En bakılan konular
En son konular
Similar topics
Arama
Online E-Devlet Hizmetleri
Online E-Devlet HizmetleriTC Kimlik No
Vergi Kimlik No
SSK Hizmet Dökümü
İnternet Vergi Dairesi
Motorlu Taşıtlar Vergisi
Telefon Rehberi
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSS Sonuçları
KPSS Sonuçları
KPDS Sonuçları
LES Sonuçları
TUS Sonuçları
ÜDS Sonuçları
ALS Sonuçları
DGS Sonuçları
Diğer Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Takvimi
E-Devlet Linkleri:
Devletim.com
Online Hizmetler
Milli Eğitim Bakanlığı
Üniversiteler
Sağlık Bakanlığı
Emeklilik Hizmetleri
Hukuk ve Adalet
Emniyet Hizmetleri
Ekonomik ve Mali İşler
İş ve Eleman Arama
Genel Devlet Kurumları
Bakanlıklar
Valilikler
Belediyeler
Kaymakamlıklar
Siyasi Partiler
Silahlı Kuvvetler
Sivil Toplum
Engelli Sayfaları
Elçilik - Konsolosluklar
Avrupa Birliği
K.K.T.C.
Turizm
Tatil ve Gezi Rehberi
Deprem Linkleri
Haber Kaynakları
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
DİYANET SORU - CEVAP
1 sayfadaki 1 sayfası
DİYANET SORU - CEVAP
DİYANET SORU - CEVAP
1- Küllî ve Cüz'î irade
ne demektir, açıklar
mısınız?
İrade: istemek, dilemek,
seçmek, iki veya daha
çok alternatiflerden
birine karar vermek
demektir.
Allahu Teala'nın "irade"
sıfatı vardır. Allahu
Teala'nın iradesi demek,
Allah'ın, mümkinattan
her birini, sonsuz
hallerden ve vakitlerden
birine tayin ve tahsis
buyurması demektir.
Burada geçen
"mümkinat"tan maksat,
olmasını veya
olmamasını, varlığını
veya yokluğunu aklın
caiz gördüğü şeylerdir.
İşte bu şeylerin
varlığına veya
yokluğuna, olmasına veya
olmamasına karar vermek
Allahu Teala'nın
iradesini ilgilendiren
bir husustur; buna karar
vermek Allah'ın işidir.
Bu kararın kaynağı da
Allah'ın "irade"
sıfatıdır. Bu iradeye
"irade-i ilahiyye=ilahî
irade" denir.
Bir de Allah'ın
kullarına verdiği bir
"irade" vardır ki, kul,
kendisini ilgilendiren,
kendi yaptığı işlerde bu
iradesini kullanarak
karar verir. İşte
irade-i külliyye ve
irade-i cüz'iyye
terimleri, kula ait olan
bu irade ile ilgilidir.
Şöyle ki:
Kulda bi'l-kuvve mevcut
olan irade gücüne "küllî
irade" denir. Bu irade
kullanılmaya hazır olan,
ancak henüz
kullanılmayan
"potansiyel irade"
demektir. Bu durumdaki
iradenin herhangi bir
olaya yönelme, herhangi
bir şeyin olmasına veya
olmamasına karar verme
gibi bir işlevi yoktur;
yani bu irade, insanın
fiilen kullanmadığı bir
iradedir. Dolayısıyla
insan, kullanmadığı
böyle bir iradeden
sorumlu da değildir.
Cüz'î irade ise, küllî
iradenin, başka bir
ifade ile irade gücünün
kullanılmasıdır; yani
herhangi bir şeyin
yapılması veya
yapılmaması şıklarından
birinin tercihidir. İşte
insanı sorumlu kılan, bu
iradedir. Şayet insan
küllî iradesini, cüz'î
irade haline getirirse,
yani, irade gücünü
kullanarak herhangi bir
şeye karar verirse ve
verdiği bu kararın
gereğini yaparsa, işte
insan bu yaptığından
dolayı sevap veya günah
kazanır; yaptığı
Allah'ın rızasına
uygunsa mükafat görür;
değilse ceza görür.
Bir de bu terimlere
benzer "kudret-i
külliyye" ve "kudret-i
cüz'iyye" terimleri
vardır ve bunlar da
insandaki "kudret"
sıfatıyla ilgilidir.
Bunlardan "kudret-i
külliyye" insandaki
potansiyel kudret
sıfatını, yani bu
sıfatın herhangi bir
olaya yönelmemiş, ortaya
çıkmamış halini,
kudret-i cüz'iyye de bu
kudret sıfatının
herhangi bir olayda
kullanılma durumunu
ifade eder.
2- Ecel nedir? Ömür
kısalır ya da uzar mı?
Ecel, kelime olarak
mutlak vakit, bir şeyin
müddeti veya bir şeyin
müddetinin sonu
anlamındadır. Daha sonra
bu kelime insan ömrünün
sonu anlamında
kullanılmış ve bu manada
meşhur olmuştur. Ecel
hayatın son bulması ve
ölümün gerçekleştiği
zamandır. Bu anlamı ile
her canlı için tek bir
ecel vardır. Bu ecel
Allah'ın kaza ve
takdiriyle olup, asla
değişmez. Belirlenen
ecel, vaktinden ne önce
gelebilir ne de o
vakitten sonraya
kalabilir. Bu hususla
ilgili Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyrulmaktadır.
"Her ümmetin takdir
edilmiş bir eceli
vardır.
Ecelleri geldiği zaman
ne bir saat geri
kalırlar, ne de ileri
giderler." (Yunus
suresi, ayet: 49)
Ehli Sünnetin görüşüne
göre öldürülen kişi
kendi eceliyle ölmüştür.
Katilin öldürmesi ile o
kişinin eceli değişmiş
ve ömrü kısalmış olmaz.
Ecel, hayatın
tereddütsüz ve kesin
olarak son bulduğu
zamandır. Katilin mes'ul
olması, Allah'ın kesin
olarak yasakladığı cana
kıyma yasağını işlemiş
olmasındandır.
3- Son nefeste yapılan
tevbe makbul müdür?
Bütün günahlardan tevbe
etmek ve tevbeyi
geciktirmemek gerekir.
Fakat tevbe kapısı, can
boğaza gelinceye kadar
açıktır. Bu konuda Hz.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz: "Bir kul can
çekişmeye başlamadıkça
Allahu Teala onun
tevbesini kabul eder"
buyurmuşlardır. Bu
hadis-i şerif, ruhu
boğazına gelmeden, can
çekişmeye başlamadan
kulun tevbesinin kabul
olunacağını
bildirmektedır, Aksi
takdirde can boğaza
gelip, hayattan ümit
kesilip ahiret ahvalinin
görülmeğe başlandığı
zaman, yapılan tevbe ise
geçerli değildir. Bu
hususta Allahu Teala
Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyurmaktadır:
"Kötülükleri yapıp yapıp
da nihayet ölüm gelip
çatınca: "Ben şimdi
tevbe ettim" diyenler
ile kafir olarak ölünler
için (kabul edilecek)
tevbe yoktur. Onlar için
acıklı bir azap
hazırladık." (Nisa, 18)
4- Tecdidi iman ve nikah
ne zaman lazımdır?
Dinden olduğu kesinlikle
bilinen şeylerden birini
inkar veya dini
hükümleri alaya almak;
dine, imana sövmek...
gibi küfrü gerektiren
söz ve davranışlarda
bulunmadıkça "tecdid-i
iman ve tecdid-i nikah"
gerekmez.
Bir Müslüman, Allah
korusun, küfrü
gerektiren bir
davranışta bulunursa,
tevbe istiğfar ederek
imanını ve evli ise
nikahını yenilemesi
gerekir.
5- Şefaat var mıdır?
Nerede ve nasıl
olacaktır?
Şefaat, suçlu veya
yardıma muhtaç veya
iyiliğe layık olanlar
hakkında af, iyilik ve
lutuf ricasında bulunmak
demektir.
Ahirette şefaatın
varlığı, ayet ve
tevatüre varan sahih
hadis-i şeriflerle
sabittir. (El-Bakara,
123; Taha, 109; Sebe,
23; Gafir, 18;
Muharnmed, 19;
Müddessir, 48 ve daha
bazı ayetler.)
Hz. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in kıyamet
gününde, bütün mahşer
halkının, mahşer yerinin
şiddet ve dehşetinden
kurtulması ve bir an
evvel hesabın kolayca
görülmesi için büyük ve
umumî şefaatı vardır.
Hz. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in bu büyük
şefaatından başka, azabı
haketmiş bazı
mü'minlerin cehennemden
kurtulması, bazı
mü'minlerin hesaba
çekilmeden cennete
girmesi, cennete giren
mü'minlerin
derecelerinin
yükseltilmesi gibi
şefaatleri de olacaktır.
Bu şefaatlardan en fazla
istifade edeceklerin de
kamil ve muhlis
mü'minler olduğunda
şüphe yoktur.
Mahşerden sonra da her
peygambere Cenab-ı Hak
tarafından kendi ümmeti
hakkında şefaat izni
verileceği gibi
şehitlerin ve salih
kişilerin de şefaat
etmelerine izin
verilecektir. Fiilen
cehenneme girmiş
günahkarların
cehennemden çıkarılması
için Hz. Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz'in
şefaatı olacağı gibi
bazı ehl-i cennetin de
şefaatleri olacaktır.
6- İslam'ın bazı
şartlarını yerine
getirmeyene kafir denir
mi?
Ehl-i Sünnet inancına
göre, amel imandan cüz
değildir. Bu itibarla,
dinden olduğu kesinlikle
bilinen hükümlerin
aslını inkar etmemek
şartı ile, bir kimsenin
dinî hükümlere riayet
etmemesi, onu din
sınırları dışına
çıkarmasa da şüphesiz,
dinin emir ve
yasaklarına uymayan bu
kişi günahkar olur.
Günahı karşılığında
tevbe etmez veya Allah
Teala meccanen
affetmezse cezasını
çeker.
7- Kabir azabı var
mıdır? Nasıl izah
edile-bilir? Öldükten
sonra ruhun durumu?
Kabir azabı vardır ve
haktır. Buna delalet
eden ayetler olduğu gibi
tevatür derecesine varan
hadis-i şerifler de
vardır. (İbrahim Süresi,
27; Taha Suresi,
24;Mü'min Suresi, 46)
.
Kabir hayatı ve kabir
azabı sözü ile, cesedin
defnedildiği yer ve bu
yerde gördüğü azab
kasdedilmez. Bundan
maksat, ölümden sonra
mahşerde tekrar dirilişe
kadar geçecek zaman
içindeki mutlu bir hayat
veya azaptır. Her ölü,
ister bir kabre
defnedilsin, ister
denizlerin
derinliklerinde kaybolup
gitsin, isterse
hayvanlar tarafından
parçalanıp yenilsin,
mut'aka ya nimetler
içinde olacak veya azab
görecektir. Kafirler ve
asî olan bazı mü'minler
azab görecekler; salih
mü'minler ise Allah
Teala'nın dilediği
şekilde nimet içinde
bulunacaklardır. Bu
hususta Kur'an-ı
Kerim'de "Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölü
sanmayın. Bilakis onlar
diridirler. Allah'ın
lutuf ve kereminden
kendilerine verdikleri
ile sevinçli bir halde
Rableri yanında
rızıklara mazhar
olmaktadırlar." (Al-i
imran, 169) ayeti ile
Nuh kavmi hakkındaki:
"Onlar, günahları
yüzünden suda
boğuldular, ardından da
ateşe sokuldular..."
(Nuh Suresi, 25)
anlamındaki ayetler
birer delil teşkil
etmektedir. Hz.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz de; "Kabir ya
cennet bahçelerinden bir
bahçe veya cehennem
çukurlarından bir
çukurdur" diye
buyurmuşlardır.
Kabir azabı hem ruha,
hem de cesede her
ikisine beraber
yapılacaktır. Çünkü ölen
insanın ruhunun,
kabirdeki cesediyle
ilişkili olacağı sahih
hadîslerde
belirtilmektedir.
Nitekim insanın uyku
halinde gördüğü güzel
veya korkunç rüyalar
bunu açıklamaktadır.
İnsan korkulu rüya
görünce elem; İyi rüya
görünce de zevk duyuyor.
Halbuki bu acı veya
tatlı rüyayı görenlerin
yanında bulunanlar,
onların ne acılarına ve
ne de zevklerine muttali
olabiliyorlar. İşte
bunun gibi ölüler de
kabirlerinde ya büyük
bir neşe ve zevk
içindedirler, ya da
çeşit çeşit azaplara
maruz kalıyorlar. Fakat
biz onların bu hallerine
muttali olamıyoruz.
8- Sürekli olarak
kocasının ağzına
küfreden bir kadının
dini nikahı ne olur?
İnsan, "Eşref-i
mahlukat", yani
yaratılmışların en
şereflisi olarak
yaratılmıştır. Dinimiz,
insanların hem maddî,
hem manevî yapısına
tecavüz etmeyi günah
saymıştır. Cenab-ı Hak
Kur'an-ı Kerim'de insana
verdiği nimetleri
sayarken: "Biz ona iki
göz, bir dil, iki dudak
vermedik mi?" (El-Beled,
8, 9, 10) buyurarak, bu
uzuvların önemini
belirtmiştir. Bu
itibarla insana ve onun
uzuvlarına yakışıksız
sözlerle hakaret etmek,
büyük vebali muciptir. .
İslam alimleri
Müslümanların ağzı
şehadet kelimesinin
mahalli olması
itibariyle, Müslümanın
ağzına söven kişinin
imanla ilişkisinin
kesileceğini, hemen
tevbe edip imanını
yenilemesini ve kelime-i
şehadeti getirmesi
gerektiğini
söylemişlerdir. (Bkz.
Damad C. l, s. 705)
Şüphesiz bu durum, niyet
ve maksada göre değişir.
Niyet, kişinin dinine
imanına sövmek olmadığı
takdirde, küfür de söz
konusu olmaz. Bu
takdirde nikaha da bir
zarar gelmez. Şüphesiz,
maksat, dine ve imana
sövmek olmasa da, bu tür
çirkin sözler söylemenin
vebali ağırdır.
9- Avrupa'da işçi
olabilmek için, Müslüman
olmadığını söyleyen bir
Müslüman dinden çıkar
mı?
Bir zaruret olmadıkça
küfrü yani dinden
çıkmayı gerektiren
ifadelerin telaffuzu
halinde dinden çıkılmış
olur. Bu şekilde dinden
çıkan kişinin, dini
hükümlere göre, eşiyle
aralarındaki nikah bağı
da kopar.
Ancak, zorlanarak küfrü
gerektiren sözleri
söylemek zorunda kalan
kişiler, bu hükmün
dışındadırlar. Nitekim
Kur'an-ı Kerim Nahl
süresi 106. ayetinde:
"İmandan sonra Allah'a
karşı küfre saparak,
-kalbi imanla mutmain
olduğu halde zorlananlar
hariç-, küfre sinesini
açan kimseler üstüne
muhakkak ki, Allah'tan
bir gazap iner ve
kendilerine büyük bir
azap vardır"
buyurulmuştur.
Ayetin manasıyla uyum
içinde olan bir
hadisinde Peygamber
(S.A.V.): "Ümmetimden
hata ve unutmak veya
zorlama sonucu vuku
bulacak günahlar
affolunmuştur"
buyurmuştur.
Ayetten ve hadisten
anlaşılan, küfrü
gerektiren sözlerin
isteyerek bilinçle
söylenmesi halinde
dinden çıkılacağı,
ancak, kalbi imanla dolu
olduğu halde zor ve
baskı sonucu bu tür
sözleri söyleyenin
dinden çıkmayacağıdır.
Zorlama, fıkıh dilinde:
Bir kimseyi tehdit ve
korkutma ile rızası
olmaksızın bir sözü
söylemeye veya bir işi
işlemeye mecbur
bırakmaktır.
Zorla-yanın, o işi
yaptırmaya muktedir
olması da şart
koşulmuştur.
Avrupa'da işçi olabilmek
maksadıyle, Müslüman
olmadığını söylemekte
zorlama ile ilgili
hükümler mevcut
olmadığından bu sözlerin
söylenmesi caiz
değildir. Zira bu kişi
kendi irade ve
seçeneğiyle bu sözleri
söylediğinden imanı
hafife atmış ve böylece
dinden çıkmış olur.
10- Tevbesi olmayan
günah var mıdır?
İslam; itikad, ibadet ve
muamelattan oluşur.
itikat kısmının ihlali
küfrü, diğerlerinin
ihlali ise günahı
gerektirir.
Kişi kafir olmadıkça
günah işlemekle dinden
çıkmaz. Küfür dışında
günah işleyen kişi, ne
kafir ne de münafık
olur, imandan çıkmaz. Bu
nedenle tevbesi olmayan
günah yoktur. Cenab-ı
Allah "Ey iman edenler,
samimi bir tevbe ile
Allah'a dönün" (Tahrim,
66/ buyurarak günah
işledikleri halde
kişilere iman
kelimesiyle hitap
etmiştir. Ancak,
haramları ve helalları
yalanlayıp inkar etmemek
gerekir.
Tevbe etmekle kul
hakkının sorumluluğundan
kurtulunmaz. Bunun için
hak sahibinin hakkını
ödemek ve helallaşmak
gerekir.
11- Hangi suçlar büyük
günahlardandır?
Çeşitli hadis-i
şeriflerde anaya-babaya
asi olmak, yalan yere
şahitlik yapmak, yalan
yere yemin etmek, haksız
yere adam öldürmek,
cephe-den kaçmak,
sihirbazlık yapmak,
yetim malı yemek, içki
içmek ve peygamberin
(S.A.V.) söylemediğini
ona isnad etmek gibi
günahlar büyük
günahlardan sayılmıştır.
Bazı alimler bu tür
büyük günahların kırk'a
kadar ulaşacağını beyan
etmişlerdir.
Ehli sünnetin görüşüne
göre, ister büyük, ister
küçük olsun, günah ve
masiyet, Allah'a şirk
koşulmadıkça kişiyi
imandan çıkarmaz. Bu
günahları isteyenlerin
affedilmesi Allah'ın
meşietine bağlıdır.
Diterse affeder veya
suçları kadar ceza
gördükten sonra cennete
girerler. Bu günahları
işlerken ölenler,
haramları helal,
helalları haram itikat
etmedilerse büyük günah
işlemiş olurlar; fakat
dinden çıkmazlar.
12- Gaybten haber
vermek, gelecekten ve
olacaktan haber vermek
doğru mudur?
Gaybı Allah'tan başka
kimse bilmez. Nitekim
Kur'an-ı Kerim'de
mealen: "De ki: Göklerde
ve yerde, Allah'tan
başka kimse gaybı
bilmez..." (Nemi: 65)
buyurulmuştur. Rasul-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimiz
de: "Kahin ve falcıya
(gaybten haber veren
kişiye) inanan kimsenin
kırk gün namazı kabul
olmaz" (Riyazü's-Salihin
Tercemesi, 3/219, Hadis
No: 1701) "Ona inanan
kişi bana indirileni
(kitabı ve vahyi) inkar
etmiş olur" (Müsned-i
Ahmed b. Hanbel, 21 429
ve 4/66) buyurmuştur. Bu
itibarla çeşitli akıl
dışı işlemlerle
gelecekteki olaylar
hakkında olumlu veya
olumsuz haber vermek
iddiasına kalkışmak ve
bunlara inanmak
haramdır.
13- Çocuk iken ölen
Müslüman çocukları ile
gayri müslim çocukları
ahirette aynı durumda
mıdırlar?
İnsan dünyada hakiki
şahsiyeti haiz olabilmek
için bir takım
dönemlerden geçmektedir.
İnsan sağ olarak
doğmakla dünyadaki
şahsiyeti başlar. Sonra
hak edinme ve bu
haklardan istifade etme
ehliyetini elde eder.
Rüşt yaşına erince
Allah'a iman ve dini
hükümlere uymak ve
uygulamakla yükümlü
olur. Ancak, büluğ yani
teklif çağına gelmeden
vefat eden çocuklar,
günahsız
sayıldıklarından dolayı
ahirette sual olunmazlar
ve cennete girerler.
Gayri müslim çocukları
konusunda İslam
bilginleri farklı
görüşler ileri
sürmüşlerdir. Doğru
olan, bunların da
Müslümanların çocukları
hükmünde olmalarıdır.
Zira onlar da İslam
fıtratı üzerine doğmuş
olup, erginlik çağına
gelmeden öldükleri için
günahsızdırlar. Bu
yüzden onlar da kabir
sualinden muaf olup,
cennete girerler.
Peygamber (S.A.V.) şöyle
buyurmuştur: "Her doğan
çocuk İslam fıtratı
üzerine doğar. Ancak
anne ve babası daha
sonra kendi durumlarına
göre onları ya Yahudi,
ya Hıristiyan, ya da
mecusî yaparlar."
14- Hıristiyan ve
Yahudilerin mü'minleri
cennete girecek mi?
Hz. Muhammed (S.A.V.)
Efendimiz'in peygamber
olarak gönderilmesinden
sonra, bütün insanların
ve bilhassa Yahudi ve
Hıristiyanların kendi
dinî kitapları gereğince
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in
Peygamberliğini tasdik
edip İslam'ı kabul
etmeleri gerekir. Aksi
takdirde kendi
kitaplarını, dinlerini
de inkar etmiş olurlar.
Bu itibarla Allah'ın
birliğine, Hz. Muhammed
(S.A.V.)'in O'nun kulu
ve elçisi olduğuna ve
Kur'an-ı Kerim'deki
bütün esaslara, olduğu
gibi iman etmeyen hiç
bir kimse İslam inancına
göre cennete giremez.
15- Büyük ve küçük
günahlar hangileridîr?
Bunlar nasıl
affolunurlar?
Küçük ve büyük
günahların mahiyeti ve
büyük günahların sayısı
konusunda, İslam
bilginleri arasında
görüş ayrılıkları
vardır. Bazı bilginler,
ayet-i kerime ve hadis-i
şeriflerde, büyük suç
olduğu beyan edilen
fiiller büyük günahtır,
demişlerdir.-Bazı
bilginler ise, ayet ve
hadis-i şeriflerde
(namaz kılmamak, zekat
vermemek gibi) hakkında
tehdit ve azap
bildirilen şeyler büyük
günahlardandır,
demişlerdir. Bir hadis-i
şerifte ise, tevbe
edilmeyip, ısrarla
işlenen küçük günahların
da büyük günaha
dönüşeceği, ifade
buyrulmuştur. Gerçek şu
ki;
büyük ve küçük günah
izafi terimlerdir.
Nitekim sevaplar da
böyledir. Daha büyüğü
ile karşılaştırılan her
şey küçüktür. Daha
küçüğü ile
karşılaştırılan bir şey
ise, karşılaştırıldığı
şeye göre büyüktür. Bu
itibarla aynı günah,
kendinden küçüğü ile
mukayese edilirse, büyük
sayılır; kendisinden
büyüğü ile mukayese
edilince de küçük olur.
Mutlak ve en büyük
günah, şirk ve küfürdür.
Ondan büyük günah
yoktur. Hadis-i
şeriflerde büyük olduğu
belirtilen günahlar:
Allah'a şirk koşmak,
cana kıymak, sihir
yapmak, faizcilik
yapmak, yetim malı
yemek, zina yapmak,
yalan
olarak zina suçlamasında
bulunmak, savaştan
kaçmak, hırsızlık
yapmak, içki kullanmak,
yalancı şahitlik yapmak,
yalan yere yemin etmek,
başka-sının malını
gasbetmek... gibi tiil
ve davranışlardır. Büyük
günahlardan dolayı Allah
affetmez ise kul azap
görür. Küçük günahlardan
dolayı da kulun azap
görmesi ehli sünnet
görüşüne göre caiz
görülmüştür.
Allah'a şirk koşmak
dışındaki tüm günahların
şartlarına uygun olarak
tevbe edilmesi halinde
affedileceği
bildirilmiştir. Bu
konuda Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyrulmuştur:
"Allah'ın rahmetinden
ümit kesmeyin! Çünkü
Allah bütün günahlan
bağışlar."(Zümer, 53).
"Eğer yasaklandığınız
büyük günahlardan
kaçı-nırsanız sizin,
küçük günahlarınızı
örteriz ve sizi şerefli
bir yere sokarız."(Nisa,
31)
16- Madem ki Hz. İsa
sağdır, İncil de haktır,
o halde yeni bir
peygambere ihtiyaç var
mıydı?
Allahu Teala Kur'an-ı
Kerim'de 'Ve Allah
elçisi Meryem oğlu
İsa'yı öldürdük"
demeleri yüzünden
(onları lanetledik).
Halbuki onu ne
öldürdüler, ne de
astılar; fakat
(öldürdükleri kişi)
onlara isa gibi
gösterildi. Onun
hakkında ihtilafa
düşenler bundan dolayı
tam bir kararsızlık
içindedirler; bu hususta
zanna uymak dışında hiç
bir sağlam bilgileri
yoktur ve kesin olarak
onu öldürmediler.
Bilakis Allah onu
(isa'yı) kendi katına
yükseltti. Allah ve
izzet ve hikmet
sahibidir." (Nisa,
157-158) buyurmak
suretiyle Hz. İsa'yı
kendi katına yükselterek
yahudilerin onu
öldüremediklerini beyan
buyurmaktadır. Görüldüğü
üzere, ayet-i kerimede
Hz. İsa'nın sağ olduğu
söylenmiyor, Onu
Yahudilerin öldüremediği
belirtiliyor.
İslam bilginlerinin
çoğunluğuna göre Allahu
Teala onu manevi
semalardaki özel yerine
yükseltmiştir. Bazı
İslam bilginlerine göre
ise Allahu Teala onu
yahudilerden korumuş,
yahudiler onu
öldürememiş, fakat eceli
gelip vefat ettirmiş ve
ruhunu refetmiştir. Bu
itibarla Hz. İsa'yı,
bedenen veya ruhen Allah
kendi katına
yükseltmiştir.
Biz Müslümanlar Allah'ın
peygamberlerine ve
onlara indirilen suhuf
ve kitapların hepsine
inanırız. Allah'ın
peygamberlerine
gönderdiği kitaplar dört
tanedir, bunlar Hz.
Musa'ya indirilen
Tevrat, Hz. Davud'a
indirilen Zebur, Hz.
İsa'ya indirilen İncil
ve son peygamber Hz.
Muhammed'e indirilen
Kur'an-ı Kerim'dir.
Ancak, Hz. Peygamber'den
önceki peygamberler ve
kendilerine indirilen
kitaplar belli ve hususi
bir kavme ve belirli bir
zaman için
gönderilmişlerdir. Bu
itibarla bu kitapların
hükümleri de belirli
kavim ve muayyen bir
zaman için geçerlidir.
Hz. Peygamber'in
peygamberliği ise hususi
olma yıp umumidir. Bütün
insanlığa
gönderilmiştir. Tebliğ
etmiş olduğu dinin
hükümleri, umumi ve
kıyamete kadar devam
edecektir. Bu itibarla
Hz. Peygamber'in din ve
şeriatı, kendisinden
evvel geçen şeriatlerin
Tevrat ve İncil'in
hükümlerini
kaldırmıştır. Ayrıca
bugün elde bulunan
Tevrat, İncil,
indirildiği şekliyle
muhafaza edilmiş
değildir. Halen
Hıristiyanların elinde
bulunan ve "Ahd-i Cedid"
adını taşıyan kitaplar,
Hz. İsa'ya Allah
tarafından indirilen
İncil değildir. Bu Ahd-i
Cedid mecmuası içinde
yazarların isimlerine
göre adlandırılan dört
incil vardır. Bunlar,
Hz. İsa'dan en aşağı
yarım asır sonra
yazılmıştır ve
muhtevaları da
birbirinden farklıdır.
Bu itibarla; bugün elde
bulunan Tevrat, İncil ve
Zebur'u Allah'ın
peygamberlerine
indirdiği ilahî kitaplar
olarak kabul edemeyiz.
Avrupalı yazar ve ilim
adamlarının ileri
gelenleri de bu
kitapların asıl mukaddes
ve ilahî kitaplar
olmadığını itiraf
etmektedirler. Semavî
kitaplar içinde her
yönden tağyir ve
tahriften uzak, indiği
gibi muhafaza edilen ve
kıyamete kadar da
muhafazası Allahu Teala
tarafından garanti
altına alınmış olan
yegane ilahî kitap,
Kur'an-ı Kerim'dir.
