En bakılan konular
En son konular
Similar topics
Arama
Online E-Devlet Hizmetleri
Online E-Devlet HizmetleriTC Kimlik No
Vergi Kimlik No
SSK Hizmet Dökümü
İnternet Vergi Dairesi
Motorlu Taşıtlar Vergisi
Telefon Rehberi
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSS Sonuçları
KPSS Sonuçları
KPDS Sonuçları
LES Sonuçları
TUS Sonuçları
ÜDS Sonuçları
ALS Sonuçları
DGS Sonuçları
Diğer Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Takvimi
E-Devlet Linkleri:
Devletim.com
Online Hizmetler
Milli Eğitim Bakanlığı
Üniversiteler
Sağlık Bakanlığı
Emeklilik Hizmetleri
Hukuk ve Adalet
Emniyet Hizmetleri
Ekonomik ve Mali İşler
İş ve Eleman Arama
Genel Devlet Kurumları
Bakanlıklar
Valilikler
Belediyeler
Kaymakamlıklar
Siyasi Partiler
Silahlı Kuvvetler
Sivil Toplum
Engelli Sayfaları
Elçilik - Konsolosluklar
Avrupa Birliği
K.K.T.C.
Turizm
Tatil ve Gezi Rehberi
Deprem Linkleri
Haber Kaynakları
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
MUBÂREK GÜN VE GECELER
https://uydudreambox.swedishforum.net :: DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ :: Dinimiz Islam :: Mübarek gün ve geceler
1 sayfadaki 1 sayfası
MUBÂREK GÜN VE GECELER
MUBÂREK GÜN VE GECELER
Mubârek
geceler, islâm dîninin kıymet verdiği gecelerdir. Allahü teâlâ,
kullarına çok acıdığı için, ba’zı gecelere kıymet vermiş, bu
gecelerdeki, düâ ve tevbeleri kabûl edeceğini bildirmişdir. Kullarının
çok ibâdet yapması, düâ ve tevbe etmeleri için bu geceleri sebeb
kılmışdır. Kıymetli geceye, kendinden sonra gelen günün ismi verilir.
Önceki günü öğle nemâzı vaktinden, o gecenin fecrine kadar olan
zemândır. Yalnız, Arefe ve üç kurban günlerinin geceleri böyle değildir.
Bu dört gece, bu günleri ta’kîb eden gecelerdir. Bu geceleri ihyâ
etmeli, ya’nî kazâ nemâzları kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, düâ, tevbe
etmeli, sadaka vermeli, müslimânları sevindirmeli, bunların sevâblarını
ölülere de göndermelidir. Bu gecelere saygı göstermelidir. Saygı
göstermek, günâh işlememekle olur.
(Rıyâd-un-nâsıhîn)
kitâbının yüzyetmişikinci sahîfesinde buyuruyor ki, (İmâm-ı Nevevî,
(Ezkâr) kitâbında diyor ki, (Gecenin oniki kısmından bir kısmını [bir
sâat kadar] ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur. Yaz ve kış
geceleri için hep böyledir). [İbni Âbidîn, birinci cild, 461. ci ve
üçüncü cildin 289. cu sahîfelerinde de bu konuda bilgi verilmişdir.] (Hakâyık-ı manzûme)de
diyor ki, (Fıkh kitâblarında sâat demek, bir mikdâr zemân demekdir).
İmâm-ı Nevevî, Şâfi’î mezhebinde müctehiddir. Hanefîlerin de, geceleri
böyle ihyâ etmeleri uygun olur).
MÜSLİMÂNLARIN ON MUBÂREK GECESİ VARDIR:
1 — KADR GECESİ: Ramezân-ı
şerîf ayı içinde bulunan bir gecedir. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ
aleyh” onyedinci, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, yirmiyedinci gecesi olması
çok vâkı’ olur dedi. Yirmi ile otuzuncu geceleri arasında arayınız
denildi. Kur’ân-ı kerîmde medh edilen en kıymetli gecedir. Kur’ân-ı
kerîm, Resûlullaha bu gece gelmeğe başladı.
2 — AREFE GECESİ:
Arefe günü ile Kurban bayramının birinci günü arasındaki gecedir.
Zil-hicce ayının dokuzuncu ve onuncu günleri arasındaki gecedir. Arefe
günü bin ihlâs okumanın çok sevâb olduğu, 10. cu maddede bulunan Aşure
Gecesi bahsindeki 7. ci hadîs-i şerîfle bildirilmektedir.
3 — FITR BAYRAMI GECESİ: Ramezân-ı şerîf ayının son günü ile bayramın birinci günü arasındaki gecedir.
4 — KURBAN BAYRAMI GECELERİ: Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinden sonraki gecelerdir. Bu üç güne (Eyyâm-i nahr) denir.
5 — MEVLİD GECESİ:
Rebî’ul-evvel ayının onbirinci ve onikinci günleri arasındaki gecedir.
Dünyâdaki bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen, Peygamberlerin
sonuncusu ve en üstünü Muhammed Mustafâ aleyhisselâmın doğduğu gecedir.
Mîlâdın 571. ci senesinde doğdu denilmekdedir. Bu gece, Kadr gecesinden
sonra, en kıymetli gecedir. Bu gece, O doğduğu için sevinenler afv olur.
Bu gece, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” tevellüdü
zemânlarında görülen hâlleri, mu’cizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok
sevâbdır. Kendileri de anlatırdı. Bu gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü
anhüm” da, bir yere toplanıp, okurlar, anlatırlardı.
Resûl-i ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, mîlâdın beşyüzyetmişbirinci
[571] yılı nisan ayının yirmisine rastlıyan, Rebî’ul-evvel ayının
onikinci Pazartesi gecesi, sabâha karşı, Mekke-i mükerreme şehrinde
dünyâya gelmişdir. Dünyânın her tarafındaki müslimânlar, her sene, bu
geceyi, mevlid kandili olarak tes’îd etmekdedir. Her yerde (Mevlid
kasîdeleri) okunarak Resûlullah hâtırlatılmakdadır. Erbil sultânı Ebû
Saîd Muzaffer-üd-dîn Kükbûrî bin Zeyneddîn Alî, mevlid gecelerinde
şenlikler yapar, ikrâm ve ihsânlarda bulunurdu. Sultânın güzel ahlâkı,
hayrât ve hasenâtı, İbni Hilligânın târîhinde ve (Huccetullahi
alel’âlemîn)in ikiyüzotuzdördüncü sahîfesinde ve seyyid Abdülhakîm
efendinin (Mevlid-i şerîf) risâlesinde uzun yazılıdır. Mevlid, doğum
zemânı demekdir. Rebî’ul-evvel, ilkbehâr demekdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” nübüvvetden sonra, her yıl, bu geceye
ehemmiyyet verirdi. Her Peygamberin ümmeti, kendi Peygamberinin doğum
gününü bayram yapmışdı. Bugün de, müslimânların bayramıdır. Neş’e ve
sevinç günüdür. Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında iken, O
Peygamber idi. Âdem aleyhisselâm ve herşey, Onun şerefine yaratılmışdır.
Arş ve gökler ve Cennetler üzerine, islâm harfleri ile mubârek ismi
yazılmışdır. Ona (Muhammed) adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun
adının yer yüzüne yayılacağını, herkesin Onu medh ve senâ edeceğini
rü’yâda görmüşdü. Muhammed, çok medh olunan demekdir. Cebrâîl
aleyhisselâmın, ilk gelerek, Peygamber olduğunu bildirmesi ve hicretde
Mekke şehrindeki mağaradan çıkması ve Medîne-i münevverenin Kubâ köyüne
ayak basması ve Mekkeyi feth için Medîneden çıkması ve vefâtı, hep
pazartesi günü olmuşdur. Doğduğu zemân, göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş
görüldü. Yeryüzünü şereflendirince, şehâdet parmağını kaldırdı ve secde
etdi. Melekler beşiğini sallardı. Beşikde iken konuşmağa başladı.
