 41).
Hârun Peygamber uzun müddet yaşadı. Musa Peygamberle birlikte kavmine öğütlerde
bulundu, kavminin nankörlüklerine göğüs gerdi.
Zaman geldi; Rabbine kavuştu, o da ölümü tattı...
Hz. Harûn (a.s), israiloğulları peygamberlerinden, Hz. Musa (a.s)'in kardeşi.
Hz. Yusuf'un vefatından sonra Mısır'da yaşayan israiloğulları ve diğer insanlar,
bir müddet onun gösterdiği yoldan yürüdüler; ancak daha sonra hakikati
unuttular. Bu arada Mısır'ın idaresi Kıbtilerin eline geçti. Kıbtîler ise
yıldızlara ve putlara tapıyorlardı.
Kıbtîler, israiloğullarını hor görmeye başladılar. Onları ağır, zor işlerde
kullandılar.
israiloğulları çok kalabalık bir topluluk olup Hz. Yakub'un oğullarına nisbetle
on iki kola ayrılıyordu. Onlar Kıbtîler zulmünden kurtulmak istiyorlardı.
Dedelerinin ülkesi olan Kenân bölgesine gitmek için izin istemelerine rağmen
onlara izin verilmemekteydi.
Her dönemde olduğu gibi, o dönemin Firavunu da zulmü temsil ediyor ve insanları
eziyet altında inletiyordu.
israiloğullarının çoğalması Kıbtîler ve onların hükümdarı Firavun'u
endişelendiriyordu. Onlar, israiloğullarının isyan ederek kendilerine zarar
vermesinden korkuyorlardı.
Firavun, bir gün kâhinlerini yanına topladı. Gelecekle ilgili onlardan bilgi
istedi. Kâhinlerden birisi Firavun'a israiloğullarından bir çocuğun doğacağını
ve saltanatına zarar vereceğini bildirdi. Firavun, bunu duyar duymaz korktu ve
tedbirler almaya başladı. Bunun için de israiloğullarının doğacak erkek
çocuklarının tamamının öldürülmesini emretti.
Hz. Musa, bu dönemde doğdu ve öldürülmesin diye bir sandığın içine bırakılarak
nehre atıldı. Firavun'un sarayında büyüdü. Allah diledi ve Musa'yı Firavun'un
kucağında büyüttü.
Harun Peygamber, Hz. Musa'nın büyüğüdür. israiloğullarının erkek çocuklarının
öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir.
Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)'dan daha uzun boylu, daha etli, daha beyaz tenli,
daha geniş sırtlı olup açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Alnında da bir
ben vardı (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).
Harun peygamberle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette
Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir.
Medyen'den dönerken Hz. Musa'ya Peygamberlik verildi. Peygamberlikle şereflendi.
Yüce Allah Hz. Musa'ya emretti: "Firavun'a git, çünkü o azdı" (Tâhâ, 20/24).
Musa Peygamber "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum" (es-suarâ, 26/ 12),
"Kalbim sıkılır, dilim açılmaz olur. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver"
(es-şuarâ, 26/l3),
"Bir de onların aleyhimde de bir kısas davaları var, bu sebeple beni
öldürmelerinden korkarım" (es-şuarâ, 26/14), "Bana ailemden bir vezir ver.
Biraderim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Ta ki seni
çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim. şüphesiz sen bizi hakkıyla
görensin" (Tâhâ, 20/29-35) dedi.
Cenâb-iı Allah, Musa'nın bu duasını kabul etti. "Ey Musa! istediğin sana
verildi" (Tâhâ, 20/36) buyuruldu. Böylece Harun'a da peygamberlik verildi.
"Firavun'a gidin, biz âlemlerin Rabbinin Peygamberleriyiz, bizimle beraber
israiloğullarını gönder" deyin " (es-şuarâ, 26/16-17) buyuruldu.
Hz. Mûsa ve Hârun (a.s.) "Ey Rabbim! Doğrusu biz Firavun'un, bize karşı aşırı
gitmesinden, yahud taşkınlığını artırmasından endişe ediyoruz" diye Allahu
Teâla'ya dua ettiler. Yüce Allah: "Korkmayınız! Çünkü ben sizinle beraberim. Ben
(her şeyi) işitirim, görürüm! Hemen gidiniz ve ona söyle deyiniz. "Biz Rabbinin
iki elçisiyiz, artık israiloğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme! Biz
sana Rabbinden, hakiki bir âyet getirdik selam (ve selamet) doğruya tâbi
olanlaradır. Bize,şu hakikat vahy olundu ki: hiç şüphesiz azap yalanlayanların
ve yüz çevirenlerin üzerinedir" (Tâhâ, 20/45, 48) buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Musa ve Hârun geceleyin Firavun'un yanına gittiler. Kapıyı
çaldılar. Firavun kapının açılmasından dehşete düştü. Hz. Musa ve Hârun,
Firavun'a kendilerinin Rabbûlâlemin olan Allah'ın elçileri olduklarını,
kendisini dine davet etmek için geldiklerini söylediler. Firavun "Ben sizin en
yüce Rabbinizim " (en-Nâziât, 79/24) diyerek onları reddetti.
Hz. Musa'ya vahyedildi. "Kullarımla geceleyin yola çık. Onlara denizde kuru bir
yol aç. Size yetişmelerinden korkma" (Tâhâ, 20/77) buyuruldu.
Bu iki peygamber israiloğullarını geceleyin yola çıkardılar. Bu durumdan
haberdar olan Firavun ve askerleri onları izledi. Hz. Musa, Hârun ve
israiloğulları, denizi geçerek kurtuldular. Firavun ve askerleri de denizde
boğuldular.
israiloğulları Tih sahrasına geldiler. Rızık olarak kendilerine kudret helvası,
bıldırcın kuşu verildi (el-Bakara, 2/57); onlar itirazlarını sürdürdüler.
"Biz bir çeşit yemeğe dayanamayız. Bizim için Rabbına dua et de bize toprağın
bitirdiği sebzeden, acurdan, sarımsaktan, mercimekten ve soğandan çıkarsın"
(el-Bakara 2/61) dediler.
Musa peygamber, onlara öğütler de bulundu. Tûr dağına çağırıldığında ağabeyi
Harun'u kendi yerine vekil bıraktı.
israiloğulları Mısır'dan çıkarken altınlarını, gümüşlerini de yanlarına
almışlardı. Hz. Musa (a.s)'in Tur'a gitmesiyle israiloğullarının münafıklarından
Şâmiri bu altınları topladı ve bir kapta eriterek bir buzağı yaptı. Gönüllerinde
yatan putçuluğu bir türlü tepeleyemeyen bu kavim buzağıya tapmaya başladı.
Hz. Hârun, onlara öğütlerde bulundu. "Ey kavmim! Bununla imtihan edildiniz.
Sizin gerçek Rabbiniz Rahman olan Allah'tır. Gelin bana uyun ve emrime itaat
edin" (Tâhâ, 20/90) buyurdu. israiloğulları, Hz. Hârun'u dinlemediler. "Musa,
bize dönüp gelinceye kadar, biz o buzağıya tapmaya devam edeceğiz" (Tâhâ, 20/91)
dediler.
Hz. Musa (a.s), Tûr Dağı'ndan döndüğünde kavminin buzağıya tapmakta olduğunu
gördü. Buna çok üzüldü. Ağabeyine kızdı. "Ey Hârun! Onların saptıklarını
gördüğün zaman hana uymaktan seni alıkoyan nedir? Emrime isyan mi ettin?" (Tâhâ,
20/92-93) dedi. Hârun Peygamberin yakasına yapıştı.
Hârun Peygamber; Hz. Musa'ya israiloğullarının kendisini dinlemediğini anlattı.
Musa peygamber öfkelendi ve Şamiri'yi kovdu.
Allahu Teâla, Musa (a.s)'ya Hârun (a.s)'u vefat ettireceğini, onu dağa
getirmesini bildirdi.
Musa (a.s), Hârun (a.s)'un elinden tutarak dağa çıktılar. Hârun (a.s)'un sibr ve
sibbîr adındaki oğulları da yanlarındaydılar. Dağın üzerinde görülmemiş
güzellikte bir ağaç, yapılmış bir ev, evin içinde bir sedir, ve sedirin
üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu. Hz. Musa ile birlikte Hârun
yatağın üstüne yattılar. Allahu Teâla Hârun (a.s)'un ruhunu bu halde iken aldı,
sonra ağaç kayboldu, ev ve sedir semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)'un
cenaze namazını orada kılarak onu dağa defnetti. Yahudiler bu dağa Tûr-u Hârun
adını vermişlerdir (Taberî, Tarih, I, 223).
Hârun (a.s)'un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi, yüz yirmi
veya yediyüzyirmiüç yaşında olduğu söylenir (Yâkubî, Tarih, I, 41).
Hârun Peygamber uzun müddet yaşadı. Musa Peygamberle birlikte kavmine öğütlerde
bulundu, kavminin nankörlüklerine göğüs gerdi.
Zaman geldi; Rabbine kavuştu, o da ölümü tattı...
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . ZÜLKİFL A.S.
Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biri.
Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl,
hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk. şüphesiz onlar salih
olanlardandı" (el-Enbiyâ, 21/85, 86).
Âyette geçen "Zülkifl" adi değil lâkabıdır ve "nasib ve kısmet sahibi" anlamına
gelir. Fakat burada dünyevî zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve
âhiretteki derecesini kastetmek için kullanılmıştır. Onun gerçek adı hakkında
çok farklı rivayetler vardır. Yahudiler O'nun, israiloğullarının esâreti
sırasında peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir
bölgede yapan Hereksel olduğunu iddia etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da onun
Eyyub (a.s)'in kendisinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu
söylemişlerdir. Fakat bu görüşlerin hiç biri kesinlik derecesine sahip değildir.
Zülkifl (a.s)'in peygamber olmadığı söyleyenler olmuşsa da, âlimlerin
ekseriyetine göre peygamberdir ve makbul olan görüş de budur (el-Kurtubî,
el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî,
Beyrut t.y., XVII, 82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, İstanbul 1991, III, 327).
Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kıssasını arz ettikten sonra, peygamberlerinden
bazılarını anmış ve onları övmüştür. insanları tevhide çağıran, Allah'ın sevgi
ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki
âyetlerin meâli şöyledir:
"Kuvvetli ve basiretli kullarınız İbrahim'i,İshâkı ve Yâkub'u da an. Biz onları
ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık.
Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır. İsmâil'i, Elyesâ'i,
Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48).
Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl (a.s) Şam'da otururdu. Oradaki
halkı Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir şekilde yaşamaya
çağırdı ve orada vefât etti (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167).
Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biri.
Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl,
hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk. şüphesiz onlar salih
olanlardandı" (el-Enbiyâ, 21/85, 86).
Âyette geçen "Zülkifl" adi değil lâkabıdır ve "nasib ve kısmet sahibi" anlamına
gelir. Fakat burada dünyevî zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve
âhiretteki derecesini kastetmek için kullanılmıştır. Onun gerçek adı hakkında
çok farklı rivayetler vardır. Yahudiler O'nun, israiloğullarının esâreti
sırasında peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir
bölgede yapan Hereksel olduğunu iddia etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da onun
Eyyub (a.s)'in kendisinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu
söylemişlerdir. Fakat bu görüşlerin hiç biri kesinlik derecesine sahip değildir.
Zülkifl (a.s)'in peygamber olmadığı söyleyenler olmuşsa da, âlimlerin
ekseriyetine göre peygamberdir ve makbul olan görüş de budur (el-Kurtubî,
el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî,
Beyrut t.y., XVII, 82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, İstanbul 1991, III, 327).
Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kıssasını arz ettikten sonra, peygamberlerinden
bazılarını anmış ve onları övmüştür. insanları tevhide çağıran, Allah'ın sevgi
ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki
âyetlerin meâli şöyledir:
"Kuvvetli ve basiretli kullarınız İbrahim'i,İshâkı ve Yâkub'u da an. Biz onları
ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık.
Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır. İsmâil'i, Elyesâ'i,
Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48).
Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl (a.s) Şam'da otururdu. Oradaki
halkı Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir şekilde yaşamaya
çağırdı ve orada vefât etti (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167).
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . YÛNUS A.S.
Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.
Soyu, Bünyamin vasitasiyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a
dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, isa (a.s) annesinin adıyla İsa
b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta
diye anılmaktadır. (ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin
verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'in
annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye
anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasari
Tecridi Sarih Tercemesi ve serhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).
Yûnus (a.s)'in Ya'kub (a.s)'in torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber
verilmiştir:
"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a,
Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik"
(en-Nisâ, 4/163).
Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman
(a.s)'da Yunus (a.s) ile ayni soydan, Yakub (a.s)'in torunlarındandırlar.
Yûnus (a.s)'in nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide
çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kurân'da şöyle geçmektedir:
"Ve onu yüz bin İnsana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik"
(es-Saffat, 37/147).
O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir.
Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı.
Bu beldenin İnsanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler.
Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara,
küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine
inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,
t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).
Yûnus (a.s)'in adi, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki
sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus
sûresidir.
Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet
etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece
iki kişi ona imân etti (ibn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri
ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).
Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'in
zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini
terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:
"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini
asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka
hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye
niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).
Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi
demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lâkapla anılmıştır:
"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o
dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).
Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'in sabretmemesine, Allah'ın
emri olmadan milletini terk etmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali
üzerine, Yüce Allah söyle buyurmuştu:
"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret"
(el-Ahkâf, 46/35).
Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'in ayrılmaya kalkışması, iyi netice
vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz
tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti.
Kimin suya atılacağını tespit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet
etti. Bu durum kur'ân'da söyle haber verilmiştir:
"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat,
37/141).
işin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu.
Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu söyle haber vermiştir:
"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldigi için) kendisi
kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).
Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın
karnındaki karanlıklarda:
"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden
oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu
şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti
(el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'in
duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandigi, Kur'ân'da şöyle dile
getirilmiştir:
"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. iste biz, insanları
böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).
"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne
kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'i öldürmedi. Bir
süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki
hali, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde
agaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir
ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).
Yûnus (a.s)'in Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden
kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:
"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o,
sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet
yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i
onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).
Yûnus (a.s)'i bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede
hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar.
Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:
"inandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).
Yûnus (a.s)'in milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a
inanmaları, Allah tarafindan övülmüş, methedilmiştir:
"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir
memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar
sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya
hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha
yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).
Yûnus (a.s)'in faziletli bir İnsan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber
verilmiştir:
"ismâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler"
(el-En'âm, 6/86).
Hz. Muhammed (s.a.v) de onu söyle övmüştür:
"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî,
Tefsiru süre 6, 4).
Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve
Allah'a imân etmeye davet etmiştir. inanan insanlar için, onun hayatından
alınacak çeşitli ibretler vardır.
Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.
Soyu, Bünyamin vasitasiyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a
dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, isa (a.s) annesinin adıyla İsa
b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta
diye anılmaktadır. (ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin
verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'in
annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye
anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasari
Tecridi Sarih Tercemesi ve serhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).
Yûnus (a.s)'in Ya'kub (a.s)'in torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber
verilmiştir:
"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a,
Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik"
(en-Nisâ, 4/163).
Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman
(a.s)'da Yunus (a.s) ile ayni soydan, Yakub (a.s)'in torunlarındandırlar.
Yûnus (a.s)'in nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide
çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kurân'da şöyle geçmektedir:
"Ve onu yüz bin İnsana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik"
(es-Saffat, 37/147).
O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir.
Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı.
Bu beldenin İnsanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler.
Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara,
küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine
inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,
t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).
Yûnus (a.s)'in adi, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki
sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus
sûresidir.
Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet
etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece
iki kişi ona imân etti (ibn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri
ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).
Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'in
zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini
terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:
"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini
asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka
hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye
niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).
Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi
demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lâkapla anılmıştır:
"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o
dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).
Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'in sabretmemesine, Allah'ın
emri olmadan milletini terk etmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali
üzerine, Yüce Allah söyle buyurmuştu:
"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret"
(el-Ahkâf, 46/35).
Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'in ayrılmaya kalkışması, iyi netice
vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz
tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti.
Kimin suya atılacağını tespit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet
etti. Bu durum kur'ân'da söyle haber verilmiştir:
"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat,
37/141).
işin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu.
Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu söyle haber vermiştir:
"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldigi için) kendisi
kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).
Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın
karnındaki karanlıklarda:
"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden
oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu
şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti
(el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'in
duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandigi, Kur'ân'da şöyle dile
getirilmiştir:
"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. iste biz, insanları
böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).
"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne
kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'i öldürmedi. Bir
süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki
hali, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde
agaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir
ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).
Yûnus (a.s)'in Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden
kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:
"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o,
sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet
yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i
onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).
Yûnus (a.s)'i bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede
hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar.
Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:
"inandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).
Yûnus (a.s)'in milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a
inanmaları, Allah tarafindan övülmüş, methedilmiştir:
"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir
memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar
sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya
hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha
yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).
Yûnus (a.s)'in faziletli bir İnsan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber
verilmiştir:
"ismâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler"
(el-En'âm, 6/86).
Hz. Muhammed (s.a.v) de onu söyle övmüştür:
"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî,
Tefsiru süre 6, 4).
Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve
Allah'a imân etmeye davet etmiştir. inanan insanlar için, onun hayatından
alınacak çeşitli ibretler vardır.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . ZEKERİYYA A.S.
Kur'ân'da adı gelen peygamberlerden biri. Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır.
Kur'ân'da anılan duâlarından (Meryem, 16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra
Yâkub (a.s)'a varmaktadır (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82;
er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, V, 769).
Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların
bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi (es-Sa'l-ebî, el-Arais, 1951,
372).
Onun hakkında çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre'nin naklettiğine
göre, Hz. Muhammed (s.a.s);" "Zekeriyya (a.s) marangoz idi"(Ahmed b. Hanbel,
el-Müsned, Mısır, 1954, II, 405) diyerek O'nun elinin emeği ile geçinen bir
sanat ehli olduğunu haber vermiştir.
Zekeriyya (a.s)'ın hanımı İsa (a.s)'ın annesi Meryem'in teyzesi İşâ idi.
Zekeriyya (a.s) da, Meryem'e bakmakla meşgul oluyordu. O'na Beyt-i Makdis'te bir
yer yapmıştı. O'nun odasına her girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini
ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriyya (a.s), "Ey Meryem, bu
sana nereden geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafındandır." diye cevap
veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd).
Zekeriyya (a.s) Hz. Meryem'in yanında böyle yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış
mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü
yeten yüce Allah, eşimin yaşı geldiği halde, bize hayırlı bir evlat verebilir
şeklinde düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah'a gizlice şöyle dua
etti:
"Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim!.Sana
yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra
yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da
kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı
olsun! Rabbim! O'nun, senin rızanı kazanmasını da sağla!" (Meryem,19/4,5,6)
"Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!" (Âlu İmrân, 3/38)
"Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın" (el-Enbiyâ,
21/89).
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'ın duâsını kabul etti ve O'na
bir erkek evlad vereceğini müjdeledi:
"Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce
kimseye vermemiştik" (Meryem, 19/7).
"Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi:
"Haberin olsun! Allah sana Yahya adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir
kelimeyi (İsâ'yı) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim
bulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktır" (Âlu İmrân, 3/39).
Zekeriyya (a.s), Allah'ın verdiği bu müjdeye şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi
de hanımı da hayli yaşlı idiler. "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece
kocamışken nasıl oğlum olabilir?" (Meryem, 19/ diyerek, bu ilginç müjde
karşısında hayretini dile getirdi.
Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:
"Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce
seni yaratmıştım" (Meryem, 19/9).
Kur'ân'ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir:
"Zekeriyya'nın duasını kabul edip kendisine Yahya yı bahşetmiş, eşini de doğum
yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve
umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" (el-Enbiya,
21/90).
Yüce Allah'ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyya (a.s)
"Rabbim! Öyle ise bana bir alamet var, dedi" (Meryem, 19/10). Allah ona şu
cevabı verdi:
"Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok
an, akşam sabah hamdet!" (Âlu İmrân, 3/41).
Gün oldu, Zekeriyya (a.s)'ın nutku tutuldu. Mihrabdan çıktı ve milletine:
"Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin! diye işârette bulundu" (Meryem, 19/11).
Zamanı gelince, Zekeriyya (a.s)'ın oğlu Yahya (a.s) dünyaya geldi.
Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyya (a.s) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin
çoğu, dua mahiyetindedir. O, çok dua eden, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet
ederek tam bir teslimiyet içinde yaşayan Yüce bir peygamberdi. Allah:
"Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden
(idi)ler" (el-En'âm, 6/85) diyerek onu şahit peygamberlerle birlikte anmıştır.
Zekeriyya (a.s) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima insanları Yüce Allah'a
inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye cağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve
önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Mısır
1326, II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısus-r Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41).
Kur'ân'da adı gelen peygamberlerden biri. Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır.
Kur'ân'da anılan duâlarından (Meryem, 16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra
Yâkub (a.s)'a varmaktadır (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82;
er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, V, 769).
Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların
bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi (es-Sa'l-ebî, el-Arais, 1951,
372).
Onun hakkında çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre'nin naklettiğine
göre, Hz. Muhammed (s.a.s);" "Zekeriyya (a.s) marangoz idi"(Ahmed b. Hanbel,
el-Müsned, Mısır, 1954, II, 405) diyerek O'nun elinin emeği ile geçinen bir
sanat ehli olduğunu haber vermiştir.
Zekeriyya (a.s)'ın hanımı İsa (a.s)'ın annesi Meryem'in teyzesi İşâ idi.
Zekeriyya (a.s) da, Meryem'e bakmakla meşgul oluyordu. O'na Beyt-i Makdis'te bir
yer yapmıştı. O'nun odasına her girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini
ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriyya (a.s), "Ey Meryem, bu
sana nereden geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafındandır." diye cevap
veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd).
Zekeriyya (a.s) Hz. Meryem'in yanında böyle yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış
mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü
yeten yüce Allah, eşimin yaşı geldiği halde, bize hayırlı bir evlat verebilir
şeklinde düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah'a gizlice şöyle dua
etti:
"Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim!.Sana
yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra
yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da
kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı
olsun! Rabbim! O'nun, senin rızanı kazanmasını da sağla!" (Meryem,19/4,5,6)
"Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!" (Âlu İmrân, 3/38)
"Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın" (el-Enbiyâ,
21/89).
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'ın duâsını kabul etti ve O'na
bir erkek evlad vereceğini müjdeledi:
"Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce
kimseye vermemiştik" (Meryem, 19/7).
"Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi:
"Haberin olsun! Allah sana Yahya adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir
kelimeyi (İsâ'yı) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim
bulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktır" (Âlu İmrân, 3/39).
Zekeriyya (a.s), Allah'ın verdiği bu müjdeye şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi
de hanımı da hayli yaşlı idiler. "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece
kocamışken nasıl oğlum olabilir?" (Meryem, 19/ diyerek, bu ilginç müjde
karşısında hayretini dile getirdi.
Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:
"Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce
seni yaratmıştım" (Meryem, 19/9).
Kur'ân'ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir:
"Zekeriyya'nın duasını kabul edip kendisine Yahya yı bahşetmiş, eşini de doğum
yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve
umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" (el-Enbiya,
21/90).
Yüce Allah'ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyya (a.s)
"Rabbim! Öyle ise bana bir alamet var, dedi" (Meryem, 19/10). Allah ona şu
cevabı verdi:
"Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok
an, akşam sabah hamdet!" (Âlu İmrân, 3/41).
Gün oldu, Zekeriyya (a.s)'ın nutku tutuldu. Mihrabdan çıktı ve milletine:
"Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin! diye işârette bulundu" (Meryem, 19/11).
Zamanı gelince, Zekeriyya (a.s)'ın oğlu Yahya (a.s) dünyaya geldi.
Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyya (a.s) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin
çoğu, dua mahiyetindedir. O, çok dua eden, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet
ederek tam bir teslimiyet içinde yaşayan Yüce bir peygamberdi. Allah:
"Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden
(idi)ler" (el-En'âm, 6/85) diyerek onu şahit peygamberlerle birlikte anmıştır.
Zekeriyya (a.s) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima insanları Yüce Allah'a
inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye cağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve
önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Mısır
1326, II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısus-r Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41).
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . İ D R İ S (A.S.)
Hz. İdris, Hz. Şit aleyhisselamın torunlarından bir peygamberdir. Kendisine 30
suhuf kitap verildi. Asıl adı Ahnuh' (Hanuh) dur. Kur'an-ı Kerimde, çok kitap
okuduğu için ona İdris lakabı verilmiştir. Ayrıca, kendisine peygamberlik,
hikmet ve sultanlık verildiği için « müselles bin ni'me » (kendisine 3 nimet
verilen ) de denilmiştir. İdris aleyhisselam'ın Babil veya Mısır'da Münif'de
doğup yaşadığı rivayet edilmiştir. Babasının ismi Yerd'dir. Annesinin ismi Berre
veya Esvet'tir. Kendisi Adem aleyhisselamın altıncı göbekten torunudur. Adem
(a.s) kadar olan nesebi şöyledir: İdris (a.s) - Yerd - Mehlail - Kinan - Enus -
Şit (a.s) - Adem (a.s). İdris aleyhisselamın pek çok evladı olmuştur. Bunlardan
en meşhuru Metüselah'dir, çünkü Resulullah efendimizin nuru İdris
aleyhisselamdan sonra ona geçmiştir. Adem aleyhisselam'in oğlu Kabil'in
evladindan olan bir topluma peygamber gönderilmiştir.
Cebrail aleyhisselam 4 defa gelip ona Allah'in emir ve yasaklarını
bildirmiştir. İdris aleyhisselamın bunları insanlara 105 veya 120 sene
bildirdiği rivayet edilmiştir. Kendisine verilen bircok mucizelerden bazıları,
ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilmesi, havadaki bulutlara çekilmeleri icin
emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi
idi. İnsanlara peygamberimizin vasıflarını ve kendisinden sonra vukuu bulacak
olan Nuh tufanını anlatmıştır. Ama ne yazik ki kendisine çok az kişi itaat
etmiştir. İdris aleyhisselam 72 dil konuşurdu ve her kavmi hak dine kendi dili
ile davet etmiştir. Kendisi 100 şehir kurmuştur. İnsanlara çok ilimler
öğretmiştir. Bunlardan bazıları fen, tıp ve astronomidir. Kendisi kalem ile
yazan ve iğne ile diken (bunun icin ona terzilerin piri de denilmiştir) ilk
insandır. Bunlar tabiiki Allah'ın ona bir ihsanıdır. Yeryüzünün meskun
(yerleşilmiş) yerlerini 4 bölgeye ayırıp her birisine bir vekil tayin etmiştir.
ve bir müddet sonra Aşure gününde göge kaldırılmıştır « Kitapta İdris'i de an.
Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi .Onu üstün bir makama
yücelttik » (El-Meryem, 56-57)
Bir rivayete göre eski Yunanlılar ve daha sonra gelen feylozoflar, fizik,
kimya, ve tıp ilimlerini İdris aleyhisselamın kitaplarından almıştır. İdris
aleyhisselam hakkında 4 ayet (Meryem; 56-57/Enbiya 85-86) inmiştir. Allahü Teala
mübarek Kur'an-ı Kerim'de: « İsmail'i, İdris'i ve Zülkif'i de (yadet). Hepsi de
sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi
kimselerdi » (El-Enbiya, 85-86) buyurmuştur. (yadet'mek: anmak, adını anmak,
hatıra getirmek, hatırlamak, M.K.). Peygamberimiz Muhammed sallallahu (a.s.) de
bir hadis-i şerifinde: « Ben (Mirac gecesinde) dördüncü kat semada (gökte) İdris
(peygamber) ile karşılaştım. Cibril bana:" Bu gördüğün İdris'dir. Ona selam ver"
dedi. Ben de ona selam verdim. O da benim selamıma cevap verdi. Sonra bana:"
Merhaba salih kardeş, salih peygamber" dedi » buyurmuştur. (Buhari, Müslim)
Hz. İdris, Hz. Şit aleyhisselamın torunlarından bir peygamberdir. Kendisine 30
suhuf kitap verildi. Asıl adı Ahnuh' (Hanuh) dur. Kur'an-ı Kerimde, çok kitap
okuduğu için ona İdris lakabı verilmiştir. Ayrıca, kendisine peygamberlik,
hikmet ve sultanlık verildiği için « müselles bin ni'me » (kendisine 3 nimet
verilen ) de denilmiştir. İdris aleyhisselam'ın Babil veya Mısır'da Münif'de
doğup yaşadığı rivayet edilmiştir. Babasının ismi Yerd'dir. Annesinin ismi Berre
veya Esvet'tir. Kendisi Adem aleyhisselamın altıncı göbekten torunudur. Adem
(a.s) kadar olan nesebi şöyledir: İdris (a.s) - Yerd - Mehlail - Kinan - Enus -
Şit (a.s) - Adem (a.s). İdris aleyhisselamın pek çok evladı olmuştur. Bunlardan
en meşhuru Metüselah'dir, çünkü Resulullah efendimizin nuru İdris
aleyhisselamdan sonra ona geçmiştir. Adem aleyhisselam'in oğlu Kabil'in
evladindan olan bir topluma peygamber gönderilmiştir.
Cebrail aleyhisselam 4 defa gelip ona Allah'in emir ve yasaklarını
bildirmiştir. İdris aleyhisselamın bunları insanlara 105 veya 120 sene
bildirdiği rivayet edilmiştir. Kendisine verilen bircok mucizelerden bazıları,
ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilmesi, havadaki bulutlara çekilmeleri icin
emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi
idi. İnsanlara peygamberimizin vasıflarını ve kendisinden sonra vukuu bulacak
olan Nuh tufanını anlatmıştır. Ama ne yazik ki kendisine çok az kişi itaat
etmiştir. İdris aleyhisselam 72 dil konuşurdu ve her kavmi hak dine kendi dili
ile davet etmiştir. Kendisi 100 şehir kurmuştur. İnsanlara çok ilimler
öğretmiştir. Bunlardan bazıları fen, tıp ve astronomidir. Kendisi kalem ile
yazan ve iğne ile diken (bunun icin ona terzilerin piri de denilmiştir) ilk
insandır. Bunlar tabiiki Allah'ın ona bir ihsanıdır. Yeryüzünün meskun
(yerleşilmiş) yerlerini 4 bölgeye ayırıp her birisine bir vekil tayin etmiştir.
ve bir müddet sonra Aşure gününde göge kaldırılmıştır « Kitapta İdris'i de an.
Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi .Onu üstün bir makama
yücelttik » (El-Meryem, 56-57)
Bir rivayete göre eski Yunanlılar ve daha sonra gelen feylozoflar, fizik,
kimya, ve tıp ilimlerini İdris aleyhisselamın kitaplarından almıştır. İdris
aleyhisselam hakkında 4 ayet (Meryem; 56-57/Enbiya 85-86) inmiştir. Allahü Teala
mübarek Kur'an-ı Kerim'de: « İsmail'i, İdris'i ve Zülkif'i de (yadet). Hepsi de
sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi
kimselerdi » (El-Enbiya, 85-86) buyurmuştur. (yadet'mek: anmak, adını anmak,
hatıra getirmek, hatırlamak, M.K.). Peygamberimiz Muhammed sallallahu (a.s.) de
bir hadis-i şerifinde: « Ben (Mirac gecesinde) dördüncü kat semada (gökte) İdris
(peygamber) ile karşılaştım. Cibril bana:" Bu gördüğün İdris'dir. Ona selam ver"
dedi. Ben de ona selam verdim. O da benim selamıma cevap verdi. Sonra bana:"
Merhaba salih kardeş, salih peygamber" dedi » buyurmuştur. (Buhari, Müslim)
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . S A L İ H (A.S.)
Sâlih Peygamber Semud kavmine gönderilen peygamber olup Nuh aleyhisselam ın
oğullarından Sam'ın neslinden olup Hz. Âdem'in 19. kuşaktan torunudur. Âd kavmi
helâk olduktan sonra felaketten kurtulanlardan Semud, Sam ile Hicaz arasındaki
Hicr denilen yere yerleşti. Semud'un torunları Ad'in helâk olduğu yere gidip
yerleştiler. Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi. Zamanla bolluğa
kavuşup Ad kavmi gibi azdılar. Taşlardan yaptıkları putlara taptılar. İşte bu
diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü. Küçük yastan itibaren putlara tapmazdı, ve
ileride kendisinin Semûd'e lâzım olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.
Azgınlıklarından dolayı Allahü Teâlâ onlara Sâlih aleyhisselamı peygamber olarak
gönderdi : « Biz Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (gönderdik) » . Hz. Sâlih
onları putlara tapmaktan men'edip azgınlıklarından sakındırdı. Onları imâna
davet edip Hz. Nuh'un dinini tebliğ etti. Birçok kavim gibi Semud'un çoğu Sâlih
peygambere isyan, azı imân etti : «Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş
birisin! Sen de ancak bizim gibi bir insansın » . Bütün hakaretlere rağmen Hz.
Sâlih onları Tatlı dille imâna çağırdı ise de Semud peygamberini büyülenmiş
yalancı ve büyüklenen diye itham etmeyi bırakmadı. Yüce Allah taşkınlıklarından
dolayı Semud'un kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi,
hayvanlar yavrulamaz oldu. Bu durum karşısında Sâlih âleyhisselama hâkâret edip
onu ölümle tehdit ettiler. Peygamberliğinin kanıtı için ondan bir mucize
isteyip, mucize gösterdiği takdirce ona inanacaklarına söz verdiler. Kayadan bir
deve meydana gelmesini istediler. Deve olmasını istedikleri kaya büyüyüp gebe
bir deve sekline döndü. Devenin yavrulaması üzerine bazıları imân etti. Devenin
memesinden akan sütten Semudlular kaplarını doldurdular. Sâlih aleyhisselam
devenin kayadan çıkması üzerine kavmine: « Ey kâvmim, Allah'a kulluk ediniz! O
Allah ki, sizin için O'ndan başka ibâdet edecek hiç bir ilâh yoktur. Onu kendi
hâline bırakınız! Sakın ona bir fenalık etmeyiniz! Sonra sizi çok elemli bir
azap yakalar. İşte su deve peygamberliğimin doğruluğuna bir delildir. Bu kuyunun
suyunu nöbetle muayyen bir gün devenin içme hakkı vardır. Muayyen bir gün de
sizin içme hakkınız vardır. Sakin bu deveye fenalık dokundurmayınız! Sonra sizi
büyük bir günün azabı yakalar » . Ama Semudlular bunu dinlemeyip devenin
ayaklarını kesip öldürdüler: «Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da
oldular» . Bu - iğrenç - işi başlarının Kudar bin Sâlif isimli 9 kişilik bir
grup yaptı . Hz. Sâlih ile alay edip:'Eğer hakikaten peygamber isen bize vâd
ettiğin azabı getir' dediler : « Büyüklük taslayanlar dediler ki: 'Biz de sizin
inandığınızı inkar edenlerdeniz. Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek
öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Sâlih! Eğer sen
gerçekten peygamberdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler» .