17- İslam'da büyü var
mıdır? Varsa nasıl
korunmalıyız?
Büyü veya sihir, bir
takım acaip işler
vasıtasıyla, başkaları
üzerinde tesirler
meydana getirmektir.
Sihrin gözbağcılık
denilen gerçek olmayan
çeşitleri yanında,
gerçek netice ve
etkileri olan çeşitleri
de vardır.
Ancak,, mahiyeti ve
nasıl etki yaptığı
bilinememektedir. İslam
dini, sihri inkar
etmemiş;
fakat itikadı bozduğu,
tevhid inancına zarar
verdiği, kötüye
kullanıldığı ve kontrolü
mümkün olmadığı için
yasaklamıştır. Kur'an-ı
Kerim'de: "Sihir-bazın
felah bulmayacağı"
(Taha, 69) beyan
buyurulmuştur. Sihir ve
büyüye karşı korunmak
için, Allah'a sığınmak
ve muavvizeteyn denilen
Felak ve Nas sürelerini
okumak tavsiye edilir.
18- Falcılık nedir?
Falcıya inanmak caiz
midir?
İnsanın güzel bir olayla
veya sözle
karşılaştığında
iyimserliğe; kötü bir
hal ile karşılaştığında
ise kötümserliğe
kapılması, yaratılıştan
gelen fıtrî bir
hadisedir. Ancak,
iyimserlik ve
kötümserliğe kapılarak
bu gibi hallerin tesiri
altında kalmak kişiyi
evhama sevk edeceğinden
kötü sonuçlar
doğurabilir.
Arapçadaki "F-E-L"
kökünden olan fal
sözcüğü iyimserlik ve
iyiye yorma manasına
gelmektedir. Hayırlı ve
hayra teşvik edici
sözler de bu
kabil-dendir. Bu
manadaki fal için
peygamberimiz:
"İslam'da uğursuzluk
yoktur. Ancak fal'ı (iyi
sözü) beğenmekteyim"
buyurmuştur. Görüldüğü
üzere bir şeyi uğursuz
saymak onun etkisinde
kalmak yersiz ve
dayanaksızdır. Bilakis
ümitvar olmak Allah'a
güvenip O'ndan güç
alarak hayatımızı
değerlendirmek her
Müslümanın görevidir.
Günümüzde halk arasında
fai diye ifade edilen ve
kahve fincanı veya bir
takım şeylere bakarak
kişinin geleceği ile
ilgili hususlarda
hükümler çıkarmak
yanlıştır, dinimizde
yeri yoktur.
Günümüzdeki manası ile
fal, cahiliyet döneminde
müşriklerin
uyguladıkları oklarla
nasibini tespit etmek ve
gelecekle ilgili
bilgiler aktarmaktır ki,
bunu yapmak ve ona
inanmak dinen caiz
değildir.
19- Mezhepler niçin
ortaya çıkmıştır?
Bunlarsız olmaz mı?
Mezhep; gidilecek yol,
benimsenen metod, usuI
ve görüş demektir. Dinde
mezhep, herhangi bir
İslam müctehidinin
Kur'an-ı Kerim ve
hadis-i şeriflerden ilmî
metodlarla çıkardığı
hükümlerdir.
Her Müslümanın dinî
meseleleri doğrudan
doğruya asıl kaynak olan
Kur'an-ı Kerim ve
sünnetten öğrenmesi
mümkün değildir. Bunu
ancak kendilerini dini
ilimlere verip, ihtisas
sahibi olan müctehid
bilginler yapabilirler.
Bundan dolayı halk,
bölgelerinde yetişen bu
müctehid bilginleri
açıklamalarını,
görüşlerini benimseyip
onlara uymuşlardır. Bir
müctehidin ictihad ve
açıklamaları, geniş halk
tabakaları tarafından
benimsenince.
kendiliğinden o bilginin
adıyla bir fıkıh mezhebi
ortaya çıkmış oluyor.
Sahabeden sonra,
Tabiîler ve onlardan
sonra gelen devirlerde
bir çok müctehid imamlar
yetişmiş ve böylece bir
çok fıkıh mezhepleri
ortaya çıkmıştır. Fakat
zamanla bu mezheplerin
çoğunun mensubu kalmamış
ancak dört mezhep
hükümlerinin uygulaması
devam edegelmiştir.
20- Müslüman birisinin
mutlaka bir tarikata
girmesi "emir'e" bir
"şeyh'e" biat etmesi
şart mıdır?
Bu hususu açıklar
mısınız?
Tarikat, hakka ermek
için tutulan bir takım
kuralları ve zikir
yöntemleri bulunan yol
anlamınadır. Bu alanla
ilgilenen Müslümanlara
saflık ve duruluk
anlamına gelen sufi
denile gelmiştir. İlk
sufiler kendilerinden
tecrübeli ve yaşlı
üstadlardan geniş ölçüde
faydalanmakla beraber,
belli bir tarikat
kurmamışlardır.
Görüşlerini ve manevi
tecrübelerini sohbet
yoluyla çevrelerinde
toplananlara aktara
gelmişlerdir.
Tarikatlar 6-7.
asırlarda ortaya çıkmış,
zamanla
kurumsallaşmışlardır.
Tarikatlarda herkes
kendi meşrebine, ruh
yapısına, dünya görüşüne
ve manevi zevkine göre
bir yol tutar.
Bir tarikata intisab
etmek gerekli midir?
İnsan, dinî ve hukukî
emirlere karşı mükellef
olabilmesi için bir kaç
devreden geçer. Bu
devreler, cenin,
çocukluk, temyiz yaşı ve
rüşd devreleridir. Buluğ
çağına eren ve reşid
olan her Müslüman dinî
mükellefiyetlerine hiç
aracı olmadan kendisi
muhatap olur. Zira dinî
nasslar mükellef bulunan
her Müslümana dolaysız
olarak yöneliktir. Bu
manadan olmak üzere
Peygamberimiz (S.A.V.)
İslam'da ruhbanlığın
olmadığını bildirmiştir.
Allah Peygamberimize
dini insanlara iletme,
tebliğ etme ve öğretme
görevi vermiş, kulların
iman edip etmemelerinin
bile onun yetkisinde
olmadığını bildirmiştir.
Din bilginleri,
tebliğciler, şeyhler ve
bu yolda emek verenlerin
rolü de, dini ve güzel
ahlakı öğretmek ve
Müslümanlara bu alanda
kılavuz olmaktan ileri
geçmez.
Kendisini şeyh olarak
sunan kişi, etrafındaki
Müslümanlara dini doğru
şekilde öğretmeli,
kendisinin ancak dini
öğreten tebliğ eden ve
çevresindekilere
yardımcı olan bir kişi
olarak bildirmelidir. Bu
faaliyetlerinde rehberi
ve önderi Kitap ve sahih
sünnet olmalıdır. Bu iki
kaynağa ters düşen
gelişmelere sebebiyet
vermemelidir.
Son yıllarda tarikat
adına meydana gelen
dinin tasvip etmediği
gelişmelere çokça
rastlamak mümkündür. Bu
gelişmeleri gözönünde
bulundurarak şunları
söylemek gereklidir.
Tarikat uygun tanımıyla
alim ve kamil bir
mürşidin denetiminde
ibadet ve zikir yoluna
koyularak İslam'da
tevhid hakikatine
ulaşmak için tutulan
kulluk çizgisidir.
Tarikat imamları kendi
adlarına birer tarikat
kurmamışlar bu
çalışmalarını
guruplaşmalara götürecek
bir faaliyet olarak da
sunmamışlardır. Ancak,
kendilerinden sonra
gelen müridler o
imamların süluk
ettikleri yoldan
gittiklerinden bu yol o
imamlara (şeyh) nisbet
edilmiştir. Bu itibarla,
Müslüman için asıl olan,
inanmak, ibadet ve
muamelat esaslarını
ihtiva eden ve Allah
tarafından peygambere
vahyedilerek insanlara
bildirilen hükümlerin
tümüne bağlı kalmaktır.
Hiçbir Müslümanın
herhangi bir tarikate
girmek gibi bir dini
yükümlülüğü yoktur.
21- İslam'da rabıta var
mıdır? İzah eder
misiniz?
Rabıta Arapça "Rabata"
kökünden türemiştir.
Müslümanların
birbirlerine
bağlılığını, Allah
yolunda sabretmelerini
ve bekçilik yapmalarını
ifade eder. Daha sonra
İslam ülkesi
sınırlarında
bekleyenlere;
gerek süvari ve gerek
piyade olsun, genellikle
"murabıt" adı
verilmiştir. Fıkıh
terminolojisinde,
"murabıt" Allah yolunda
silah altında bulunan,
kışla ve karakollarda
duran, nöbet bekleyen
askerler demektir. Hz.
Peygamber (S.A.V.) bu
manada;
"Allah yolunda bir gün
nöbet beklemek, dünya ve
içindekilerden
hayırlıdır" buyurmuştur.
Bu
kelime ile ilgili mana
ve yorumlar böyle iken,
bazı mutasavvıflar onu
değişik manalarda
kullanmışlardır. Onlara
göre ribat veya Rabıta:
Müridin kalben şeyhi ile
beraber olması, bağlantı
kurması, yani manevi
birlikteliktir.
Müridin kendine şeyh
olarak seçtiği kişiyi
yüceltip onun şahsını
gönlünde tasavvur edip
tazim etmekten ibarettir
ki, bazı müridler
yeterli temel dinî
bilgiden mahrum
oldukları için bu konuda
aşırılığa da
düşebilmektedir.
Meşayih'in ruhlarından
yardım ve medet ummak,
onların, menfaatı temin
edecek, mazarratları
defedecek güçte
olduklarına, gaybı
bildiklerine inanmak,
insanın dünya ve ahiret
işlerinde bir takım
tasarrufta
bulunabileceklerini
zannetmek yanlıştır.
Bunların kabirlerini
aynı inançla ziyaret
edip onlara kurban
adamak da dinen
tehlikeli bir
davranıştır.
Alimleri, faziletli
insanları, Allah
dostlarını sevmek, ilim
öğrendiği kişilere karşı
saygılı olmak bir
Müslümandan beklenilen
bir davranıştır.
Ancak, Allah'dan
beklenilmesi gerekeni
-kim olursa olsun-
başkalarından beklemek
dinimizin tevhid ruhuna
aykırıdır. Bu anlamda
rabrta, insanı şirke
kadar götürebilir.
22- Peygambere "vahy"
gelir derler "vahy" ne
demektir?
Arapçada süratle işaret
etmek, bir işte sürat
göstermek, yazı yazmak,
elçi göndermek, gizlice
bir şey söylemek gibi
lügat manası taşıyan
vahyin dinî manası:
Allah'ın, ilim ve
hidayet türünden
kullarının bilmesini
istediği hususları
seçtiği elçilerine gayrı
mu'tad ve gizli yöntemle
bildirmesi demektir.
Allah'ın Peygamberlerine
vasıtasız veya melek-ler
aracılığıyla öğütlerini,
emir ve yasaklarını
bildirmesine vahy denir.
Allah'ın meleklerine
hitabına da vahy denir.
"Rabbin meleklere,
şüphesiz ben sizinle
beraberim, iman edenlere
sebat telkin edin, diye
vahyediyordu..."(Enfal,
12)
Kur'an'a göre vahyin
muhatabı
Peygamberlerdir.
"Öncekiler gibi seni de,
kendilerinden evvel nice
ümmetler gelip geçmiş
olan bir ümmete sana
vahyettiklerimizi onlara
okuman için gönderdik."
(Ra'd, 30)
Vahyin bir çok kısımları
vardır:
a-Allah'ın, aracı
olmadan Peygambere vahy
etmesi,
b-
Elçisinin kalbine
ulaştırmak istediği
bilgileri ilham yoluyla
iletmesi,
c-
Sadık rü'ya şekli,
d-
Vahy meleği (Cebrail)
vasıtasıyla vahyin geliş
şekli bunlardandır.
Vahy getiren melek,
Peygamber (SAV)'e bazen
kendi gerçek
görüntüsüyle, bazen
insan suretinde,
gelmekteydi.
Kur'an-ı Kerim, Allah
tarafından Cebrail
vasıtasıyla
peygamberimize
gönderilen Allah
Kelamıdır.
"Onlara de ki: Size.
benim yanımda Allah'ın
hazineleri var
demiyorum. Ben, gaybı
bilmem. Size, hakikaten
ben bir meleğim de
demiyorum. Ben. bana
vahyedilenden başkasına
uymam." (En'am, 50)
"0
gönderilen, vahiyden
başka bir şey değildir;
Onu, müthiş kuvvetlere
malik, akıl ve fikir
bakımından olgun olan
Cebrail
öğretti..."(Necm, 4-5)
23- İlham ne demektir?
Kimlere gelir?
İlham kelime olarak
lokmayı tutturmak veya
yutturmak anlamına
gelmektedir. Terim
olarak ise, Allah'ın,
kulun kalbine feyz
yoluyla ilka ettiği
(koyduğu) bilgi veya
özel mana demektir.
İnsanın kalbine Allah
tarafından ilka edilen
manaya "ilham"; Şeytan
tarafından ilka edilen
tikir ve manaya da
"vesvese" denir. Buna
göre ilham hayır ve
iyilik hissine
münhasırdır. Kul bu
bilgiyi bir gayret
göstermeden elde eder.
Gazzali'ye göre ilham'ın
kaynağı ya Allah veya
melektir.
Allah kullarına yönelik
sahiplik ve mürşitlik
vasfını ya herhangi bir
kulunun kalbine bir mana
veya fikir ilka ederek
veya peygamberlere
risalet vermek sureti
ile gösterir.
Birincisine ilham
ikincisine ise vahy
denir. Veliler ilhamı
almaya daha
müsaittirler. Zira
kalpleri buna önceden
hazırlanmıştır. İlham bu
suretle, tefekkür ve
istidlal yolu ile değil
de, gelen ilham'ın
nasıl, nereden ve niçin
geldiğini söylemesine
imkan vermeden, anî
olarak kesbedilmesi
bakımından, ilm-i
aklî'den, ayrılır. Bu,
Allah'ın bir feyzi olup,
vahyden şu bakımlardan
ayrılır: Vahy getiren
melek peygamber
tarafından görülebilir
ve vahyde mündemic olan
mesajlar bütün
beşeriyete aittir.
Halbuki ilham yalnızca
buna mazhar olan şahsa
mahsustur.
İlham, İslam
bilginlerinin
çoğunluğuna göre,
kendisine ilham vaki
olan kişi dışındakiler
için, hüccet sayılmaz.
Ancak ilham peygamberden
sadır olmuşsa o takdirde
hüccet sayılır. Sufilere
göre ilham kimden sadır
olursa olsun hüccettir.
'
Cumhurun gerekçesi
şudur: Eğer ilham hüccet
kabul edilirse konu
zabtu rabt altına
alınamaz ve çeşitli
tenakuz ve tezatlar
yaşanır.
24- Tenasül uzvundan
gelen sıvılar kaç
çeşittir? Dinî hükümleri
nedir?
Tenasül uzvundan gelen
sıvılar meni, mezi ve
vedi olmak üzere üç
çeşittir.
a)
Meni: Şehvetle yerinden
ayrılıp, şehvetli veya
şehvetsiz olarak tenasül
uzvundan dışarıya çıkan
ve kendine mahsus kokusu
olan beyaz renkli koyu
bir sıvıdır.
b)Mezi: Tenasül uzvunun
intişarından sonra,
şehvetsiz olarak gelen
beyaz renkli ince sıvıya
denir.
c)Vedi: Küçük abdestten
sonra gelen, kokusuz,
beyazımsı bulanık
yapışkan sıvıdır.
Meni, mezi ve vedi her
üçü de necistir. Diğer
necasetlerde olduğu
gibi, elbiseye bulaşan
el ayası kadar olan
mikdarı namazın
sıhhatine engeldir.
Ancak, mezi ve vedi
abdesti bozarsa da gusül
yapmayı gerektirmez.
Meninin ise şehvetle
yerin-den ayrıldıktan
sonra, şehvetli veya
şehvetsiz olarak
dışarıya çıkması ile
gusül abdesti gerekir.
25- Saçlan bıyıkları boyamanın gusle engel
hali var mıdır?
Saçları veya bıyıklan kına ve benzeri, suyun nüfuzuna
engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir.
1- Küllî ve Cüz'î irade
ne demektir, açıklar
mısınız?
İrade: istemek, dilemek,
seçmek, iki veya daha
çok alternatiflerden
birine karar vermek
demektir.
Allahu Teala'nın "irade"
sıfatı vardır. Allahu
Teala'nın iradesi demek,
Allah'ın, mümkinattan
her birini, sonsuz
hallerden ve vakitlerden
birine tayin ve tahsis
buyurması demektir.
Burada geçen
"mümkinat"tan maksat,
olmasını veya
olmamasını, varlığını
veya yokluğunu aklın
caiz gördüğü şeylerdir.
İşte bu şeylerin
varlığına veya
yokluğuna, olmasına veya
olmamasına karar vermek
Allahu Teala'nın
iradesini ilgilendiren
bir husustur; buna karar
vermek Allah'ın işidir.
Bu kararın kaynağı da
Allah'ın "irade"
sıfatıdır. Bu iradeye
"irade-i ilahiyye=ilahî
irade" denir.
Bir de Allah'ın
kullarına verdiği bir
"irade" vardır ki, kul,
kendisini ilgilendiren,
kendi yaptığı işlerde bu
iradesini kullanarak
karar verir. İşte
irade-i külliyye ve
irade-i cüz'iyye
terimleri, kula ait olan
bu irade ile ilgilidir.
Şöyle ki:
Kulda bi'l-kuvve mevcut
olan irade gücüne "küllî
irade" denir. Bu irade
kullanılmaya hazır olan,
ancak henüz
kullanılmayan
"potansiyel irade"
demektir. Bu durumdaki
iradenin herhangi bir
olaya yönelme, herhangi
bir şeyin olmasına veya
olmamasına karar verme
gibi bir işlevi yoktur;
yani bu irade, insanın
fiilen kullanmadığı bir
iradedir. Dolayısıyla
insan, kullanmadığı
böyle bir iradeden
sorumlu da değildir.
Cüz'î irade ise, küllî
iradenin, başka bir
ifade ile irade gücünün
kullanılmasıdır; yani
herhangi bir şeyin
yapılması veya
yapılmaması şıklarından
birinin tercihidir. İşte
insanı sorumlu kılan, bu
iradedir. Şayet insan
küllî iradesini, cüz'î
irade haline getirirse,
yani, irade gücünü
kullanarak herhangi bir
şeye karar verirse ve
verdiği bu kararın
gereğini yaparsa, işte
insan bu yaptığından
dolayı sevap veya günah
kazanır; yaptığı
Allah'ın rızasına
uygunsa mükafat görür;
değilse ceza görür.
Bir de bu terimlere
benzer "kudret-i
külliyye" ve "kudret-i
cüz'iyye" terimleri
vardır ve bunlar da
insandaki "kudret"
sıfatıyla ilgilidir.
Bunlardan "kudret-i
külliyye" insandaki
potansiyel kudret
sıfatını, yani bu
sıfatın herhangi bir
olaya yönelmemiş, ortaya
çıkmamış halini,
kudret-i cüz'iyye de bu
kudret sıfatının
herhangi bir olayda
kullanılma durumunu
ifade eder.
2- Ecel nedir? Ömür
kısalır ya da uzar mı?
Ecel, kelime olarak
mutlak vakit, bir şeyin
müddeti veya bir şeyin
müddetinin sonu
anlamındadır. Daha sonra
bu kelime insan ömrünün
sonu anlamında
kullanılmış ve bu manada
meşhur olmuştur. Ecel
hayatın son bulması ve
ölümün gerçekleştiği
zamandır. Bu anlamı ile
her canlı için tek bir
ecel vardır. Bu ecel
Allah'ın kaza ve
takdiriyle olup, asla
değişmez. Belirlenen
ecel, vaktinden ne önce
gelebilir ne de o
vakitten sonraya
kalabilir. Bu hususla
ilgili Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyrulmaktadır.
"Her ümmetin takdir
edilmiş bir eceli
vardır.
Ecelleri geldiği zaman
ne bir saat geri
kalırlar, ne de ileri
giderler." (Yunus
suresi, ayet: 49)
Ehli Sünnetin görüşüne
göre öldürülen kişi
kendi eceliyle ölmüştür.
Katilin öldürmesi ile o
kişinin eceli değişmiş
ve ömrü kısalmış olmaz.
Ecel, hayatın
tereddütsüz ve kesin
olarak son bulduğu
zamandır. Katilin mes'ul
olması, Allah'ın kesin
olarak yasakladığı cana
kıyma yasağını işlemiş
olmasındandır.
3- Son nefeste yapılan
tevbe makbul müdür?
Bütün günahlardan tevbe
etmek ve tevbeyi
geciktirmemek gerekir.
Fakat tevbe kapısı, can
boğaza gelinceye kadar
açıktır. Bu konuda Hz.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz: "Bir kul can
çekişmeye başlamadıkça
Allahu Teala onun
tevbesini kabul eder"
buyurmuşlardır. Bu
hadis-i şerif, ruhu
boğazına gelmeden, can
çekişmeye başlamadan
kulun tevbesinin kabul
olunacağını
bildirmektedır, Aksi
takdirde can boğaza
gelip, hayattan ümit
kesilip ahiret ahvalinin
görülmeğe başlandığı
zaman, yapılan tevbe ise
geçerli değildir. Bu
hususta Allahu Teala
Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyurmaktadır:
"Kötülükleri yapıp yapıp
da nihayet ölüm gelip
çatınca: "Ben şimdi
tevbe ettim" diyenler
ile kafir olarak ölünler
için (kabul edilecek)
tevbe yoktur. Onlar için
acıklı bir azap
hazırladık." (Nisa, 18)
4- Tecdidi iman ve nikah
ne zaman lazımdır?
Dinden olduğu kesinlikle
bilinen şeylerden birini
inkar veya dini
hükümleri alaya almak;
dine, imana sövmek...
gibi küfrü gerektiren
söz ve davranışlarda
bulunmadıkça "tecdid-i
iman ve tecdid-i nikah"
gerekmez.
Bir Müslüman, Allah
korusun, küfrü
gerektiren bir
davranışta bulunursa,
tevbe istiğfar ederek
imanını ve evli ise
nikahını yenilemesi
gerekir.
5- Şefaat var mıdır?
Nerede ve nasıl
olacaktır?
Şefaat, suçlu veya
yardıma muhtaç veya
iyiliğe layık olanlar
hakkında af, iyilik ve
lutuf ricasında bulunmak
demektir.
Ahirette şefaatın
varlığı, ayet ve
tevatüre varan sahih
hadis-i şeriflerle
sabittir. (El-Bakara,
123; Taha, 109; Sebe,
23; Gafir, 18;
Muharnmed, 19;
Müddessir, 48 ve daha
bazı ayetler.)
Hz. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in kıyamet
gününde, bütün mahşer
halkının, mahşer yerinin
şiddet ve dehşetinden
kurtulması ve bir an
evvel hesabın kolayca
görülmesi için büyük ve
umumî şefaatı vardır.
Hz. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in bu büyük
şefaatından başka, azabı
haketmiş bazı
mü'minlerin cehennemden
kurtulması, bazı
mü'minlerin hesaba
çekilmeden cennete
girmesi, cennete giren
mü'minlerin
derecelerinin
yükseltilmesi gibi
şefaatleri de olacaktır.
Bu şefaatlardan en fazla
istifade edeceklerin de
kamil ve muhlis
mü'minler olduğunda
şüphe yoktur.
Mahşerden sonra da her
peygambere Cenab-ı Hak
tarafından kendi ümmeti
hakkında şefaat izni
verileceği gibi
şehitlerin ve salih
kişilerin de şefaat
etmelerine izin
verilecektir. Fiilen
cehenneme girmiş
günahkarların
cehennemden çıkarılması
için Hz. Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz'in
şefaatı olacağı gibi
bazı ehl-i cennetin de
şefaatleri olacaktır.
6- İslam'ın bazı
şartlarını yerine
getirmeyene kafir denir
mi?
Ehl-i Sünnet inancına
göre, amel imandan cüz
değildir. Bu itibarla,
dinden olduğu kesinlikle
bilinen hükümlerin
aslını inkar etmemek
şartı ile, bir kimsenin
dinî hükümlere riayet
etmemesi, onu din
sınırları dışına
çıkarmasa da şüphesiz,
dinin emir ve
yasaklarına uymayan bu
kişi günahkar olur.
Günahı karşılığında
tevbe etmez veya Allah
Teala meccanen
affetmezse cezasını
çeker.
7- Kabir azabı var
mıdır? Nasıl izah
edile-bilir? Öldükten
sonra ruhun durumu?
Kabir azabı vardır ve
haktır. Buna delalet
eden ayetler olduğu gibi
tevatür derecesine varan
hadis-i şerifler de
vardır. (İbrahim Süresi,
27; Taha Suresi,
24;Mü'min Suresi, 46)
.
Kabir hayatı ve kabir
azabı sözü ile, cesedin
defnedildiği yer ve bu
yerde gördüğü azab
kasdedilmez. Bundan
maksat, ölümden sonra
mahşerde tekrar dirilişe
kadar geçecek zaman
içindeki mutlu bir hayat
veya azaptır. Her ölü,
ister bir kabre
defnedilsin, ister
denizlerin
derinliklerinde kaybolup
gitsin, isterse
hayvanlar tarafından
parçalanıp yenilsin,
mut'aka ya nimetler
içinde olacak veya azab
görecektir. Kafirler ve
asî olan bazı mü'minler
azab görecekler; salih
mü'minler ise Allah
Teala'nın dilediği
şekilde nimet içinde
bulunacaklardır. Bu
hususta Kur'an-ı
Kerim'de "Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölü
sanmayın. Bilakis onlar
diridirler. Allah'ın
lutuf ve kereminden
kendilerine verdikleri
ile sevinçli bir halde
Rableri yanında
rızıklara mazhar
olmaktadırlar." (Al-i
imran, 169) ayeti ile
Nuh kavmi hakkındaki:
"Onlar, günahları
yüzünden suda
boğuldular, ardından da
ateşe sokuldular..."
(Nuh Suresi, 25)
anlamındaki ayetler
birer delil teşkil
etmektedir. Hz.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz de; "Kabir ya
cennet bahçelerinden bir
bahçe veya cehennem
çukurlarından bir
çukurdur" diye
buyurmuşlardır.
Kabir azabı hem ruha,
hem de cesede her
ikisine beraber
yapılacaktır. Çünkü ölen
insanın ruhunun,
kabirdeki cesediyle
ilişkili olacağı sahih
hadîslerde
belirtilmektedir.
Nitekim insanın uyku
halinde gördüğü güzel
veya korkunç rüyalar
bunu açıklamaktadır.
İnsan korkulu rüya
görünce elem; İyi rüya
görünce de zevk duyuyor.
Halbuki bu acı veya
tatlı rüyayı görenlerin
yanında bulunanlar,
onların ne acılarına ve
ne de zevklerine muttali
olabiliyorlar. İşte
bunun gibi ölüler de
kabirlerinde ya büyük
bir neşe ve zevk
içindedirler, ya da
çeşit çeşit azaplara
maruz kalıyorlar. Fakat
biz onların bu hallerine
muttali olamıyoruz.
8- Sürekli olarak
kocasının ağzına
küfreden bir kadının
dini nikahı ne olur?
İnsan, "Eşref-i
mahlukat", yani
yaratılmışların en
şereflisi olarak
yaratılmıştır. Dinimiz,
insanların hem maddî,
hem manevî yapısına
tecavüz etmeyi günah
saymıştır. Cenab-ı Hak
Kur'an-ı Kerim'de insana
verdiği nimetleri
sayarken: "Biz ona iki
göz, bir dil, iki dudak
vermedik mi?" (El-Beled,
8, 9, 10) buyurarak, bu
uzuvların önemini
belirtmiştir. Bu
itibarla insana ve onun
uzuvlarına yakışıksız
sözlerle hakaret etmek,
büyük vebali muciptir. .