6 — BERÂT GECESİ: Şa’bân
ayının onbeşinci gecesidir. Ya’nî ondördüncü günü ile onbeşinci günü
arasındaki gecedir. Allahü teâlâ, ezelde, hiç birşey yaratmadan önce,
herşeyi takdîr etdi, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak herşeyi,
bu gece meleklere bildirir. Kur’ân-ı kerîm, Levhilmahfûza bu gece indi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu gece, çok ibâdet, çok düâ
ederdi.
7 — Mİ’RÂC GECESİ: Receb ayının
yirmiyedinci gecesidir. Mi’râc, merdiven demekdir. Resûlullahın göklere
çıkarıldığı, bilinmiyen yerlere götürüldüğü gecedir.
Mekke ehâlîsi
îmân etmiyor. Müslimânlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış,
işi azdırmışlardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretden bir yıl önce,
elliiki yaşında idi. Zeyd bin Hâriseyi alarak Tâife gitdi. Tâif halkına
bir ay nasîhat eyledi. Hiç kimse îmân etmedi. Alay etdiler. İşkence
yapdılar. Yuhâladılar. Çocuklar taşa tutdular. Ümmîdsiz, üzüntülü,
yorgun geri dönerken, mubârek bacakları yaralandı. Zeydin başı kan
içinde kaldı. Çok sıcak bir sâatde, yol kenârında, bitkin hâlde
oturdular. Orada bulunan bağ sâhibi, Rebî’a oğulları zengin Utbe ve
Şeybe adında iki kardeş, köleleri Addâs ile, birer salkım üzüm gönderdi.
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” üzümü yirken Besmele okudu. Addâs
“radıyallahü teâlâ anh”, o zemân hıristiyan idi. Bunu işitince şaşırdı.
(Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür?)
dedi.
Resûlullah: Sen neredensin? buyurdu.
Addâs: Nineveliyim, dedi.
Resûlullah: Yûnüs aleyhisselâmın memleketinden imişsin, buyurdu.
Addâs: Sen Yûnüsü nereden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez, dedi.
Resûlullah: O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi, buyurdu.
Addâs:
Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sâhibi yalancı olmaz. Ben inandım ki,
sen Allahın Resûlüsün, dedi. Müslimân oldu. Yâ Resûlallah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem”! Yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kulluk
ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi
tarafları yok. Dünyâlık toplamak, şehvetlerini yapmak için her alçaklığı
göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikde gitmek, size
hizmetle şereflenmek, câhillerin, ahmakların size yapacağı
saygısızlıklara hedef olmak, mubârek vücûdünüzü korumak için fedâ olmak
istiyorum, dedi.
Resûlullah, tebessüm buyurdu: Şimdi efendilerinin
yanında kal! Az zemân sonra, adımı her yerde işitirsin. O zemân bana
gel, buyurdu. Bir müddet istirâhat edip, yaralarını, kanlarını sildiler.
Mekkeye yürüdüler. Karanlıkda şehre girdiler. Birkaç ay Mekkede çok
sıkıntılı geçdi. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yokdu. Doğruca
amcası Ebû Tâlibin kızı Ümm-i hânînin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan
evine geldi. Ümm-i hânî, o zemân îmân etmemişdi. Kimdir o? dedi.
Resûlullah: Amcan oğlu Muhammedim “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Kabûl edersen, müsâfir geldim buyurdu.
Ümm-i
hânî “radıyallahü teâlâ anhâ”: Senin gibi doğru sözlü, emîn, asîl,
şerefli müsâfire can fedâ olsun. Yalnız, teşrîf edeceğinizi önceden
bildirseydiniz, birşeyler hâzırlardım. Şimdi yidirecek birşeyim yok,
dedi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”: Yiyecek,
içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak
için bir yer bana yetişir, buyurdu.
Ümm-i hânî, Resûlullahı
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik
verdi. Gelen müsâfire ikrâm etmek, onu düşmandan korumak, arablar için
en şerefli vazîfe sayılırdı. Bir evdeki müsâfire zarar gelmesi, ev
sâhibi için büyük yüzkarası olurdu. Ümm-i hânî düşündü. Bunun Mekkede
düşmanları çok. Hattâ öldürmek istiyenler var. Şerefimi korumak için,
sabâha kadar Onu gözeteyim, dedi. Babasının kılıncını alıp, evin
etrâfında dolaşmağa başladı.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” o gün çok incinmişdi. Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, afv
dilemeğe, kulların îmâna gelmesi, se’âdete kavuşmaları için düâya
başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.
O ânda, Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma:
Sevgili
Peygamberimi çok üzdüm. Mubârek bedenini, nâzik kalbini çok incitdim.
Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbirşey düşünmüyor. Git!
Habîbimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere
hâzırladığım ni’metleri görsün. Ona inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve
hareketleri ile Onu incitenlere hâzırladığım azâbları görsün. Onu ben
tesellî edeceğim. Onun nâzik kalbinin yaralarını ben gidereceğim
buyurdu. Cebrâîl “aleyhisselâm”, bir ânda Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” yanına geldi. Mışıl mışıl uyuyor gördü. Dürtmeğe,
uyandırmağa kıyamadı. İnsan şeklinde idi. Mubârek ayağının altını öpdü.
Bu şeklde Resûlullahı uyandırdı. Cebrâîl aleyhisselâmı hemen tanıdı ve: (Ey Cebrâîl kardeşim! Böyle vaktsiz niçin geldin. Yoksa bir hatâ mı etdim, Rabbimi gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?) buyurdu ve Rabbinin darılacağından çok korkdu.
Cebrâîl
“aleyhisselâm”: Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın
sevgilisi! Ey Peygamberlerin efendisi, iyilikler menba’ı, üstünlükler
kaynağı olan şerefli Peygamber! Rabbin sana selâm ediyor. Hiçbir
Peygambere, hiçbir mahlûkuna vermediği ni’meti sana ihsân ediyor. Seni
kendine da’vet ediyor. Lutfen kalk. Buyur, gidelim, dedi. Kâ’be yanına
geldiler. Orada, bir kimse geldi. Göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem
suyu ile yıkadı. Yine yerine koydu. Sonra Cennetden gelen Burak
adındaki beyâz hayvana binip, bir anda Kudüsde, Mescid-i Aksâya
geldiler. Cebrâîl “aleyhisselâm” kayayı parmağı ile deldi. Burakı oraya
bağladı. Geçmiş Peygamberlerden ba’zısının rûhları insan şeklinde orada
idi. Cemâ’at ile nemâz için Âdem, Nûh, İbrâhîm Peygamberlere, imâm
olmalarını sıra ile söyledi. Hiçbiri kabûl etmedi. Özr dilediler.
Kusûrlu olduklarını söylediler. Cebrâîl “aleyhisselâm”, Habîbullahı
ileri sürdü. Sen varken, başkası imâm olamaz, dedi. Nemâzdan sonra,
mescidden çıkıp bilinmiyen bir mi’râc ile, bir ânda, yedi kat gökleri
geçdiler. Her gökde bir büyük Peygamberi gördü. Cebrâîl “aleyhisselâm”
Sidrede kaldı ve kıl kadar ilerlersem, yanar, yok olurum dedi.