Devenin bastığı yerden kan fışkırdığını, ağaçların yapraklarının kızardığını,
kuyulardaki suyun kan kırmızısı, yüzlerinin sapsarı olduğunu gördüler ve
birbirlerine haber verdiler. Allahü Teâlâ Sâlih âleyhisselama o beldeyi terk
etmelerini ve bir şiddetli azabın geleceğini vahyetmesi üzerine Hz. Sâlih ve
kendisine imân eden 4000 kişi ile birlikte orayı terk ettiler. Semudlular ın
yüzleri ise kana boyanmış gibi kıpkırmızı, daha sonra da simsiyah oldu. Cebrail
aleyhisselam onları bir sabah vakti sayha ile azablandırdı. Semud'un muhkem
binaları bile kendilerini kurtarmadı ve onlar sayhanın şiddetinden hepsinin
ödleri patlayarak helâk oldu: «(Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!
Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan
kuru ot gibi oldular » . Ancak birisi sayha'dan kurtulmuştu. Bunun ismi Ebû
Rigâl isminde birisi idi. Ebû Rigâl Semûd'un helâk olduğu sırada Mekke-i
Mükerremede Harem-Şerif'de idi. Bu sebepten dolayı ona musibetten bir şey isâbet
etmedi. Günlerden bir gün Harem'den çıktığında gökten bir taş düşüp onu öldürdü.
Resulallah Hicr'e uğradığı vakit buyurdu ki: « Mucize istemeyiniz. Muhakkak ki
Sâlih'in kavmi mucize istedi de, Allahü Teâlâ onlara deve gönderdi.
Deve bu
yoldan suya gider, su taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak
sözden) dönüp haddi aştılar. Allah'ın hareminde olan bir kişi dışında (ve imân
edenler müstesna) Semûd kavminden herkesi helâk eden bir sayha onları
yakalayıverdi» Bunun kim olduğu sorusuna:« Ebû Rigâl'dir. Harem'den ciktiginda
isâbet eden azâb ona da isâbet etti» dedi. Sâlih peygamber bundan sonra imân
edenlerle birlikte Mekke veya Sam taraflarına gitti (Elmalıya göre ise
Filistin'e gitti) , Remle'de yerleşti. Mekke'de vefat edip Kâbe-i Muazzama
yanında defn edildi. Hz. Sâlih'in deve mucizesinden hariç başka mucizeleri
şunlardı: -Sâlih peygamberin duası üzerine- meyvesiz ağaçların meyve vermesi,
tastan su çıkması ve bir Semûd'lunun Hz. Sâlih'in çadırını yakması üzerine onun
yanmaması.
Sâlih Peygamber Semud kavmine gönderilen peygamber olup Nuh aleyhisselam ın
oğullarından Sam'ın neslinden olup Hz. Âdem'in 19. kuşaktan torunudur. Âd kavmi
helâk olduktan sonra felaketten kurtulanlardan Semud, Sam ile Hicaz arasındaki
Hicr denilen yere yerleşti. Semud'un torunları Ad'in helâk olduğu yere gidip
yerleştiler. Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi. Zamanla bolluğa
kavuşup Ad kavmi gibi azdılar. Taşlardan yaptıkları putlara taptılar. İşte bu
diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü. Küçük yastan itibaren putlara tapmazdı, ve
ileride kendisinin Semûd'e lâzım olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.
Azgınlıklarından dolayı Allahü Teâlâ onlara Sâlih aleyhisselamı peygamber olarak
gönderdi : « Biz Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (gönderdik) » . Hz. Sâlih
onları putlara tapmaktan men'edip azgınlıklarından sakındırdı. Onları imâna
davet edip Hz. Nuh'un dinini tebliğ etti. Birçok kavim gibi Semud'un çoğu Sâlih
peygambere isyan, azı imân etti : «Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş
birisin! Sen de ancak bizim gibi bir insansın » . Bütün hakaretlere rağmen Hz.
Sâlih onları Tatlı dille imâna çağırdı ise de Semud peygamberini büyülenmiş
yalancı ve büyüklenen diye itham etmeyi bırakmadı. Yüce Allah taşkınlıklarından
dolayı Semud'un kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi,
hayvanlar yavrulamaz oldu. Bu durum karşısında Sâlih âleyhisselama hâkâret edip
onu ölümle tehdit ettiler. Peygamberliğinin kanıtı için ondan bir mucize
isteyip, mucize gösterdiği takdirce ona inanacaklarına söz verdiler. Kayadan bir
deve meydana gelmesini istediler. Deve olmasını istedikleri kaya büyüyüp gebe
bir deve sekline döndü. Devenin yavrulaması üzerine bazıları imân etti. Devenin
memesinden akan sütten Semudlular kaplarını doldurdular. Sâlih aleyhisselam
devenin kayadan çıkması üzerine kavmine: « Ey kâvmim, Allah'a kulluk ediniz! O
Allah ki, sizin için O'ndan başka ibâdet edecek hiç bir ilâh yoktur. Onu kendi
hâline bırakınız! Sakın ona bir fenalık etmeyiniz! Sonra sizi çok elemli bir
azap yakalar. İşte su deve peygamberliğimin doğruluğuna bir delildir. Bu kuyunun
suyunu nöbetle muayyen bir gün devenin içme hakkı vardır. Muayyen bir gün de
sizin içme hakkınız vardır. Sakin bu deveye fenalık dokundurmayınız! Sonra sizi
büyük bir günün azabı yakalar » . Ama Semudlular bunu dinlemeyip devenin
ayaklarını kesip öldürdüler: «Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da
oldular» . Bu - iğrenç - işi başlarının Kudar bin Sâlif isimli 9 kişilik bir
grup yaptı . Hz. Sâlih ile alay edip:'Eğer hakikaten peygamber isen bize vâd
ettiğin azabı getir' dediler : « Büyüklük taslayanlar dediler ki: 'Biz de sizin
inandığınızı inkar edenlerdeniz. Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek
öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Sâlih! Eğer sen
gerçekten peygamberdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler» .
Devenin bastığı yerden kan fışkırdığını, ağaçların yapraklarının kızardığını,
kuyulardaki suyun kan kırmızısı, yüzlerinin sapsarı olduğunu gördüler ve
birbirlerine haber verdiler. Allahü Teâlâ Sâlih âleyhisselama o beldeyi terk
etmelerini ve bir şiddetli azabın geleceğini vahyetmesi üzerine Hz. Sâlih ve
kendisine imân eden 4000 kişi ile birlikte orayı terk ettiler. Semudlular ın
yüzleri ise kana boyanmış gibi kıpkırmızı, daha sonra da simsiyah oldu. Cebrail
aleyhisselam onları bir sabah vakti sayha ile azablandırdı. Semud'un muhkem
binaları bile kendilerini kurtarmadı ve onlar sayhanın şiddetinden hepsinin
ödleri patlayarak helâk oldu: «(Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!
Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan
kuru ot gibi oldular » . Ancak birisi sayha'dan kurtulmuştu. Bunun ismi Ebû
Rigâl isminde birisi idi. Ebû Rigâl Semûd'un helâk olduğu sırada Mekke-i
Mükerremede Harem-Şerif'de idi. Bu sebepten dolayı ona musibetten bir şey isâbet
etmedi. Günlerden bir gün Harem'den çıktığında gökten bir taş düşüp onu öldürdü.
Resulallah Hicr'e uğradığı vakit buyurdu ki: « Mucize istemeyiniz. Muhakkak ki
Sâlih'in kavmi mucize istedi de, Allahü Teâlâ onlara deve gönderdi.
Deve bu
yoldan suya gider, su taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak
sözden) dönüp haddi aştılar. Allah'ın hareminde olan bir kişi dışında (ve imân
edenler müstesna) Semûd kavminden herkesi helâk eden bir sayha onları
yakalayıverdi» Bunun kim olduğu sorusuna:« Ebû Rigâl'dir. Harem'den ciktiginda
isâbet eden azâb ona da isâbet etti» dedi. Sâlih peygamber bundan sonra imân
edenlerle birlikte Mekke veya Sam taraflarına gitti (Elmalıya göre ise
Filistin'e gitti) , Remle'de yerleşti. Mekke'de vefat edip Kâbe-i Muazzama
yanında defn edildi. Hz. Sâlih'in deve mucizesinden hariç başka mucizeleri
şunlardı: -Sâlih peygamberin duası üzerine- meyvesiz ağaçların meyve vermesi,
tastan su çıkması ve bir Semûd'lunun Hz. Sâlih'in çadırını yakması üzerine onun
yanmaması.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
Hz. LÛT (a.s)
Kur'ân-ı Kerim'de geçen peygamberlerden biri Lût (a.s) ile birlikte Hz.
İbrahim'in kardeşi Hârân'ın oğludur. Lût (a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte
Harran'dan Filistin'e göç etti. Burada kıtlık baş gösterince Lût ve İbrahim
(a.s.) beraberce Mısır'a gittiler. Bir süre sonra Mısır kralının verdiği mal ve
sürüleri yanlarına alarak birlikte tekrar Filistin'e döndüler. Zamanla
yerleştikleri bölge, sürülerini almaz oldu. Hz. Lût bunun üzerine, amcası
İbrahim (a.s.)'ın bölgesinden ayrılıp Sedom şehrine yerleşti. Daha sonra bu
şehre peygamber olarak gönderildi. Sedomlular bozuk ahlâklı, kötü niyet insanlar
idi. Yol keserler, yolcuların elinde avucunda ne varsa alırlardı.
Sedom halkı dünyada daha önce kimsenin yapmadığı sapık işleri, ahlaksızlıkları
yapıyor, eşcinsel davranışlarda bulunuyor, azgınlıkta birbirleriyle yarış
ediyorlardı. Hz. Lût, kavmini doğru yola davet ettiyse de aldırmadılar.
Yaptıkları kötü işleri devam ettirdiler. Karısı da ona inanmayanlardandı.
Hz. Lût, "âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı hayasızlığı mı
yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu
çok aşırı giden bir milletsiniz" (el-A'raf, 7/80-81); "evet, siz cahil bir
milletsiniz" (en-Neml, 27/55); "yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler
yapmıyor musunuz?" (el-Ankebût, 29/29) diyerek onları doğru yola davet etti,
içinde bulundukları delâlet ve cehaletten kurtarmağa çalıştı.
Hz. Lût'un yaptığı ikazlara aldırmayan Lût kavmi de peygamberi yalanladı.
Kardeşleri Lût onlara; "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben
size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat
edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin
rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar
arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz"dedi
(eş-Şuara, 26/160-166). Bunun üzerine kavmi de ona cevaben. "Ey Lût! Bu
sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın" (eş-Şuara, 26/167). Doğru sözlü
isen bize Allah'ın azabını getir" (el-Ankebût, 29/29) diyerek Hz. Lût ve
kendisine inananlarla alay ettiler ve şehirden çıkarmak istediler (el-A'raf,
7/82), Lût Peygamber, kavminin azgınlıklarına karşı Allah'tan yardım istedi.