İslam alimleri
Müslümanların ağzı
şehadet kelimesinin
mahalli olması
itibariyle, Müslümanın
ağzına söven kişinin
imanla ilişkisinin
kesileceğini, hemen
tevbe edip imanını
yenilemesini ve kelime-i
şehadeti getirmesi
gerektiğini
söylemişlerdir. (Bkz.
Damad C. l, s. 705)
Şüphesiz bu durum, niyet
ve maksada göre değişir.
Niyet, kişinin dinine
imanına sövmek olmadığı
takdirde, küfür de söz
konusu olmaz. Bu
takdirde nikaha da bir
zarar gelmez. Şüphesiz,
maksat, dine ve imana
sövmek olmasa da, bu tür
çirkin sözler söylemenin
vebali ağırdır.
9- Avrupa'da işçi
olabilmek için, Müslüman
olmadığını söyleyen bir
Müslüman dinden çıkar
mı?
Bir zaruret olmadıkça
küfrü yani dinden
çıkmayı gerektiren
ifadelerin telaffuzu
halinde dinden çıkılmış
olur. Bu şekilde dinden
çıkan kişinin, dini
hükümlere göre, eşiyle
aralarındaki nikah bağı
da kopar.
Ancak, zorlanarak küfrü
gerektiren sözleri
söylemek zorunda kalan
kişiler, bu hükmün
dışındadırlar. Nitekim
Kur'an-ı Kerim Nahl
süresi 106. ayetinde:
"İmandan sonra Allah'a
karşı küfre saparak,
-kalbi imanla mutmain
olduğu halde zorlananlar
hariç-, küfre sinesini
açan kimseler üstüne
muhakkak ki, Allah'tan
bir gazap iner ve
kendilerine büyük bir
azap vardır"
buyurulmuştur.
Ayetin manasıyla uyum
içinde olan bir
hadisinde Peygamber
(S.A.V.): "Ümmetimden
hata ve unutmak veya
zorlama sonucu vuku
bulacak günahlar
affolunmuştur"
buyurmuştur.
Ayetten ve hadisten
anlaşılan, küfrü
gerektiren sözlerin
isteyerek bilinçle
söylenmesi halinde
dinden çıkılacağı,
ancak, kalbi imanla dolu
olduğu halde zor ve
baskı sonucu bu tür
sözleri söyleyenin
dinden çıkmayacağıdır.
Zorlama, fıkıh dilinde:
Bir kimseyi tehdit ve
korkutma ile rızası
olmaksızın bir sözü
söylemeye veya bir işi
işlemeye mecbur
bırakmaktır.
Zorla-yanın, o işi
yaptırmaya muktedir
olması da şart
koşulmuştur.
Avrupa'da işçi olabilmek
maksadıyle, Müslüman
olmadığını söylemekte
zorlama ile ilgili
hükümler mevcut
olmadığından bu sözlerin
söylenmesi caiz
değildir. Zira bu kişi
kendi irade ve
seçeneğiyle bu sözleri
söylediğinden imanı
hafife atmış ve böylece
dinden çıkmış olur.
10- Tevbesi olmayan
günah var mıdır?
İslam; itikad, ibadet ve
muamelattan oluşur.
itikat kısmının ihlali
küfrü, diğerlerinin
ihlali ise günahı
gerektirir.
Kişi kafir olmadıkça
günah işlemekle dinden
çıkmaz. Küfür dışında
günah işleyen kişi, ne
kafir ne de münafık
olur, imandan çıkmaz. Bu
nedenle tevbesi olmayan
günah yoktur. Cenab-ı
Allah "Ey iman edenler,
samimi bir tevbe ile
Allah'a dönün" (Tahrim,
66/ buyurarak günah
işledikleri halde
kişilere iman
kelimesiyle hitap
etmiştir. Ancak,
haramları ve helalları
yalanlayıp inkar etmemek
gerekir.
Tevbe etmekle kul
hakkının sorumluluğundan
kurtulunmaz. Bunun için
hak sahibinin hakkını
ödemek ve helallaşmak
gerekir.
11- Hangi suçlar büyük
günahlardandır?
Çeşitli hadis-i
şeriflerde anaya-babaya
asi olmak, yalan yere
şahitlik yapmak, yalan
yere yemin etmek, haksız
yere adam öldürmek,
cephe-den kaçmak,
sihirbazlık yapmak,
yetim malı yemek, içki
içmek ve peygamberin
(S.A.V.) söylemediğini
ona isnad etmek gibi
günahlar büyük
günahlardan sayılmıştır.
Bazı alimler bu tür
büyük günahların kırk'a
kadar ulaşacağını beyan
etmişlerdir.
Ehli sünnetin görüşüne
göre, ister büyük, ister
küçük olsun, günah ve
masiyet, Allah'a şirk
koşulmadıkça kişiyi
imandan çıkarmaz. Bu
günahları isteyenlerin
affedilmesi Allah'ın
meşietine bağlıdır.
Diterse affeder veya
suçları kadar ceza
gördükten sonra cennete
girerler. Bu günahları
işlerken ölenler,
haramları helal,
helalları haram itikat
etmedilerse büyük günah
işlemiş olurlar; fakat
dinden çıkmazlar.
12- Gaybten haber
vermek, gelecekten ve
olacaktan haber vermek
doğru mudur?
Gaybı Allah'tan başka
kimse bilmez. Nitekim
Kur'an-ı Kerim'de
mealen: "De ki: Göklerde
ve yerde, Allah'tan
başka kimse gaybı
bilmez..." (Nemi: 65)
buyurulmuştur. Rasul-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimiz
de: "Kahin ve falcıya
(gaybten haber veren
kişiye) inanan kimsenin
kırk gün namazı kabul
olmaz" (Riyazü's-Salihin
Tercemesi, 3/219, Hadis
No: 1701) "Ona inanan
kişi bana indirileni
(kitabı ve vahyi) inkar
etmiş olur" (Müsned-i
Ahmed b. Hanbel, 21 429
ve 4/66) buyurmuştur. Bu
itibarla çeşitli akıl
dışı işlemlerle
gelecekteki olaylar
hakkında olumlu veya
olumsuz haber vermek
iddiasına kalkışmak ve
bunlara inanmak
haramdır.
13- Çocuk iken ölen
Müslüman çocukları ile
gayri müslim çocukları
ahirette aynı durumda
mıdırlar?
İnsan dünyada hakiki
şahsiyeti haiz olabilmek
için bir takım
dönemlerden geçmektedir.
İnsan sağ olarak
doğmakla dünyadaki
şahsiyeti başlar. Sonra
hak edinme ve bu
haklardan istifade etme
ehliyetini elde eder.
Rüşt yaşına erince
Allah'a iman ve dini
hükümlere uymak ve
uygulamakla yükümlü
olur. Ancak, büluğ yani
teklif çağına gelmeden
vefat eden çocuklar,
günahsız
sayıldıklarından dolayı
ahirette sual olunmazlar
ve cennete girerler.
Gayri müslim çocukları
konusunda İslam
bilginleri farklı
görüşler ileri
sürmüşlerdir. Doğru
olan, bunların da
Müslümanların çocukları
hükmünde olmalarıdır.
Zira onlar da İslam
fıtratı üzerine doğmuş
olup, erginlik çağına
gelmeden öldükleri için
günahsızdırlar. Bu
yüzden onlar da kabir
sualinden muaf olup,
cennete girerler.
Peygamber (S.A.V.) şöyle
buyurmuştur: "Her doğan
çocuk İslam fıtratı
üzerine doğar. Ancak
anne ve babası daha
sonra kendi durumlarına
göre onları ya Yahudi,
ya Hıristiyan, ya da
mecusî yaparlar."
14- Hıristiyan ve
Yahudilerin mü'minleri
cennete girecek mi?
Hz. Muhammed (S.A.V.)
Efendimiz'in peygamber
olarak gönderilmesinden
sonra, bütün insanların
ve bilhassa Yahudi ve
Hıristiyanların kendi
dinî kitapları gereğince
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in
Peygamberliğini tasdik
edip İslam'ı kabul
etmeleri gerekir. Aksi
takdirde kendi
kitaplarını, dinlerini
de inkar etmiş olurlar.
Bu itibarla Allah'ın
birliğine, Hz. Muhammed
(S.A.V.)'in O'nun kulu
ve elçisi olduğuna ve
Kur'an-ı Kerim'deki
bütün esaslara, olduğu
gibi iman etmeyen hiç
bir kimse İslam inancına
göre cennete giremez.
15- Büyük ve küçük
günahlar hangileridîr?
Bunlar nasıl
affolunurlar?
Küçük ve büyük
günahların mahiyeti ve
büyük günahların sayısı
konusunda, İslam
bilginleri arasında
görüş ayrılıkları
vardır. Bazı bilginler,
ayet-i kerime ve hadis-i
şeriflerde, büyük suç
olduğu beyan edilen
fiiller büyük günahtır,
demişlerdir.-Bazı
bilginler ise, ayet ve
hadis-i şeriflerde
(namaz kılmamak, zekat
vermemek gibi) hakkında
tehdit ve azap
bildirilen şeyler büyük
günahlardandır,
demişlerdir. Bir hadis-i
şerifte ise, tevbe
edilmeyip, ısrarla
işlenen küçük günahların
da büyük günaha
dönüşeceği, ifade
buyrulmuştur. Gerçek şu
ki;
büyük ve küçük günah
izafi terimlerdir.
Nitekim sevaplar da
böyledir. Daha büyüğü
ile karşılaştırılan her
şey küçüktür. Daha
küçüğü ile
karşılaştırılan bir şey
ise, karşılaştırıldığı
şeye göre büyüktür. Bu
itibarla aynı günah,
kendinden küçüğü ile
mukayese edilirse, büyük
sayılır; kendisinden
büyüğü ile mukayese
edilince de küçük olur.
Mutlak ve en büyük
günah, şirk ve küfürdür.
Ondan büyük günah
yoktur. Hadis-i
şeriflerde büyük olduğu
belirtilen günahlar:
Allah'a şirk koşmak,
cana kıymak, sihir
yapmak, faizcilik
yapmak, yetim malı
yemek, zina yapmak,
yalan
olarak zina suçlamasında
bulunmak, savaştan
kaçmak, hırsızlık
yapmak, içki kullanmak,
yalancı şahitlik yapmak,
yalan yere yemin etmek,
başka-sının malını
gasbetmek... gibi tiil
ve davranışlardır. Büyük
günahlardan dolayı Allah
affetmez ise kul azap
görür. Küçük günahlardan
dolayı da kulun azap
görmesi ehli sünnet
görüşüne göre caiz
görülmüştür.
Allah'a şirk koşmak
dışındaki tüm günahların
şartlarına uygun olarak
tevbe edilmesi halinde
affedileceği
bildirilmiştir. Bu
konuda Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyrulmuştur:
"Allah'ın rahmetinden
ümit kesmeyin! Çünkü
Allah bütün günahlan
bağışlar."(Zümer, 53).
"Eğer yasaklandığınız
büyük günahlardan
kaçı-nırsanız sizin,
küçük günahlarınızı
örteriz ve sizi şerefli
bir yere sokarız."(Nisa,
31)
16- Madem ki Hz. İsa
sağdır, İncil de haktır,
o halde yeni bir
peygambere ihtiyaç var
mıydı?
Allahu Teala Kur'an-ı
Kerim'de 'Ve Allah
elçisi Meryem oğlu
İsa'yı öldürdük"
demeleri yüzünden
(onları lanetledik).
Halbuki onu ne
öldürdüler, ne de
astılar; fakat
(öldürdükleri kişi)
onlara isa gibi
gösterildi. Onun
hakkında ihtilafa
düşenler bundan dolayı
tam bir kararsızlık
içindedirler; bu hususta
zanna uymak dışında hiç
bir sağlam bilgileri
yoktur ve kesin olarak
onu öldürmediler.
Bilakis Allah onu
(isa'yı) kendi katına
yükseltti. Allah ve
izzet ve hikmet
sahibidir." (Nisa,
157-158) buyurmak
suretiyle Hz. İsa'yı
kendi katına yükselterek
yahudilerin onu
öldüremediklerini beyan
buyurmaktadır. Görüldüğü
üzere, ayet-i kerimede
Hz. İsa'nın sağ olduğu
söylenmiyor, Onu
Yahudilerin öldüremediği
belirtiliyor.
İslam bilginlerinin
çoğunluğuna göre Allahu
Teala onu manevi
semalardaki özel yerine
yükseltmiştir. Bazı
İslam bilginlerine göre
ise Allahu Teala onu
yahudilerden korumuş,
yahudiler onu
öldürememiş, fakat eceli
gelip vefat ettirmiş ve
ruhunu refetmiştir. Bu
itibarla Hz. İsa'yı,
bedenen veya ruhen Allah
kendi katına
yükseltmiştir.
Biz Müslümanlar Allah'ın
peygamberlerine ve
onlara indirilen suhuf
ve kitapların hepsine
inanırız. Allah'ın
peygamberlerine
gönderdiği kitaplar dört
tanedir, bunlar Hz.
Musa'ya indirilen
Tevrat, Hz. Davud'a
indirilen Zebur, Hz.
İsa'ya indirilen İncil
ve son peygamber Hz.
Muhammed'e indirilen
Kur'an-ı Kerim'dir.
Ancak, Hz. Peygamber'den
önceki peygamberler ve
kendilerine indirilen
kitaplar belli ve hususi
bir kavme ve belirli bir
zaman için
gönderilmişlerdir. Bu
itibarla bu kitapların
hükümleri de belirli
kavim ve muayyen bir
zaman için geçerlidir.
Hz. Peygamber'in
peygamberliği ise hususi
olma yıp umumidir. Bütün
insanlığa
gönderilmiştir. Tebliğ
etmiş olduğu dinin
hükümleri, umumi ve
kıyamete kadar devam
edecektir. Bu itibarla
Hz. Peygamber'in din ve
şeriatı, kendisinden
evvel geçen şeriatlerin
Tevrat ve İncil'in
hükümlerini
kaldırmıştır. Ayrıca
bugün elde bulunan
Tevrat, İncil,
indirildiği şekliyle
muhafaza edilmiş
değildir. Halen
Hıristiyanların elinde
bulunan ve "Ahd-i Cedid"
adını taşıyan kitaplar,
Hz. İsa'ya Allah
tarafından indirilen
İncil değildir. Bu Ahd-i
Cedid mecmuası içinde
yazarların isimlerine
göre adlandırılan dört
incil vardır. Bunlar,
Hz. İsa'dan en aşağı
yarım asır sonra
yazılmıştır ve
muhtevaları da
birbirinden farklıdır.
Bu itibarla; bugün elde
bulunan Tevrat, İncil ve
Zebur'u Allah'ın
peygamberlerine
indirdiği ilahî kitaplar
olarak kabul edemeyiz.
Avrupalı yazar ve ilim
adamlarının ileri
gelenleri de bu
kitapların asıl mukaddes
ve ilahî kitaplar
olmadığını itiraf
etmektedirler. Semavî
kitaplar içinde her
yönden tağyir ve
tahriften uzak, indiği
gibi muhafaza edilen ve
kıyamete kadar da
muhafazası Allahu Teala
tarafından garanti
altına alınmış olan
yegane ilahî kitap,
Kur'an-ı Kerim'dir.
17- İslam'da büyü var
mıdır? Varsa nasıl
korunmalıyız?
Büyü veya sihir, bir
takım acaip işler
vasıtasıyla, başkaları
üzerinde tesirler
meydana getirmektir.
Sihrin gözbağcılık
denilen gerçek olmayan
çeşitleri yanında,
gerçek netice ve
etkileri olan çeşitleri
de vardır.
Ancak,, mahiyeti ve
nasıl etki yaptığı
bilinememektedir. İslam
dini, sihri inkar
etmemiş;
fakat itikadı bozduğu,
tevhid inancına zarar
verdiği, kötüye
kullanıldığı ve kontrolü
mümkün olmadığı için
yasaklamıştır. Kur'an-ı
Kerim'de: "Sihir-bazın
felah bulmayacağı"
(Taha, 69) beyan
buyurulmuştur. Sihir ve
büyüye karşı korunmak
için, Allah'a sığınmak
ve muavvizeteyn denilen
Felak ve Nas sürelerini
okumak tavsiye edilir.
18- Falcılık nedir?
Falcıya inanmak caiz
midir?
İnsanın güzel bir olayla
veya sözle
karşılaştığında
iyimserliğe; kötü bir
hal ile karşılaştığında
ise kötümserliğe
kapılması, yaratılıştan
gelen fıtrî bir
hadisedir. Ancak,
iyimserlik ve
kötümserliğe kapılarak
bu gibi hallerin tesiri
altında kalmak kişiyi
evhama sevk edeceğinden
kötü sonuçlar
doğurabilir.
Arapçadaki "F-E-L"
kökünden olan fal
sözcüğü iyimserlik ve
iyiye yorma manasına
gelmektedir. Hayırlı ve
hayra teşvik edici
sözler de bu
kabil-dendir. Bu
manadaki fal için
peygamberimiz:
"İslam'da uğursuzluk
yoktur. Ancak fal'ı (iyi
sözü) beğenmekteyim"
buyurmuştur. Görüldüğü
üzere bir şeyi uğursuz
saymak onun etkisinde
kalmak yersiz ve
dayanaksızdır. Bilakis
ümitvar olmak Allah'a
güvenip O'ndan güç
alarak hayatımızı
değerlendirmek her
Müslümanın görevidir.
Günümüzde halk arasında
fai diye ifade edilen ve
kahve fincanı veya bir
takım şeylere bakarak
kişinin geleceği ile
ilgili hususlarda
hükümler çıkarmak
yanlıştır, dinimizde
yeri yoktur.
Günümüzdeki manası ile
fal, cahiliyet döneminde
müşriklerin
uyguladıkları oklarla
nasibini tespit etmek ve
gelecekle ilgili
bilgiler aktarmaktır ki,
bunu yapmak ve ona
inanmak dinen caiz
değildir.
19- Mezhepler niçin
ortaya çıkmıştır?
Bunlarsız olmaz mı?
Mezhep; gidilecek yol,
benimsenen metod, usuI
ve görüş demektir. Dinde
mezhep, herhangi bir
İslam müctehidinin
Kur'an-ı Kerim ve
hadis-i şeriflerden ilmî
metodlarla çıkardığı
hükümlerdir.
Her Müslümanın dinî
meseleleri doğrudan
doğruya asıl kaynak olan
Kur'an-ı Kerim ve
sünnetten öğrenmesi
mümkün değildir. Bunu
ancak kendilerini dini
ilimlere verip, ihtisas
sahibi olan müctehid
bilginler yapabilirler.
Bundan dolayı halk,
bölgelerinde yetişen bu
müctehid bilginleri
açıklamalarını,
görüşlerini benimseyip
onlara uymuşlardır. Bir
müctehidin ictihad ve
açıklamaları, geniş halk
tabakaları tarafından
benimsenince.
kendiliğinden o bilginin
adıyla bir fıkıh mezhebi
ortaya çıkmış oluyor.
Sahabeden sonra,
Tabiîler ve onlardan
sonra gelen devirlerde
bir çok müctehid imamlar
yetişmiş ve böylece bir
çok fıkıh mezhepleri
ortaya çıkmıştır. Fakat
zamanla bu mezheplerin
çoğunun mensubu kalmamış
ancak dört mezhep
hükümlerinin uygulaması
devam edegelmiştir.
20- Müslüman birisinin
mutlaka bir tarikata
girmesi "emir'e" bir
"şeyh'e" biat etmesi
şart mıdır?
Bu hususu açıklar
mısınız?
Tarikat, hakka ermek
için tutulan bir takım
kuralları ve zikir
yöntemleri bulunan yol
anlamınadır. Bu alanla
ilgilenen Müslümanlara
saflık ve duruluk
anlamına gelen sufi
denile gelmiştir. İlk
sufiler kendilerinden
tecrübeli ve yaşlı
üstadlardan geniş ölçüde
faydalanmakla beraber,
belli bir tarikat
kurmamışlardır.
Görüşlerini ve manevi
tecrübelerini sohbet
yoluyla çevrelerinde
toplananlara aktara
gelmişlerdir.
Tarikatlar 6-7.
asırlarda ortaya çıkmış,
zamanla
kurumsallaşmışlardır.
Tarikatlarda herkes
kendi meşrebine, ruh
yapısına, dünya görüşüne
ve manevi zevkine göre
bir yol tutar.
Bir tarikata intisab
etmek gerekli midir?
İnsan, dinî ve hukukî
emirlere karşı mükellef
olabilmesi için bir kaç
devreden geçer. Bu
devreler, cenin,
çocukluk, temyiz yaşı ve
rüşd devreleridir. Buluğ
çağına eren ve reşid
olan her Müslüman dinî
mükellefiyetlerine hiç
aracı olmadan kendisi
muhatap olur. Zira dinî
nasslar mükellef bulunan
her Müslümana dolaysız
olarak yöneliktir. Bu
manadan olmak üzere
Peygamberimiz (S.A.V.)
İslam'da ruhbanlığın
olmadığını bildirmiştir.
Allah Peygamberimize
dini insanlara iletme,
tebliğ etme ve öğretme
görevi vermiş, kulların
iman edip etmemelerinin
bile onun yetkisinde
olmadığını bildirmiştir.
Din bilginleri,
tebliğciler, şeyhler ve
bu yolda emek verenlerin
rolü de, dini ve güzel
ahlakı öğretmek ve
Müslümanlara bu alanda
kılavuz olmaktan ileri
geçmez.
Kendisini şeyh olarak
sunan kişi, etrafındaki
Müslümanlara dini doğru
şekilde öğretmeli,
kendisinin ancak dini
öğreten tebliğ eden ve
çevresindekilere
yardımcı olan bir kişi
olarak bildirmelidir. Bu
faaliyetlerinde rehberi
ve önderi Kitap ve sahih
sünnet olmalıdır. Bu iki
kaynağa ters düşen
gelişmelere sebebiyet
vermemelidir.
Son yıllarda tarikat
adına meydana gelen
dinin tasvip etmediği
gelişmelere çokça
rastlamak mümkündür. Bu
gelişmeleri gözönünde
bulundurarak şunları
söylemek gereklidir.
Tarikat uygun tanımıyla
alim ve kamil bir
mürşidin denetiminde
ibadet ve zikir yoluna
koyularak İslam'da
tevhid hakikatine
ulaşmak için tutulan
kulluk çizgisidir.
Tarikat imamları kendi
adlarına birer tarikat
kurmamışlar bu
çalışmalarını
guruplaşmalara götürecek
bir faaliyet olarak da
sunmamışlardır. Ancak,
kendilerinden sonra
gelen müridler o
imamların süluk
ettikleri yoldan
gittiklerinden bu yol o
imamlara (şeyh) nisbet
edilmiştir. Bu itibarla,
Müslüman için asıl olan,
inanmak, ibadet ve
muamelat esaslarını
ihtiva eden ve Allah
tarafından peygambere
vahyedilerek insanlara
bildirilen hükümlerin
tümüne bağlı kalmaktır.
Hiçbir Müslümanın
herhangi bir tarikate
girmek gibi bir dini
yükümlülüğü yoktur.
21- İslam'da rabıta var
mıdır? İzah eder
misiniz?
Rabıta Arapça "Rabata"
kökünden türemiştir.
Müslümanların
birbirlerine
bağlılığını, Allah
yolunda sabretmelerini
ve bekçilik yapmalarını
ifade eder. Daha sonra
İslam ülkesi
sınırlarında
bekleyenlere;
gerek süvari ve gerek
piyade olsun, genellikle
"murabıt" adı
verilmiştir. Fıkıh
terminolojisinde,
"murabıt" Allah yolunda
silah altında bulunan,
kışla ve karakollarda
duran, nöbet bekleyen
askerler demektir. Hz.
Peygamber (S.A.V.) bu
manada;
"Allah yolunda bir gün
nöbet beklemek, dünya ve
içindekilerden
hayırlıdır" buyurmuştur.
Bu
kelime ile ilgili mana
ve yorumlar böyle iken,
bazı mutasavvıflar onu
değişik manalarda
kullanmışlardır. Onlara
göre ribat veya Rabıta:
Müridin kalben şeyhi ile
beraber olması, bağlantı
kurması, yani manevi
birlikteliktir.
Müridin kendine şeyh
olarak seçtiği kişiyi
yüceltip onun şahsını
gönlünde tasavvur edip
tazim etmekten ibarettir
ki, bazı müridler
yeterli temel dinî
bilgiden mahrum
oldukları için bu konuda
aşırılığa da
düşebilmektedir.
Meşayih'in ruhlarından
yardım ve medet ummak,
onların, menfaatı temin
edecek, mazarratları
defedecek güçte
olduklarına, gaybı
bildiklerine inanmak,
insanın dünya ve ahiret
işlerinde bir takım
tasarrufta
bulunabileceklerini
zannetmek yanlıştır.
Bunların kabirlerini
aynı inançla ziyaret
edip onlara kurban
adamak da dinen
tehlikeli bir
davranıştır.
Alimleri, faziletli
insanları, Allah
dostlarını sevmek, ilim
öğrendiği kişilere karşı
saygılı olmak bir
Müslümandan beklenilen
bir davranıştır.
Ancak, Allah'dan
beklenilmesi gerekeni
-kim olursa olsun-
başkalarından beklemek
dinimizin tevhid ruhuna
aykırıdır. Bu anlamda
rabrta, insanı şirke
kadar götürebilir.
22- Peygambere "vahy"
gelir derler "vahy" ne
demektir?
Arapçada süratle işaret
etmek, bir işte sürat
göstermek, yazı yazmak,
elçi göndermek, gizlice
bir şey söylemek gibi
lügat manası taşıyan
vahyin dinî manası:
Allah'ın, ilim ve
hidayet türünden
kullarının bilmesini
istediği hususları
seçtiği elçilerine gayrı
mu'tad ve gizli yöntemle
bildirmesi demektir.
Allah'ın Peygamberlerine
vasıtasız veya melek-ler
aracılığıyla öğütlerini,
emir ve yasaklarını
bildirmesine vahy denir.
Allah'ın meleklerine
hitabına da vahy denir.
"Rabbin meleklere,
şüphesiz ben sizinle
beraberim, iman edenlere
sebat telkin edin, diye
vahyediyordu..."(Enfal,
12)
Kur'an'a göre vahyin
muhatabı
Peygamberlerdir.
"Öncekiler gibi seni de,
kendilerinden evvel nice
ümmetler gelip geçmiş
olan bir ümmete sana
vahyettiklerimizi onlara
okuman için gönderdik."
(Ra'd, 30)
Vahyin bir çok kısımları
vardır:
a-Allah'ın, aracı
olmadan Peygambere vahy
etmesi,
b-
Elçisinin kalbine
ulaştırmak istediği
bilgileri ilham yoluyla
iletmesi,
c-
Sadık rü'ya şekli,
d-
Vahy meleği (Cebrail)
vasıtasıyla vahyin geliş
şekli bunlardandır.
Vahy getiren melek,
Peygamber (SAV)'e bazen
kendi gerçek
görüntüsüyle, bazen
insan suretinde,
gelmekteydi.
Kur'an-ı Kerim, Allah
tarafından Cebrail
vasıtasıyla
peygamberimize
gönderilen Allah
Kelamıdır.
"Onlara de ki: Size.
benim yanımda Allah'ın
hazineleri var
demiyorum. Ben, gaybı
bilmem. Size, hakikaten
ben bir meleğim de
demiyorum. Ben. bana
vahyedilenden başkasına
uymam." (En'am, 50)
"0
gönderilen, vahiyden
başka bir şey değildir;
Onu, müthiş kuvvetlere
malik, akıl ve fikir
bakımından olgun olan
Cebrail
öğretti..."(Necm, 4-5)
23- İlham ne demektir?
Kimlere gelir?
İlham kelime olarak
lokmayı tutturmak veya
yutturmak anlamına
gelmektedir. Terim
olarak ise, Allah'ın,
kulun kalbine feyz
yoluyla ilka ettiği
(koyduğu) bilgi veya
özel mana demektir.