Sidret-ülmüntehâ, altıncı gökde bulunan büyük bir ağacdır. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp,
Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde olarak Kürsî, Arş ve rûh
âlemlerini geçip, bilinmiyen, anlaşılamıyan, anlatılamıyan şeklde,
Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaşdı. Mekânsız, zemânsız,
cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Gözsüz, kulaksız,
vâsıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuşdu. Hiçbir mahlûkun
bilemiyeceği, anlıyamıyacağı ni’metlere kavuşup, bir ânda, Kudüse ve
oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i hânînin evine geldi. Yatdığı yer henüz
soğumamış, leğendeki abdest suyunun hareketi durmamış idi. Dışarda
dolaşan Ümm-i hânî “radıyallahü teâlâ anhâ” uyuklamış, birşeyden haberi
olmamışdı. Kudüsden Mekkeye gelirken, Kureyşin kervanına rastladı.
Kervandaki bir deve ürkdü, yıkıldı.
Sabâh olunca, Kâ’be yanına
gidip mi’râcını anlatdı. İşiten kâfirler alay etdi. Muhammed aklını
kaçırmış, iyice sapıtmış dediler. Müslimân olmağa niyyeti olanlar da vaz
geçdi. Birkaçı sevinerek Ebû Bekrin evine geldi. Çünki, bunun akllı,
tecribeli, hesâblı bir tüccâr olduğunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca
hemen sordular:
Ey Ebâ Bekr “radıyallahü teâlâ anh”! Sen çok kerre
Kudüse gitdin geldin. İyi bilirsin. Mekkeden Kudüse gidip gelmek, ne
kadar zemân sürer dediler.
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”: İyi biliyorum. Bir aydan fazla, dedi.
Kâfirler
bu söze sevindi. Akllı, tecribeli adamın sözü böyle olur, dediler.
Gülerek, alay ederek ve Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” de kendi
kafalarında olduğuna sevinerek:
Senin efendin, Kudüse bir gecede
gidip geldiğini söyliyor. Artık iyice sapıtdı diyerek, Ebû Bekre sevgi,
saygı ve güvenc gösterdiler.
Ebû Bekr “radıyallahü anh”,
Resûlullahın mubârek adını işitince, (Eğer O söyledi ise, inandım. Bir
ânda gidip gelmişdir) deyip içeri girdi. Kâfirler neye uğradıklarını
anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyor ve (Vay canına, Muhammed ne yaman
büyücü imiş. Ebû Bekre sihr yapmış) diyorlardı.
Ebû Bekr
“radıyallahü teâlâ anh” hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük
kalabalık arasında, yüksek sesle (Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mubârek
olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükrler ederim ki, bizleri, senin gibi
büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü
görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle
ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Senin
her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!) dedi. Ebû Bekrin
sözleri, kâfirleri şaşırtdı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şübheye
düşen, îmânı za’îf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, o gün Ebû Bekre (Sıddîk) dedi. Bu adı
almakla, bir kat dahâ yükseldi.
Kâfirler bu hâle çok kızdı.
Mü’minlerin kuvvetli îmânına, Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem”
her sözüne hemen inanmalarına, Onun çevresinde pervâne gibi
toplanmalarına dayanamadılar. Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” mahcûb, mağlûb etmek için, imtihân etmeğe yeltendiler:
Yâ
Muhammed “aleyhisselâm”! Kudüse gitdim diyorsun. Söyle bakalım! Mescidin
kaç kapısı, kaç penceresi var, gibi şeyler sordular. Hepsine cevâb
verirken, hazret-i Ebû Bekr, öyledir yâ Resûlallah, öyledir yâ
Resûlallah derdi. Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
edebinden, hayâsından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı. Buyururdu
ki, (Mescid-i aksâda etrâfıma bakmamışdım. Sorduklarını görmemişdim. O
ânda Cebrâîl “aleyhisselâm”, Mescid-i aksâyı gözümün önüne getirdi.
[Televizyon gibi] görüyor, sayıyordum. Sorularına, hemen cevâb
veriyordum). Yolda, develi yolcular gördüğünü söyledi. İnşâallah
çarşamba günü gelirler buyurdu. Çarşamba günü güneş batarken, kervan
Mekkeye geldi. Fırtına eser gibi olduğunu, bir devenin yıkıldığını
söylediler. Bu hâl mü’minlerin îmânını kuvvetlendirdi. Kâfirlerin
düşmanlığını artırdı. (Rûh-ul-beyân)da (Tefsîr-i Hüseynî)den alarak ve (Bahr)de,
imâmlığı anlatırken, diyor ki, (Resûlullahın Mekkeden Beytül-mukaddese
götürüldüğüne inanmıyan kâfir olur. Göklere ve bilinmiyen yerlere
götürüldüğüne inanmıyan ise, dâl ve mübtedi’ olur). Ya’nî sapık olur.
8 — RECEB AYI VE REGÂİB GECESİ: Receb ayının ilk Cum’a gecesine (Regâib gecesi)
denir. Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Her Cum’a gecesi de
kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, dahâ kıymetli
olmakdadır. Regâib gecesinin kıymeti, çeşidli hadîs-i şerîfler ile
bildirilmişdir. (İslâm ahlâkı) kitâbının 430.cu sahîfesine bakınız!
Receb
ayı, Âdem aleyhisselâmdan beri kıymetli idi. Bu ayda muhârebe etmek
günâh idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Receb demek, mürecceb,
mu’azzam, muhterem, kıymetli demekdir. Fârisî (Enîsülvâ’ızîn)
kitâbında diyor ki, (Îsâ “aleyhisselâm” zemânında bir genc, güzel bir
kıza tutulmuşdu. Ona kavuşmak için çırpınıyordu. Nice zemân sonra söz
aldı. Bir akşam, odada buluşdular. Soyundular. Genç, pek sevincli idi.
Ansızın, pencereden hilâli [yeni ayı] gördü. Bu hangi aydır dedi. Kız,
Receb deyince, genc toparlandı. Giyindi. Kız şaşırıp, ne oluyorsun dedi.
Genç, babalarımdan işitdim. Receb ayında günâh işlenmez. Bu aya saygı
gösterilir deyip, özr diledi ve evine gitdi. Allahü teâlâ, Îsâ
aleyhisselâma vahy gönderip, olanları bildirdi. Bu genci ziyâret et!
Selâmımı söyle buyurdu. Genç, Receb ayına gösterdiği bir saygı için,
büyük bir Peygamberin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendine
gönderildiğine sevinerek îmân etdi. İyi bir mü’min oldu. Receb ayına
gösterdiği bir saygı sebebi ile, îmân şerefine kavuşdu.)
9 — MUHARREM GECESİ:
Muharrem ayının birinci gecesi, müslimânların kamerî yılbaşı gecesidir.
Müslimânların şemsî yılbaşı gecesi ise, efrencî Eylül ayının yirminci
gecesidir. Muharrem ayı, islâm kamerî senesinin birinci ayıdır. Muharrem
ayının birinci günü müslimânların kamerî senesinin, birinci günüdür.
Kâfirler, kendi yılbaşıları olan ocak ayının birinci gecesinde, noel
baba yapıyorlar. Güyâ hıristiyan dîninin emr etdiği küfrleri işliyorlar.
Bu gecede tapınıyorlar. Müslimânlar da, kendi sene başı gecelerinde ve
günlerinde müsâfeha ederek, mektûblaşarak tebrîkleşir. Birbirlerini
ziyâret eder, hediyye verirler. Senebaşını mecmû’a ve gazetelerle
kutlarlar. Yeni senenin, birbirlerine ve bütün müslimânlara hayrlı ve
bereketli olması için düâ ederler. Büyükleri, akrabâyı, âlimleri evinde
ziyâret edip düâlarını alırlar. O gün, bayram gibi temiz giyinirler.
Fakîrlere sadaka verirler.