"Rabb'im şu bozguncu kavme karşı bana yardım et" (el-Ankebut, 29/30); "Rabb'im,
beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar" (eş-Şuara, 25/169) diye dua etti.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hz. Lût'un öğütlerine ve davetine uymayan kavmini
yok etmek üzere "elçiler" (melekler) görevlendirdi. Melekler, önce Hz. İbrahim
(a.s)'a uğradılar ve orada Hz. Lût'un kavmini cezalandırmak üzere geldiklerini
söylediler. "Biz şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi (Hz.
Lût'a inananlar) bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini kurtaracağız. Karısının
geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk" (el-Hicr,15/58-60). "Biz bu kasaba
halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. İbrahim: "Ama Lût
oradadır" dedi. Elçiler (melekler): "Biz orada olanları daha iyi biliriz, onu ve
geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler"
(el-Ankebût, 29/31-32).
Melekler, Hz. İbrahim'den ayrıldıktan sonra Hz. Lût'un bulunduğu Sedom şehrine
geldiler. Melekler gelince, Hazreti Lût onları tanıyamadı. Melekler ona. "Biz
sadece şüphe edip durdukları azabı getirdik, sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz
doğru söyleyenleriz" (el-Hicr, 15/63-64) diyerek kendilerini tanıttılar.
Melekler geldiğinde Hazreti Lût çok sıkıldı. "Bu çetin bir gündür" (Hûd 11/77)
dedi. Sıkılma sebebi, melekleri insan zannetmesi idi. Çünkü melekler genç ve
yakışıklı erkekler suretinde gelmişlerdi. Hz. Lût, kavminin yaptığı ahlâksız
hareketleri ve kötü huylarını biliyordu. Korkusu bundandı. Misafirlerin
geldiğini duyan "şehir halkı sevinerek geldiler" (el-Hicr, 15/67).
"Lût'un konukları olan melekleri elde etmeye (onlara tecavüz etmeye)
kalkıştılar" (el-Kamer, 54/37). "Hz. Lût onlara: "Bunlar benim konuklarımdır;
onlara karşı beni rüsvay etmeyin. Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi"
(el-Hicr, 15/68-69). Misafirlere dokunulmaması için. Ey milletim işte bunlar
benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir (size nikahlayabilirim).
Konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?
dedi" (Hûd, 11/78). Sedom halkı sapıklıktan başka bir şey düşünmüyordu.
"Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun: Doğrusu ne
istediğimizin farkındasın" (Hûd, 11/79) diyerek bunu reddettiler. Hz. Lût, bu
defa: "Keşki size yetecek bir kuvvetim olsa ve ya sağlam bir yere sığınsam" dedi
(Hud, 11/80). Hz. Lût iyice sıkılmıştı. Bunun üzerine melekler; "Ey Lût! Biz
rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemeyecekler" (Hûd, 11/81) diyerek
kimliklerini açıkladılar ve onu teselli ettiler.
Artık Allah Teâlâ'nın Lût kavmine takdir ettiği azabın vakti gelmişti. Melekler,
Hazreti Lûta: "Geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık. Karının dışında
kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelenler onun başına da gelecektir.
Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?" (Hîd, 11/81). "Bu
kasaba halkının yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azap
indireceğiz" (el-Ankebût, 29/34). Sabahleyin Sedom müthiş bir zelzele ile
sarsıldı. Halkın üzerine kime isabet edeceği yazılı taşlar yağdırıldı. Böylece
ahlâksızlıklarının cezasını görmüş oldular (Abdulfettah Tabbara, Ma'al Enbiya'
Fil-Kur'an, s, 142-146; Muhammed Ahmed Cad, Kısasu'l-Kur'ân, 68-76).
Bundan sonrası da Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:
"Buyurduğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine de Rabbinin
katından işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiç
bir zaman uzak olmayacaktır" (Hûd, 11/82-83).
"Tanyeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi. Memleketlerini alt üst ettik;
üzerlerine sert taş yağdırdık. Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır. O
şehrin kalıntıları işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda inananlar için
ibret vardır" (el-Hicr, 15/73-77).
"Bunun üzerine onu (Lût'u) ve ailesini kurtardık. Yalnız karısının geride
kalanlardan olmasını gerekli bulduk. Geride kalanların üzerine bir yağmur
yağdırdık. Uyarılan, fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi" (en-Neml,
27/57-59).
"Andolsun ki, sabah erken, önü alınmaz bir azab başlarına geldi. Âzabımı ve
uyarılarımı dinlememenin sonucunu tadın" dedik (el-Kamer, 54/38-39).
Görüldüğü gibi, Lût'un kıssasındaki en büyük özellik onun eşcinsellikle yaptığı
mücadeledir. Eşcinsellik İslâm'da en büyük günahlar arasındadır. Eşcinselliğe
livata * yada lûtilik * denmesi, bu çirkin fiili ilk olarak bu kavmin
işlemesinden dolayıdır. Yine görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim, bu iğrenç fiili
yapanları kınamakta ve faillerinin dünya ve ahirette büyük azap göreceklerini
ifade etmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'de geçen peygamberlerden biri Lût (a.s) ile birlikte Hz.
İbrahim'in kardeşi Hârân'ın oğludur. Lût (a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte
Harran'dan Filistin'e göç etti. Burada kıtlık baş gösterince Lût ve İbrahim
(a.s.) beraberce Mısır'a gittiler. Bir süre sonra Mısır kralının verdiği mal ve
sürüleri yanlarına alarak birlikte tekrar Filistin'e döndüler. Zamanla
yerleştikleri bölge, sürülerini almaz oldu. Hz. Lût bunun üzerine, amcası
İbrahim (a.s.)'ın bölgesinden ayrılıp Sedom şehrine yerleşti. Daha sonra bu
şehre peygamber olarak gönderildi. Sedomlular bozuk ahlâklı, kötü niyet insanlar
idi. Yol keserler, yolcuların elinde avucunda ne varsa alırlardı.
Sedom halkı dünyada daha önce kimsenin yapmadığı sapık işleri, ahlaksızlıkları
yapıyor, eşcinsel davranışlarda bulunuyor, azgınlıkta birbirleriyle yarış
ediyorlardı. Hz. Lût, kavmini doğru yola davet ettiyse de aldırmadılar.
Yaptıkları kötü işleri devam ettirdiler. Karısı da ona inanmayanlardandı.
Hz. Lût, "âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı hayasızlığı mı
yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu
çok aşırı giden bir milletsiniz" (el-A'raf, 7/80-81); "evet, siz cahil bir
milletsiniz" (en-Neml, 27/55); "yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler
yapmıyor musunuz?" (el-Ankebût, 29/29) diyerek onları doğru yola davet etti,
içinde bulundukları delâlet ve cehaletten kurtarmağa çalıştı.
Hz. Lût'un yaptığı ikazlara aldırmayan Lût kavmi de peygamberi yalanladı.
Kardeşleri Lût onlara; "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben
size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat
edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin
rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar
arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz"dedi
(eş-Şuara, 26/160-166). Bunun üzerine kavmi de ona cevaben. "Ey Lût! Bu
sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın" (eş-Şuara, 26/167). Doğru sözlü
isen bize Allah'ın azabını getir" (el-Ankebût, 29/29) diyerek Hz. Lût ve
kendisine inananlarla alay ettiler ve şehirden çıkarmak istediler (el-A'raf,
7/82), Lût Peygamber, kavminin azgınlıklarına karşı Allah'tan yardım istedi.
"Rabb'im şu bozguncu kavme karşı bana yardım et" (el-Ankebut, 29/30); "Rabb'im,
beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar" (eş-Şuara, 25/169) diye dua etti.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hz. Lût'un öğütlerine ve davetine uymayan kavmini
yok etmek üzere "elçiler" (melekler) görevlendirdi. Melekler, önce Hz. İbrahim
(a.s)'a uğradılar ve orada Hz. Lût'un kavmini cezalandırmak üzere geldiklerini
söylediler. "Biz şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi (Hz.
Lût'a inananlar) bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini kurtaracağız. Karısının
geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk" (el-Hicr,15/58-60). "Biz bu kasaba
halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. İbrahim: "Ama Lût
oradadır" dedi. Elçiler (melekler): "Biz orada olanları daha iyi biliriz, onu ve
geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler"
(el-Ankebût, 29/31-32).
Melekler, Hz. İbrahim'den ayrıldıktan sonra Hz. Lût'un bulunduğu Sedom şehrine
geldiler. Melekler gelince, Hazreti Lût onları tanıyamadı. Melekler ona. "Biz
sadece şüphe edip durdukları azabı getirdik, sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz
doğru söyleyenleriz" (el-Hicr, 15/63-64) diyerek kendilerini tanıttılar.
Melekler geldiğinde Hazreti Lût çok sıkıldı. "Bu çetin bir gündür" (Hûd 11/77)
dedi. Sıkılma sebebi, melekleri insan zannetmesi idi. Çünkü melekler genç ve
yakışıklı erkekler suretinde gelmişlerdi. Hz. Lût, kavminin yaptığı ahlâksız
hareketleri ve kötü huylarını biliyordu. Korkusu bundandı. Misafirlerin
geldiğini duyan "şehir halkı sevinerek geldiler" (el-Hicr, 15/67).
"Lût'un konukları olan melekleri elde etmeye (onlara tecavüz etmeye)
kalkıştılar" (el-Kamer, 54/37). "Hz. Lût onlara: "Bunlar benim konuklarımdır;
onlara karşı beni rüsvay etmeyin. Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi"
(el-Hicr, 15/68-69). Misafirlere dokunulmaması için. Ey milletim işte bunlar
benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir (size nikahlayabilirim).
Konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?
dedi" (Hûd, 11/78). Sedom halkı sapıklıktan başka bir şey düşünmüyordu.
"Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun: Doğrusu ne
istediğimizin farkındasın" (Hûd, 11/79) diyerek bunu reddettiler. Hz. Lût, bu
defa: "Keşki size yetecek bir kuvvetim olsa ve ya sağlam bir yere sığınsam" dedi
(Hud, 11/80). Hz. Lût iyice sıkılmıştı. Bunun üzerine melekler; "Ey Lût! Biz
rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemeyecekler" (Hûd, 11/81) diyerek
kimliklerini açıkladılar ve onu teselli ettiler.
Artık Allah Teâlâ'nın Lût kavmine takdir ettiği azabın vakti gelmişti. Melekler,
Hazreti Lûta: "Geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık. Karının dışında
kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelenler onun başına da gelecektir.
Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?" (Hîd, 11/81). "Bu
kasaba halkının yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azap
indireceğiz" (el-Ankebût, 29/34). Sabahleyin Sedom müthiş bir zelzele ile
sarsıldı. Halkın üzerine kime isabet edeceği yazılı taşlar yağdırıldı. Böylece
ahlâksızlıklarının cezasını görmüş oldular (Abdulfettah Tabbara, Ma'al Enbiya'
Fil-Kur'an, s, 142-146; Muhammed Ahmed Cad, Kısasu'l-Kur'ân, 68-76).
Bundan sonrası da Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:
"Buyurduğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine de Rabbinin
katından işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiç
bir zaman uzak olmayacaktır" (Hûd, 11/82-83).
"Tanyeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi. Memleketlerini alt üst ettik;
üzerlerine sert taş yağdırdık. Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır. O
şehrin kalıntıları işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda inananlar için
ibret vardır" (el-Hicr, 15/73-77).
"Bunun üzerine onu (Lût'u) ve ailesini kurtardık. Yalnız karısının geride
kalanlardan olmasını gerekli bulduk. Geride kalanların üzerine bir yağmur
yağdırdık. Uyarılan, fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi" (en-Neml,
27/57-59).