İnsanın kalbine Allah
tarafından ilka edilen
manaya "ilham"; Şeytan
tarafından ilka edilen
tikir ve manaya da
"vesvese" denir. Buna
göre ilham hayır ve
iyilik hissine
münhasırdır. Kul bu
bilgiyi bir gayret
göstermeden elde eder.
Gazzali'ye göre ilham'ın
kaynağı ya Allah veya
melektir.
Allah kullarına yönelik
sahiplik ve mürşitlik
vasfını ya herhangi bir
kulunun kalbine bir mana
veya fikir ilka ederek
veya peygamberlere
risalet vermek sureti
ile gösterir.
Birincisine ilham
ikincisine ise vahy
denir. Veliler ilhamı
almaya daha
müsaittirler. Zira
kalpleri buna önceden
hazırlanmıştır. İlham bu
suretle, tefekkür ve
istidlal yolu ile değil
de, gelen ilham'ın
nasıl, nereden ve niçin
geldiğini söylemesine
imkan vermeden, anî
olarak kesbedilmesi
bakımından, ilm-i
aklî'den, ayrılır. Bu,
Allah'ın bir feyzi olup,
vahyden şu bakımlardan
ayrılır: Vahy getiren
melek peygamber
tarafından görülebilir
ve vahyde mündemic olan
mesajlar bütün
beşeriyete aittir.
Halbuki ilham yalnızca
buna mazhar olan şahsa
mahsustur.
İlham, İslam
bilginlerinin
çoğunluğuna göre,
kendisine ilham vaki
olan kişi dışındakiler
için, hüccet sayılmaz.
Ancak ilham peygamberden
sadır olmuşsa o takdirde
hüccet sayılır. Sufilere
göre ilham kimden sadır
olursa olsun hüccettir.
'
Cumhurun gerekçesi
şudur: Eğer ilham hüccet
kabul edilirse konu
zabtu rabt altına
alınamaz ve çeşitli
tenakuz ve tezatlar
yaşanır.
24- Tenasül uzvundan
gelen sıvılar kaç
çeşittir? Dinî hükümleri
nedir?
Tenasül uzvundan gelen
sıvılar meni, mezi ve
vedi olmak üzere üç
çeşittir.
a)
Meni: Şehvetle yerinden
ayrılıp, şehvetli veya
şehvetsiz olarak tenasül
uzvundan dışarıya çıkan
ve kendine mahsus kokusu
olan beyaz renkli koyu
bir sıvıdır.
b)Mezi: Tenasül uzvunun
intişarından sonra,
şehvetsiz olarak gelen
beyaz renkli ince sıvıya
denir.
c)Vedi: Küçük abdestten
sonra gelen, kokusuz,
beyazımsı bulanık
yapışkan sıvıdır.
Meni, mezi ve vedi her
üçü de necistir. Diğer
necasetlerde olduğu
gibi, elbiseye bulaşan
el ayası kadar olan
mikdarı namazın
sıhhatine engeldir.
Ancak, mezi ve vedi
abdesti bozarsa da gusül
yapmayı gerektirmez.
Meninin ise şehvetle
yerin-den ayrıldıktan
sonra, şehvetli veya
şehvetsiz olarak
dışarıya çıkması ile
gusül abdesti gerekir.
25- Saçlan bıyıkları boyamanın gusle engel
hali var mıdır?
Saçları veya bıyıklan kına ve benzeri, suyun nüfuzuna
engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir.
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
26- Devamlı gözlerden
yaş gelmesi abdesti
bozar mı?
Gözde bir hastalık
olmaksızın, gözden akan
yaş abdesti bozmaz.
Hastalık sebebiyle olan
akıntı abdesti bozar. Bu
akıntı devamlı ise, o
kişi, sahib-i
özürsayılır.
Gözden devamlı gelen
yaşın bir hastalık
sebebiyle olup
olmadığına uzman bir
doktor karar verebilir.
Sahib-i özür sayılan
kimse, her namaz
vaktinde abdest alır.
Özür dışı sebeplerden
dolayı abdesti
bozulmadıkça, aynı
abdest ile ve aynı vakit
içinde, o vakte ait
namazdan başka dilediği
kadar kaza ve nafile
namazları kılabilir.
Vaktin çıkması ile
özürlünün abdesti
bozulur; vakit girdikten
sonra, tekrar abdest
alır.
27- İş elbisesi ile
narriaz kılmak caiz
midir?
Namazın şartlarından
birisi de necasetten
(pislikten) taharettir.
Kan, idrar, şarap, dışkı
ve benzeri necasetler,
namaz kılacak kişinin
elbi-sesinde, bedeninde
ve namaz kılacağı yerde
kesinlikle
bulunmamalıdır.
Kişinin iş elbisesinde
bu tür pislikler yoksa,
namazın sıhhati
yönünden, temiz
hükmündedir. İşin
cinsine göre iş
elbisesinde bulunan
badana, boya, madenî
yağlar, pas, kir ve
benzerleri namazın
sıhhatine manî değildir.
Ancak kişi, camiye veya
mescide gidecekse temiz
elbise giymesi Kur'an-ı
Kerim'in emridir. Örf,
adet ve medeniyet gereği
olarak camiye veya
cemaate giden kimsenin
en güzel elbiselerini
giymesi cemaate saygının
bir gereğidir. Aksini
yapmak hoş değildir.
Gerek evde, gerek diğer
yerlerde tek başına da
olsa namazların temiz ve
güzel bir kıyafetle
kılınması, şüphesiz daha
iyidir.
28- Sabah namazının
başlangıç ve bitiş vakti
ne zamandır?
Fecr-i Sadık yani
takvimlerde imsak vakti
olarak gösterilen saatte
sabah namazının vakti
girer. Güneşin doğmaya
başlaması ile sabah
namazının vakti çıkmış
olur. Bu süre içinde
kılınmayan namaz kazaya
kalmış olur ve kaza
niyyetiyle kılınır. 0
günün sabah namazı
öğleden önce kaza
edilirse sünnetiyle
birlikte kaza edilir.
29- İmsaktan hemen sonra
sabah namazı kılınabilir
mi?
İmsak vaktinin girmesi
ile yatsı vakti çıkmış,
sabah namazı vakti
girmiş olur. Bu itibarla
imsak vakti girince
(yani Fecr-i sadık
denilen tan yerinin
ağarması olayı
başlayınca) sabah namazı
kılınabilir.
30- Sabah namazı kuşluk
vaktinde nasıl kılınır?
Eda mı kaza mı?
Güneşin doğmaya
başlaması ile sabah
namazının vakti çıkmış
olur. Daha sonra, o gün
öğle vaktinden önce
kılınmış da olsa artık o
namaz eda değil,
kazadır. Ancak aynı gün
öğle vaktinden önce kaza
edildiği takdirde sabah
namazı sünneti ile
birlikte kaza edilir.
Daha sonra kaza edildiği
takdirde artık sünnet
kılınmaz.
31- Hoparlörle ezan
okumak, namazda imama
uymak caiz midir?
Hoparlör sesin kuvvetini
artırıcı bir alettir.
Hoparlörden çıkan ses,
aksi seda (yankı) değil;
mikrofon başında okuyan
veya konuşan kişinin
kendi sesidir. Bu
itibarla, daha
uzaklardan duyulması
için ezanın mikrofondan
okunmasında; vaiz, imam
ve müezzinin sesinin
caminin her tarafından
duyulması için camilere
hoparlör konulmasında ve
cami içinde imamın
hoparlörden duyulan
sesine iktida
edilmesinde dinen bir
sakınca yoktur.
32- Ezanı müteakip
okunan ezan duası imam
tarafından okunup cemaat
"Amin" dese; caiz mi?
Ezanın sonunda, hem
müezzin, hem de ezanı
işitenlerin, salavat-ı
şerife okuyup vesile
duasında bulunmaları
müstehaptır. Bunu da
kendi başlarına ve
kendilerinin
işitecekleri seviyede
yapmalıdırlar.
Cemaatten birinin yüksek
sesle "vesile duasını"
okuması cemaatin de
"amin" demesinin adet
haline getirilmesi
bid'attır. Cemaatin bu
duayı ezberlemesi
görevlilerce sağlanmalı,
bunu bilmeyenlerin başka
salat-ü selamları
okuyabilecekleri de
unutulmamalıdır.
33- Namazdan sonra
beraberce tesbih
çekmenin bid'at
olduğunu, tesbihin
sünnet olmadığı,
daha sonra bid'at olarak
ortaya çıktığını
söylüyorlar. Siz ne
dersiniz?
Namazların sonunda
yapılan tesbihat
müstehaptır. Cemaatle
toplu halde
yapılabileceği gibi, tek
başına da yapılabilir.
Sözkonusu tesbihatın
müstehaplığı hadis-i
şerifle sabittir.
34- Camiye giren
oradakilere selam
vermeli midir?
Meşguliyet nedeniyle
verilen selamı alma
imkanı olmayanlara selam
verilmez. Mesela, yemek
yiyen, abdest bozan,
zikır, tesbih, ezan ve
ikametle meşgul
bulunanlara, namaz
kılanlara, vaaz ve
nasihatta bulunanlara ve
bunları dinle-yenlere
selam vermek mekruhtur.
Bunlardan biriyle meşgul
olmayıp, verilen selamı
alma imkanı bulunan
kimselere, cami içinde
de olsa, selam vermekte
bir sakınca yoktur.
35- Namazda herkes imam
olabilir mi? İmametin
şartları nelerdir?
Cemaatle namaz kılmak
erkekler için sünnet-i
müekkededir. Cemaatle
kılınan namaz, münferit
olarak kılınan namazdan
yirmibeş veya yirmiyedi
derece efdaldir.
Cemaatle namaz
kılabilmek için, bir
imam gereklidir. İmamlık
yapacak kişilerde şu
şartlar aranır:
1.
Müslüman olması,
2.
Akıllı olması,
3.
Bulüğ çağına ermiş
olması,
4.
Erkekolması,
5.
Namaz sahih olacak
ölçüde Kur'an-ı Kerim'i
okuyabilmesi,
6.
Kekemelik, pepelik,
abdest tutamamak gibi,
imamlığa engel bir
özrünün bulunmaması.
Yukarıdaki nitelikleri
taşıyan, her Müslümanın
arkasında, namaz kılmak
caizdir. Aynı derecede
ümmî olanlar
birbirlerine İmamlık
yapabilirler.
36- İmama uyan kimse
kendi hatası için sehiv
secdesi yapar mı?
Cemaatten birinin imama
uyarak kıldığı namaz-da;
kendi yaptığı sehvden
dolayı ne kendisi ne de
İmam için sehiv secdesi
gerekmez.
37- Cemaat imama,
caminin alt, üst ve yan
odalarından iktida
edebilir mi?
Bir mescidin içerisi ve
avlusu mescid olduğu
gibi bitişik
müştemilatı, alt ve üst
katları da, imama iktida
bakımından mescit
hükmündedir. Keza
mescitlerin "Fina-i
mescit" denilen etrafı,
yani kendilerine bitişik
olup aralarında yol
bulunmayan sahaları da
imama iktida hususunda
mescit hükmündedir. Bu
itibarla, saflar adı
geçen yerlere kadar
uzanmasa bile,
buralardan imama iktida
sahihtir.
38- Cami içinde saflar
dolmadan, müezzin
yanından, yani arkadan
imama uymak caiz midir?
Cami içinde ön
taraflarda boşluk
varken, zaru-ret
bulunmadıkca gerilerden
imama uymak caiz ise de
mekruhtur.
39- Camide özel bir yeri
sahiplenmek, seccade
sermek doğru mudur?
Bir kimsenin cami ve
mescitlerde kendisi için
özel bir yer tayin ve
tahsis ederek namazları
daima orada kılması
mekruhtur.
40- Helal olmayan bir
para ile yapılan camide
ibadet makbul müdür?
Dinen haram olan işleri
yapmak suretiyle elde
editen kazancın,
karşılığında sevap
beklemeden (yol, köprü,
çeşme... gibi yerlere
sarfedilerek) elden
çıkarılması gerekir. Bu
tür kazançların cami ve
mescid gibi mukaddesatla
ilgili yerlere sarfı
İslam bilginlerince
mekruh görülmüştür.
Ancak meşru yoldan elde
edilmeyen para ile cami
yapıt-dığı takdirde bu
camide namaz kılınır,
kılınan namazların
iadesi gerekmez.
41- İşyerinde namaz
kılmak için işverenin
izni şart mıdır?
Müslüman bir işçinin
çalıştığı yerde namaz
kılması için iş
disiplini ve düzeni
açısından işverenin veya
amirinin iznini alması
uygun olur. Yine aynı
şekilde işverenin veya
iş yerinde sorumluluk
alan kimsenin Müslüman
işçi çalıştırması
halinde onların günlük
dini görevi olan
namazlarını kılabilme
imkanını sağlaması
gerekir.
İşçinin mesaisini su-i
istimal etmemesi
kaydıyla işveren
bilhassa farz ve vacip
namazların kılınmasından
işçisini men edemez.
Çünkü Allah'a isyan
konusunda mahluka itaat
yoktur. Aksi halde
işçinin, ibadetini
yapabileceği başka bir
iş bulması gerekir.
42- Secde ayeti okununca
hemen secde etmek şart
mıdır?
Kur'an-ı Kerim'de 14
secde ayeti vardır.
Bunlar-dan birini okuyan
veya işiten her
mükellefin secde etmesi
icap eder. Namaz dışında
secde ayeti
okunur-okunmaz hemen
secde edilmesi vacip
değildir. Daha sonra
müsait bir zamanda
yapılabilir. Ancak,
zaruret bulunmadıkça
tehir edilmemesi uygun
olur.
Namazda okunduğu
takdirde ise, secde
ayetin-den sonra, üç
ayetten daha çok
okunacaksa, hemen secde
edilir ve kıyama kalkıp
kıraate devam edilir.
Secde ayetinden sonra,
ancak üç ayet veya daha
az okunacak ise namazda
yapacağı ruku' ve secde
ile tilavet secdesi de
yerine getirilmiş olur;
ayrıca secde gerekmez.
43- Namaz esnasında alın
secdede iken, ayakların
yere değmesi nasıl
olmalıdır?
Bir hadis-i şerifte "yüz
(alın) iki eller, iki
dizler ve iki ayak
uçları olmak üzere yedi
aza üzerine secde
etmekle emrolundum"
buyrulmuştur. Bu
itibarla namaz kılan
kişi secdede alnını
burnunu, iki ayağını ve
iki eli ile iki dizini
yere veya yere bitişik
bir şey üzerine koyar.
İki ayağın veya en az
bir ayağın parmakları
yere konulmadıkça secde
sahih olmaz.
44- Namazda secde edilen
yer ayağın bastığı
yerden ne kadar yüksek
olursa secde sahih
olmaz?
Secde edilen yerle
namaza durulan yerin
aynı
yükseklikte olması
asıldır. Secde edilen
yerin yüksekliği, ayak
basılan yerden, on iki
parmak (yaklaşık 23
cm)'1an daha yüksek
olmamalıdır. Secde yeri
daha fazla yükseklikte
olursa, secde sahih
olmaz.
Cemaatin kalabalık
olması nedeniyle arka
safta bulunanlar, ön
saftakilerin sırtına
secde ederek namaz
kılmaya mecbur
kalırlarsa; (secde eden
ve sırtında secde edilen
kimseler aynı namazı
cemaatle kılmış olmak
şartı ile) yüksekliğe
itibar edilmez; secde ve
namaz sahihtir.
45- Kadınlar başı açık
namaz kılabilirler mi?
Cuma namazı kılabilirler
mi?
a)
Kadınların el, yüz ve
ayakları hariç bütün
uzuvları avrettir. Yani
örtülmesi farzdır. Bu
itibarla kadınların baş
açık namaz kılmaları
caiz değildir.
b)
Kadınlara cuma namazı
farz değildir. Bunun-la
beraber camiye gidip
cemaatle cuma namazını
kılarlarsa, o vaktin
farzını eda etmiş
olurlar. Bu takdirde o
günün öğle namazını
kılmaları gerekmez.
46- Kadının imameti caiz
midir?
Kadının kadına imameti
caiz, fakat mekruhtur.
Eğer kadınlar kendi
aralarında cemaatle
namaz kılacak olurlarsa,
imam olacak kadın,
erkekler gibi öne
geçmez. Safın arasında
durur. Öne geçmesi
mekruhtur.
47- Bir hanım namaz
kıldıktan sonra saçını
açarsa abdesti bozulur
mu?
Gerek namazdan önce,
gerek namazdan sonra,
bir hanımın başını veya
başka bir uzvunu açması
ile abdesti bozulmaz.
Başı ve örtülü olması
gereken diğer uzuvları
örtülü olarak kıldığı
namazı sahihtir. Ancak,
hanımların, namaz
dışında da (el, ayak ve
yüz hariç) dinen kapalı
bulunması gereken
uzuvlarını, aralarında
evlilik caiz olan
yabancı erkekter yanında
açık bulundurmaları
haramdır.
48- Müslüman bir kadın
pantolon giyebilir mi?
Bununla namaz kılabilir
mi?
Namaz için özel bir
kıyafet yoktur.
Tesettürü sağlayan teni
gösterecek derecede
ince, şeffaf ve vücut
hatlarını belirtecek
derecede dar olmayan her
temiz elbise ile namaz
kılmak caizdir.
Bu
itibarla dar olmayan
pantolon veya herhangi
bir elbise ile
hanımların namaz
kılmasında dinen bir
sakınca yoktur. Ancak
hanımların, hanımlara
mahsus kıyafetleri,
erkeklerin de
kendilerine mahsus giyim
ve kıyafet şekillerini
tercih etmeleri gerekir.
49- Erkeklerin
kendilerini göreceği
yerlerde,
kadınların namaz
kılarken kıyamı
terketmeleri yani namazı
oturarak kılmaları caiz
midir?
Farz namazlarda kıyam,
namazın farzlarındandır.
"Erkekler görüyor"
gerekçesiyle hanımların
farz olan kıyamı
terkedip, oturarak namaz
kılmaları caiz değildir.
50- Kadınların vakit namazlarında camiye
gitmeleri caiz midir?
Kadınların namazlarını evlerinde kılmaları efdal ise de;
namaz vakitlerinde mescide giderek, kendilerine ayrılan bölümlerde namazlarını
kılmalarında vaaz ve nasihat dinlemelerinde dinen bir sakınca yoktur
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
51- Kadınlar teravih
namazına camiye gitmekle
daha çok sevap mı
kazanırlar?
Kadınların, namazlarını
evlerinde kılmaları daha
faziletli olmakla
birlikte, günümüzde
camide va'z dinleyerek,
bilmedikleri şeyleri
öğrenmeleri, imamın
arkasında namaz
kılarken, hatalı
okuyuşlarını düzeltme
imkanı elde etmeleri ve
cemaat faziletini
kazanmaları bakımından,
tesettür ve İslamî adaba
riayet ederek teravih
namazı için cami ve
cemaate gitmelerinde bir
sakınca yoktur.
52- Teravih namazı ne
kadar süratli
kılınabilir?
Teravih namazı Ramazan-ı
şerife mahsus yirmi
rek'at, sünneti müekkede
bir namazdır. İki
rek'atte bir selam
verildiği takdirde akşam
namazının sünneti gibi
dört rek'atta bir selam
verildiği zaman yatsı
namazının dört rek'at
ilk sünneti gibi
kılınır. Hangi namaz
olursa olsun, daima
tadil-i erkana riayet
edilmesi gerekir.
Teravih namazı, cemaat
halinde kılındığı zaman
imamın cemaatı
bıktıracak ölçüde uzun
kıraat yapması uygun
olmadığı gibi Fatiha'dan
sonra kısa bir süre veya
üç kısa ayetten noksan
okunması da uygun
değildir. Harflerin
hakkı verilmeli, süratli
okuyacağım diye harfler
birbirine
karıştırılmamalıdır.
Oturuşlarda Tehiyyattan
sonra salli, barikler de
tam okunarak
kılınmalıdır.
53- Teravih sekiz rek'at
kılınır mı?
Teravih namazı Ramazan-ı
şerife mahsus yirmi
rekattan ibaret sünneti
müekkede bir namazdır.
Sekiz rek'at kılan bir
kimse bu namazı tam
kılmış sayılrnaz. Zaruri
bir durum bulunmadıkça
20 rek'atın tam
kılınması uygun olur.
Ancak sekiz rek'at kılan
kimse de kıldığı
kadarının sevabını alır.
54- Kandil gecelerinde
özel bir namaz var
mıdır?
Kandil gecelerine ait
özel bir namaz yoktur.
Fakat bu mübarek
geceleri, kaza namazı
veya nafile namaz
kılarak, Kur'an
okuyarak, tevbe istiğfar
ederek ve diğer
ibadetlerle
değerlendirmek uygun
olur.
55- Kabir namazı diye
bir namaz var mıdır?
Hz, Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in kıldığı ve
kılınmasını tavsiye
ettiği namazlar arasında
"kabir namazı" adıyla
bir namaz yoktur.
Fazla sevap kazanmak
maksadıyla bir kimse
istediği kadar Allah
rızası için nafile namaz
kılabilir.
Fakat, dinin aslında
olmayan bir isim ile
namaz ihdas etmek doğru
olmaz.
56- Sünnet namazlar
terkedilir mi?
Sünnet namazlar,
sünnet-i müekkede,
sünnet-i gayri müekkede
olmak üzere ikiye
ayrılır.
Sünnet-i Müekkede olan
namazlar, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz'in
devamlı kılıp pek az
terketmiş oldukları
sünnetlerdir. Bu
sünnetlerin yapılması
sevaptır. Kasten terk
edilmesine azap yok ise
de; itap (azar) vardır.
Ancak aşırı yorgunluk,
hastalık ve benzeri
durumlarda sünnet
namazlar terk
edilebileceği gibi
yolculuk esnasında
seferi durum da da terk
edilebilir.
Sünnet-i gayri müekkede;
Peygamber Efendimiz'in
ibadet maksadı ile
ara-sıra yapmış
oldukları şeylerdir. Bu
sünnetlerin yapılması
güzeldir. Sevaba ve
Peygamberimiz'in
şefaatine vesiledir.
Kılanlar, sevabını
alırlar; terk edilmesi
ise azarlanmayı
gerektirmez.
57- Namaz borcu olan
kimselerin, sünnet
yerine kaza namazı
kılmaları mı,
yoksa sünnetleri
terketmemeleri mi daha
iyidir?
Hanefi mezhebine göre,
üzerinde namaz borcu
olan kimselerin, kaza
namazı kılmaları beş
vakit namazın
farzlarından önce ve
sonra kılınmakta olan
revatib sünnetleri ile,
teravih, duha ve tesbih
namazı gibi kılınması
hakkında Rasulüllah
(S.A.V.)'in emir ve
tavsiyesi olan namazlar
müstesna- diğer nafile
namazları kılmalarından
efdaldir. Yani üzerinde
namaz borcu olanlar,
üzerimde kaza namazım
var diye revatip olan
sünnetleri terketmezler.
Hem bu sünnetleri eda
ederler, hem de fırsat
buldukça vaktinde
kılamadıkları namazları
kaza ederler.
Rasulüllah (S.A.V.) bir
hadis-i şeriflerinde:
"Kutun kıyamet günü ilk
hesaba çekileceği konu,
farz namaztardır. Eğer
bu tamamsa işi
kolaylaşmıştır. Aksi
hatde, "bakın bakalım,
nafileden, bir şeyi var
mı?" denir. Nafile ile
farz eksikleri
tamamlanır.."buyurmuştur.
Malikî, Şafiî ve Hanbeli
mezheplerine göre ise
namaz borcu olan
kimselerin sabah
namazının sünneti
dışında, revatip'ten
olsun, olmasın, nafile
namaz ile meşgul
olmaları uygun değildir.
Bir an önce borçlarını
kaza etmeleri gerekir.
58- Kaza namazlarının
her namazın arkasında
kılınması şart mıdır?
Kazaya kalmış farz ve
vacip bütün namazlar
kerahet vakitlerinin
dışında her zaman
kılınabilir. Bunlar için
belirli bir vakit
yoktur. Ancak, düzenli
bir şekilde namaz
borçlarını tamamlamak
için, kaza namazlarını
vakit namazlarının
peşinden kılmayı prensip
haline getirmek güzel
bir hare-kettir.
59- Kaza namazını
emreden ayet ve hadisler
var mıdır?
Namazları vaktinde
kılmak farz olduğu gibi
vaktinde kılınamayan
farz namazların kazası
farz; vacip namazların
kazası ise vaciptir.
Kur'an-ı Kerim'de geçen
"namazı kılın" emri,
edaya şamil olduğu gibi
kaza namazlarına da
şamildir. Çünkü
emredilen bir şey, eda
veya kaza edilmedikçe
yerine getirilmiş
olmadığından zimmetten
sakıt olmaz. Bu emir,
Kur'an-ı Kerim'in yüz
küsür yerin-de
geçmektedir. Bu itibarla
kaza namazları Kur'an'da
yoktur demek yanlıştır.
Ayrıca bu konuda bir çok
hadis-i şerif vardır.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz; "Uyku veya
unutkanlık sebebiyle
namazını vaktinde
kılamayan, hatırladığı
zaman hemen kılsın"
buyurmuştur. Asrı
saadetten beri de buna
muhalefet eden hiçbir
kimse bulunmamıştır. Şu
halde namazların kaza
edilmesi kitap, sünnet
ve icma-i ümmetle
sabittir.
60- İkamet ettiği yerle
işyeri arası (90)
kilometreden fazla olsa,
her gün gidip gelse bu
kişi yolda ve işyerinde
devamlı seferi mi olur?
Bir kimse ikamet ettiği
yerden en az 90 km.
uzağındaki iş yerine her
gün gidip geliyorsa o
kimse için her iki yer
de Vatan-ı aslî sayılır.
Her iki yerde de
namazlarını, dört rek'at
olarak kılar. Bu iki yer
arasındaki yolculuk
esnasında ise dört
rek'atlı farzları iki
rek'at olarak kılar.
61- Seferilikte veya
yeraltında madende
çalı-şan bir kimse cem-i
takdim veya cem-i tehir
yapabilir mi?
Hac mevsiminde Arafat'da
öğle vaktinde öğle ile
ikindi namazlarını
Müzdelife'de yatsı
vaktinde akşam ile
yatsıyı cem etmenin
dışında, Hanefi
mezhebinde cem-i takdim
veya tehir yapmak caiz
değildir. Şafii
mezhebinde ise sefer
halinde cem-i takdim ve
cem-i tehir caiz
görülmüştür.
Gerektiğinde Şafiî
mezhebindeki ictihatla
amel edilebilir.
62- Cuma namazı misafire
farz mıdır? Misafir kişi
cuma namazı kıldırabilir
mi?
Cuma namazının farz
olmasının şartlarından
biri de mukim olmaktır.
Dinen misafir sayılan
kimselere cuma namazı
farz değildir. Ancak,
kıldık-ları takdirde
farz olarak sahih olur
ve ayrıca öğle namazını
kılmaları gerekmez.
Misafir olan bir kimse,
cuma namazında mukim
olan cemaate imam
olabilir. Üzerine cuma
namazı farz olmayan
kimseler cuma namazını
kıldıkları takdirde
üzerlerinden o günün
farz olan öğle namazı
sakıt olur.
63- Cuma günü imam
minberde iken camiye
gelen kimse, cumanın ilk
sünnetine başlayacak mı?
Cuma günü imamın minbere
çıkmasından itiba-ren,
hutbeyi bitirinceye
kadar, namaz kılmak,
konuşmak, konuşana sus
demek, selam alıp
vermek, Kur'an okumak,
tesbih çekmek, dua edene
"amin" aksırana
"yerhamukallah" demek
caiz değildir.
Camiye, imam minbere
çıktıktan sonra
gelenler, oturup ezanı
ve hutbeyi dinlemeli,
cumanın ilk sünnetini
farzdan sonra
kılmalıdırlar.
64- Türkiye Darü'l-İslam
mıdır? Bazı kimseler
Türkiye'de cuma namazı
kılınmaz diyorlar ne
dersiniz?
İslamî hükümlerin açıkça
icra edildiği veya
Müslümanların İslamî
hükümleri icra imkanına
sahip olduğu ülkelere
"darü'l-İslam"; bunun
aksi olan ülkelere de
"darü'l-harb" denir.