10 — AŞÛRE GECESİ:
Muharrem ayının onuncu gecesidir. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerîmde kıymet
verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesidir. Allahü
teâlâ, birçok düâları Aşûre günü kabûl buyurdu. Âdem aleyhisselâmın
tevbesinin kabûl olması, Nûh aleyhisselâmın gemisinin tûfândan
kurtulması, Yûnüs aleyhisselâmın balığın karnından çıkması, İbrâhîm
aleyhisselâmın Nemrûdun ateşinde yanmaması, İdrîs aleyhisselâmın diri
olarak göke çıkarılması, Ya’kûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsüf aleyhisselâma
kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yûsüf aleyhisselâmın
kuyudan çıkması, Eyyûb aleyhisselâmın hastalıkdan kurtulması, Mûsâ
aleyhisselâmın Kızıldenizden geçip, Fir’avnın boğulması ve Îsâ
aleyhisselâmın vilâdeti ve yehûdîlerin öldürmesinden kurtulup, diri
olarak göke çıkarılması hep Aşûre günü oldu. Nûh “aleyhisselâm” gemide
aşûre tatlısı pişirdiği için müslimânların Muharremin onuncu günü aşûre
pişirmesi ibâdet olmaz. Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâb-ı kirâm
“radıyallahü anhüm ecma’în” böyle yapmadı. Bugün aşûre pişirmeği ibâdet
sanmak, bid’atdir, günâhdır. Muhammed aleyhisselâmın yapdığı veyâ emr
etdiği şeyleri yapmak ibâdet olur. Din kitâblarının yazmadığı, Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevâb olmaz. Günâh olur.
O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyâfet, fakîrlere sadaka
vermek sünnetdir, ibâdetdir. İbni Âbidîn, beşinci cild,
ikiyüzyetmişaltıncı sahîfede diyor ki, (Kirpiklere sürme çekmek
sünnetdir. Fekat, bunu yalnız Aşûre günü yapmak harâmdır).
Hazret-i
Hüseyn “radıyallahü anh” o gün şehîd oldu diyerek, mâtem tutmak,
döğünmek de bid’atdir. Günâhdır. Şî’îler, hazret-i Hüseyn için mâtem
tutuyorlar. Hazret-i Hüseyni, hazret-i Alînin oğlu olduğu için,
tapınırcasına övüyorlar. Ehl-i sünnet ise, onu Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” torunu olduğu için çok seviyoruz. İslâmiyyetde
mâtem tutmak yokdur. Müslimânlar, yalnız Aşûre günü mâtem tutmaz.
Kerbelâ fâciasını hâtırlayınca her zemân üzülür. Kalbleri sızlar.
Gözleri kan ağlar. İslâmiyyetde mâtem tutmak olsaydı, Aşûre günü değil,
Resûlullahın Tâifde mubârek ayaklarının kana boyandığı ve Uhudda mubârek
dişinin kırılıp, mubârek yüzünün kanadığı ve vefât etdiği gün mâtem
tutulurdu.
Yukarıdaki on geceden, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci gecelere (Kandil) geceleri denir.
Yukarıda
bildirilen on geceden başka, fıtr bayramının diğer geceleri, Zil-hicce
ayının ilk on geceleri, Muharremin ilk on geceleri ve her Cum’a ve
pazartesi gecesi de mubârekdir. Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (İmdâd-ül-fettâh) kitâbında, bu gecelerin fazîletlerini uzun yazmışdır.
Aşağıdaki hadîs-i şerîfler, muhtelif kitâblarda yazılıdır:
1
— Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan düâ, tevbe, red
olmaz. Fıtr bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şa’bânın
onbeşinci [Berât] gecesi ve Arefe gecesi, [Kadr gecesi, birçok hadîs-i şerîflerde bildirildiği için burada da bildirilmeğe lüzûm görülmemişdir].
2
— Allahü teâlâ, ibâdetler içinde, Zil-hiccenin ilk on gününde
yapılanları dahâ çok sever. Bu günlerde tutulan bir gün oruca, bir
senelik oruc [nâfile oruc] sevâbı verilir. Gecelerinde
kılınan nemâz, Kadr gecesinde kılınan nemâz gibidir. Bu günlerde çok
tesbîh, tehlîl ve tekbîr ediniz!
3 — Bir müslimân, Terviye günü oruc tutarsa ve günâh söylemezse, Allahü teâlâ, onu elbette Cennete sokar.
4 — Arefe gününe hurmet ediniz! Çünki Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdiği bir gündür.
5 — Arefe gecesi ibâdet edenler, Cehennemden âzâd olur.
6 — Arefe günü oruc tutanların, iki senelik günâhları afv olur. Biri, geçmiş senenin, diğeri, gelecek senenin günâhıdır. [Arefe, Zil-hiccenin dokuzuncu günüdür. Başka günlere Arefe denmez!].
7 — Arefe günü bin İhlâs okuyanın bütün günâhları afv olur ve her düâsı kabûl olur. Hepsini Besmele ile okumalıdır.
8 — Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikrâm edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ, dünyâda ve âhıretde ikrâm eder.
Abdülkâdir-i Geylânînin “rahmetullahi aleyh” arabî (Fütûhulgayb)
kitâbının ve bunun, Abdülhak Dehlevî, fârisî şerhinin, [1313] Hindistân
baskısı, ikiyüzyetmişdördüncü sahîfede, Alî “radıyallahü anh” aşağıdaki
hadîs-i şerîfi haber verdi:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Farz
nemâzı kılmamış olanın nâfile nemâzları kılması, vakti temâm olmuş
hâmile kadına benzer. Çocuğu olacağı günlerde, çocuğu düşürür, aldırır.
Çocuğu yok olduğu için, bu kadına, hâmile denemez. Ana da denemez. Bu
kimse de böyledir. Farz nemâzlarını ödemedikce, Allahü teâlâ, nâfile
nemâzlarını kabûl etmez). Büyük âlim, hadîs-i şerîf mütehassısı
Abdülhak Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, bu kitâbı fârisî şerh ederken
buyuruyor ki, (Bu hadîs-i şerîf, farz borclarını kazâ etmeyip de,
sünnetleri ve nâfileleri kılanların, boş yere uğraşdıklarını
bildirmekdedir. Çünki, farz ve vâcib olmıyan nemâzlara nâfile nemâz
denir. Farzlarla birlikde kılınan nâfilelere (Müekked sünnet) nemâzlar denir. Farzla birlikde kılınması bildirilmiyenlere (Zevâid sünnet) nemâzları denir).
9 — Recebin ilk Cum’a gecesini ihyâ edene [saygı gösterene], Allahü
teâlâ kabr azâbı yapmaz. Düâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi afv
etmez ve düâlarını kabûl etmez: Fâiz alan veyâ veren, müslimânları
aşağı gören, anasına, babasına eziyyet eden, karşı gelen çocuk, müslimân
olan ve islâmiyyete uyan kocasını dinlemiyen kadın, şarkı ve
çalgıcılığı san’at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakt nemâzı
kılmıyanlar. Bunlar, bu günâhlardan vaz geçmedikce, tevbe
etmedikce, düâları kabûl olmaz. Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin,
islâmiyyete uymıyan emri dinlenilmez, yapılmaz. Fekat, anaya, babaya,
yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır. Ana baba kâfir ise,
onları kiliseden, meyhâneden, sırtda taşıyarak bile, geri getirmek
lâzımdır. Fekat, oralara götürmek lâzım değildir.
İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ aleyh” beşinci cild, ikiyüzaltmışdokuzuncu sahîfede
buyuruyor ki, (Anayı, babayı ve kadının zevcini, adları ile çağırması
tahrîmen mekrûhdur, küçük günâhdır. Ta’zîm ile, saygı anlatan kelimeler
ile ve yanına giderek çağırmaları lâzımdır. Uzakdan, yüksek sesle
çağırmamalıdır).
10 — Cebrâîl “aleyhisselâm” bana geldi.
Kalk, nemâz kıl ve düâ et! Bu gece, Şa’bânın onbeşinci gecesidir dedi.