"Andolsun ki, sabah erken, önü alınmaz bir azab başlarına geldi. Âzabımı ve
uyarılarımı dinlememenin sonucunu tadın" dedik (el-Kamer, 54/38-39).
Görüldüğü gibi, Lût'un kıssasındaki en büyük özellik onun eşcinsellikle yaptığı
mücadeledir. Eşcinsellik İslâm'da en büyük günahlar arasındadır. Eşcinselliğe
livata * yada lûtilik * denmesi, bu çirkin fiili ilk olarak bu kavmin
işlemesinden dolayıdır. Yine görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim, bu iğrenç fiili
yapanları kınamakta ve faillerinin dünya ve ahirette büyük azap göreceklerini
ifade etmektedir.
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . YAKUP A.S.
Kurân'da adı geçen peygamberlerden biri.
Ya'kûb (a.s)'in soyu, İshâk (a.s) vasıtasıyle İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. O,
İshak (a.s)'in ve İshak (a.s) da İbrahim (a.s)'in oğludur. Annesinin adı
Refaka'dir. Kardeşi Ays ile beraber, ikiz olarak doğmuştur. Kardeşinin ardından
doğduğu için ona Ya'kûb denmiştir.
Ya'kûb (a.s)'in diğer bir adı da İsrail'dir. Kardeşi Ays'tan kaçarak dayısının
yanına giderken gündüzleri saklanmış ve geceleri yürümüştür. Bundan dolayı
kendisine İsrâil denmiştir. Kelime olarak İsrâil geceleyin (Allah'a) yürüyen
demektir (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I,162 vd.).
Ya'kûb (a.s)'in doğumu ve peygamberliği daha önceden müjdelenmişti. Onun bu
durumu Kurân'da söyle haber verilmiştir:
Biz ona (İbrahim (a.s)'in hanımına) İshâk'i müjdeledik. İshâk'ın ardından da
(torunu) Yâkub'u"(Hûd, 11/71).
Bu âyette aynı zamanda, Yakûb (a.s)'in yukarıda sunulan soyu da dile
getirilmiştir.
Ya'kûb (a.s), önce dayısı Lebân'ın büyük kızı Leyya ile ve ondan sonra da küçük
kızı Râhil ile evlenmiştir. Leyya'dan Rabil, Yehuza, sem'ûn ve Lavi adındaki
oğulları doğmuştur. Râhil'den de Yûsuf ve Bünyamin dünyaya gelmiştir. Ya'kub
(a.s)'in diğer iki hanımından altı oğlu daha vardı. Toplam on iki erkek evlada
sahipti (ibn Kuteybe, Kilabu'l-Meârif, Beyrut 1970,19; ibn Haldun, Tarih,
Beyrut, 1971, I, 39).
Kur'ân'ın birçok yerinde Ya'kûb (a.s)'in peygamberliğinden ve çeşitli
faziletlerinden bahsedilmektedir. Onun peygamberliğini dile getiren bazı
âyetlerin meâli şöyledir:
Nihayet (İbrahim) onlardan ve Allah'ın dışında taptıkları şeylerden uzaklaşıp
bir tarafa çekildiği zaman, biz ona İshâk'ı ve Yakub'u bağışladık ve her birini
peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk ve kendilerine güzel ve
üstün bir şan, şöhret nasip ettik" (Meryem, 19/49, 50).
"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, ona da vahyettik.
Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub'u, torunlarına, İsâ'ya, Eyüb'e,
Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebur'u vermiştik"
(en-Nisâ, 4/163).
Ya'kub (a.s)'in kuvvetli, basiretli ve halis (samimi) bir kişiliğe sahip
olduğunu anlatan bazı âyetlerin meâli de şöyledir:
Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshâk'ı ve Yakûb'u da an. Biz onları
ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize hâlis kul yaptık" (Sâd,
38/45, 46).
O, diğer peygamberler gibi Allah'ın hidâyetine erdirilen ve güzel davranan yüce
bir kişi idi. Kurân'da bu hususta söyle buyurulmaktadır:
"Biz ona (İbrahîm'e) İshâk'ı ve İshâk'ın oğlu Yakûb'u da hediye ettik. Hepsine
de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvud'a,
Süleyman'a, Eyyûb'e Yûsuf â Musa'ya ve Harûnâda yol göstermiştik. Biz güzel
davrananlara böyle karşılık veririz" (el-En'âm, 6/84)
Bir de Ya'kub (a.s) rüya tabir etmeyi de bilirdi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de
bu hususu söyle haber vermiştir:
"Hani bir zaman Yûsuf babasına: Babacığım, ben (rüya) on bir yıldız, güneşi ve
ayı gördüm. Bunların hepsinin bana secde ettiklerini gördüm, demişti. (Babası
Ya'kub ona söyle demişti): Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir
tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düsmandır! Böylece Rabb'in seni
seçecek ve sana rüyada görülen olayların yorumunu (veya Allah'ın kitabının ve
peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini) öğretecek. Sana ve Ya'kûb soyuna
nimetini tamlayacaktır. Nasıl ki ataların İbrahim'e, ve İshâk'a da nimetini
tamamlamıştı. şüphesiz Rabb'in bilendir, hikmet sahibidir" (Yûsuf, 12/4, 5, 6).
Ya'kûb (a.s) bitmeyen tükenmeyen güzel bir sabra sahipti. O, sabrıyla ve
ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlât acısı ve evlât ihanetiyle imtihan
edildi. Kurân'da, onun hayatı, Yûsuf (a.s)'in hayatı ile iç içe anlatılmıştır
Ya'kûb (a.s)'in gözlerinin kaybolmasına, saçlarının ağarmasına ve belinin
bükülmesine sebep olan bu evlât imtihanı ve onun örnek sabrı, Kurân'da söyle
haber verilmiştir:
"(Ya'kûb kendisine hiyanet eden çocuklarına şöyle dedi): Herhalde, nefisleriniz
size bu işi süsleyerek sizi ona sürükledi. Artık bana güzelce sabretmek kalıyor.
Belki de Allah, onların hepsini bana getirir. Çünkü O, bilendir, herşeyi
hikmetle (yerli yerince) yapandır. Ve yüzünü onlardan çevirdi de: "Ey Yûsuf
üzerindeki tasam (gel, gel tam senin gelme zamanındır)! " dedi ve tasadan
gözlerine ak düştü. (Acısını) yutkunuyor (açığa vurmamaya çalışıyordu). Dediler
ki: "Vallahi sen, Yûsuf'u ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!" (Ya'kûb
aleyhisselâm onlara): "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a şikayet ederim ve
Allah tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" dedi. (Ondan sonra söyle devam
etti): "Ey oğullarım, gidin, Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin. Zira, kafir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden
ümit kesmez!" (Ya'kûb'un oğulları tekrar Mısır'a Yûsuf'un yanına döndüklerinde
dediler ki: "Ey vezir, bize ve çocuklarımıza darlık dokundu, değersiz bir bir
sermaye ile geldik. Ama sen bizim için tam ölçü ver, bize tasadduk eyle. Çünkü
Allah, tasadduk edenleri mükafatlandırır." (Yûsuf) dedi: "Sizler cahil iken,
Yûsuf'a ve kardeşine yaptığınız(ın kötülüğünü) bildiniz mi (bundan tevbe ettiniz
mi)?" "A, yoksa sen, sen Yûsuf' musun?" dediler. "Ben Yusuf'um, bu da
kardeşindir" dedi (ve söyle devam etti): "Allah bize lütfetti. (Bizi korudu,
yüceltti). Kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilik
edenlerin ecrini zayi etmez" "Vallahi, Allah seni bizden üstün kıldı. Doğrusu
biz suç islemiştik! dediler (Yûsuf onlara): "Bu gün sizi kınama yok. Allah sizi
bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir. simdi su gömleğimi götürün,
babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Ve bütün ailenizle birlikte bana gelin"
dedi. Kervan (Mısır'dan) ayrılıp yola koyulunca, babaları, (yanında
bulunanlara): "Eğer bana bunak demezseniz, (inanın ki) ben Yûsuf'un kokusunu
duyuyorum"dedi. "Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığın içindesin" dediler. Müjdeci
gelip de (Yûsuf'un gömleğini) (Ya'kûb)'un yüzüne koyunca, derhal (gözü açıldı),
görür oldu. "Size demedim mi ben, Allah'tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim?"
dedi. (Oğulları): "Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile.
Gerçekten biz günah işledik"dediler. (Ya'kub onlara): "Sizin için Rabb'ime
istiğfar edeceğim. şüphesiz O, bağışlayan, esirgeyendir"dedi. (Hep beraber
Mısır'a hareket ettiler.) Nihâyet Yûsuf'un yanına vardıklarında, (Yûsuf)
ana-babasını kendisine çekip kucakladı ve: Allah'ın dileğiyle, güven içinde
Mısır'a girin!"dedi. Anasını babasını tahtı üstüne çıkardı ve hepsi onun için
secdeye kapandılar (ona kavustukları için Allah â şükür secdesi yaptılar veya
onun önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf: "Babacığım, işte bu, önceden (gördüğüm)
rüyanın yorumudur. Rabb'im onu gerçek yaptı. Bana iyilik etti. Zîra şeytan,
benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra, O, beni zindandan çıkardı.
Sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb'im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O
(her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır" dedi. "(Yûsuf, 12/83-100).
Bu âyetlerde de ifade edildiği gibi, Ya'kûb (a.s)'in çocukları, neticede
yaptıklarına pişman oldular. Babalarından ve kardeşleri Yûsuf (a.s)'dan özür
dilediler. Babaları Ya'kûb (a.s) ve kardeşleri Yusuf (a.s) onları bağışladılar
ve onlar için Allah'a yalvarıp dua ettiler. Cebrâil (a.s), Ya'kûb (a.s)'a
gelerek, çocukları için yaptığı duasının kabul edildiğini ve çocuklarının Allah
tarafından bağıslandıklarını müjdeledi (es-Salebî, el-Arais, Mısır 1951,140
vd.).
Yak'ub (a.s) da diğer peygamberler gibi insanları Allah'a inanmaya ve O'na
ibadet etmeye çağırdı. Kendisi bu yolda fevkalade örnek bir hayat yaşadı.
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği gibi, Yakub (a.s), İbrâhim (a.s)'in yaptıği gibi,
ruhunu teslim etmeden önce, çocuklarına vasiyette bulundu: "O zaman (Yâ'kûb),
oğullarına; "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. (Onlar da): "Senin
Rabb'in ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk'ın Rabb'i olan tek Allah'a kulluk
edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler"
Kurân'da adı geçen peygamberlerden biri.
Ya'kûb (a.s)'in soyu, İshâk (a.s) vasıtasıyle İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. O,
İshak (a.s)'in ve İshak (a.s) da İbrahim (a.s)'in oğludur. Annesinin adı
Refaka'dir. Kardeşi Ays ile beraber, ikiz olarak doğmuştur. Kardeşinin ardından
doğduğu için ona Ya'kûb denmiştir.
Ya'kûb (a.s)'in diğer bir adı da İsrail'dir. Kardeşi Ays'tan kaçarak dayısının
yanına giderken gündüzleri saklanmış ve geceleri yürümüştür. Bundan dolayı
kendisine İsrâil denmiştir. Kelime olarak İsrâil geceleyin (Allah'a) yürüyen
demektir (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I,162 vd.).
Ya'kûb (a.s)'in doğumu ve peygamberliği daha önceden müjdelenmişti. Onun bu
durumu Kurân'da söyle haber verilmiştir:
Biz ona (İbrahim (a.s)'in hanımına) İshâk'i müjdeledik. İshâk'ın ardından da
(torunu) Yâkub'u"(Hûd, 11/71).