Nüfusunun ekserisi
Müslüman olan ülkeler de
"Darü'1-Harp" sayılmaz.
Ayrıca; nüfusunun tamamı
veya çoğunluğu Müslüman
olmasa bile, islamî
hükümlerin icra
edilebildiği memleketler
"darü'l-İslam" sayılır.
Bu itibarla, Türkiye
"darü'l-İslam"dır;
"Darü'1-harb" değildir.
Aksini iddia dinî
hükümlere aykırıdır,
insafsızlıktır. Bu
itibarla Türkiye'de cuma
namazının kılınması
farzdır.
65- Kilisede namaz
kılınabilir mi?
Zaruret bulunmadıkça
kilisede namaz kılmak
mekruhtur. Ancak namaz
kılınacak uygun başka
bir yer bulunamadığı
takdirde, temiz olmak
kaydıyle orada namaz
kılınmasında dinen bir
sakınca yoktur. Kilise,
Havra vb. gayri
müslimlere ait ibadet
yerleri satın alınarak
veya başka yollarla cami
haline getirilirse
mescit hükmünü alır.
Artık o yerde namaz
kılmakta hiçbir sakınca
kalmaz.
66- Pijama ve sabahlık
ile kılınan namaz caiz
midir?
Setr-ü avrete riayet
etmek ve temiz olmak
şartı ile ev kıyafeti
olan pijama ve
sabahlıkla namaz kılmak
caizdir.
67- Kısa kollu gömlekle,
dar pantolonla namaz
kılmak caiz midir?
a)
Erkeklerin uzun kollu
gömlekle kollarını
sıva-yarak namaz
kılmaiarı mekruh ise de
kısa kollu gömlekle
namaz kılmaları mekruh
değildir.
b)Tesettürü sağlayan
temiz her elbise ile
namaz kılmak caizdir.
Ancak uzuvlar belli
olacak şekilde dar
pantofonla namaz kılmak
mekruhtur.
68- Namaz içinde
bazıları el hareketi göz
hareketi yaparlar,
elbiseleriyle oynarlar.
Böyle kılınan namaz
kabuf olur mu?
Namaz kılan insan Allah
huzurunda bulunuyor
demektir. Namazla ilgisi
olmayan ve namazı ıslaha
yönelik olmayan bazı
hareketler namazı bozar.
Şöyle ki:
a)Namaz içinde yapılan
hareketi karşıdan gören
birisi o hareketi
yapanın namazda olmadığı
kanaatına varırsa -buna
"amel-i kesîr" denir ki-
bu hareketi yapan
kişinin namazı bozulmuş
olur. Namaz kılarken
yerden bir taş alıp kuşa
atmak gibi.
b)
Eğer namaz kılanın bir
hareketi, karşıdan
bakıldığında onun
namazda olduğu kanaatını
doğuruyorsa -sözgelimi
dizine batacak bir taşı
tek eliyle bir kenara
atması gibi- buna
"amel-i kalîl" denir ki
namazı bozmaz. Ancak,
zaruret olmadıkça,
amel-i kalîl sayılan
şeylerin yapılması da
mekruhtur.
Namaz içinde mekruh
olabilecek abes
hare-ketlerden
sakınılmalıdır. Namazı
mekruh olarak eda etmiş
olan kimsenin, vakit ve
fırsat varsa namazı
yeniden kılması uygun
olur. Eğer vakit ve
fırsat yoksa; kerahetle
eda edilmiş sayılır;
kaza edilmesi gerekmez.
69- Namaz kılarken kaç
rek'at kıldığını unutan
bir kimse bu hususta ne
yapabilir?
Bir kimse namaz kılarken
kaç rek'at kıldığı
(kaçıncı rek'atte
olduğu) hususunda
şüpheye düşerse ve bu
hal ilk defa başına
geliyorsa namazı yeniden
kılar. Böyle sık sık
şüpheye düşen kimse ise
kanaatına (yani galip
zannına) göre hareket
eder, yeniden kılması
gerekmez. Mesela; öğle
namazını kılarken, üç mü
kıldım, dört rek'at mı
kıldım diye şüphe edip
de üç rek'at kılmış
oldu-ğuna hüküm verirse,
ihtiyaten bir rek'at
daha ilave eder. Bu
husustaki tereddüt ve
düşüncesinden dolayı da
sehiv secdesi yapar.
Ayağa kalktıktan sonra
dört rek'at kıldığına
hükmettiği takdirde
oturur teşehhüt ve
selamdan sonra sehiv
secdelerini yapar. Kaç
rek'at kıldığına karar
veremediği zaman az
olanı alır. Bu durumda
bir rek'at daha kılar.
Ancak tereddüt ettiği
rek'atın, dördüncü
rek'at olması ihtimalini
dikkate alarak, oturup
teşehhüd yapar.
Ettehiyyatü'yü okuduktan
sonra, kalkıp bir rek'at
daha kılar. Namazın
sonunda sehiv
secdelerini yapar.
70- Mezar nakli hangi
ahvalde caizdir?
Vefat eden bir kimseyi,
bulunduğu yerdeki
kabristanlardan birine
defnetmek müstehaptır.
Günümüz imkanlarına göre
cesedin kokma tehlikesi
yoksa ve taşınabilir bir
durumda ise daha
defnedilmeden başka bir
kabristana veya başka
bir memlekete götürülüp
gömülmesinde bir beis
yoktur. Fakat cenaze
gömüldükten sonra, bir
zaruret olmadıkça kabri
açılamaz ve başka yere
nakledilemez. Ancak şu
durumlarda kabrin nakli
mümkündür.
a)
Ölü, başkasına ait bir
yere defnedilmiş olur ve
mülk sahibi buna razı
olmazsa,
b)Yol geçmesi ve benzeri
sebeplerle, o yer
kabristan olmaktan
çıkarsa,
c)
Kabri su basması
tehlikesi varsa, nakli
caizdir.
71-Yurtdışından
Türkiye'ye cenaze nakli
caiz midir?
Yurtdışında vefat eden
bir Müslümanın
cenazesinin Türkiye'ye
nakledilmesinde bir
sakınca yoktur. Ancak
bir Müslümanın vefat
ettiği yerde
Müslümanlara ait
mezarlık bulunduğu
takdirde onun oraya
defnedilmesi daha
uygundur.
72- Yurtdışında
ölenlerin orada
gömülmeleri günah mıdır?
Cenazeyi öldüğü yere
defin etmek, menduptur.
Bundan maksat öldüğü
yerin mezarlığıdır.
Cenazeyi defnetmezden
önce başka yere
nakletmek de caizdir.
Definden sonra kabrinden
çıkararak nakil ise
kesin zaruret olmadıkça
mutlak suretle caiz
değildir.
Bu
itibarla; yurtdışında
ötenlerin, bulundukları
yerde bir Müslüman
kabristanı varsa, orada
defnedilmeleri uygun
olur. Şayet Müslüman
kabristanı yoksa
Hıristiyan mezarlığında
Müslümanlar için
ayrılmış olan bölüme
defnedilmeleri mümkün
olduğu gibi, Türkiye'ye
nakledilmeleri de
caizdir.
73- Cenaze yıkanmadan
ölünün yanında Kur'an
okumanın hükmü nedir?
Ölü yıkanmadan yanında
Kur'an okumak mekruhtur.
Ancak başka bir odada
okunmasında
bir sakınca yoktur.
Yıkandıktan sonra,
yanında da
okunabilir.
74- Ölünün ağzında
bulunan altın dişierini
sökmek caiz midir?
Ölümünden sonra, bir
kimsenin ağzındaki sabit
yani çıkarılıp
takılmayan dişlerin
sökülmesi caiz değildir.
75- Cenazenin tabutla defnedilmesi doğru
mudur?
Cenazenin tabutsuz olarak defnedilmesi esas-tır. Ancak
kabrin zemini rutubetli veya yumuşak olduğu takdirde cenaze tabut ile
defnedilebilir. Fakat böyle olmayınca tabut ile defin mekruhtur.
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
76- Namaz kılmayan
kimselerin cenaze
namazlarını kılmakla
mükellef miyiz?
Peygamberimiz Hz.
Muhammed (S.A.V.)'in
insanlığa tebliği ve
hayatında tatbik ettiği
dinî hükümlerin doğru ve
gerçek olduğunu kabul
eden ve ben Müslümanım
diyen herkes, bazı
ibadetlerde kusurlu bile
olsa, dinden olduğu
kesinlikle bilinen bir
hükmü inkar etmedikçe
Müslümandır, bu
itibarla, günahkar da
olsa her Müslümanın
cenaze namazı kılınır.
77- Tanımadığımız,
musallaya konan her
cenazenin, namazı
kılınabilir mi?
Cenaze namazı kılabilmek
için gerekli şartlardan
birisi de o cenazenin
Müslüman olmasıdır.
Kendisinin veya
ebeveyninden birisinin
veyahutta yaşadığı
çevrenin Müslüman
olmasıyla mezkür
cenazenin de -zahiren-
Müslüman olduğuna
hükmedilir. Sözünü
ettiğimiz şartlar
muvacehesinde, cenazesi
musallaya konulmuş olan
kişinin Müslüman
olmadığına dair kesin
bir bilgi bulunmadığı
takdirde o kişinin
Müslüman sayılmasında ve
cenaze namazının
kılınmasında bir sakınca
yoktur.
78- İntihar etmek günah
mıdır? İntihar edenin
cenaze namazı kılınır
mı?
İntihar, büyük
günahlardandır.
Başkasının canı-na
kıymak, katil olmaktan
farkı yoktur, hatta daha
kötüdür. Ancak bunu
helal saymadıkça intihar
eden kişi İslam dininden
çıkmış olmaz. Dinden
çıkmayı gerektiren bir
davranışta bulunmamış
olan, her Müslümanın
cenaze namazı kılınır.
79- Düşük olan bir
çocuğa nasıl bîr muamele
gerekir?
Hilkati tamamlanmadan
düşen bir çocuk, bir bez
parçasına sarılarak
defnedilir. Yıkanması,
usülüne göre
kefenlenmesi ve cenaze
namazı kılınması
gerekmez.
Doğduktan sonra ölen bir
çocuğa isim verilir.
Cenazesi yıkanır,
usülüne göre kefenlenir
ve namazı kılınarak
defnedilir. Böyle
olmayınca yani ölü
olarak doğmuş ise,
yıkanıp bir beze
sarılarak defnedilir;
fakat namazı kılınmaz.
80- Bir Müslümanın
cenazesi gayr-ı müslim
çocuklarına bırakılır
mı?
Vefat eden bir
Müslümanın cenazesi,
Müslüman olan velisi
veya akrabası tarafından
kaldırılır. Eğer-
sözkonusu cenazenin
bütün akrabası gayr-i
Müslim ise; cenaze
hiçbirine verilmez, onun
techizi, tekfîni ve
cenaze namazı kılınarak
defni, Müslüman toplumu
üzerine farz-ı
kifayedir.
81- Musallada ölüye
yapılan "Helal olsun"
sözü ile bütün alacaklar
da helal edilmiş olur
mu?
Hakkını helal eden
kişinin, ölenin üzerinde
bulunduğunu bildiği
hakları helal olur,
Sözgelimi, bir
başkasının hakkını
zimmetine geçirmiş olan
kişi öldüğü zaman, hak
sahibi bundan haberdar
olarak, kendi isteği ile
hakkını helal ederse,
ölen kişi bu
sorumluluktan kurtulur.
Hak sahibi de sevap
kazanır. Fakat hak
sahibi ölenin üzerinde
bulunan bazı haklarından
haberdar değilse,
haber-dar olmadığı
haklarını helal etmiş
sayılmaz. Ayrıca karz
veya alım-satım gibi
sebeplerle ölenin
zimmetindeki borçlarının
da, mirasının
taksiminden önce
terikesinden hak
sahiplerine
(alacaklılarına)
ödenmesi gerekir.
82- Kadınlar kabir
ziyaretine gidebilir mi?
Kabir ziyareti hem erkek
hem de kadın için
müstehaptır.
Gerektiğinde, kadınlar
da usulüne uyarak kabir
ziyaretinde
bulunabilirler.
83- Almanya'da oruca
başlayan bir kişi uçakla
daha doğudaki veya daha
batıdaki
bir ülkeye yolculuk
yapsa iftarı nereye göre
yapacaktır?
Bir yerde oruca
başladıktan sonra, daha
önce akşam olan doğudaki
bir yere uçakla giden
bir kimse gittiği
yerdeki vakte göre
orucunu açacaktır. Eğer
batıya gidecek olursa
durum yine aynıdır. Yani
gittiği yerin vaktine
uyarak orucunu
açacaktır. İftar vaktine
yakın, uçakta yolculuğu
devam ediyorsa, uçaktaki
görüntüye göre güneş
batmadıkça iftar edemez.
Çünkü orucun vakti,
ikinci fecirden güneşin
gurubuna kadar devam
eder. Yüksek bir yerde;
mesela; yüksek bir
minarede veya kulede
bulunan kimse, güneşin
gurubunu görmedikçe
iftar edemez. Aşağıda
bulunanlar ise
bulundukları yerin
takvimine göre iftar
ederler. Uçaktakiler de,
üzerinde bulundukları
yerin saatini ölçü
alamazlar; güneşin
batmasını beklerler.
84- Devamlı olarak uzun
yola gidenler, namaz ve
oruçları nasıl yerine
getirmelidir?
İslam dini Ramazan
ayında oruç tutamayan
hasta ve yolcuların
sonradan kaza etmelerini
emreder. Mazeret ne
kadar devam ederse şerî
ruhsat da o kadar devam
eder. Bu gibi kimseler
bir sene veya on sene
sonra, mazeretleri
ortadan kalkınca,
zamanında tutamadıkları
Ramazan oruçlarını kaza
ederler. Cenab-ı Hak
buyuruyor ki:
"Sizden bir kimse hasta
veya yolcu olursa oruç
tutmadığı günler
sayısınca daha sonra
diğer günlerde tutsun."
(Bakara, 185)
Namaz ise yolculuk
sebebiyle kazaya
bırakılmaz. Ancak seferi
sayıldığı sürece dört
rek'atlı farz namazlar
iki rek'at olarak
kılınır. Devamlı olarak
uzun yola giden kaptan
ve sürücülerin durumu da
aynıdır.
85- Kalb hastalıkları
olanlar ve hastaları
günde 2-3 hap almak
zorundadırlar.
Bunların oruç tutmaları
gerekli midir?
Hastalık, Ramazan'da
oruç tutmamayı mübah
kılan özürlerdendir. Bir
kimsenin oruç tuttuğu
takdirde hastalanacağı,
hasta ise hastalığının
artacağı tıbben veya
tecrübe ile sabit olursa
oruç tutmayabilir. İyi
olunca da yalnız yediği
günler sayısınca kaza
etmesi gerekir. Ayet-i
Celilede; "Sizden her
kim hasta yahut yolcu
olursa tutamadığı günler
sayısınca diğer günlerde
oruç tutar" buyrulmuştur
(Bakara, 184)). Ömrü
boyunca bu durumda hasta
olan kişiler ise, her
gün için bir fidye
verirler. Yoksul ve
muhtaç kişilerin fidye
vermeleri de gerekmez.
Dinimiz hiç kimseyi
gücünün üstünde bir
şeyle yükümlü
kılmamıştır.
86- Ramazanda ay halini
önlemek için hap
kullanmak caiz midir?
Ay
hali oruç tutmaya
manidir, bu halde iken
tutulan oruç sahih
olmaz. Ay hali, hayız
kanının görülmesiyle
başlar. İlaç ve hap
sebebiyle de olsa,
akıntı olmadıkça ayhali
vuku bulmadığından
tutulan oruç sahihtir.
Ancak hayız kanı ile
vücutta biriken zararlı
maddeler dışarı
atıldığından, vücudun
sıhhati bakımından ay
halini önlemek için ilaç
ve hap kullanılması
tavsiye edilmez.
87- Adet gören bayanlar
keffaret orucu nasıl
tutarlar?
Keffaret olarak, arka
arkaya altmış gün (veya
iki kameri ay) oruç
tutmaya başlayan bir
kadının, bu arada
görebileceği ayhali
günleri keffaret
orucunun sürekliliğini
engellemez ve bozmaz.
Ancak bu durumda ay
halinin bitiminden
sonra, ara vermeden
keffaret orucuna devam
edilmesi
şarttır. Söz gelimi on
gün oruç tuttuktan
sonra, onbirinci gün
ayhali gören bir hanım,
belli günleri bitince
hiç ara vermeden tekrar
oruca başlar, önceki
tuttuğu on güne
ekleyerek keffaret
orucunu tamamlar.
88- Düşük yapan kadının
orucu bozulur mu?
Düşük yapan bir kadının
yaptığı düşüğün saç,
tırnak gibi bazı
uzuvları belirgin hale
gelmişse bu kadın,
yaptığı bu düşükle
lohusa sayılır ve orucu
da bozulur.
89- Hamile olan kadın
oruç tutarken kusarsa
orucu bozulur mu?
İstek ve iradesi dışında
kusan kişi, ister az,
ister çok (ağız dolusu)
kussun, kustuğunu geri
yutmaz ise, orucu
bozulmaz. Ancak böyle
bir kusuntu ağız dolusu
olup geri dönerse İmam
Ebu Yusufa göre orucu
bozar.
Kendi isteği ile ağız
dolusu kusan kişinin
orucu bozulur. Yani o
gün orucunu devam
ettirir, Ramazandan
sonra bir gün kaza
gerekir, keffaret
gerekmez. Şayet ağız
dolusundan daha az
kusarsa orucu da
bozulmaz, kaza da
gerekmez.
90-Oruçlu iken buruna,
göze damlatılan ilaç
orucu bozar mı?
Buruna akıtılan ilaçla
oruç bozulur. Bu durum
da oruçlu o günkü
orucuna devam eder.
Ramazandan sonra bir gün
kaza eder. Göze
damlatılan ilaç -eseri
boğazda hissedilse bile-
orucu bozmaz.
91- Oruçtu iken arkadan
veya önden fitil koymak
orucu bozar mı?
Oruçlu iken arkadan
fitil kullanmak orucu
bozar. Bundan dolayı
sadece kaza gerekir,
keffaret gerekmez.
Kadının tenasül organına
ilaç ve benzeri herhangi
bir şeyin akıtılması
orucu bozar. Erkeğin
tenasül organının içine
akıtılan ilaç Hanefilere
göre orucu bozmaz;
Şafiîlere göre ise
bozar.
92- Doktor muayene
ederken, ağızdan mideye
sarkıtılan cihazlarla
oruç bozulur mu?
İlaçlı mide filminde
durum nasıldır?
Bir çöp veya iplik ve
sicim gibi herhangi bir
şey yutulursa oruç
bozulur. Ucu dışarıda
olan bir sicim mideye
indikten sonra ondan bir
parça kopup midede
kalmadan dışarı
çekilirse oruç bozulmaz.
Mideye sarkıtılan
cihazın hükmü de
aynıdır. Fakat midenin
filmini çekmek için
ağızdan alınan ilaç
orucu bozar.
93- Susuz olarak, hap
yutmak orucu bozar mı?
Oruçlu bir kimse gıda
veya deva (ilaç)
cinsinden bir şeyi ister
su ile, ister susuz
olarak yer veya içerse
orucu bozulur. Şafiî
mezhebine göre;
kendisine yalnız kaza
gerekir. Hanefi
mezhebine göre ise; hem
kaza hem de keffaret
lazım gelir. Ancak oruç
bozmayı mübah kılacak
ölçüde bir rahatsızlık
sebebiyle ilaç almış
ise, orucu bozulur ve
kendisine yalnız kaza
gerekir, keffaret
gerekmez.
94- Nefes darlığından
muzdarip bir kimsenin
bronşlarını genişletip
bir müddet rahat nefes
alıp
vermesini sağlamak
amacıyla ağıza sıkılan
sprey orucu bozar mı?
Yoğunlaştırılmış sun'î
oksijen, yiyecek, içecek
cinsinden olmayıp sırf
hastanın teneffüs
imkanını kolaylaştırmak
için kullanılan bir
maddedir. Teneffüs,
bütün canlıların
yaşayabilmesi için en
tabî hakkıdır. Astımlı
hastanın fiziki yapısı
oruç tutmasına müsait
olup başka bir hastalığı
da olmadığına göre, ilaç
ağız ve nefes boruları
cidarlarında emilerek
yok olduğu gerçeğinden
hareketle ve orucun
teşri hikmeti de dikkate
alındığında, astımlı
hastaların rahat nefes
almalarını sağlama
amacıyla ağıza
püskürtülen oksijenli
ilacın orucu bozmayacağı
mutalaa olunmuştur.
95- Elde olmadan çalışma
yerinde toz duman v.b.
şeylerin yutulması orucu
bozar mı?
Umumî belva kabilinden
olup kaçınılması mümkün
olmayan, rüzgarın
kaldırdığı tozun, yanan
ocaktan çıkan dumanın,
elenen veya öğütülen
un'un yutulması.. ve
benzeri şeyler orucu
bozmaz. Zira bunlar
devamlı olarak insanlar
tarafından karşılaşılan
ve sakınılması mümkün
olmayan şeylerdir. Ancak
sigara, nargile, enfiye
gibi kasden içilen
şeyler; emilen şekerin
veya ilacın boğaza giden
tadı orucu bozar.
Bunlardan dolayı hem
kaza; hem de keffaret
gerekir.
96- Oruçlu iken banyo
yapan birinin orucu
bozulur mu?
Vücuda dışardan her
hangi bir şey girmedikçe
oruç bozulmaz. Bu
itibarla ister temizlik,
ister serinlemek
maksadıyle olsun, ağız
ve burundan su
kaçırmamak şartıyle
banyo yapmakla oruç
bozulmaz.
97- Oruçlu iken boy
abdesti almak caiz
midir?
Ağız veya burundan su
girip yutulmadıkça
yıkanmakla oruç
bozulmaz. Bu itibarla
ağız ve burundan su
kaçırmamak şartıyle
oruçlunun (ihtiyarî veya
zarurî olarak) boy
abdesti alması caizdir.
Nitekim Hz. Aişe ile
Ümmî Seleme
validelerimiz
Peygamberimiz
(S.A.V.)'in Ramazanda
imsaktan sonra boy
abdesti almış olduğunu
haber vermişlerdir. Buna
göre geceden cünüp
olarak imsak vaktine
girmek oruca zarar
vermediği gibi, oruçlu
iken boy abdesti almak
da orucu bozmaz.
98- Cünüp olan sahur
yemeği yiyebilir mi?
Oruca niyet edebilir mi?
Cünüp olan kimsenin
elini, ağzını yıkamadan
yiyip içmesi uygun
görülmemiştir. Bu
kimsenin gusül abdesti
ile meşgul olduğu
takdirde sahur yemeği
yiyemeyeceği korkusu
varsa elini, ağzını
yıkadıktan sonra, boy
abdesti almadan sahur
yemeği yemesinde bir
sakınca yoktur.
99- Cuma günü oruç
tutmak caiz midir?
Tek olarak cuma ve
cumartesi gününü oruca
tahsis etmek tenzihen
mekruh görülmüştür.
Peygamber Efendimiz
(S.A.V.) "Sizden biriniz
bir gün evvel veya bir
gün sonra oruç
tutmadıkça, sadece cuma
günü oruç tutmasın"
buyurmuştur. Buna göre
yalnız cuma günü (kaza
veya nezir dışında) oruç
tutmak tenzihen mekruh
olup, cuma ile beraber
bir gün önce veya sonra
oruç tutulduğu takdirde
kerahat yoktur.
100- Ramazan sonrası Şevval ayında tutulan
oruç nasıl tutulmalıdır?
Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır.
Peygamberimiz (S.A.V.) "Ramazanda orucunu tutup da Şevval'den de altı gün oruç
tutan kimse bütün sene oruç tutmuş gibi sevap alır" buyurmuştur. Altı gün Şevval
orucunu ayrı ayrı tutmak mümkün olduğu gibi, ara vermeden üst üste altı gün
tutulması da mümkündür.
Şafiî mezhebine göre; bu altı günü Şevval ayı içerisinde
ayn ayrı tutmakla sünnet sevabı kaza-nılır ise de, Şevval ayının ikinci günü,
yani bayramın birinci gününden başlayarak üst üste ara vermeden tutulması daha
faziletlidir.
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
101- Kandil günlerinde
oruç tutmak isteyen
hangi gün oruç
tutmalıdır?
Kandil günlerinde oruç
tutmak isteyenler, ihya
ettikleri kandil gecesi
oruca niyet edip ertesi
gün oruç tutarlar. Çünkü
dinî hükümlere göre gün,
güneşin gumbu ile başlar
ve ertesi günkü guruba
kadar devam eder.
Nitekim Peygamber
Efendimiz (S.A.V.):
"Şaban ayının onbeşinci
gecesi olduğu zaman o
geceyi ibadetle ihya
ediniz ve gündüzünü de
oruçla
geçiriniz..."(et-Terğıb
ve't-Terğib Mısır
Baskısı 2/242)
buyurmuştur. Ancak
kandil gecesinden önceki
gün oruç tutmayı
yasaklayan bir hüküm
yoktur. Oruç tutulması
mekruh olmayan günlerin
hepsinde oruç tutmak
sevaplıdır.
102- Değişik zamanlarda
kasden Ramazan orucunu
bozana sonradan bir
keffaret yeterli midir?
İster aynı Ramazan
ayında, ister ayrı ayrı
Ramazan ayında olsun,
değişik zamanlarda
Ramazan orucunu kasden
bozmuş olan kişinin bir
tek keffaret orucu
tutması yeterlidir.
Şafiîlere göre yalnız
cinsî münasebetten
dolayı keffaret gerekir
ve bu fiil tekrarlandığı
sayıca keffaret de
tekrarlanır.
103- Ölen birinin oruç
borçları için geride
kalanlar oruç tutabilir
mi?
Ölenin velisi veya
başkaları ölen kişinin
kazaya kalmış oruçlarını
tutamazlar. Nitekim bir
hadis-i şerifte "bir
kimsenin başkası yerine
oruç tutması, namaz
kılması caiz olmaz,
lakin velisi ölenin
tutamadığı orucunun
fidyesini verir
buyurulmuştur.
104- Borç verilen
paranın zekatı ne zaman
verilir?
Geri ödeneceği kesin
olan alacakların, her
yıl alacaklı tarafından
zekatlarının ödenmesi
gerekir. Şayet her yıl
zekatı verilmemiş ise,
alacak tahsis edildikten
sonra, geçmiş yıllara
ait zekatların da
ödenmesi gerekir. İnkar
edilen veya geri alınma
ihtimali görülmeyen
alacaklar için,
alacaklının her yıl
zekat vermesi gerekmez.
Şayet bu tür ümit
kesilmiş bir alacak daha
sonra ödenirse, üzerin
den yıl geçtikten sonra
zekatı gerekir; geçmiş
yıllar için zekat
gerekmez.
105- 3-5 yıl va'deli
borcu olan kimse
nisabını nasıl hesaplar?
3-5 yıl vadeli borcu
olan kimse, temel
ihtiyaçlarını ve o yıl
içinde ödenmesi gereken
borçlarını düştükten
sonra, geride kalan
zekata tabi malların
toplamı, nisap sınırını
aşıyorsa, bu geride
kalan kısmın zekatını
verir.
106- Borç verdiğim
birisi fakirleşti; bu
kişinin bana olan
borcunu zekatımdan
sayabilir miyim?
Zekatın sahih olması
için, yoksul kişiye
verilen şeyin zekat
niyyetiyle temliki
gerekir. Fakire borç
olarak verilen bir
meblağ, fakir o meblağ
üzerinde tasarrufta
bulunduktan sonra,
zekata mahsub edilemez.
Şayet, dinen fakir
sayılan bir kimsenin
zimmetinde bulunan
alacak meblağ, o fakire,
zekat niyyetiyle
bağışlanacak olursa,
sadece o alacak meblağ
için ayrıca zekat
gerekmez.
Borç alan birisi
fakirleşip borcunu
ödeyemez duruma düşerse
alacaklı borçluya borcu
kadar zekat verir,
tekrar alacağını verdiği
paradan tahsil edebilir.