Bu geceyi ihyâ edenleri, Allahü teâlâ afv eder. Yalnız, müşrikleri,
büyücüleri, falcıları, hasîsleri, alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri
ve zinâ yapanları afv etmez.
11 — Berât gecesini
ganîmet, fırsat biliniz! Çünki, belli bir gecedir. Şa’bânın onbeşinci
gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli
değildir. Bu gece, çok ibâdet yapınız. Yoksa, kıyâmet günü pişmân
olursunuz!
Bir zemânda veyâ bir yerde veyâ birşeyi
okumakda, yapmakda, çok sevâb verileceğini işitince, o sevâba kavuşmağı
niyyet ederek, düşünerek yapana, bu haber doğru olmasa bile, Allahü
teâlâ, o sevâbları ihsân eder. Fekat, bunun islâmiyyet tarafından yasak
edilmemiş birşey olması lâzımdır. Nâfile ibâdetlerin sevâbına
kavuşabilmek için, îmânda ve farzlarda kusûr olmamak ve günâhlara tevbe
etmek ve ibâdet olarak yapmağa niyyet etmek şartdır.
Mubârek
geceler, islâm dîninin kıymet verdiği gecelerdir. Allahü teâlâ,
kullarına çok acıdığı için, ba’zı gecelere kıymet vermiş, bu
gecelerdeki, düâ ve tevbeleri kabûl edeceğini bildirmişdir. Kullarının
çok ibâdet yapması, düâ ve tevbe etmeleri için bu geceleri sebeb
kılmışdır. Kıymetli geceye, kendinden sonra gelen günün ismi verilir.
Önceki günü öğle nemâzı vaktinden, o gecenin fecrine kadar olan
zemândır. Yalnız, Arefe ve üç kurban günlerinin geceleri böyle değildir.
Bu dört gece, bu günleri ta’kîb eden gecelerdir. Bu geceleri ihyâ
etmeli, ya’nî kazâ nemâzları kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, düâ, tevbe
etmeli, sadaka vermeli, müslimânları sevindirmeli, bunların sevâblarını
ölülere de göndermelidir. Bu gecelere saygı göstermelidir. Saygı
göstermek, günâh işlememekle olur.
(Rıyâd-un-nâsıhîn)
kitâbının yüzyetmişikinci sahîfesinde buyuruyor ki, (İmâm-ı Nevevî,
(Ezkâr) kitâbında diyor ki, (Gecenin oniki kısmından bir kısmını [bir
sâat kadar] ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur. Yaz ve kış
geceleri için hep böyledir). [İbni Âbidîn, birinci cild, 461. ci ve
üçüncü cildin 289. cu sahîfelerinde de bu konuda bilgi verilmişdir.] (Hakâyık-ı manzûme)de
diyor ki, (Fıkh kitâblarında sâat demek, bir mikdâr zemân demekdir).
İmâm-ı Nevevî, Şâfi’î mezhebinde müctehiddir. Hanefîlerin de, geceleri
böyle ihyâ etmeleri uygun olur).
MÜSLİMÂNLARIN ON MUBÂREK GECESİ VARDIR:
1 — KADR GECESİ: Ramezân-ı
şerîf ayı içinde bulunan bir gecedir. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ
aleyh” onyedinci, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, yirmiyedinci gecesi olması
çok vâkı’ olur dedi. Yirmi ile otuzuncu geceleri arasında arayınız
denildi. Kur’ân-ı kerîmde medh edilen en kıymetli gecedir. Kur’ân-ı
kerîm, Resûlullaha bu gece gelmeğe başladı.
2 — AREFE GECESİ:
Arefe günü ile Kurban bayramının birinci günü arasındaki gecedir.
Zil-hicce ayının dokuzuncu ve onuncu günleri arasındaki gecedir. Arefe
günü bin ihlâs okumanın çok sevâb olduğu, 10. cu maddede bulunan Aşure
Gecesi bahsindeki 7. ci hadîs-i şerîfle bildirilmektedir.
3 — FITR BAYRAMI GECESİ: Ramezân-ı şerîf ayının son günü ile bayramın birinci günü arasındaki gecedir.
4 — KURBAN BAYRAMI GECELERİ: Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinden sonraki gecelerdir. Bu üç güne (Eyyâm-i nahr) denir.
5 — MEVLİD GECESİ:
Rebî’ul-evvel ayının onbirinci ve onikinci günleri arasındaki gecedir.
Dünyâdaki bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen, Peygamberlerin
sonuncusu ve en üstünü Muhammed Mustafâ aleyhisselâmın doğduğu gecedir.
Mîlâdın 571. ci senesinde doğdu denilmekdedir. Bu gece, Kadr gecesinden
sonra, en kıymetli gecedir. Bu gece, O doğduğu için sevinenler afv olur.
Bu gece, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” tevellüdü
zemânlarında görülen hâlleri, mu’cizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok
sevâbdır. Kendileri de anlatırdı. Bu gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü
anhüm” da, bir yere toplanıp, okurlar, anlatırlardı.
Resûl-i ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, mîlâdın beşyüzyetmişbirinci
[571] yılı nisan ayının yirmisine rastlıyan, Rebî’ul-evvel ayının
onikinci Pazartesi gecesi, sabâha karşı, Mekke-i mükerreme şehrinde
dünyâya gelmişdir. Dünyânın her tarafındaki müslimânlar, her sene, bu
geceyi, mevlid kandili olarak tes’îd etmekdedir. Her yerde (Mevlid
kasîdeleri) okunarak Resûlullah hâtırlatılmakdadır. Erbil sultânı Ebû
Saîd Muzaffer-üd-dîn Kükbûrî bin Zeyneddîn Alî, mevlid gecelerinde
şenlikler yapar, ikrâm ve ihsânlarda bulunurdu. Sultânın güzel ahlâkı,
hayrât ve hasenâtı, İbni Hilligânın târîhinde ve (Huccetullahi
alel’âlemîn)in ikiyüzotuzdördüncü sahîfesinde ve seyyid Abdülhakîm
efendinin (Mevlid-i şerîf) risâlesinde uzun yazılıdır. Mevlid, doğum
zemânı demekdir. Rebî’ul-evvel, ilkbehâr demekdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” nübüvvetden sonra, her yıl, bu geceye
ehemmiyyet verirdi. Her Peygamberin ümmeti, kendi Peygamberinin doğum
gününü bayram yapmışdı. Bugün de, müslimânların bayramıdır. Neş’e ve
sevinç günüdür. Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında iken, O
Peygamber idi. Âdem aleyhisselâm ve herşey, Onun şerefine yaratılmışdır.
Arş ve gökler ve Cennetler üzerine, islâm harfleri ile mubârek ismi
yazılmışdır. Ona (Muhammed) adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun
adının yer yüzüne yayılacağını, herkesin Onu medh ve senâ edeceğini
rü’yâda görmüşdü. Muhammed, çok medh olunan demekdir. Cebrâîl
aleyhisselâmın, ilk gelerek, Peygamber olduğunu bildirmesi ve hicretde
Mekke şehrindeki mağaradan çıkması ve Medîne-i münevverenin Kubâ köyüne
ayak basması ve Mekkeyi feth için Medîneden çıkması ve vefâtı, hep
pazartesi günü olmuşdur. Doğduğu zemân, göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş
görüldü. Yeryüzünü şereflendirince, şehâdet parmağını kaldırdı ve secde
etdi. Melekler beşiğini sallardı. Beşikde iken konuşmağa başladı.
6 — BERÂT GECESİ: Şa’bân
ayının onbeşinci gecesidir. Ya’nî ondördüncü günü ile onbeşinci günü
arasındaki gecedir. Allahü teâlâ, ezelde, hiç birşey yaratmadan önce,
herşeyi takdîr etdi, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak herşeyi,
bu gece meleklere bildirir. Kur’ân-ı kerîm, Levhilmahfûza bu gece indi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu gece, çok ibâdet, çok düâ
ederdi.