Bu âyette aynı zamanda, Yakûb (a.s)'in yukarıda sunulan soyu da dile
getirilmiştir.
Ya'kûb (a.s), önce dayısı Lebân'ın büyük kızı Leyya ile ve ondan sonra da küçük
kızı Râhil ile evlenmiştir. Leyya'dan Rabil, Yehuza, sem'ûn ve Lavi adındaki
oğulları doğmuştur. Râhil'den de Yûsuf ve Bünyamin dünyaya gelmiştir. Ya'kub
(a.s)'in diğer iki hanımından altı oğlu daha vardı. Toplam on iki erkek evlada
sahipti (ibn Kuteybe, Kilabu'l-Meârif, Beyrut 1970,19; ibn Haldun, Tarih,
Beyrut, 1971, I, 39).
Kur'ân'ın birçok yerinde Ya'kûb (a.s)'in peygamberliğinden ve çeşitli
faziletlerinden bahsedilmektedir. Onun peygamberliğini dile getiren bazı
âyetlerin meâli şöyledir:
Nihayet (İbrahim) onlardan ve Allah'ın dışında taptıkları şeylerden uzaklaşıp
bir tarafa çekildiği zaman, biz ona İshâk'ı ve Yakub'u bağışladık ve her birini
peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk ve kendilerine güzel ve
üstün bir şan, şöhret nasip ettik" (Meryem, 19/49, 50).
"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, ona da vahyettik.
Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub'u, torunlarına, İsâ'ya, Eyüb'e,
Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebur'u vermiştik"
(en-Nisâ, 4/163).
Ya'kub (a.s)'in kuvvetli, basiretli ve halis (samimi) bir kişiliğe sahip
olduğunu anlatan bazı âyetlerin meâli de şöyledir:
Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshâk'ı ve Yakûb'u da an. Biz onları
ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize hâlis kul yaptık" (Sâd,
38/45, 46).
O, diğer peygamberler gibi Allah'ın hidâyetine erdirilen ve güzel davranan yüce
bir kişi idi. Kurân'da bu hususta söyle buyurulmaktadır:
"Biz ona (İbrahîm'e) İshâk'ı ve İshâk'ın oğlu Yakûb'u da hediye ettik. Hepsine
de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvud'a,
Süleyman'a, Eyyûb'e Yûsuf â Musa'ya ve Harûnâda yol göstermiştik. Biz güzel
davrananlara böyle karşılık veririz" (el-En'âm, 6/84)
Bir de Ya'kub (a.s) rüya tabir etmeyi de bilirdi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de
bu hususu söyle haber vermiştir:
"Hani bir zaman Yûsuf babasına: Babacığım, ben (rüya) on bir yıldız, güneşi ve
ayı gördüm. Bunların hepsinin bana secde ettiklerini gördüm, demişti. (Babası
Ya'kub ona söyle demişti): Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir
tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düsmandır! Böylece Rabb'in seni
seçecek ve sana rüyada görülen olayların yorumunu (veya Allah'ın kitabının ve
peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini) öğretecek. Sana ve Ya'kûb soyuna
nimetini tamlayacaktır. Nasıl ki ataların İbrahim'e, ve İshâk'a da nimetini
tamamlamıştı. şüphesiz Rabb'in bilendir, hikmet sahibidir" (Yûsuf, 12/4, 5, 6).
Ya'kûb (a.s) bitmeyen tükenmeyen güzel bir sabra sahipti. O, sabrıyla ve
ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlât acısı ve evlât ihanetiyle imtihan
edildi. Kurân'da, onun hayatı, Yûsuf (a.s)'in hayatı ile iç içe anlatılmıştır
Ya'kûb (a.s)'in gözlerinin kaybolmasına, saçlarının ağarmasına ve belinin
bükülmesine sebep olan bu evlât imtihanı ve onun örnek sabrı, Kurân'da söyle
haber verilmiştir:
"(Ya'kûb kendisine hiyanet eden çocuklarına şöyle dedi): Herhalde, nefisleriniz
size bu işi süsleyerek sizi ona sürükledi. Artık bana güzelce sabretmek kalıyor.
Belki de Allah, onların hepsini bana getirir. Çünkü O, bilendir, herşeyi
hikmetle (yerli yerince) yapandır. Ve yüzünü onlardan çevirdi de: "Ey Yûsuf
üzerindeki tasam (gel, gel tam senin gelme zamanındır)! " dedi ve tasadan
gözlerine ak düştü. (Acısını) yutkunuyor (açığa vurmamaya çalışıyordu). Dediler
ki: "Vallahi sen, Yûsuf'u ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!" (Ya'kûb
aleyhisselâm onlara): "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a şikayet ederim ve
Allah tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" dedi. (Ondan sonra söyle devam
etti): "Ey oğullarım, gidin, Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin. Zira, kafir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden
ümit kesmez!" (Ya'kûb'un oğulları tekrar Mısır'a Yûsuf'un yanına döndüklerinde
dediler ki: "Ey vezir, bize ve çocuklarımıza darlık dokundu, değersiz bir bir
sermaye ile geldik. Ama sen bizim için tam ölçü ver, bize tasadduk eyle. Çünkü
Allah, tasadduk edenleri mükafatlandırır." (Yûsuf) dedi: "Sizler cahil iken,
Yûsuf'a ve kardeşine yaptığınız(ın kötülüğünü) bildiniz mi (bundan tevbe ettiniz
mi)?" "A, yoksa sen, sen Yûsuf' musun?" dediler. "Ben Yusuf'um, bu da
kardeşindir" dedi (ve söyle devam etti): "Allah bize lütfetti. (Bizi korudu,
yüceltti). Kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilik
edenlerin ecrini zayi etmez" "Vallahi, Allah seni bizden üstün kıldı. Doğrusu
biz suç islemiştik! dediler (Yûsuf onlara): "Bu gün sizi kınama yok. Allah sizi
bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir. simdi su gömleğimi götürün,
babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Ve bütün ailenizle birlikte bana gelin"
dedi. Kervan (Mısır'dan) ayrılıp yola koyulunca, babaları, (yanında
bulunanlara): "Eğer bana bunak demezseniz, (inanın ki) ben Yûsuf'un kokusunu
duyuyorum"dedi. "Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığın içindesin" dediler. Müjdeci
gelip de (Yûsuf'un gömleğini) (Ya'kûb)'un yüzüne koyunca, derhal (gözü açıldı),
görür oldu. "Size demedim mi ben, Allah'tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim?"
dedi. (Oğulları): "Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile.
Gerçekten biz günah işledik"dediler. (Ya'kub onlara): "Sizin için Rabb'ime
istiğfar edeceğim. şüphesiz O, bağışlayan, esirgeyendir"dedi. (Hep beraber
Mısır'a hareket ettiler.) Nihâyet Yûsuf'un yanına vardıklarında, (Yûsuf)
ana-babasını kendisine çekip kucakladı ve: Allah'ın dileğiyle, güven içinde
Mısır'a girin!"dedi. Anasını babasını tahtı üstüne çıkardı ve hepsi onun için
secdeye kapandılar (ona kavustukları için Allah â şükür secdesi yaptılar veya
onun önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf: "Babacığım, işte bu, önceden (gördüğüm)
rüyanın yorumudur. Rabb'im onu gerçek yaptı. Bana iyilik etti. Zîra şeytan,
benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra, O, beni zindandan çıkardı.
Sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb'im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O
(her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır" dedi. "(Yûsuf, 12/83-100).
Bu âyetlerde de ifade edildiği gibi, Ya'kûb (a.s)'in çocukları, neticede
yaptıklarına pişman oldular. Babalarından ve kardeşleri Yûsuf (a.s)'dan özür
dilediler. Babaları Ya'kûb (a.s) ve kardeşleri Yusuf (a.s) onları bağışladılar
ve onlar için Allah'a yalvarıp dua ettiler. Cebrâil (a.s), Ya'kûb (a.s)'a
gelerek, çocukları için yaptığı duasının kabul edildiğini ve çocuklarının Allah
tarafından bağıslandıklarını müjdeledi (es-Salebî, el-Arais, Mısır 1951,140
vd.).
Yak'ub (a.s) da diğer peygamberler gibi insanları Allah'a inanmaya ve O'na
ibadet etmeye çağırdı. Kendisi bu yolda fevkalade örnek bir hayat yaşadı.
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği gibi, Yakub (a.s), İbrâhim (a.s)'in yaptıği gibi,
ruhunu teslim etmeden önce, çocuklarına vasiyette bulundu: "O zaman (Yâ'kûb),
oğullarına; "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. (Onlar da): "Senin
Rabb'in ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk'ın Rabb'i olan tek Allah'a kulluk
edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler"
Geri: PEYGAMBERLERİMİZİN TARİHİ
H Z . ŞUAYB A.S.
Kuran'da adı geçen peygamberlerden. Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak
gönderildi. Bu iki ülkede ayrı ayrı mücadelede bulundu. Bu iki toplumla yaptığı
mücadelesi, çeşitli ayetlerde geçmektedir.
Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki ülke idi. Medyen toprakları,
Hicaz'ın kuzey batısın da, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, güney Filistin'e,
Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer
alır.
Kur'an'ın Medyen halkı hakkında anlattıklarının önemini kavramak için, bu
insanların, Hz. İbrahim'in üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midyan'ın
soyundan geldikleri iddialarina dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun
neslinden gelmemiş oldukları halde, tümü onun soyundan olduklarını iddia
etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan herkes,
daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz.
İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen bütün Araplara "İsmailoğulları"
denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu (israiloğulları) için de durum aynıdır. Ayni
şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'in çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına
giren tüm bölge halkına Bena Medyen (Medyenogullari) ve onların oturduğu yerlere
de, Medyen bölgesi dendi (ez-Zirikl, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut el-Hamev,
Mu'cemü'l-Büldan, Beyrut 1956, V, 77).
Şuayb (a.s), Hz. İbrahim'in torunlarından Mikâil'in oğludur. Annesi ise Hz.
Lut'un kızıdır (et-Taber, Tarih, Misir 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Mısır
1951, s. 164; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327).
Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit,
İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu
(Ibn Asakir, Tarih, Beyrut 1979, VI, 322).
Şuayb (a.s) büyük bir hatipti. insanları güzel söz ve nasihatlarla aydınlatmaya
çalıştı. Dolayısıyla ona peygamberler hatibi denilmiştir (ez-Zemahserî,
el-Kessâf, Kahire 1977, II, 118).
Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'in kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa
(a.s) ile evlendirmişti (ibnü'l Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177).
Şuayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle
mücadelesi, Kuran'da söyle bildirilir:
"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk
edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi.
Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin,
düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan (insan)lar
iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup da tehdit
ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye
çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çogalttı ve bakın bozguncuların sonu
nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı
da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin
en iyisidir" (el-A'raf, 7/85,86,87).
Görülüyor ki Şuayb (a.s) onları Allah'a kulluk etmeye, insan Haklarına saygılı
olmaya, her türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye
davet ediyordu. Fakat Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlerini dinlemediler ve
kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları,
Kuran'da şöyle haber verilir.
"Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni
içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük!
Senin bize karşı hiç bir üstünlüğün yoktur!" (Hd 11/91).
Şuayb (a.s) onların bu taşkınlıklarına karsı nasihat ediyor ve onları büyük bir
azap ile kokutuyordu:
(Şuayb onlara de ki): Ey kavmim, size göre kabilem Allah'tan daha mı üstün ki,
O'nu arkanıza atıp unuttunuz? şüphesiz Rabbim, yaptıklarınızı kuşatıcıdır.
(Ondan bir şey gizli kalmaz.)
Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime
azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.
Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim."(Hd, 11/92-93)
Her türlü mücadelede, tebliğ ve nasihate rağmen, Allah'ın emirlerini dinlemeyen,
zulüm, taşkınlık ve kötülükte ısrar eden Medyen halkı, azabı hak etmişti: Derken
o (müthiş) sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb'ı
yalanlayanlar... iste ziyana uğrayanlar, onlar oldular" (el-A'raf, 7/91-92).
Medyen halkı, kafirlerin kaçınılmaz sonu olan azaba maruz kaldıktan sonra Şuayb
(a.s) onlara acımıştı. Bu durum, Kuran'da söyle bildirilir:
(Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim, ben size Rabbimin
gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl
acırım!.." (el-A'raf, 7/93)
Buna göre, Allah'ın emirlerini dinlememede ısrar eden ve bunun neticesinde
Allah'ın azabı ile cezalandırılanlara acımamak gerekir. Çünkü bu cezayı hak
etmiş oluyorlar.
Şuayb (a.s) Medyenlilerle beraber, Eyke halkına da peygamber olarak
gönderilmişti. Onlarla da önemli mücadelelerde bulundu. Onlarla olan mücadelesi
ve onların isyankârlığı, Kuran'da şöyle özetlenmektedir.
Gerçekten Eyke halkı da zalim kimselerdi" (el-Hasr, 15/78).
Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. Şuayb, onlara demişti ki: (Allah'ın
azabından) korunmaz misiniz? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artık
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın,
eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. insanların haklarını kısmayın.
Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, Sizi ve önceki nesilleri
yaratan(Allah)tan korkun" (es-suar, 26/176,177,178,179,180,181,182,183,184).
Eykeliler, Şuayb (a.s)'in telkinlerine karşı ters hareket ettiler. Söz
dinlemeyip isyanda bulundular. Hatta, Şuayb (a.s)'a hakaret ettiler. Onların bu
isyanı, Kuran'da söyle dile getirilir:
"Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz
seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz" (es-şuarâ, 26/185, 186) .
Eykeliler bununla bile yetinmediler. Azab isteyecek kadar, ileri gittiler: "Eger
doğrulardansan, o halde üzerimize gökten parçalar düşür" (es-şuarâ, 26/187)
diyerek Şuayb (a.s)'a meydan okudular. Şuayb (a.s) onlara söyle cevap verdi:
"Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir" (es-şuara, 26/188). Yüce Allah da, onlara
verilen azabı, söyle haber veriyor: "O'nu yalanladılar. Nihâyet o gölge gününün
azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. Muhakkak
ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar" (es-şuarâ, 26/189,
190).
Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı" hakkında, müfessirler söyle bir
açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler azap isteyince, Güneş yedi gün müthiş bir
sıcaklık yaydı. O sırada gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti.
Eyke'liler bulutun gölgesinde toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve
Eyke halkı yeryüzünden silindi (el-Beydav, Envaru't-Tenzl, Misir 1955, II, 84).
Medyen ve Eyke halkı Hz. Şuayb'ı dinlemediler ve bunun neticesinde, yukarıda
sunulan âyetlerde ifâde edildiği gibi helâk oldular. Allah'ı dinlememenin,
peygambere uymamanın ve yanlış yollara sapmanın cezasını buldular. Şuayb (a.s),
kendisine uyanlarla birlikte Mekke'ye gidip yerleşti.
Orta boylu, buğday benizli biri olan Şuayb (a.s), hayatinin sonuna doğru
gözlerini kaybetmişti, amâ olarak yaşıyordu. Mekke'de vefât etti. Türbesinin,
Kâbe'nin batısın da, Darünnedve ile Benu Semh kapısının arasında olduğu rivâyet
edilir (et-Taberî, Tarih, Misir 1326, I, 167; Ibn Kuteybe, Kitabü'l-Maârif,
Beyrut 1970, s. 19: Ibn Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322).
Kuran'da adı geçen peygamberlerden. Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak
gönderildi. Bu iki ülkede ayrı ayrı mücadelede bulundu. Bu iki toplumla yaptığı
mücadelesi, çeşitli ayetlerde geçmektedir.
Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki ülke idi. Medyen toprakları,
Hicaz'ın kuzey batısın da, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, güney Filistin'e,
Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer
alır.
Kur'an'ın Medyen halkı hakkında anlattıklarının önemini kavramak için, bu
insanların, Hz. İbrahim'in üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midyan'ın
soyundan geldikleri iddialarina dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun
neslinden gelmemiş oldukları halde, tümü onun soyundan olduklarını iddia
etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan herkes,
daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz.
İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen bütün Araplara "İsmailoğulları"
denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu (israiloğulları) için de durum aynıdır. Ayni
şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'in çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına
giren tüm bölge halkına Bena Medyen (Medyenogullari) ve onların oturduğu yerlere
de, Medyen bölgesi dendi (ez-Zirikl, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut el-Hamev,
Mu'cemü'l-Büldan, Beyrut 1956, V, 77).
Şuayb (a.s), Hz. İbrahim'in torunlarından Mikâil'in oğludur. Annesi ise Hz.
Lut'un kızıdır (et-Taber, Tarih, Misir 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Mısır
1951, s. 164; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327).
Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit,
İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu
(Ibn Asakir, Tarih, Beyrut 1979, VI, 322).
Şuayb (a.s) büyük bir hatipti. insanları güzel söz ve nasihatlarla aydınlatmaya
çalıştı. Dolayısıyla ona peygamberler hatibi denilmiştir (ez-Zemahserî,
el-Kessâf, Kahire 1977, II, 118).
Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'in kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa
(a.s) ile evlendirmişti (ibnü'l Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177).
Şuayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle
mücadelesi, Kuran'da söyle bildirilir:
"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk
edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi.
Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin,
düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan (insan)lar
iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup da tehdit
ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye
çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çogalttı ve bakın bozguncuların sonu
nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı
da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin
en iyisidir" (el-A'raf, 7/85,86,87).
Görülüyor ki Şuayb (a.s) onları Allah'a kulluk etmeye, insan Haklarına saygılı
olmaya, her türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye
davet ediyordu. Fakat Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlerini dinlemediler ve
kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları,
Kuran'da şöyle haber verilir.
"Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni
içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük!
Senin bize karşı hiç bir üstünlüğün yoktur!" (Hd 11/91).
Şuayb (a.s) onların bu taşkınlıklarına karsı nasihat ediyor ve onları büyük bir
azap ile kokutuyordu:
(Şuayb onlara de ki): Ey kavmim, size göre kabilem Allah'tan daha mı üstün ki,
O'nu arkanıza atıp unuttunuz? şüphesiz Rabbim, yaptıklarınızı kuşatıcıdır.
(Ondan bir şey gizli kalmaz.)
Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime
azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.
Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim."(Hd, 11/92-93)
Her türlü mücadelede, tebliğ ve nasihate rağmen, Allah'ın emirlerini dinlemeyen,
zulüm, taşkınlık ve kötülükte ısrar eden Medyen halkı, azabı hak etmişti: Derken
o (müthiş) sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb'ı
yalanlayanlar... iste ziyana uğrayanlar, onlar oldular" (el-A'raf, 7/91-92).
Medyen halkı, kafirlerin kaçınılmaz sonu olan azaba maruz kaldıktan sonra Şuayb
(a.s) onlara acımıştı. Bu durum, Kuran'da söyle bildirilir:
(Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim, ben size Rabbimin
gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl
acırım!.." (el-A'raf, 7/93)
Buna göre, Allah'ın emirlerini dinlememede ısrar eden ve bunun neticesinde
Allah'ın azabı ile cezalandırılanlara acımamak gerekir. Çünkü bu cezayı hak
etmiş oluyorlar.
Şuayb (a.s) Medyenlilerle beraber, Eyke halkına da peygamber olarak
gönderilmişti. Onlarla da önemli mücadelelerde bulundu. Onlarla olan mücadelesi
ve onların isyankârlığı, Kuran'da şöyle özetlenmektedir.
Gerçekten Eyke halkı da zalim kimselerdi" (el-Hasr, 15/78).
Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. Şuayb, onlara demişti ki: (Allah'ın
azabından) korunmaz misiniz? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artık
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın,
eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. insanların haklarını kısmayın.
Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, Sizi ve önceki nesilleri
yaratan(Allah)tan korkun" (es-suar, 26/176,177,178,179,180,181,182,183,184).
Eykeliler, Şuayb (a.s)'in telkinlerine karşı ters hareket ettiler. Söz
dinlemeyip isyanda bulundular. Hatta, Şuayb (a.s)'a hakaret ettiler. Onların bu
isyanı, Kuran'da söyle dile getirilir:
"Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz
seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz" (es-şuarâ, 26/185, 186) .
Eykeliler bununla bile yetinmediler. Azab isteyecek kadar, ileri gittiler: "Eger
doğrulardansan, o halde üzerimize gökten parçalar düşür" (es-şuarâ, 26/187)
diyerek Şuayb (a.s)'a meydan okudular. Şuayb (a.s) onlara söyle cevap verdi:
"Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir" (es-şuara, 26/188). Yüce Allah da, onlara
verilen azabı, söyle haber veriyor: "O'nu yalanladılar. Nihâyet o gölge gününün
azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. Muhakkak
ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar" (es-şuarâ, 26/189,
190).
Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı" hakkında, müfessirler söyle bir
açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler azap isteyince, Güneş yedi gün müthiş bir
sıcaklık yaydı. O sırada gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti.
Eyke'liler bulutun gölgesinde toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve
Eyke halkı yeryüzünden silindi (el-Beydav, Envaru't-Tenzl, Misir 1955, II, 84).
Medyen ve Eyke halkı Hz. Şuayb'ı dinlemediler ve bunun neticesinde, yukarıda
sunulan âyetlerde ifâde edildiği gibi helâk oldular. Allah'ı dinlememenin,
peygambere uymamanın ve yanlış yollara sapmanın cezasını buldular. Şuayb (a.s),
kendisine uyanlarla birlikte Mekke'ye gidip yerleşti.
Orta boylu, buğday benizli biri olan Şuayb (a.s), hayatinin sonuna doğru
gözlerini kaybetmişti, amâ olarak yaşıyordu. Mekke'de vefât etti. Türbesinin,
Kâbe'nin batısın da, Darünnedve ile Benu Semh kapısının arasında olduğu rivâyet
edilir (et-Taberî, Tarih, Misir 1326, I, 167; Ibn Kuteybe, Kitabü'l-Maârif,
Beyrut 1970, s. 19: Ibn Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322).
1 sayfadaki 2 sayfası • 1, 2
1 sayfadaki 2 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paz Ekim 06, 2019 11:10 am tarafından turk9999
» DreamBox Kullanıcılarına özel FLASHWIZARD 7.02 Türkçe
C.tesi Eyl. 17, 2016 8:48 am tarafından turnurbil
» E2 Setting 7,13,19,42
Paz Kas. 01, 2015 10:04 am tarafından codegen
» Redline Aradiginiz hersey tek link Her zaman guncel Arkadaslar
C.tesi Eyl. 26, 2015 5:57 am tarafından UCANKUS004
» Çökmüş Dreambox DM 500S Kurtarma
Salı Eyl. 22, 2015 12:43 pm tarafından yavoth
» DM800HD Clone Patched Images (Sim 2.01 SSL#84D OE2.0)
Perş. Tem. 02, 2015 2:38 pm tarafından Admin
» All Files in Our Enigma2 Addons
Çarş. Tem. 01, 2015 10:55 pm tarafından ttys
» E2 - Dreamboxedit_setup 5.1.1.1 ile İP TV eklemek
Paz Mart 22, 2015 1:48 am tarafından AHMCEL
» Ace Stream Media 3.0.3 programı ve paylaşım bölümü
Perş. Mart 05, 2015 1:59 pm tarafından Admin