107- Arsaya ve kirada
olan evime, binek
arabasına ve ticari
arabaya zekat vermek
gerekir mi?
Ticaret için olmayan,
ev, arsa, araba ve
benze-ri şeylerin
kıymetleri üzerinden
zekat gerekmez. Eğer
bunların kazancı
(getirisi) varsa ve bu
getiriler, sahibinin
diğer zekata tabî
malları ile birlikte
nisap ölçüsüne ulaşırsa,
yıl sonunda
getirilerinin zekatı
verilir. Şayet bunlar
ticaret için
kullanılıyorsa her yıl
kıymetleri üzerinden
zekat gerekir.
108- Hisse senetleri
için zekat vermek
gerekir mi?
Bir ticarî veya sınaî
kuruluşa ortaklığı ifade
eden hisse senetleri
elde mevcut para
gibidir. Bu bakımdan
eğer nisap ve diğer
şartları taşıyorsa rayiç
değerine göre hisse
senetlerinin de zekatı
verilir.
109- Kirada oturan evi
olmayan kişi, ev yapmak
için biriktirdiği
paradan zekat vermek
zorunda mıdır?
Ev
edinmek için
biriktirilen paralarda
tabiî olarak çoğalma ve
artma özelliği vardır.
Binaenaleyh bu maksatla
biriktirilen paralar
borçtan ve temel
ihtiyaçlardan sonra
nisap miktarına ulaşmış
ise o paradan zekat
vermek gerekir.
110- Zekatı ve fıtır
sadakasını uzaktaki
akrabaya göndermek caiz
midir?
İster yakında, ister
uzakta bulunsun, zekat
ve fıtır sadakasında,
öncelikle yoksul
akrabanın tercih
edilmesi efdaldir.
Akraba içinde yoksul
olan kişiler yoksa,
yakın komşulardan
başlamak üzere, kişi
bulunduğu yerdeki
fakirlere zekat ve fıtır
sadakasını verir.
Zekatta, zekata tabi
malın bulunduğu yerdeki
fakirlere; fıtır
sadakalarında ise,
mükellefin ikamet ettiği
yerdeki fakirlere
öncelik verilmesi
asıldır. Ancak bunlar
bağlayıcı hükümler
olmayıp faziletle ilgili
hükümlerdir. İster yakın
ister uzak olsun, dinen
fakir sayılan her
Müslümana zekat ve
fıtır sadakası
verilebilir.
111- Gelin ve damada
zekat verilebilir mi?
Gelin veya damat şayet
fakir iseler, her
ikisine de zekat
verilebilir. Ancak,
mükellef kişi, kendi
usul ve füruundan olan
kimselere zekat ve fıtır
sadakası veremez.
112- Zekat, kurban ve
fıtır sadakası için
belirlenen nisap miktarı
aynı mıdır?
Zekat, dinen zengin
sayılan Müslümanlara
farz-dır, temel
ihtiyaçlarından ve
borcundan başka 80.18
gr. altın veya bu miktar
altın değerinde temel
ihtiyaçlardan fazla malı
yahut parası olan
kimseler dinen zengin
sayılırlar. Bu mikdara
nisap denir. Zekatın
farz olması için ölçü
kabul edilen bu miktar,
fıtır sadakası ve kurban
için de aynıdır.
Ancak zekatın farz
olması için, nisab
ölçüsündeki malın
üzerinden bir kamerî yıl
geçmesi ve malın namî
yani artıcı nitelikte
olması gerektiği halde,
kurban fitrenin ve
vücübu için, nisabın
üzerinden sene geçme ve
malın artırıcı nitelikte
olması şartı yoktur.
Bunun için, Ramazan
bayramı günü şafak
sökmeden önce miras ve
benzeri herhangi bir yol
ile zengin olan kimse,
fitre vermekle mükellef
olur. Kurban bayramı
günlerinde zengin olan
kişi de kurban kesmekle
yükümlü olur.
113- Kadının kocasından
habersiz hayır yapması
veya sadaka vermesi caiz
midir?
İslamî hükümlere göre,
aile fertleri arasında
mal birliği değil, mal
ayrılığı prensibi
vardır. Bir aile içinde,
karı-koca ve
çocuklardan, herbirinin
malı kendisine aittir.
Bu itibarla, kadın
kendisine ait malını
kocasının izin ve
rızasını almadan da
dilediği gibi
sarfedebilir; dilediği
bir şahsa veya hayır
kurumlarına
bağışlayabilir. Ancak;
kadın kocasının malını,
evin zarurî ihtiyaçları
dışında kocasının izin
ve rızası olmadan
harcayamaz. Kocasının
malından herhangi bir
kimseye bağışta
bulunamaz. Ancak kadın,
kocası gördüğü veya
haberi olduğu takdirde,
ondan izinsiz yaptığı
harcama ve tasarruf için
izin vereceği ölçüde
bağış ve tasaddukta
bulunabilir. söz gelimi
kapıya gelen dilenciyi
boş çevirmez. Bu
takdirde hem kendisi,
hem kocası sadaka
sevabına nail olurlar.
114- İslam'a göre
devlete vergi vermek
gerekli midir?
Devlet, milletin
organize edilmiş ve
teşkilatlanmış
biçimidir. Ortak
hizmetlerin karşılanması
için vatandaşlarından
vergi alır. islam dini
devletin yapacağı
hizmetler için, ihtiyaca
göre vergi almayı tecviz
etmiştir. Peygamberimiz
de vergi toplatmıştır.
Öşür, haraç ve zekat
bunlardan bazılarıdır.
Hz. Ebu Bekir zekatı
vermeyenlere savaş
açmıştır.
Vergi ile elde edilen
gelir, ülkeye ve
üzerinde yaşayanlara
hizmet veren devletin
giderlerini karşılar. Bu
hizmetler amme menfaati
içindir, vergi
verilmezse bu hizmetler
karşılanamaz, amme
hizmeti vatan emniyeti
haleldar olup, bunun
bedelini de bütün bir
toplum çeker. Bu
itibarla, her Müslüman
devlete vergisini
vermekle mükellefdir.
115- İslam dininde zekat
ve öşür dışında devlete
vergi vermek gibi bir
mükellefiyet var mıdır?
İslam dininin diğer
ekonomik sistemlerden
farklı olarak kendine
has maliye yapısı
vardır. Bu sistem-de
devletin gelir
kaynakları zekat, harac,
cizye, ganimet, savaştan
elde edilen mallar,
öşürler, maden ve define
vergisi ve diğer
vergilerdir.
Bu
gelir yok kaynakları
dışında devletin,
vatandaşlarından vergi
alıp alamayacağı konusu,
eskiden geri
tartışılmış, ihtiyaç ve
zaruret halinde,
ihtiyaca ve yurttaşların
ödeme güçlerine göre
devletin vergi
alabileceği görüşü
ağırlık kazanmıştır.
"Büyük zararı def etmek
için küçük zarara
tahammül edilir" kaidesi
bir hukuk kuralıdır. Bu
kaide uyarınca, düşman
tarafından ülke
güvenliği tehdit
ediliyorsa, olağanüstü
hallerde veya
beytü'l-malın (hazine)
gelirleri devletin
zorunlu mali
mükellefiyetini
karşılamıyorsa devletin
vatandaşlarından,
ihtiyacını karşılayacak
ölçüde vergi alması
gerekli hale gelir.
Asrı saadette ve 4
halife döneminde zekat
dışında vergi alınmamış
ise de, daha sonra
devletin gelirleri
giderlerini karşılamaz
hale gelince zaruret
prensibine dayanarak,
zekat dışında bir takım
vergiler ortaya
çıkmıştır. Zikri geçen
prensip ve gerekçeler
ile verginin
alınabileceği ve
verginin zekat ve
öşürden sayılamayacağı
görüşleri kuvvet
kazanmıştır. Zira zekat
ve öşür bir ibadettir;
ibadette niyyet ve ihlas
esastır. Vergide ise bu
vasıflar umumiyetle
gerçekleşmez. Ayrıca,
zekat ve öşür kitap ve
sünnetle sabit olurken
vergi öyle değildir.
Sarf yönleri açısından
da zekat ve öşürle vergi
arasında fark vardır.
116- Kocası fakir olan
bir kadın, kendi parası
ile hacca gidebilir mi?
Kocası fakir olan
kadının, kendi
servetiyle haccetme
imkanı varsa ve haccın
diğer şartlarını da
taşıyorsa, kocası veya
bir mahremi ile hacca
gitmesi gerekir. Şayet
kocası veya
mahremlerinden biri,
imkansızlık sebebiyle
hacca gide-miyorlarsa ve
bu kadın onlardan
birinin masrafını da
karşılayabilecek imkana
sahipse, haccetmesi
gerekir. Buna gücü
yetmezse, yerine bedel
gönderir.
Şafiî alimleri, bir
kadının güvenilir bir
kaç kadınla birleşerek
-mahremsiz- farz olan
haccını yapmasını caiz
görmüşlerdir.
117-Zengin bir kadın eşi
veya bir mahremi
olmadığı için hacca
gidemeden ölse
hac ibadetinden sorumlu
mudur?
Sağlık ve servet
yönünden haccetme
imkanına sahip olan bir
kadın, eşi veya mahremi
olmadığı için hacca
kendisi gidemez ise de,
hac farizasını eda etmiş
sayılması için, yerine
bedel göndermesi
gerekir. Bunu da yerine
getirmemişse vefatından
önce yerine vekaleten
haccetmek üzere bedel
gönderilmesini vasiyet
etmesi gerekir. Aksi
takdirde üzerinden
sorumluluk kalkmaz.
118- Haram para ile
hacca gidenin haccı
kabul olur mu?
Dinimizde yapılan
ibadetler Cenab-ı
Allah'ın emri gereği
görevimizdir. Ayrıca,
pek tabiki sevabı da
vardır. Bunun aksine
Cenab-ı Allah'ın yasak
kıldığı haramlar vardır.
Bu yasaklara riayet
etmek de görevimizdir.
Bu itibarla; çalıntı
elbiseyle namaz kılınsa
bu namaz şartlarına
riayet edilerek eda
edilirse sıhhatlidir.
Kabul olunup olunmaması
Allah'a aittir. Elbiseyi
çalan bunun cezasını
ayrıca çekecektir.
Bu
örnekte olduğu gibi
haram parayla hacca
giden kimsenin haccı da
sahihtir. Haram parayla
gittiği için onun
günahını ayrıca
çekecektir. Fakat bu
haccın sevabı da ona
göre az olur veya hiç
olmaz.
119- Kurban kesmek
kimlere vaciptir?
Kurbanın sözlük anlamı
yakınlık demektir. Dinî
kavram olarak kurban;
Allah'a yaklaşmak için,
belirli günlerde (Kurban
bayramının ilk üç günü)
ve belirli nitelikleri
taşıyan kimseler
tarafından kesilen belli
hayvandır.
Kurban bayramında ibadet
niyeti ile kurban
kesmek, büluğ çağına
gelmiş, mukim (yolcu
olma-yan) ve dinen
zengin sayılan
Müslümanlara vaciptir.
Zenginlikten maksat
kurban bayramında temel
ihtiyaçlarından başka
80.18 gr. altını veya bu
mikdar altın karşılığı
parası yahut temel
ihtiyaçları dışında mal
varlığının bulunmasıdır.
Bu durumda olan kimse
kurban kesme hususunda
dinen zengin sayılır.
120- Kurban kesmeden,
parasını kurban
niyetiyle vermek caiz
midir?
Kurbanın rüknü,
kurbanlık hayvanın
kesilip kanının
akıtılmasıdır. Kurbanlık
hayvan bizzat veya
vekalet yolu ile
kesilmedikçe, parasını
tasadduk etmekle, kurban
vecibesi eda edilmiş
olmaz.
121- Kadın kurban
kesebilir mi ve kestiği
yenilir mi?
Bir Müslümanın, erkek
olsun kadın olsun
usülüne uygun olarak
kestiği hayvanların
etleri yenir.
Bu
itibarla, Müslüman bir
kadının kurban kesmesi
caizdir.
122- Karı koca bir yıl
biri, diğer yıl öbürü
şeklinde nöbetleşe
kurban kesebilir mi?
Kurban bayramında,
akıllı, büluğ çağına
gelmiş,
dinen zengin, hür ve
mukîm Müslümanlar
üzerine kurban kesmek
vaciptir. Dinî hükümlere
göre, bir aile içinde
herkesin malı kendisine
aittir, müşterek bir
aile malı yoktur. Bu
itibarla, yukarıdaki
niteliklere göre kurban
kesmekle kim mükellef
ise, kurbanı o keser.
Karı-koca her ikisi de
kurbanla mükellef ise,
her ikisi de keser.
Sadece birisi mükellef
ise, mükellef olan
keser. Her ikisi de
mükellef değiller ise,
hiçbiri kesmeyebilir.
Mükellef olmadıkları
halde imkanlarını
zorlayarak kurban kesmek
isteyenlere de engel
olunmaz.
123- Adak kurbanını
kesmek için kadının
kocasından izin alması
şart mıdır?
Adak'ın kelime manası,
herhangi bir şeyi
yapmaya söz vermektir.
Dinî kavram olarak adak;
Cenab-ı Hakk'ın rızasını
kazanmak ve O'na tazimde
bulunmak için, yapılması
mecbur olmayan namaz,
oruç ve kurban gibi farz
ve vacip ibadet
cinsinden bir şeyi
yapmayı nezretmek
suretiyle o ibadeti
kişinin kendisine vacip
kılmasıdır.
Farz veya vacip ibadet
cinsinden adanmış olan
bir şeyi yerine getirmek
vaciptir. Çünkü adak
yapan kimse bu hususta
Allah'a söz vermiş
demektir. (Hac, 29) Bu
gibi hükümlerin
uygulanmasında ise,
kadın ve erkek arasında
fark yoktur.
Adakta bulunan kadının,
harcama yapmayı
gerektiren bir adağını
yerine getirmek için
kocasından izin alıp
almamasına gelince:
İslamî hükümlere göre
her fert kendi malı
üzerinde, bir başka
kişinin iznini almadan
dilediği şekilde
tasarrufta bulunabilir.
Bu sebeple evli bir
kadın kendi malından
kocasının izni olmadan
adağını yerine getirir.
fakat kendi malı adak
kurbanını kesmeye
yetmeyecek kadar az
olduğu için kocasının
malından adak kurbanı
kesecek olursa,
kocasının iznini alması
gerekir.
124- Bir Müslüman
kestiği kurban etinden
gayri müslimlere
verebilir mi?
Kurban kesmek imam-ı
Azam Ebu Hanife'ye göre
vacip; diğer
müctehidlere göre
sünnettir. Bunda esas
olan kurbanlık hayvanın
ibadet ve kulluk maksadı
ile kesilmek suretiyie
kanının akıtılmasıdır.
Kurban etinin
dağıtılması hususu ise
kurban kesmenin
rükünlerinden değildir.
Kurban etinin
zenginlere, fakirlere ve
ehl-i kitaptan birisine
verilmesi caizdir.
125- Akika nedir?
Yeni doğan çocuğun
başındaki tüye akika adı
verilir. Bir çocuğun
doğması üzerine, Cenab-ı
Hakk'a şükür niyeti ile
ve Allah rızası için
kesilen kurbana da,
"Nesike" veya "Akika"
kurbanı denir.
Akika kurbanı kesmek
mübah ve menduptur.
Akika kurbanı hususunda
şu konulara dikkat
edilmelidir.
a)Akika kurbanı, çocuğun
doğumundan itiba-ren
büluğ çağına erinceye
kadar olan süre içinde
kesilebilir. Ancak,
doğumun yedinci gününde
kesilmesi daha güzeldir.
b)
Kurban olma niteliğine
uygun her hayvan, akika
kurbanı olarak
kesilebilir.
c)Akika kurbanı için
çocuğun erkek veya kız
olması arasında fark
yoktur.
d)Akika kurbanının
kesileceği yedinci
günde, çocuğun
saçlarının kesilmesi ve
ağırlığınca altın veya
gümüş bedelinin
fakirlere dağıtılması da
müstehaptır.
e)Akika kurbanının etinden ve derisinden, kurban sahibi
dahil herkes yiyebilir.
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
126- Avrupa'da veya
başka bir yerde
kurbanını dağıtacak bir
fakir bulamayan
kimse vekalet yoluyla
kurbanını memleketinde
kestirebilir mi?
Dinimize göre kurban,
zekat, fıtır sadakası,
keffaret gibi malî
ibadetlerin ifasında
başkasına vekalet vermek
caizdir.
Buna göre kendisine
kurban vacip olan bir
kimse, kurbanını bizzat
kendisi kesebileceği
gibi, vekalet yoluyla
memleketinde veya başka
bir yerde de
kestirebilir.
127- Ev veya araba
aldığımız zaman kurban
kesmek gerekir mi?
Ev
veya araba almak kurban
kesmeyi gerektirmez.
Ancak, bu konuda adak
yapılmışsa adağın yerine
getirilmesi gerekir veya
elde edilen bu
nimetlerden dolayı
Allah'a şükür için,
şükür kurbanı
kesilebilir.
Bir diğer husus daha
vardır ki; "Sadaka
belaların def'ine vesile
olur." Böyle bir
nimetten dolayı kurban
kesip tasadduk etmenin
(fakirlere dağıtmanın)
muhtemel bir takım kaza
ve belaların def'ine
vesile olacağı da
umulur.
128- Hayvanın daha iyi
ve sağlıklı gelişmesi
için kuyruğu kesilen
koyun kurban edilir mi?
Küçük yaşta daha
sağlıklı gelişmesi için
kuyruklarının fazla
kısımları boğulmak
suretiyle düşürülen
koyunların kurban
edilmesinde bir sakınca
yoktur. Çünkü bu durum,
hayvanın, emsaline göre
kıymetini azaltan bir
ayıp değildir.
129- Kimin kestiği
yenir, kimin kestiği
yenmez?
Müslümanların ve ehl-i
kitap denilen Yahudi ve
Hıristiyanların usulüne
göre kestikleri koyun,
sığır ve deve vb.
hayvanların etleri
yenir.
Ateşe, güneşe,
yıldızlara, puta
tapanların dinden
çıkanların, din ve Allah
tanımayanların
kestikleri yenmez.
130- Türbelere adak
yapmak caiz midir?
Adak sözlükte herhangi
bir şeyi yapmaya söz
vermektir. Dinî anlamda
ise adak, Yüce Allah'ın
rızasını kazanmak ve
yalnız O'na ta'zimde
bulunmak için yapılması
zorunlu olmayan ve
namaz, oruç, kurban gibi
farz veya vacip olan
ibadet cinsinden bir
şeyi yapmaya Allah için
söz vermek ve böylece o
ibadeti kişinin kendi
üzerine vacip kılarak,
zorunlu hale
getirmesidir.
Allah rızasını kazanmak
düşüncesi olmaksızın
adakta bulunmak doğru
olmadığı gibi bazı türbe
ve ölüler için yapılan
veya türbelere mum ve
kandil yağı almak gibi
adaklar da batıl ve
haramdır. Çünkü adak bir
manada ibadettir. ibadet
ise, sade-ce Allah'a
yapılır. Bu itibarla
kullardan, özellikle de
ölülerden birine adakta
bulunulması caiz
değildir. Zira ölüler
için hiçbir şeye malik
olmadıkları gibi,
tasarruf yetkisinden de
mahrumdur.
Mamafih bir kimse falan
işim olursa şu türbede
Allah için bir kurban
keseceğim der de o işi
de olursa, o kurbanı
herhangi bir yerde
kesmesi yeterlidir, o
türbeye gitmesine gerek
yoktur.
131-Yemin çeşitleri ve
hükümleri nelerdir?
Allah'ın adını anarak
yapılan yeminler üçe
ayrılır:
a)
Yemin-i Lağıv:
Yanlışlıkla veya doğru
zannıyla yalan yere
yapılan yemindir. Bu
çeşit yeminden dolayı
keffaret gerekmez.
Allah'ın affı ve
bağışlaması umulur.
b)
Yemin-i Gamus: Bile bile
yalan yere yapılan
yemindir. Yalan yeminler
çok büyük günahtır.
Bunun bağışlanması için
kefareti yoktur. Ancak
tövbe ve istiğfar etmek,
hakkı zayi olan varsa
ondan da helallik almak
gerekir. imam Şafi'ye
göre ayrıca kefaret de
gerekir.
c)Yemin-i Mün'akide:
Mümkün olan ve geleceğe
ait bulunan bir şey
hususunda yapılan
yemin-dir. Böyle bir
yemine riayet vaciptir.
Ancak riayet edildiğinde
umumun zararı sözkonusu
ise, o takdirde yemine
riayet edilmeyip bozulur
ve kefareti ödenir.
Ayrıca, Cenab-ı Hakan
af dilenir.
Yemin kefareti, on
fakiri sabah akşam günde
iki öğün doyurmak yahut
bir fıtır sadakası
miktarından az olmamak
üzere, yiyecek bedelini
kendilerine vermek veya
on fakiri giydirmektir.
Bunlar dan birini
yapmaya gücü yetmeyenler
ise, yemin kefareti
olarak, ardarda üç gün
oruç tutarlar.
132- Nişanlanmanın hükmü
nedir? Nişanlıların
beraberce gezmesi caiz
midir?
Nişan; birbiriyle
evlenmeye namzet
olanların evlilik için
karşılıklı söz
vermesidir. Nikah
değildir. Nikah akdi
yapılmadan müstakbel
eşler birbirine helal
olmazlar.
Erkek evlenmeyi
düşündüğü kadına
bakabilir. Bir hadiste:
"Ona bak, zira bakmak
evliliğin uyumlu
olmasını temin eder"
buyrulmakla, daha sonra
çıkabilecek tatsızlıklar
başından önlenmektedir.
(İbn-i Mace, Tirmizi)
133- Kişi evleneceği
hanımı ne ölçüde
görebilir?
Dinimiz, toplumun temeli
olan aile yapısının
huzur içinde
devamlılığına kadın ve
erkeğin birbirlerini
görüp beğenmelerini ve
kendi irade ve
istekleriyle evlenmeğe
karar vermelerini
istemiştir. Nişanlanmak
nikahın başlangıcıdır.
Bu safhada, evlenecek
eşlerin birbirlerini
görüp bazı özellik ve
niteliklerini
öğrenmeleri, kurulacak
yuvanın huzur ve devamı
için faydalıdır. Bu
sebeple Rasulüllah
(S.A.V.) Efendimiz
"Evleneceğiniz kadına
-maksadı temin edecek
ölçüde- bakınız"
buyurmuştur. Bakıp
görmeden evlenecek olan
birisine de: "Git, onu
gör de ondan sonra
kararını ver" demiştir.
Alimler, evlenecek
erkeğin evleneceği kızın
eline, yüzüne ve
ayaklarına
bakabileceğini, ayrıca
bir kadın göndererek onu
nitelikleriyle yakından
tanımaya
çalışabileceğini
söylemişlerdir.
134- Kız ebeveyninden
izinsiz evlenebilir mi?
Küfüv ne demektir?
Akli dengesi yerinde,
erginlik çağına gelmiş
bir kızı, izni olmadan
ebeveyni evlendiremez.
Kızın izin ve rızası
şarttır. Evliliği tasvip
etmesi gerekir.
Reddederse nikah
kıyılamaz. Kıyılmışsa
geçersiz sayılır. Ancak,
böyle bir kız velisine
"beni dilediğinle
evlendir" şeklinde genel
bir vekalet verirse,
tekrar izni gerekmez.
Erginlik çağına gelmiş
bir kızın kendisine denk
biriyle evlenmeye karar
verme hakkı vardır.
Veli-sinin izni şart
değildir. Ancak bir
hanım kızın veli-sinin
iznini almadan böyle
önemli bir konuda tek
başına karar vermesi,
uygun bir davranış
sayılmaz. Ana-babanın
hayat tecrübelerinden
istifade etmesi daha
hayırlı olur.
Küfüv; bir erkeğin
evleneceği kadınla
sosyal, ekonomik ve
kültürel konularda denk
olması demektir. Erkeğin
kadından ya daha üstün
ya da en az onun
seviyesinde olması,
ileride çıkabilecek
muhtemel
huzursuzlukların
önlenmesi bakımından,
faydalı görülmüştür.
135- Avrupa'da işçi
olmak için, geçici
olarak gayr-ı müslim bir
kadınla evlenmenin hükmü
nedir?
Evlenmek, Allah'ın
takdir ettiği sürece,
ölünceye kadar geçinmek
ve aile yuvası kurup
devam ettirmek için
yapılan çok ciddî bir
iştir. Şehevi hisleri
tatmin etmek veya
dünyevî menfaatler
sağlamak gibi
maksatlarla, geçici
evlilik, dinen caiz
değildir. Evlilik gibi,
yuva kurmanın ve neslin
devamını sağlayan kutsal
bir akdin basit
çıkarlara alet edilmesi,
şüphesiz günahı çok ağır
bir suçtur.
Ayrıca, bu tür
düşüncelerle yapılan
evlilikler, çoğu zaman
kurulu olan birçok
ailenin dağılmasına ve
meşru şekilde, evli olan
eş ve çocukların
mağduriyetine yol
açmaktadır.
Bu
itibarla, maddî bir
menfaat elde etmek için
ve söz konusu menfaati
elde etme süresine bağlı
olarak yapılan nikah
geçersiz ve bu yolla
gerçekleşen evlilik
gayr-ı meşru olup her
Müslümanın bundan
kesinlikle sakınması
gerekmektedir.
136- Müslüman olan bir
kadının gayr-i müslim
bir erkekle evlenmesi
caiz midir?
Müslüman bir hanımın,
ister ehl-i kitaptan
olsun, ister olmasın,
Müslüman olmayan bir
erkekle evlenmesi
haramdır. Müslümanlığı
kabul etmedikçe,
yapılacak nikah sahih
değildir. Bu husus,
Kur'an-ı Kerim'de şöyle
belirtilmektedir. "İman
etmelerine kadar, puta
tapan erkeklerle mü'min
kadınları evlendirmeyin"
(Bakara, 221), "Müstüman
kadınlar inkarcılara
helal değildir; onlar da
bunlara helal olmazlar"
(Mümtehine, 10). Ehl-i
kitabın bu hükümden
istisna edildiğini
bildiren hiçbir nas
varid olmamıştır. Ehl-i
kitap da bu hükmün içine
girmektedir. Ayrıca, bu
husus İslam alimlerinin
icması ile de sabittir.
Buna karşılık, Müslüman
bir erkeğin ehl-i
kitaptan (yani Yahudi
veya Hıristiyan) bir
kadınla evlenmesi
caizdir.
137- Sinirli iken
karısını boşayanın
durumu nedir?
Sinirliliğin çeşitieri
vardır. Sinirli kişi
eğer ne dediğinin
farkında ve aklı başında
ise, bunun sözleri
geçerlidir. Ancak, ne
söylediğinin farkında
olmayacak derecede aşırı
sinir ve çılgınlık
halinde yapılan boşama
geçersiz olup, bu
durumdaki kişilerin aklı
başına gelinceye kadar
söyledikleri sözlerine
itibar edilmez.
138- Bir çıkar için
mahkeme kararı ile
boşanan eşler, dinen de
boş sayılır mı?
Sadece kocanın veya
eşlerin her ikisinin,
bizzat veya avukatları
vasıtasıyla açtıkları
dava sonucu mahkeme
kararı ile boşanmış olan
eşler, dinen de boşanmış
olurlar.
139- Mahkemece
boşananlar kaç talakla
boşanmış olurlar?
Bir kimsenin, bizzat
veya avukatı vasıtasıyla
boşanmak üzere mahkemede
dava açması, hakime
eşini boşamak için yetki
vermesi (tefviz-i talak)
demektir. Bu itibarla,
sadece erkeğin veya her
iki tarafın açtığı dava
sonucu, mahkemece
boşanmış olan eşler,
dinen de boşanmış
olurlar. Ancak, daha
önce, eşler arasında
başka boşanmalar olmamış
ise, mahkemenin
boşaması, bir boşama
sayıldığından, mahkeme
kararı ile boşanmış olan
eşlerin, istedikleri
takdirde, -geride kalan
iki talak hakkı ile-
tekrar evlenmeleri
mümkündür.