7 — Mİ’RÂC GECESİ: Receb ayının
yirmiyedinci gecesidir. Mi’râc, merdiven demekdir. Resûlullahın göklere
çıkarıldığı, bilinmiyen yerlere götürüldüğü gecedir.
Mekke ehâlîsi
îmân etmiyor. Müslimânlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış,
işi azdırmışlardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretden bir yıl önce,
elliiki yaşında idi. Zeyd bin Hâriseyi alarak Tâife gitdi. Tâif halkına
bir ay nasîhat eyledi. Hiç kimse îmân etmedi. Alay etdiler. İşkence
yapdılar. Yuhâladılar. Çocuklar taşa tutdular. Ümmîdsiz, üzüntülü,
yorgun geri dönerken, mubârek bacakları yaralandı. Zeydin başı kan
içinde kaldı. Çok sıcak bir sâatde, yol kenârında, bitkin hâlde
oturdular. Orada bulunan bağ sâhibi, Rebî’a oğulları zengin Utbe ve
Şeybe adında iki kardeş, köleleri Addâs ile, birer salkım üzüm gönderdi.
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” üzümü yirken Besmele okudu. Addâs
“radıyallahü teâlâ anh”, o zemân hıristiyan idi. Bunu işitince şaşırdı.
(Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür?)
dedi.
Resûlullah: Sen neredensin? buyurdu.
Addâs: Nineveliyim, dedi.
Resûlullah: Yûnüs aleyhisselâmın memleketinden imişsin, buyurdu.
Addâs: Sen Yûnüsü nereden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez, dedi.
Resûlullah: O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi, buyurdu.
Addâs:
Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sâhibi yalancı olmaz. Ben inandım ki,
sen Allahın Resûlüsün, dedi. Müslimân oldu. Yâ Resûlallah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem”! Yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kulluk
ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi
tarafları yok. Dünyâlık toplamak, şehvetlerini yapmak için her alçaklığı
göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikde gitmek, size
hizmetle şereflenmek, câhillerin, ahmakların size yapacağı
saygısızlıklara hedef olmak, mubârek vücûdünüzü korumak için fedâ olmak
istiyorum, dedi.
Resûlullah, tebessüm buyurdu: Şimdi efendilerinin
yanında kal! Az zemân sonra, adımı her yerde işitirsin. O zemân bana
gel, buyurdu. Bir müddet istirâhat edip, yaralarını, kanlarını sildiler.
Mekkeye yürüdüler. Karanlıkda şehre girdiler. Birkaç ay Mekkede çok
sıkıntılı geçdi. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yokdu. Doğruca
amcası Ebû Tâlibin kızı Ümm-i hânînin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan
evine geldi. Ümm-i hânî, o zemân îmân etmemişdi. Kimdir o? dedi.
Resûlullah: Amcan oğlu Muhammedim “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Kabûl edersen, müsâfir geldim buyurdu.
Ümm-i
hânî “radıyallahü teâlâ anhâ”: Senin gibi doğru sözlü, emîn, asîl,
şerefli müsâfire can fedâ olsun. Yalnız, teşrîf edeceğinizi önceden
bildirseydiniz, birşeyler hâzırlardım. Şimdi yidirecek birşeyim yok,
dedi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”: Yiyecek,
içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak
için bir yer bana yetişir, buyurdu.
Ümm-i hânî, Resûlullahı
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik
verdi. Gelen müsâfire ikrâm etmek, onu düşmandan korumak, arablar için
en şerefli vazîfe sayılırdı. Bir evdeki müsâfire zarar gelmesi, ev
sâhibi için büyük yüzkarası olurdu. Ümm-i hânî düşündü. Bunun Mekkede
düşmanları çok. Hattâ öldürmek istiyenler var. Şerefimi korumak için,
sabâha kadar Onu gözeteyim, dedi. Babasının kılıncını alıp, evin
etrâfında dolaşmağa başladı.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” o gün çok incinmişdi. Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, afv
dilemeğe, kulların îmâna gelmesi, se’âdete kavuşmaları için düâya
başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.
O ânda, Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma:
Sevgili
Peygamberimi çok üzdüm. Mubârek bedenini, nâzik kalbini çok incitdim.
Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbirşey düşünmüyor. Git!
Habîbimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere
hâzırladığım ni’metleri görsün. Ona inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve
hareketleri ile Onu incitenlere hâzırladığım azâbları görsün. Onu ben
tesellî edeceğim. Onun nâzik kalbinin yaralarını ben gidereceğim
buyurdu. Cebrâîl “aleyhisselâm”, bir ânda Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” yanına geldi. Mışıl mışıl uyuyor gördü. Dürtmeğe,
uyandırmağa kıyamadı. İnsan şeklinde idi. Mubârek ayağının altını öpdü.
Bu şeklde Resûlullahı uyandırdı. Cebrâîl aleyhisselâmı hemen tanıdı ve: (Ey Cebrâîl kardeşim! Böyle vaktsiz niçin geldin. Yoksa bir hatâ mı etdim, Rabbimi gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?) buyurdu ve Rabbinin darılacağından çok korkdu.
Cebrâîl
“aleyhisselâm”: Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın
sevgilisi! Ey Peygamberlerin efendisi, iyilikler menba’ı, üstünlükler
kaynağı olan şerefli Peygamber! Rabbin sana selâm ediyor. Hiçbir
Peygambere, hiçbir mahlûkuna vermediği ni’meti sana ihsân ediyor. Seni
kendine da’vet ediyor. Lutfen kalk. Buyur, gidelim, dedi. Kâ’be yanına
geldiler. Orada, bir kimse geldi. Göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem
suyu ile yıkadı. Yine yerine koydu. Sonra Cennetden gelen Burak
adındaki beyâz hayvana binip, bir anda Kudüsde, Mescid-i Aksâya
geldiler. Cebrâîl “aleyhisselâm” kayayı parmağı ile deldi. Burakı oraya
bağladı. Geçmiş Peygamberlerden ba’zısının rûhları insan şeklinde orada
idi. Cemâ’at ile nemâz için Âdem, Nûh, İbrâhîm Peygamberlere, imâm
olmalarını sıra ile söyledi. Hiçbiri kabûl etmedi. Özr dilediler.
Kusûrlu olduklarını söylediler. Cebrâîl “aleyhisselâm”, Habîbullahı
ileri sürdü. Sen varken, başkası imâm olamaz, dedi. Nemâzdan sonra,
mescidden çıkıp bilinmiyen bir mi’râc ile, bir ânda, yedi kat gökleri
geçdiler. Her gökde bir büyük Peygamberi gördü. Cebrâîl “aleyhisselâm”
Sidrede kaldı ve kıl kadar ilerlersem, yanar, yok olurum dedi.
Sidret-ülmüntehâ, altıncı gökde bulunan büyük bir ağacdır. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp,
Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde olarak Kürsî, Arş ve rûh
âlemlerini geçip, bilinmiyen, anlaşılamıyan, anlatılamıyan şeklde,
Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaşdı. Mekânsız, zemânsız,
cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Gözsüz, kulaksız,
vâsıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuşdu. Hiçbir mahlûkun
bilemiyeceği, anlıyamıyacağı ni’metlere kavuşup, bir ânda, Kudüse ve
oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i hânînin evine geldi. Yatdığı yer henüz
soğumamış, leğendeki abdest suyunun hareketi durmamış idi. Dışarda
dolaşan Ümm-i hânî “radıyallahü teâlâ anhâ” uyuklamış, birşeyden haberi
olmamışdı. Kudüsden Mekkeye gelirken, Kureyşin kervanına rastladı.
Kervandaki bir deve ürkdü, yıkıldı.
Sabâh olunca, Kâ’be yanına
gidip mi’râcını anlatdı. İşiten kâfirler alay etdi. Muhammed aklını
kaçırmış, iyice sapıtmış dediler. Müslimân olmağa niyyeti olanlar da vaz
geçdi. Birkaçı sevinerek Ebû Bekrin evine geldi. Çünki, bunun akllı,
tecribeli, hesâblı bir tüccâr olduğunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca
hemen sordular:
Ey Ebâ Bekr “radıyallahü teâlâ anh”! Sen çok kerre
Kudüse gitdin geldin. İyi bilirsin. Mekkeden Kudüse gidip gelmek, ne
kadar zemân sürer dediler.
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”: İyi biliyorum. Bir aydan fazla, dedi.
Kâfirler
bu söze sevindi. Akllı, tecribeli adamın sözü böyle olur, dediler.
Gülerek, alay ederek ve Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” de kendi
kafalarında olduğuna sevinerek:
Senin efendin, Kudüse bir gecede
gidip geldiğini söyliyor. Artık iyice sapıtdı diyerek, Ebû Bekre sevgi,
saygı ve güvenc gösterdiler.
Ebû Bekr “radıyallahü anh”,
Resûlullahın mubârek adını işitince, (Eğer O söyledi ise, inandım. Bir
ânda gidip gelmişdir) deyip içeri girdi. Kâfirler neye uğradıklarını
anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyor ve (Vay canına, Muhammed ne yaman
büyücü imiş. Ebû Bekre sihr yapmış) diyorlardı.
Ebû Bekr
“radıyallahü teâlâ anh” hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük
kalabalık arasında, yüksek sesle (Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mubârek
olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükrler ederim ki, bizleri, senin gibi
büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü
görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle
ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Senin
her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!) dedi. Ebû Bekrin
sözleri, kâfirleri şaşırtdı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şübheye
düşen, îmânı za’îf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, o gün Ebû Bekre (Sıddîk) dedi. Bu adı
almakla, bir kat dahâ yükseldi.
Kâfirler bu hâle çok kızdı.
Mü’minlerin kuvvetli îmânına, Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem”
her sözüne hemen inanmalarına, Onun çevresinde pervâne gibi
toplanmalarına dayanamadılar. Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” mahcûb, mağlûb etmek için, imtihân etmeğe yeltendiler:
Yâ
Muhammed “aleyhisselâm”! Kudüse gitdim diyorsun. Söyle bakalım! Mescidin
kaç kapısı, kaç penceresi var, gibi şeyler sordular. Hepsine cevâb
verirken, hazret-i Ebû Bekr, öyledir yâ Resûlallah, öyledir yâ
Resûlallah derdi. Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
edebinden, hayâsından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı. Buyururdu
ki, (Mescid-i aksâda etrâfıma bakmamışdım. Sorduklarını görmemişdim. O
ânda Cebrâîl “aleyhisselâm”, Mescid-i aksâyı gözümün önüne getirdi.
[Televizyon gibi] görüyor, sayıyordum. Sorularına, hemen cevâb
veriyordum). Yolda, develi yolcular gördüğünü söyledi. İnşâallah
çarşamba günü gelirler buyurdu. Çarşamba günü güneş batarken, kervan
Mekkeye geldi. Fırtına eser gibi olduğunu, bir devenin yıkıldığını
söylediler. Bu hâl mü’minlerin îmânını kuvvetlendirdi. Kâfirlerin
düşmanlığını artırdı. (Rûh-ul-beyân)da (Tefsîr-i Hüseynî)den alarak ve (Bahr)de,
imâmlığı anlatırken, diyor ki, (Resûlullahın Mekkeden Beytül-mukaddese
götürüldüğüne inanmıyan kâfir olur. Göklere ve bilinmiyen yerlere
götürüldüğüne inanmıyan ise, dâl ve mübtedi’ olur). Ya’nî sapık olur.
8 — RECEB AYI VE REGÂİB GECESİ: Receb ayının ilk Cum’a gecesine (Regâib gecesi)
denir. Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Her Cum’a gecesi de
kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, dahâ kıymetli
olmakdadır. Regâib gecesinin kıymeti, çeşidli hadîs-i şerîfler ile
bildirilmişdir. (İslâm ahlâkı) kitâbının 430.cu sahîfesine bakınız!
Receb
ayı, Âdem aleyhisselâmdan beri kıymetli idi. Bu ayda muhârebe etmek
günâh idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Receb demek, mürecceb,
mu’azzam, muhterem, kıymetli demekdir. Fârisî (Enîsülvâ’ızîn)
kitâbında diyor ki, (Îsâ “aleyhisselâm” zemânında bir genc, güzel bir
kıza tutulmuşdu. Ona kavuşmak için çırpınıyordu. Nice zemân sonra söz
aldı. Bir akşam, odada buluşdular. Soyundular. Genç, pek sevincli idi.
Ansızın, pencereden hilâli [yeni ayı] gördü. Bu hangi aydır dedi. Kız,
Receb deyince, genc toparlandı. Giyindi. Kız şaşırıp, ne oluyorsun dedi.
Genç, babalarımdan işitdim. Receb ayında günâh işlenmez. Bu aya saygı
gösterilir deyip, özr diledi ve evine gitdi. Allahü teâlâ, Îsâ
aleyhisselâma vahy gönderip, olanları bildirdi. Bu genci ziyâret et!
Selâmımı söyle buyurdu. Genç, Receb ayına gösterdiği bir saygı için,
büyük bir Peygamberin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendine
gönderildiğine sevinerek îmân etdi. İyi bir mü’min oldu. Receb ayına
gösterdiği bir saygı sebebi ile, îmân şerefine kavuşdu.)
9 — MUHARREM GECESİ:
Muharrem ayının birinci gecesi, müslimânların kamerî yılbaşı gecesidir.
Müslimânların şemsî yılbaşı gecesi ise, efrencî Eylül ayının yirminci
gecesidir. Muharrem ayı, islâm kamerî senesinin birinci ayıdır. Muharrem
ayının birinci günü müslimânların kamerî senesinin, birinci günüdür.
Kâfirler, kendi yılbaşıları olan ocak ayının birinci gecesinde, noel
baba yapıyorlar. Güyâ hıristiyan dîninin emr etdiği küfrleri işliyorlar.
Bu gecede tapınıyorlar. Müslimânlar da, kendi sene başı gecelerinde ve
günlerinde müsâfeha ederek, mektûblaşarak tebrîkleşir. Birbirlerini
ziyâret eder, hediyye verirler. Senebaşını mecmû’a ve gazetelerle
kutlarlar. Yeni senenin, birbirlerine ve bütün müslimânlara hayrlı ve
bereketli olması için düâ ederler. Büyükleri, akrabâyı, âlimleri evinde
ziyâret edip düâlarını alırlar. O gün, bayram gibi temiz giyinirler.
Fakîrlere sadaka verirler.