140- İlmen hamile
olmadığı tespit edilen
bir kadının iddet
beklemesi gerekir mi?
İddet beklenmesinin
sebebi, eşi ölen veya
boşanan hanımın sadece
hamile olup olmadığının
anlaşılmasından ibaret
değildir. Eski eşin
hatırasına saygı gibi,
ahlakî ve sosyal
sebepleri de vardır. Bu
itibarla, eşinden
ayrılan veya eşi ölen
hanımın, hamile olmadığı
kesin olarak bilinse
bile, iddet süresi
dolmadan ikinci evliliği
caiz değildir.
141- Namaz kılmayan
kadını boşamak gerekir
mi?
Namaz, kadın-erkek
mükellef Müslümanların
şahsî bir ibadetidir.
Namaz gibi dinî
vecibeleri yeri-ne
getirmeyenler, günahkar
olurlar; dinden çıkmış
olmazlar. Bu durum,
boşama sebebi de
sayılmaz. İnanmayan
kafir kadınla zaten
evlenilmez. Evlendikten
sonra dinden dönerse
boşanır. Fakat inandığı
halde günah işlemek
boşama nedeni değildir.
O, yine Müslümandır.
Onunla yaşamak caizdir.
Duruma göre irşad,
telkin, nasihat ve ikaz
ise, her zaman
yapılmalıdır.
142- Yurtdışında uzun
süre kalan bir kişi
evine dönüp eşine
kavuşunca nikah
tazelemesi gerekir mi?
Nikah tazelemenin
gerektiği durumlar
şunlardır:
1-
Dinden çıkıp tekrar
İslam'a girince,
2-
Bain talakla boşama
durumunda.
Bu
itibarla, bir kimsenin
eşinden uzun süre ayrı
kalması sebebiyle nikahı
bozulmaz ve eşinin
yanına döndüğünde
yeniden nikah yapılması
gerekmez.
143- Bir kaç kadınla
evlenmeyi nasıl izah
edebilirsiniz?
İslam'da dördü aşmamak
şartı ile birden çok
kadınla evlenmek, bir
emir değil, ihtiyaç
bulunması halinde bir
izin ve ruhsattır. Bu
izin de adalet şartına
bağlanmıştır. Buna
riayet edemeyeceğinden
korkanlara bir kadınla
yetinmeleri
emredilmiştir. İslam'ın
bu iznini hayatın
değişen şartları
muvacehesinde düşünmek
gerekir. Bir kere İslam
zinayı ve ona götüren
yolları tıkamıştır.
Erkeğin güçlü, istekli,
kadının zayıf ve
isteksiz veya kısır
olması, bir savaş
sebebiyle erkeklerin
azalıp kadınların
çoğalarak hamiye muhtaç
olmaları, toplumda fuhuş
amillerinin önlenmesi
gibi durumlarda erkeğin
birden fazla kadınla
evlenmesi bir zorunluluk
olabilir. Bütün bu kayıt
ve sebepler göz önünde
bulundurulursa İslam'ın
bu müsaadesinin, zaman
içinde değişen şartlara
ayak uydurma bakımından
yadırganacak bir husus
olmadığı ortaya çıkar.
Ayrıca birden fazla
kadınla evlenmek dinî
bir mecburiyet de
değildir. Ne erkek ve ne
de kadın bunu kabule
mecburdur. Bir erkek,
lüzum görürse bu
ruhsattan istifade eder,
lüzum görmezse bir
hanımla yetinir. Kadın
da bir mecburiyet
görürse evli bir erkekle
evlenmeye muvafakat
eder, bir mecburiyet
görmezse muvafakat
etmez.
144- Anne uyurken
yanlışlıkla çocuğunu
ezerek ölümüne sebep
olursa, dinî hükümlere
göre cezası nedir?
Uyurken bir kimsenin
üzerine düşüp ölümüne
sebep olan kişiye kısas
gerekmez. Çünkü bu, hata
sebebiyle meydana gelen
bir öldürme olayıdır.
Bunun hükmü kısmen hata
ile öldürmenin hükmü
gibidir. Bu anne iki ay
kefaret orucu tutar.
145- Anne ve baba
çocukların gelirine el
koyabilir mi?
Anne ve baba mülkiyet
hakkını zedelemeksizin
ve ma'kul ölçüler içinde
ihtiyaçlarına göre,
çocukların mallarından
yararlanabilirler.
146- Ebeveyn evlatlarını
red edebilir mi?
İslamî hükümlere göre,
bir kimse çocuklarını
reddedip, mirasından
mahrum edemez. Dinî
hükümlere göre bunun
geçerliliği yoktur.
147- Kadın, ayyaş
kocanın cebinden para
alabilir mi?
İslam dinine göre eşinin
ve çocuklarının geçimi
erkeğe aittir. Erkek
evinin ihtiyaçlarını
karşılamak zorundadır.
Eğer erkek imkanı olduğu
halde evin normal
ihtiyaçlarına yetecek
kadar eş ve çocuklarına
elindeki paradan
harcamıyorsa, eşinin
geçim ve temel
ihtiyaçları için,
kocasından haber-siz
olarak ihtiyaçları olan
parayı almasında bir
sakınca yoktur.
148- İslam'ın emirlerini
yerine getirmeyen
kocanın kazancı ev
halkına helal midir?
Koca, ailenin reisidir
ve evinin nafakasını
temin etmekle
yükümlüdür. Kazanç
yollarının meşru-luğuna
riayet onun
sorumluluğundandır.
Ancak, kadın, kocasını
bu emirlere riayet
etmeğe zorla-malıdır.
Etkileyemezse bu
kazançtan yiyebilir,
vebali kocaya aittir.
Bizzat çalıntı olduğunu
bildiği maldan yiyemez.
Böyle bir durumla karşı
karşıya kalan bir kadın,
mümkün olduğu kadar
kocanın helal
kazancından istifade
etmelidir.
Kişinin ibadetler gibi
Allah'a karşı mükellef
olduğu görevlerini
yerine getirmemesi,
meşru kazancı haram
yapmaz.
149- Bir koca eşinin
namazına, orucuna,
tesettürüne müdahale
edebilir mi?
Bir kocanın, eşinin farz
olan namazına, orucuna
ve dinin emrine uygun
olan tesettürüne
müdahale hakkı yoktur.
Çünkü Allah'a isyan
hususunda hiç kimseye
itaat ve uyma
mecburiyeti söz konusu
değildir. Ancak ailenin
huzur ve saadetinin
bozul-mamasına büyük bir
önem vermekte olan İslam
dinine göre, kocasının
izni olmadan kadın,
nafile oruç tutamaz.
Tuttuğu takdirde kocası
tarafından
bozdurulabilir.
Alimlerin çoğunluğuna
göre kazası da gerekmez.
150- Yetişkin çocukların
ibadet yapmamasından
ana-baba ne derece
sorumludur?
Ana-babanın evlatlarına
nasıl ve ne şekilde
yetiştireceği hakkında
Peygamberimiz (S.A.V.):
"Evlilik çağına
geldiğinde evlendirmek,
tahsil yaptırmak ve iyi
bir isim vermek çocuğun
babası üzerindeki
haklarındandır"
buyurmuştur.
Diğer bir hadisde:
"Helal rızık yedirmek,
atıcılığı ve yüzmeyi
öğretmek ve tahsil
yaptırmak çocuğun babası
üzerindeki
haklardandır." Başka bir
hadis-de de:
"Çocuklarınıza ikramda
bulunun ve onları iyi
bir şekilde eğiîin ki
sizin bağışlanmanıza
vesile olsun"
buyrulmuştur. (Tecrid-i
Sarih, C. 4/592)
Yine çocuklara
ana-babanın görevleri
ile ilgili olarak
Peygan-ıberimiz
(S.A.V.): "Çocuklar yedi
yaşına girince, onlardan
namaz kılmalarını
isteyin. On yaşına
bastıkları halde kıimak
istemezlerse onları
te'dib edin ve bu yaştan
itibaren yataklarını
ayırın" buyurmuştur.
(Riyazü's-Salihin, c. 1,
338/299)
Yukarıdaki hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere
çocuklar reşit oluncaya kadar ana-baba kendisine düşen görevleri yerine
getirmekten sorumludur. Büluğ çağından sonra sorumluluk, herkesin kendi-sine
aittir. Ancak güzel öğüt ve sözlerle daima onlara rehberlik görevi devam
ettirilmelidir.
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
151- Dul kadının
evlenmeden yaşaması
günah mıdır?
Kocasından boşanan veya
kocası ölen bir kadın
"iddet" denilen bir süre
beklemeden evlenemez.
Boşanan kadının iddet
süresi, boşandıktan
sonra üç defa adet görüp
temizlenmesi; adetten
kesilmiş ise üç ay
beklemesi kocası ölenin
ise ölümden sonra dört
ay on gün beklemesidir.
Şayet bunlar hamile
iseler, iddet süresi
doğum ile sona erer.
Dul kadın iddet süresi
bittikten sonra isterse
evlenir. İffetini
koruyarak evlenmeden
hayatını sürdürmesinde
de dinen bir sakınca
yoktur. "Nikah altında
ölmek gerekir"
şeklindeki söylentinin
sağlam dayanağı yoktur.
152- Hastanede çalışan
veya hastaya bakan kişi
bazan hastanın edep
yerlerini görüyor, günah
mıdır?
Erkeklerde avret,
göbeğin altından dizin
altına kadar; kadınlarda
ise el, yüz ve ayaklar
hariç bütün uzuvlardır.
Avret olan yerlerin
açılması ve o yerlere
bakılması haramdır.
Ancak bir erkek,
karı-sının yüzüne
göğsüne pazı ve
baldırlarına baka-bilir.
Tenasül uzuvlarına ise
zaruret bulunmadıkça
bakmamalıdır. Ameliyat
ve tedavi için, erkek
olsun kadın olsun,
herhangi bir kimsenin
avret yerine bakılması
gerekirse zaruret
miktarınca bakmak ve
baktırmak caizdir. Elde
olmayan sebeplerle
hasta-nın açılmış
bulunan avret yerlerine
kasdî olmadan bir defa
bakmakta günah yoktur.
Tekrar tekrar bakılması
ise haramdır. Böyle bir
durumda hastanın edep
yerleri hemen örtülmeli,
mümkün olduğu kadar
açılmasına meydan
verilmemelidir.
153- Tuvalette konuşmak
caiz midir?
Tuvalette konuşmak caiz
olmakla birlikte edebe
aykırı olduğu için
mekruhtur. Bir zaruret
olmadıkça konuşmamak
İslamî terbiye
gereğidir.
154- Zararlı hayvanlar
öldürülebilir mi?
Zararlı olmayan
hayvanlar öldürülemez,
dövülemez. Zararlarını
def etmek için yılan,
akrep ve fare gibi
hayvanlar; sinek, kene
ve pire gibi haşereler
öldürülebilir. Ancak,
hiçbir hayvan eza
edilerek ve ateşe
atılarak öldürülemez.
155- Cami lokalinde
düğün yapmak caiz midir?
Camiler, Müslümanların
ibadet yerleridir.
Camiler, adabı
çerçevesinde sadece
düğün için değil, diğer
toplanma ve irşad gibi
faaliyetler için de
kullanılabilir. Ancak,
her düğünde biraz da
eğlence ve şenlik
bulunacağı için
düğünlerin cami
hariminde yapılması
uygun değildir.
Camilerde nikah-kıymak
müstehaptır. Cami
lokallerinde aynı
şeyleri ifa etmek
caizdir.
156- Kamu arazisine cami
vs. yapılabilir mi?
Kamu arazisi devlet
adına tüm vatandaşların
ve gelecek nesillerin
malıdır. Demek ki bu tür
arazi sahipsiz değildir.
Ammenin malıdır. Halkı
temsil eden devletin
izni olmadan alınan kamu
arazisi gasp edilmiş
demektir. Böyle bir
arazi üzerinde, izinsiz
olarak bir şey
yapılamaz. Cami yapmak
için usulüne uygun
olarak devletten izin
alınmalıdır.
157- Resim yapmak, ressamlık sanat ve kazancı
helal midir?
Anne ve baba gibi yakınlarımızın resimlerini
evlerimize asabilir miyliz?
Dinimizde tapınılmak veya tazim gösterilmek amacıyla
fotoğraf, resim ve heykel yapılması haramdır. İslam bilgin ve müctehidleri İslam
ahlakına ve adabına aykırı olmayan, manzara, ağaç, taş ve hatıra resimleri gibi
cansız şeylerin resimlerinin yapılmasını ve bu sanatla iştigal edilmesini caiz
görmüşlerdir. İslam alimleri aynı zamanda tapınma ve tazim amacı güdülmeyen ve
umumî adaba aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapılmasını da caiz
görmüşlerdir.
Geri: DİYANET SORU - CEVAP
176- Yaş günü kutlamak
için bir takım masraflar
yapmak caiz midir?
Dinimizde yaş günü
kutlaması diye bir
uygu-lama yoktur. Ancak,
her yıl ömür takviminden
düşen bir yaprağın
nelerle dolu olduğuna
bakmalı, onun
muhasebesini yapmalı,
kıyamet günü gelip
hesaba çekilmeden
kendini hesaba çekmeli,
yarın karşısına
çıkmasını, yüzünü
güldürmesini istediği
işleri çoğaltmalı,
yüzünü kızartacak
davranışları varsa
onları tövbe edip
affettirmeli, benzeri
kötülükleri bir daha
yapmamaya kendini
zorlamalı, her yaş
yılının bir öncekine
nazaran daha olgun
maddî-manevî daha karlı
olmasına dikkat etmeli.
Yoksa Müslüman sadece
yaşı sayısınca mum
söndürmenin saçmalığına
kendini kaptırmamalıdır.
177- Gayr-ı müslimin
kanını almak veya ona
vermek caiz midir?
Tedavi için yapılan kan
naklinde, kan verenin
Müslüman veya gayr-ı
müslim oluşunun bir
farkı yoktur.
178- Gayr-ı müslimlerin
camiye bağışta bulunması
caiz midir?
Bir gayr-ı müslimin
gönül rızası ile cami
inşa-atına yaptığı bağış
kabul edilebilir.
179- Ehl-i kitabın
kestiği yenir mi ve
kapsülle bayıltma ile
kesilen hayvanın etinin
yenmesi caiz midir?
Yahudi ve Hıristiyanlar
(Ehl-i Kitap) tarafından
usulüne uygun şekilde,
kanı akıtılarak kesilen,
eti yenilen hayvanların
etierinin yenilmesi
caizdir.
Ancak, başı koparılmak,
başına tokmak vurulmak,
gözüne şiş saplanmak
veya şoklamak suretiyle
öldürülen, yahut da bu
gibi işlemler sebebiyle
öldükten sonra kesilen
hayvanların etlerinin
yenilmesi haramdır.
Bunlar murdar ölmüş
sayılır.
Fakat, başına tabanca
sıkılmak veya elektrik
akımına bağlanmak,
kapsülle bayıltmak gibi
bir etkiden sonra böyle
bir işleme tabi tutulan
hayvan, henüz ölmeden
usülüne uygun olarak
kesilirse etinin
yenilmesi caiz; öldükten
sonra kesilirse
haramdır.
180- Hıristiyanların
kutsal günlerinde
kestikleri hayvanlardan
hediye edilen et yenir
mi?
Hıristiyan ve
Yahudilerin, ister
kutsal gün ve
bayramlarında, ister
başka zamanlarda olsun;
kesim esnasında açıkça,
Mesih, Meryem ve Aziz
gibi bir isim anmadan
usulüne uygun şekilde
kanı akıtılarak
kestikleri eti yenilen
hayvanların etlerinin
yenilmesi caizdir. Fakat
kesim esnasında
Allah'tan başkasını
andıkları, bilinir veya
duyulursa bu hayvanın
etini yemek haramdır.
Çünkü bu, Allah'tan
başkası anılarak
kesilen
hayvanlardandır.
181- Gayr-i müslim
ülkelerde, Müslüman kişi
içki, domuz eti gibi
haram olan şeyleri
satabilir mi?
Bir kimsenin herhangi
bir malı satabilmesi
için, önce o mala sahip
olması gerekir. Sahip
olunmayan bir şeyin
satılabilmesi, şüphesiz
söz konusu değildir.
İslamî hükümlere göre,
domuz eti, sarhoşluk
veren içki ve
benzerleri, bir
Müslümanın sahip
olabileceği mütekavvim
bir mal değildir.
Müslüman bunları satın
alamaz, imal edemez ve
edinemez. Bu itibarla,
bir Müslümanın,
müşteriler gayr-ı müslim
bile olsa, bu tür haram
malların ticaretini
yapması, dinen caiz
değildir.
182- Eti yenmeyen bîr
hayvanın sütüyle
beslenen bir koyunun eti
yenir mi?
Domuz ve benzeri eti
yenmeyen bir hayvanın
sütüyle beslenmiş koyun
ve benzeri hayvanların
etlerinin yenilmesi
caizdir. Çünkü, süt
müstehlektir. Emen
hayvanın bünyesinde
sindirim yoluyla kimyevi
değişikliğe uğramakta ve
bir belirti kalmadan yok
olmaktadır.
183- Kadın ve erkeğin
kısırlaştırılması dinen
caiz midir?
İslam dininde, sağlık
için zararlı olmayan ve
devamlı kısırlığa yol
açmayan gebeliği
önleyici tedbirlere
başvurmak caizdir.
Devamlı kısırlığa yol
açan ilaç veya aletlerin
kullanılması, kadın veya
erkeğin ameliyatla
kısırlaştırılması kesin
hayatî bir sakınca
bulunmadıkça caiz
değildir.
184- Koca, eşinin
karnındaki çocuğu
düşürmeye karısını
zorlayabilir mi?
Karı-kocanın ortak
isteği ile, gebeliği
önleyici tedbirlere
başvurmak caizdir.
Gebelik gerçekleştikten
sonra, kocanın ceninin
düşürülmesi için eşini
zorlaması caiz olmadığı
gibi, kesin bir zaruret
bulunmadıkça kadının da
cenini düşürmesi veya
aldırması caiz değildir.
185- Tüp bebek İslam'a
göre caiz midir?
Kadın veya eşindeki bir
kusur sebebiyle, tabiî
ilişki ile gebeliğin
gerçekleşmesi mümkün
olmadığı takdirde
döllendirilecek yumurta
ve sperm, her ikisi de
nikahlı eşlere ait olmak
(yani bunlardan biri
yabancıya ait olmamak),
döllendirilmiş olan
yumurta, başka bir
kadının rahminde değil,
yumurtanın sahibi olan
kadının rahminde
gelişmek ve yapılan
işlemin gerek anne ve
babanın, gerekse doğacak
çocuğun maddî, ruhî ve
aklî sağlığı üzerinde
olumsuz bir etkisinin
olmayacağı tıbben sabit
olmak şartıyla, normal
yoldan gebe kalması ve
anne olması mümkün
olmayan evli hanımların,
yukarıda belirtilen
şartlara uyarak, çeşitli
tıbbî usullerle
gebeliklerinin
sağlanmasında, İslamî
hükümler açısından bir
sakınca yoktur.
Başka bir kadının
yumurtası veya kocası
dışında yabancı bir
erkekten alınan sperm
ile bir kadının
gebeliğinin sağlanması
ise, insanlık
duygularını rencide
etmesi ve zina unsurları
taşıması sebebiyle caiz
değildir.
186- Yaşlı iken Müslüman
olan bir erkeğin sünnet
olması gerekir mi?
Sünnet olma ameliyyesi,
İbrahim peygamberden
kalma bir sünnettir.
Erkekler için dinî bir
vecibe olup, İslamî
şeairdendir. Ancak,
Müslüman olmanın
şartlarından değil,
tamamlayıcı
unsurlardandır.
Çocuklar büluğ çağına
gelmeden sünnet
ettirilmelidirler.
Maamafih daha sonra da
yapılabilir, belli bir
süresi yoktur.
Yaşlı bir kimse İslam'a
girince, yaşlılığından
dolayı sünnet olması zor
olursa kendi haline
bırakılır. Ne tavsiye
edilir ne de men edilir.
187- Estetik ameliyatı
olmanın ve bazı
uzuvların şeklini
değiştirmenin hükmü
nedir?
İslam dini, insanın
yaratılıştan var olan
güzelliklerini daha
belirli hale getiren,
takı takma, saçları
tarama, meşru ölçüde
süslenme, güzel
giyinme... gibi
davranışları mubah
kılmıştır. Ancak,
fıtraten yani
yaratılıştan verilmiş
özellik ve şekillerin
değiştirilmesini
yasaklamıştır.
Nitekim Rasulüllah
(S.A.V.) Efendimiz,
süslenmek maksadıyla
vücutlarına dövme yapan
veya yaptıranlara,
dişlerini yontarak
seyrekleştiren ve
şeklini değiştirenlere
lanet etmiştir. Bu
itibarla, Allah'ın
yarattığı şekli
beğenmeyerek, ameliyatla
bazı uzuvların
şekillerini değiştirmek,
tabiî güzelliğin
fevkinde güzellik aramak
dinen caiz değildir.
Kur'an-ı Kerim, şeytanın
"Şüphesiz onlara
emredeceğim de Allah'ın
yaratılışını
değiştirecekler" (Nisa,
119) dediğini
naklederek, bu tür
davranışları şeytanî
işler olarak
nitelemiştir.
Ancak, vücudun herhangi
bir uzvunda, insanı
aşağılık kompleksine
iten toplum içinde
küçümsenmesine ve
böylece elem ve üzüntü
duymasına sebep olan bir
anormallik veya fazlalık
bulunursa, bunun
ameliyatla düzeltilmesi
bir tedavi şeklidir. Bu
itibarla; bu maksatla
yapılan ve yaptırılan
estetik ameliyat dinen
de sakıncalı değildir.
188- Kadınların parfüm
ve benzeri güzel kokular
sürünmeleri ve makyaj
yapmaları caiz midir?
Kadınların, ev içinde
eşlerine daha cazibeli
ve güzel görünmek için
süslenmelerinde, makyaj
yapmalarında ve güzel
kokular kullanmalarında
bir sakınca yoktur.
Ancak, bu tür şeyleri
eşlerinden başkalarına
hoş görünmek için
yapmaları ve parfüm,
kolonya ve benzeri
kokular sürünerek sokağa
veya mescide çıkmaları
tahrimen mekruhtur.
189- Kadınların saç
yaptırması ve kısaltması
caiz midir?
Kadın veya erkek, ev
içinde birbirlerine daha
cazip görünebilmek için
süslenebilirler. Başka
kadın veya erkeklerin
dikkatini çekmek için
süslen-meleri ise uygun
değildir. Bu süslenme
kötü niyet ve
davranışlarına göre
haram da olabilir.
Kadınlar uzayan
saçlarını erkeklere
benzememek kaydıyla
kestirebilirler. Bunu
tesettüre riayet etmek
şartıyla, kadın
kuaförlere yaptırırlar.
190- Saç boyamak ve
boyatmak caiz midir?
Saçı temizlemek,
yıkamak, koku sürmek,
taramak Peygamberimizin
teşvik ettiği
hususlardandır. Zira bu
konuda: "Saçı olan
bakımına özen göstersin"
buyurmuşlardır.
Erkeğin saçını, siyah
dışındaki kına rengi
gibi renklerle boyaması
caiz ise de siyah renge
boyaması mekruh
görülmüştür.
Kadınlar için ise bir
sınırlama yoktur. Kadın
kocasının izniyle saçını
istediği renge
boyayabilir veya
boyatabilir.
191- Kadınların yüzme
dahil spor yapmaları
caiz midir?
İslam dininde sağlık
için yararlı, vücudu
geliştirici her türlü
sportif faaliyet teşvik
edilmiştir. Özellikle
gençlerin bedenî ve ruhî
yapılarının geliştirilip
güçlendirilmesi
istenmiştir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)
"Çocuklarınıza ok
atmayı, ata binmeyi ve
yüzmeyi öğretiniz"
(Fethu'l-kebir, 2/231)
buyurmuştur. Bu konuda
kadın erkek arasında bir
fark yoktur.
Ancak, ister kadın,
ister erkek olsun,
Müslüman kişinin bütün
fiil ve davranışları,
İslamî temel kurallara
uygun olmalıdır. Spor
yüzünden ibadet ve iş
hayatı aksatılmamalı,
tesettür kuralları
çiğnenmemelidir.
Özellikle kadınlar,
yalnız kadınlara mahsus
olan kapalı yüzme
yerleri veya özel yüzme
havuzları ve spor
salonlarında yüzme ve
diğer spor dallarından
birini yapmalıdır.
192- Sportif faaliyetler
günah mıdır?
İslam özellikle
gençlerin hem fiziksel,
hem ruhsal yapılarını
geliştirmeye önem veren
bir dindir. Bu konuda
Peygamberimiz (S.A.V.):
"Çocuklarınıza ok
atmayı, ata binmeyi ve
yüzmeyi öğretiniz"
buyurmuştur. Bu
itibarla; ibadet ve iş
hayatını aksatmamak ve
sağlığı bozmamak
şartıyla makul ölçüler
içinde sportif
faaliyetlerde bulunmada
dinen bir sakınca
yoktur.
193- Bilardo oynamanın
dinimize göre hükmü
nedir?
Oyun sonunda oyun
malzemesinin kirasını
veya içilen çayların
parasını yenilen tarafın
ödemesi gibi, küçük de
olsa, bir menfaat
karşılığında oynanan her
türlü oyun kumardır.
Dinimizde kumar haram
kılınmıştır.
Menfaat sağlamak söz
konusu olmasa da, sadece
vakit geçirmek amacıyla
oynanan tavla, kağıt ve
tombala gibi oyunlar,
insanın vaktini boşa
harcaması ve kumara
vesile olmaları
itibarıyla mekruh
görülmüştür.
İbadeti veya çalışmayı
engellemeden ve yenilen
tarafın yenen tarafa bir
menfaat temin etmeden
oynanan bilardo ve
benzeri sportif
oyunların oynanmasında
ise beis yoktur.
194- Erkeklerin altın
yüzük ve altın takısı
takınmaları caiz midir?
Buhari'nin Azib oğlu
Bera'dan rivayet ettiği
bir hadis-i şerifte:
"Rasulüllah (S.A.V.)
bize altın ve gümüş kap
kullanmayı, attın yüzük
takmayı ve ipekten
dokunmuş elbise giymeyi
yasakladı"
buyurulmuştur. Bir başka
hadis-i şerifte: "Altın
ve gümüş bardaktan su
içmeyiniz; bunların
kaplarından yemek de
yemeyiniz"
buyurulmuştur.
Bu
itibarla, altın ve
gümüşten mamul kap
kullanmak, kadın erkek,
bütün Müslümanlar için
haramdır.
Altın kolye, altın yüzük
ve altından yapılmış
diğer takıları takınmak
ve ipek kumaştan
yapılmış elbise giymek
ise, kadınlar için caiz
görülmüş;
erkeklere
yasaklanmıştır. Gümüş
yüzük haricinde demir,
tunç, bakır ve benzeri
madenlerden yüzük
kullanmak caiz değildir.
Yüzükte kaş olarak
kullanılan taşlar, akik,
yeşim ve benzeri taşlar
olabilir.
195- Erkekler gümüş
yüzük takabilir mi?
Erkeklerin gümüşten
yapılmış yüzük takmaları
caizdir.
196- Kolye ve maskot
taşımanın hükmü nedir?
Dinimizde erkeğin
kadına, kadının da
erkeğe benzemeye
özenmesi caiz değildir.
Karşı cinse benzeme
özentisi ciddî bir
rahatsızlıktır. Kolye ve
maskot gibi şeyler
kadınların taktığı
şeylerdir. Esasta
bunların erkek
tarafından takılmasında
bir beis yoksa da
erkeğin şahsiyetine
uymayan ve hafif tipleri
çağrıştıran görünümleri
İslam hoş görmez. Kolye
olarak Hıristiyanlığın
sembolü olan haç'ı
takmak ise haramdır.
197- Türkçe meal okumak
hatim yerine geçer mi?
Kur'an-ı Kerim, hem
lafzı hem manası ile
Kur'andır. Lafzı da,
manası da ilahidir. Bu
itibarla, Kur'an
mealleri Kur'an hükmünde
değildir. Yüce
Rabbimizin öğüt ve
buyruklarını öğrenmek
maksadıyla, Kur'an-ı
Kerim'in meal ve
tefsirlerini okumak
güzel ve sevaplı bir iş
ise de bunları okumakla
hatim indirilmiş olmaz.
198- Hz. Peygamberimiz
Hz. İbrahim soyun-dan
mıdır?
Bu duruma göre Hz.
İbrahim'in Yahudilerle
bir ilgisi var mıdır?
Hz. Peygamber, Hz.
İbrahim'in oğlu Hz.
İsmail (a.s.)'ın;
Yahudiler de yine Hz.
İbrahim'in diğer oğlu
Hz. İshak'ın oğlu Yakup
(a.s.)'ın
soyun-dandırlar.
199- Hz. Peygamber'in
nübüvvet mührü hakkında
bilgi verir misiniz?
Mühür, bir belgenin
doğruluğunu tasdik için
yazıların sonuna
basıldığından, hem son
anlamını , hem de,
tasdik anlamını içerir.
Yani Hz. Muhammed
(S.A.V.) hem
peygamberleri sona
erdiren, son
peygamberdir. Hem de
bütün peygamberleri
doğrulayıp belgeleyen
ilahi bir mühür gibidir.
Allah'ın ilk peygamberi
Hazreti Adem'dir. Son ve
en büyük peygamberi de
bizim peygamberimiz Hz.
Muhammed (S.A.V.)'dir.
Bu yüzden
peygamberimize,
peygamberliğin mührü ve
peygamberlerin sonuncusu
anlamında
"Hatemü'l-Enbiya"
denilmiştir. Ahzap
suresi 40. ayetinde
şöyle buyrulmaktadır:
"Muhammed, sizin
erkeklerinizden
hiçbirinin babası
değildir. Fakat 0,
Allah'ın Resulü ve
peygamberlerin (mührü)
sonuncusudur."
Peygamber (S.A.V.)
çevresindeki devletlerle
olan ilişkilerde
kullanmak üzere bir
mühür kazdırmış,
üzerine; "Muhammed
Rasulüllah" yazdırmıştı.
Başkalarının aynı yazı
ile mühür edinmelerini
de yasaklamıştı.
200- Hz. Halid b.
Velid'in Peygamber
Efendimiz'in kesilen
saçlarını uğur için
taşıdığı ne derece
doğrudur?
Halid b. Velid Yermuk
savaşında sarığını
kaybetmişti. Uzun süre
aranması sonucu
bulunduktan sonra
şunları söylemiştir:
"Resulullah umre
yapmaktayken başını
tıraş ettirmişti. Saçını
sahabe kapıştı. Ben ise
daha atik davranıp
alnından düşen saçlarını
aldım ve şu sarığımın
içine koydum. O günden
beri bu sarık başımda
iken, hangi savaşa
girsem mutlaka başarı
kazandım."
Halid b. Velid'in bu
sözleri bir çok siyer ve
tabakat kitabında yer
almıştır.
Yine siyer'e dair
eserlerde, Hz. Peygamber
(S.A.V.) tıraş olduktan
sonra mübarek saçlarını
dağıtan Ebu Talha'ya,
Halid İbn Velid'in
kendisine de ayırması
için ricada bulunduğu,
Ebu Talha da bu ricayı
kırmayarak
Peygamberimizin alnının
üstünden kesilen
saçlarından kendisine
verdiği
nakledilmektedir.
Bu
ve benzeri olaylardan ve
rivayetlerden
anlaşılmaktadır ki,
Rasülüllah (S.A.V.)'in
mübarek saçları ile
teberrük caizdir.
Teberrük kasdı ile
bunlar saklanabilir ve
başkalarına hediye
olarak da verilebilir.
201- İctihad ne
demektir? İctihad
kapısı kapanmış mıdır?
İctihad, sözlükte bir
şeye ulaşmak için, bütün
gücü sarfetmek demektir.
Dinî terim olarak
ictihad, dini hükümleri
delillerden çıkarmak
için müctehidin bütün
gücünü sarfetmesidir.
İctihad edebilmek için,
ahkam ayet ve
hadislerinin sözlük ve
dinî terim olarak
manalarını, hangi
hükümlerle icma olduğunu
bilmek, kıyasın da
şartlarını, illetlerini,
hükümleriyle
kısımlarını, makbülünü,
merdudunu bilip bu
hususlarda bir ilmî
meleke sahibi olmak
gerekir. Böyle bir
yeteneğe sahip olan zata
müctehid denir. İctihad
bir zamana bağlı
değildir. Yukarıda
belirtilen şartları haiz
olan her alim, ictihad
yapabilir.
202- Her yüzyılın
başında dinî hükümleri
açıklayarak,
ümmetin dinini
kuvvetlendirecek
alimlerin
gönderileceğini bildiren
hadis doğru mudur?
Cenab-ı Hakk'ın, her
yüzyılın başında, bu
ümmetin dinini
yenileyecek müceddid
alimleri göndereceğini
ifade eden hadis-i şerif
bazılarına göre
sahihtir.
Bu
hadis-i şerifi Ebu
Davud, Hakim, Beyhakî ve
Taberanî rivayet
etmişlerdir.
(Mişkatü'l-mesabih,
1/82, Hadis No: 247;
keşfü'1-Hafa, Hadis No:
740). Ancak, Buharî,
Müslim gibi alimler bu
hadisi sahih
görmemişlerdir.
203- Bazı tarikat
mensuplarının
şeyhlerinin resimlerini
taşımaları ve öpmeleri
nasıldır?
İster şeyh, ister alim
veya herhangi bir
büyüğün resmini, ona
ta'zim ve ondan himmet
beklemek niyetiyle
taşımak ve öpmek caiz
değildir. Çünkü bu, hem
dinimizin "Sadece
Allah'tan yardım dileme"
prensibine aykırı; hem
de batıl din
mensuplarının resim ve
şekillere tapmalarına
benzemesi açısından
mahzurludur.
Fakat tazim ve yüceltmek
veya ondan yardım
dilemek, medet ummak
niyeti olmaksızın sadece
bir hatıra olarak bir
kimsenin resim ve
fotoğrafını
bulundurmakta bir
sakınca yoktur.
204- Ayetleri yorumlamak
ne demektir?
Ayetlerin yorumlanması,
onların tefsir edilmesi
anlamındadır. Terim
olarak tefsir: İnsanın
gücü, aklı ve bilgisi
nisbetinde Kur'an-ı
Kerim'i açıklamaya
gayret gösterip,
Allah'ın murad ettiği
manaya ulaşmaya
çalışması demektir.
Kur'an-ı Kerim'de bir
muhkem bir de müteşabih
ayetler vardır. Muhkem,
yorumunda tereddüde yol
açmayacak kadar manası
açık olan ayetlerdir.
Müteşabih de manası tam
olarak anlaşıldığı
söylenemeyen, tam
manaları zaman içinde
ilmin gelişmesiyle daha
iyi anlaşılabilen
ayetlerdir.
Bu
güne kadar gelmiş geçmiş
tüm müfessirler bu gibi
ayetleri tefsir ettikten
sonra; "biz ilmî
gücümüzle bu yorumu
yaptık. Allah kendi
muradını daha iyi bilir"
derler. Bir çok
yorumcunun yorumu
-zamanla ilmî keşif ve
bilginlerin artmasıyla-
eskir ve ayetlerin
yeniden yorumlanması
gerekebilir. Bu da
Kur'an-ı Kerim'in her
dem yeni ve taze
olduğunu gösterir.
205- "İslam cemaatına
tabi olmadan ölen,
cahiliyyet ölümüyle
ölür" sözü ne derece
doğrudur?
Bu
söz, Buharî, Müslim ve
Ahmed b. Hanbel'in İbn-i
Abbas'dan rivayet
ettikleri bir hadis-i
şerifin bir kısmıdır. Bu
hadis-i şerifin tam
metni şöyledir:
"Bir kimse devlet
başkanından hoşlanmadığı
bir şey görürse
sabretsin. Zira her kim
cemaatten bir karış
ayntır da ölürse, bu bir
cahiiiyyet ölümüdür."
(Kamil Miras, Tecrid-i
Sarih Tercemesi, 12/292,
No: 2112; Müslim, Sahih
3/1477, No: 1849, imare,
55, 56 Trc. Ahmed
Davudoğlu 9/19-21)
Bu
manada Abdullah İbn-i
Ömer'den, Ebu
Hüreyre'den ve daha bir
çok sahabeden rivayet
edilen sahih hadisler
vardır. Bu hadisler,
toplum dan ayrılmamanın
ve fasık ve zalim bile
olsalar, masiyeti
emretmemek şartıyla
amirlere itaatın
gerektiğini ifade
etmektedir.
"Cahiliyyet ölümü",
"dinsiz" ölmek demek
değildir. Cahiliyyet
devri insanları, otorite
tanımaz, kimseye itaat
etmez başıboş
kimselerdi. Amirine
itaat etmeyip toplumdan
ayrılan bir Müslüman da
onlara benzeyeceği için
asî olmuş o!ur,
demektir.
206- Vatan mı önemli din
mi? Vatanı kabul
etmeyenlere ne demeli?
İnsanın dini de, vatanı
da kutsaldır. Bunların
hangisi daha önemli diye
bir ayırım yapılması
uygun değildir. Esasen
bunlardan birini tercih
mecburiyeti de yoktur.
Dini olmayanın vatanın
değerini kavrayamadığı
gibi vatanı olmayanın da
esaret altında dinini
yaşaması mümkün olmaz.
Bundan dolayı vatanı
düşman saldırısından
korumak dinimizin en
önemli emirleri
arasındadır. Dinimize
göre insanların en
hayırlıları vatanı
uğrunda malları ve
canları ile düşmanla
çarpışanlardır. Yardımın
da en hayırlısı en
faziletlisi bu yolda
çarpışan gazilere, bu
uğurda canlarını feda
eden şehitlere yapılan
yardımdır. Malıyla
canıyla bu vazifeye
katılmaya muktedir
olmayanların da
kalemleriyle dilleriyle
buna katılmaları
gerekir. Bir hadis-i
şerifte: "Müşriklerle
mallarınızla,
canlarınızla ve
dillerinizle cihad
ediniz" diye
buyrulmuştur.
(Riyazü's-Salihin, 1/572
No: 1354; Ebu Davud;
Sünen, 3/22 No: 2504,
Cihad, 18; Sünen 6/7,
Cihad, 3)
207- "Vatan sevgisi
imandandır" sözü hadis-i
şerif midir?
Bu
sözün ifade ettiği mana
doğrudur. Ancak hadis
yani Peygamberimizin
sözü olarak sabit
değildir.
208- Askere gitmek
istemeyenin durumu
nedir?
Dinimiz bize cihadı,
yani bir takım kutsal
değerler uğruna düşmanla
savaşmayı emreder.
Askerlik; malı, canı,
namusu, dinî, nesli ve
bütün bunların içinde
barındığı yurdu korumak
için yapılır. Bu görev
bazen farzı kifaye,
gerektiğinde de her
Müslüman üzerine farzı
ayın, yani dinî bir
vazife olur. Pek çok
ayet ve hadis bu görevin
önemini anlatır.
Askerlikten kaçmak,
hadis-i şeriflerde
kafirlikle eş tutulan
büyük günahlardan
biridir. Hem bu dünyada
hem de ahirette cezası
çok büyüktür. Bu nedenle
hakiki şehitlik
mertebesine de sadece
devletin organizesindeki
savaşlarda ulaşılabilir.
Meşru devlete
başkaldıran eşkiyanın
safında ölmek şehitlik
değildir. Bir hadiste
"Malın-dan, kanından,
dininden ve
çoluk-çocuğundan dolayı
öldürülen şehittir"
buyurularak bu konu
veciz bir şekilde ifade
edilmiştir. (Tirmizi, A.
Hanbel)
209- Avrupa'da emekli
olan memleketine dönmek
zorunda mıdır?
Müslümanın hayırlısı,
ne dünyasını ahireti
uğruna, ne de ahiretini
dünyası uğruna feda
etmeyen, belki her
ikisinden de payını
alandır. Kendinin ve
çoluk çocuğunun dinî ve
ahlakî ölçülere bağlı
kalarak, İslam'a, onun
ahlak kurallarına bağlı,
vatan sevgisine sahip
olarak asimile olmadan,
iman ve ibadetinden
taviz vermeden,
yaşamlarını devam
ettirecekleri,
çevrelerine İslamî
açıdan da örnek
olacakları sürece
yurtdışında kalmalarında
bir sakınca olmaz.
Ancak, dünyadan payinı
almış olan bir Müslüman
kendinin ve yakınlarının
din ve ahlak bakımından
bozulacağı, millî
benliğini, vatan
sevgisini kaybedeceği
ileri de çocuklarının
veya torunlarının
asimile olup dinî ve
millî değerlerine karşı
yabancılaşma, kültürünü
ve kimliğini unutma
tehlikesi söz konusu
olacaksa, bir an önce
vatanına dönmesi,
kendini ve sorumlu
olduğu neslini bu
tehlikeden koruması
gerekir. Zira her
Müslümanın hem nefsini
hem de ehlini cehennem
ateşinden koruması
Allah'ın emridir.
210- İslam dininde muska
yapmak, taşımak, okuyup
üflemek var mıdır?
Dinimiz insan hayatına
ve sağlığına büyük değer
vermiş; bunların
korunmasını istemiştir.
Sağlığı korumak insanın
vazifesi olduğu gibi,
hastalandığı takdirde
sabretmek ve her imkana
başvurarak hastalığın
tedavisine çalışmak da
dinî bir vecibedir.
Hz. Peygamber (S.A.V.);
hastalanınca tedavi
olalım mı diye kendisine
soranlara: "Tedavi
olunuz; çünkü Allah her
hastalık için bir de
ilaç ve tedavi
yaratmıştır; bundan bir
dert müstesnadır ki o da
ihtiyarlıktır"
buyurmuştur.
Peygamber (S.A.V.)
hastalıkların tedavisini
emretmiş, hastalandığı
zaman kendisi de günün
şart ve imkanları
ölçüsünde, ilaçlar
kullanmış ve tedavi
görmüştür. Ayrıca,
Cenab-ı Hak'tan şifa
isteyerek dua etmiş;
şifa talebi ile bazı
sure ve ayet-i
kerimeleri de okumuştur,
Böyle yapan kişilerin
yaptıklarını da
reddetmemiştir. Ancak,
okunan dualar anlaşılır
ve şifa dileyen ifadeler
olmalı; ayet ve dualar
tahrif edilmemelidir.
Ayet ve duaların
yazılıp, muska olarak
taşınmasına gelince: Hz.
Peygamber, uykuda
korkanların okumalarını
tavsiye buyurduğu bir
duayı, ashaptan Abdullah
b. Amr'ın aklı eren
çocuklara öğrettiği,
henüz aklı erecek yaşa
gelmemiş olan çocukların
da yazıp boyunlarına
astığına dair rivayete
dayanarak, bazı
bilginler bunun caiz
olduğunu söylemişlerdir.
Ancak, İbn-i Abbas, ibn
Mes'ud ile Hanefiler ve
bazı Şafiîler de
nazarlık vb. taşımasını
yasaklayan rivayetlere
bakarak ayet ve duaların
yazılıp taşınmasının
caiz olmadığı görüşünü
benimsemişlerdir.
Muskacılığın bir meslek
haline gelmemesi, dinin
ve dini duyguların basit
çıkarlara alet
edil-memesi bakımından
ayet ve duaların muska
olarak yazılmaması,
şüphesiz daha uygundur.
Çocuklara ve okuma
bilmeyenlere bilenler,
bir menfaat beklemeden
okuyabilirler.
Tıbbi tedavi yanında
telkin ve dua ile tedavi
usulü, asırlar sonra,
müspet ilmin de
dikkatini çekmiştir.
211- Ebced Hesabı var
mıdır? Mahiyeti nedir?
Ebced, Arap alfabesinin
ilk tertibi ve
harflerinin taşıdığı
sayı değerlerine dayanan
hesap siste-midir.
Harflerin böylece
tertibinden maksat ise,
Arap alfabesindeki
harflerin kolay
öğretilmesi ve hafızada
kalmasını sağlamak için
eski dönemlerde
geliştirilmiş bir formül
olup, bir anlamı
bulunmayan kelimelerinin
ilki "ebced" şeklinde
okunduğu için bu adla
anılmıştır.
Hemen her alfabedeki
harflerin çok eskiden
beri rakam olarak birer
karşılığının bulunduğu
bir başka deyişle
harflerin rakam yerine
kullanıldığı
bilinmektedir. Arap
alfabesinin ebced
tertibine dayanan rakam
ve hesap sistemi,
Müslüman milletler
arasında da
kullanılmaktadır.
Edebiyatta olaylara,
doğum ve ölümlere, zafer
ve savaşlara tarih
düşürmede ustaca
kullanılmıştır.
212- Cifir hesabı var
mıdır? Mahiyeti nedir?
Arapça bir kelime olan
cefr sözlükte "sütten
kesilmiş kuzu, oğlak;
içi taşla örülmemiş
geniş kuyu" anlamına
gelir. Terim olarak
geçmiş ve gelecekten
haber verdiği iddia
edilen ve ilmî bir esasa
dayanmayan bir bilgi
adıdır.
Rivayete göre Ca'fer
es-Sadık Hz.
Peygamber'in soyundan
gelenlerin geçmiş ve
gelecekle ilgili muhtaç
bulundukları bütün gizli
bilgileri bir kuzu ve
oğlak (cefr) derisinin
üzerine yazmış ve
muhtemelen bu yüzden bu
bilgilere cefr
denmiştir. Daha çok Şia
tarafından, geleceğe ait
haberler ihtiva ettiği
öne sürülür. Bunlar ne
dinî ne de ilmî
gerçeklere dayanmaz.
Kur'an'a göre gayb
bilgisi uluhiyyet
vasıflarındandır. Allah
bazı Peygamberlerini
dilediği bilgilere
muttali kılar.Kur'an'a
göre gayba ait
haberlerin yegane
kaynağı vahiydir.
Şia'nın, Hz.
Peygamber'in kendisine
gelen vahiylerin bir
kısmını yalnız Hz.
Ali'ye bildirdiğini
iddia etmeleri,
Rasulüllah'ın nazil olan
vahiylerin tamamını
bütün ümmete tebliğ
ettiğini ifade eden
Kur'an ayetieriyle
çelişmektedir. (Maide
67; Hud 12; Kehf: 27)
Ayrıca bu iddialar, Hz.
Aişe, Hz. Ali ve İbn
Abbas gibi saha-bilerden
nakledilen rivayetlere
de aykırıdır.(Buhari,
llim, 39, Cihad, 71;
Müslim, Edahi, 8;
Müsned, 1,108).
Cefr'e dair telakkiler,
Batıni-İsmaili çevreler
ve eski dini-felsefi
kültürleri nakleden
kaynaklar yoluy-la İslam
dünyasına girmiş,
şiilerin çoğunluğu ile
bazı sünni alimler de
bundan etkilenerek
Cefrin, herkes
tarafından merak edilen,
geleceğin bilgisini
içerdiğini
zannetmişlerdir. Ancak,
vahiy sona erip
tamamlandığına göre cefr
ile geleceğe ilişkin
kesin bilgiler ortaya
koyma düşüncesi,
iddiadan öte bir şey
değildir. Ayrıca, cefr
işlemlerinde kullanılan
metinler ilmi kurallara
dayanmaktan uzak ve
bilmece niteliğindedir.
Gazzali de "harflerin
belli anlamlar ve
sayısal değerler ifade
ettiği konusunda hiçbir
tutarlı ve ilmi delil
yoktur"
(Fedailü'l-Batıniyye, s.
66-71) demektedir.
213- Yehovacılık nedir?
Yehova kimdir? Gayeleri
nedir?
YEHOVA ŞAHİTLERİ
Yehova Şahitleri adlı
örgütün kurucusu bir
papaz olan Charles Taze
Russel (1852-1916)'dir.
Yehova şahitleri ile
ilgili kitaplarda "Bin
yıllık kral-lığın
peygamberi" olarak kabul
edilir. Önceleri
Protestan Presbiteryan
kilisesine bağlı iken,
sonra Protestan
Congregasionalist
kilisesine geçip oraya
üye oldu. Kendisi
ilkokul mezunudur. Bu
kiliseden de ayrılarak
Hıristiyanlığı tekrar
incelemeğe başladı.
Çevresine kendisinin bir
çoban olduğunu söyledi.
Russel, satışa çıkardığı
bir buğdayın az
miktarının bile çok
fazla ürün vereceğini,
bu buğdayın mucizeli
olduğunu ilan etti.
Buğdayın içindeki büyük
mucizeye inananlar bir
avuç buğdayı 60 Dolara
alarak ektiler. Fakat
doğru dürüst bir mahsul
alınmayınca
dolandırıldıklarını
anlayanlar mahkemeye
verdiler. Mahkeme
huzurunda bu buğdayın
diğer buğdaylardan farkı
olmadığını itiraf etti
ve mahkum oldu.
Bu
örgüt bir zamanlar
Russelizm veya ciddi
İncil araştırmaları
adıyia anılmış ve
reformcu Luthercilik
olarak görülmüştür.
Hedefleri tanrının
denetiminde İsa'nın
krallığında bir dünyla
krallığı, tek tip toplum
tek dernek düzeni
kurmaktır.
Örgüt 1884 yılında
Amerika Birleşik
Devletleri tarafından
tanınmıştır.
Yehova:
Yehova kelimesinin aslı
"Yahve"dir. Galat olarak
Yehova şeklinde
kullanılmaktadır. Yahve
İsraillilerin milli
ilahlarının adıdır.
Örgüt önceleri "Russel"
tarikatı adıyla
çalışmasını
sürdürüyordu.
26.7.1931 tarihinde
tanrının şahitleri
anlamında olan "Yehova
şahitleri" adıyla
kendilerini göstermeyle
başlamışlardır. Örgüt
literatüründe adları
bazen "Hıristiyan Yehova
Şahitleri", "Hıristiyan
şahitler" olarak da
geçmektedir.
Yehovacıların kutsal
kitabı Hıristiyanların
kutsal kitabı olan
İncildir. 1950
yılındaki yeni çevirmede
kitabın metnine 200'den
fazla Yehova adını
katmışlardır.
Hıristiyanlığın kutsal
kitabı 66 kitaptan
ibarettir. Bunların 39'u
Yahudilerin de kutsal
kitabıdır.
İsa'nın dünya
krallığının başladığını
ileri sürerek
devletlerin ve
hükümetlerin sonunun
yaklaştığını, tarihler
vererek ortaya
atmışlardır. Bu
tarihler, 1914, 1918,
1925 ve 1975'tir. Fakat
iddialarının hiçbiri
gerçekleşmemiştir.
Yehovacılar 66 kutsal
kitaba kattıkları yeni
yorumlarla ayrı bir
akım,ayrı bir
Hıristiyanlık mezhebi
şeklinde görünürler.
Bazı Hıristiyan
mezhepleri İsa'yı
ilahlaştırır ve malum
üçleme içinde sayar.
Yehovacılar için tek
ilah Yehova olmakla
birlikte, onun yanında
ilaha eşit olmayan fakat
aynı zaman-da onun oğlu
olan insan üstü bir
varlık vardır. O da
İsa'dır. İsa Yehovanın
sağında yer almıştır ve
onun oğludur. Bu şekilde
bile İsayı ilah
olmaktan çıkarmaları ve
ruhu kabul etmemeleri
katolik, ortodoks ve
bazı protestanları
kızdırmıştır.
Hıristiyanlıkta
insanların doğuştan
suçlu olduğuna inanılır.
İnsan bu suçundan
kendisi değil, ancak
İsa'nın yardımıyla
kurtulur. Yehovacılarda
bu ilkeyi benimserler.
İslam dininde ise insan
doğuşta günahsızdır.
Herkes kendi
işlediğinden sorumludur.
Hiç kimse başkasının
günahını yüklenmez.
(Fatır: 18)
Müslümanlara inançlarını
aşılamak için Hıristiyan
yönlerini gizlerler.
Kiliseye gidildiğini
söylerler ve çok zaman
Yehova yerine
Müslümanlara mü'nis
gelmesi için "Allah" ve
diğer İs!amî terimleri
kullanırlar.
Yehovacıların
kendilerinde ibadet yok
demeleri doğru değildir;
kendilerine göre dua,
Hıristiyan kutsal
kitabından parçalar
okumaktan ibarettir.
Ayrıca vaftiz ve şükran
yemeği de vardır.
Yehova şahitleri ahirete
inanmaz. Cennetin
dünyada olacağına,
İsa'nın oradaki
krallığına inanırlar.
Ruhun ölmezliğine
inanmazlar. Üçleme
inancını yorumlamaları
bazı Hıristiyan
mezheplerden farklı
olmakla birlikte onu
reddetmezler. Kutsal
ruh'a inanırlar ve onu
cismani değil ruhani
olarak telakki ederler.
İsa'nın doğum günü
(Büyük paskalya
yortusu)'nda özel yemek
yemezler. Dünya onlara
göre bakidir. Devlet
yerine "Yeni Dünya
Derneği"ni kabul
ederler. Kendilerini bir
millete ve vatana bağlı
hissetmek şöyle dursun,
bu düşüncelere tamamen
karşıdırlar. Bazı
Hıristiyanlıktan gelen
önemli inançları
benimser görün
düklerinden kendilerini
asil Hıristiyan olarak
gösterirler. Bu
yönleriyle bir
Hıristiyan mezhebi gibi
görünseler de, diğer
yönleriyle milletlerin
ve devletlerin
varlığını, mevcut
iktisadî, ictimaî,
millî, siyasî, rejimî,
hukukî düzeni ve
hudutları
reddet-tiklerinden diğer
mezheplerden
farklılıklar
gösterirler.
Bayrağa karşı çıkarlar.
Bayrak sevgisini tapınma
olarak algılarlar.
Milliyet ve vatan
sevgisini reddederler.
Vatan bütünlüğü, vatan
savunması ve istiklal
mücadelesine ve askerlik
yapmağa karşıdırlar.
Görüldüğü üzere Yehova
şahitleri sadece bir
vicdanî inanca sahip
kişiler olmayıp aktif,
faal bir örgütün elemanı
ve eylemcileridirler.
Örgütteki rütbeleri,
direktörlük, bölge
yöneticisi, şube
yöneticisi, eyalet
yöneticisi, çevre
yöneticisi ve toplantı
hizmetçisi veya
yöneticisi şeklinde
sıralanır.
Bu
teşkilat iç içe
kurulmuştur. Kaç
memlekette faaliyet
halinde ise her
memlekette 7 kişiden
oluşan bir komite
kurarlar.
Baş büroları New York'tadır. Burası karargahtır. Diğer
memleketlerde de şube, bölüm büroları, hatta ayrı basım ve dağıtım evleri
kurulmuştur.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paz Ekim 06, 2019 11:10 am tarafından turk9999
» DreamBox Kullanıcılarına özel FLASHWIZARD 7.02 Türkçe
C.tesi Eyl. 17, 2016 8:48 am tarafından turnurbil
» E2 Setting 7,13,19,42
Paz Kas. 01, 2015 10:04 am tarafından codegen
» Redline Aradiginiz hersey tek link Her zaman guncel Arkadaslar
C.tesi Eyl. 26, 2015 5:57 am tarafından UCANKUS004
» Çökmüş Dreambox DM 500S Kurtarma
Salı Eyl. 22, 2015 12:43 pm tarafından yavoth
» DM800HD Clone Patched Images (Sim 2.01 SSL#84D OE2.0)
Perş. Tem. 02, 2015 2:38 pm tarafından Admin
» All Files in Our Enigma2 Addons
Çarş. Tem. 01, 2015 10:55 pm tarafından ttys
» E2 - Dreamboxedit_setup 5.1.1.1 ile İP TV eklemek
Paz Mart 22, 2015 1:48 am tarafından AHMCEL
» Ace Stream Media 3.0.3 programı ve paylaşım bölümü
Perş. Mart 05, 2015 1:59 pm tarafından Admin