10 — AŞÛRE GECESİ:
Muharrem ayının onuncu gecesidir. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerîmde kıymet
verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesidir. Allahü
teâlâ, birçok düâları Aşûre günü kabûl buyurdu. Âdem aleyhisselâmın
tevbesinin kabûl olması, Nûh aleyhisselâmın gemisinin tûfândan
kurtulması, Yûnüs aleyhisselâmın balığın karnından çıkması, İbrâhîm
aleyhisselâmın Nemrûdun ateşinde yanmaması, İdrîs aleyhisselâmın diri
olarak göke çıkarılması, Ya’kûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsüf aleyhisselâma
kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yûsüf aleyhisselâmın
kuyudan çıkması, Eyyûb aleyhisselâmın hastalıkdan kurtulması, Mûsâ
aleyhisselâmın Kızıldenizden geçip, Fir’avnın boğulması ve Îsâ
aleyhisselâmın vilâdeti ve yehûdîlerin öldürmesinden kurtulup, diri
olarak göke çıkarılması hep Aşûre günü oldu. Nûh “aleyhisselâm” gemide
aşûre tatlısı pişirdiği için müslimânların Muharremin onuncu günü aşûre
pişirmesi ibâdet olmaz. Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâb-ı kirâm
“radıyallahü anhüm ecma’în” böyle yapmadı. Bugün aşûre pişirmeği ibâdet
sanmak, bid’atdir, günâhdır. Muhammed aleyhisselâmın yapdığı veyâ emr
etdiği şeyleri yapmak ibâdet olur. Din kitâblarının yazmadığı, Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevâb olmaz. Günâh olur.
O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyâfet, fakîrlere sadaka
vermek sünnetdir, ibâdetdir. İbni Âbidîn, beşinci cild,
ikiyüzyetmişaltıncı sahîfede diyor ki, (Kirpiklere sürme çekmek
sünnetdir. Fekat, bunu yalnız Aşûre günü yapmak harâmdır).
Hazret-i
Hüseyn “radıyallahü anh” o gün şehîd oldu diyerek, mâtem tutmak,
döğünmek de bid’atdir. Günâhdır. Şî’îler, hazret-i Hüseyn için mâtem
tutuyorlar. Hazret-i Hüseyni, hazret-i Alînin oğlu olduğu için,
tapınırcasına övüyorlar. Ehl-i sünnet ise, onu Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” torunu olduğu için çok seviyoruz. İslâmiyyetde
mâtem tutmak yokdur. Müslimânlar, yalnız Aşûre günü mâtem tutmaz.
Kerbelâ fâciasını hâtırlayınca her zemân üzülür. Kalbleri sızlar.
Gözleri kan ağlar. İslâmiyyetde mâtem tutmak olsaydı, Aşûre günü değil,
Resûlullahın Tâifde mubârek ayaklarının kana boyandığı ve Uhudda mubârek
dişinin kırılıp, mubârek yüzünün kanadığı ve vefât etdiği gün mâtem
tutulurdu.
Yukarıdaki on geceden, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci gecelere (Kandil) geceleri denir.
Yukarıda
bildirilen on geceden başka, fıtr bayramının diğer geceleri, Zil-hicce
ayının ilk on geceleri, Muharremin ilk on geceleri ve her Cum’a ve
pazartesi gecesi de mubârekdir. Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (İmdâd-ül-fettâh) kitâbında, bu gecelerin fazîletlerini uzun yazmışdır.
Aşağıdaki hadîs-i şerîfler, muhtelif kitâblarda yazılıdır:
1
— Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan düâ, tevbe, red
olmaz. Fıtr bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şa’bânın
onbeşinci [Berât] gecesi ve Arefe gecesi, [Kadr gecesi, birçok hadîs-i şerîflerde bildirildiği için burada da bildirilmeğe lüzûm görülmemişdir].
2
— Allahü teâlâ, ibâdetler içinde, Zil-hiccenin ilk on gününde
yapılanları dahâ çok sever. Bu günlerde tutulan bir gün oruca, bir
senelik oruc [nâfile oruc] sevâbı verilir. Gecelerinde
kılınan nemâz, Kadr gecesinde kılınan nemâz gibidir. Bu günlerde çok
tesbîh, tehlîl ve tekbîr ediniz!
3 — Bir müslimân, Terviye günü oruc tutarsa ve günâh söylemezse, Allahü teâlâ, onu elbette Cennete sokar.
4 — Arefe gününe hurmet ediniz! Çünki Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdiği bir gündür.
5 — Arefe gecesi ibâdet edenler, Cehennemden âzâd olur.
6 — Arefe günü oruc tutanların, iki senelik günâhları afv olur. Biri, geçmiş senenin, diğeri, gelecek senenin günâhıdır. [Arefe, Zil-hiccenin dokuzuncu günüdür. Başka günlere Arefe denmez!].
7 — Arefe günü bin İhlâs okuyanın bütün günâhları afv olur ve her düâsı kabûl olur. Hepsini Besmele ile okumalıdır.
8 — Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikrâm edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ, dünyâda ve âhıretde ikrâm eder.
Abdülkâdir-i Geylânînin “rahmetullahi aleyh” arabî (Fütûhulgayb)
kitâbının ve bunun, Abdülhak Dehlevî, fârisî şerhinin, [1313] Hindistân
baskısı, ikiyüzyetmişdördüncü sahîfede, Alî “radıyallahü anh” aşağıdaki
hadîs-i şerîfi haber verdi:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Farz
nemâzı kılmamış olanın nâfile nemâzları kılması, vakti temâm olmuş
hâmile kadına benzer. Çocuğu olacağı günlerde, çocuğu düşürür, aldırır.
Çocuğu yok olduğu için, bu kadına, hâmile denemez. Ana da denemez. Bu
kimse de böyledir. Farz nemâzlarını ödemedikce, Allahü teâlâ, nâfile
nemâzlarını kabûl etmez). Büyük âlim, hadîs-i şerîf mütehassısı
Abdülhak Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, bu kitâbı fârisî şerh ederken
buyuruyor ki, (Bu hadîs-i şerîf, farz borclarını kazâ etmeyip de,
sünnetleri ve nâfileleri kılanların, boş yere uğraşdıklarını
bildirmekdedir. Çünki, farz ve vâcib olmıyan nemâzlara nâfile nemâz
denir. Farzlarla birlikde kılınan nâfilelere (Müekked sünnet) nemâzlar denir. Farzla birlikde kılınması bildirilmiyenlere (Zevâid sünnet) nemâzları denir).
9 — Recebin ilk Cum’a gecesini ihyâ edene [saygı gösterene], Allahü
teâlâ kabr azâbı yapmaz. Düâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi afv
etmez ve düâlarını kabûl etmez: Fâiz alan veyâ veren, müslimânları
aşağı gören, anasına, babasına eziyyet eden, karşı gelen çocuk, müslimân
olan ve islâmiyyete uyan kocasını dinlemiyen kadın, şarkı ve
çalgıcılığı san’at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakt nemâzı
kılmıyanlar. Bunlar, bu günâhlardan vaz geçmedikce, tevbe
etmedikce, düâları kabûl olmaz. Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin,
islâmiyyete uymıyan emri dinlenilmez, yapılmaz. Fekat, anaya, babaya,
yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır. Ana baba kâfir ise,
onları kiliseden, meyhâneden, sırtda taşıyarak bile, geri getirmek
lâzımdır. Fekat, oralara götürmek lâzım değildir.
İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ aleyh” beşinci cild, ikiyüzaltmışdokuzuncu sahîfede
buyuruyor ki, (Anayı, babayı ve kadının zevcini, adları ile çağırması
tahrîmen mekrûhdur, küçük günâhdır. Ta’zîm ile, saygı anlatan kelimeler
ile ve yanına giderek çağırmaları lâzımdır. Uzakdan, yüksek sesle
çağırmamalıdır).
10 — Cebrâîl “aleyhisselâm” bana geldi.
Kalk, nemâz kıl ve düâ et! Bu gece, Şa’bânın onbeşinci gecesidir dedi.
Bu geceyi ihyâ edenleri, Allahü teâlâ afv eder. Yalnız, müşrikleri,
büyücüleri, falcıları, hasîsleri, alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri
ve zinâ yapanları afv etmez.
11 — Berât gecesini
ganîmet, fırsat biliniz! Çünki, belli bir gecedir. Şa’bânın onbeşinci
gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli
değildir. Bu gece, çok ibâdet yapınız. Yoksa, kıyâmet günü pişmân
olursunuz!
Bir zemânda veyâ bir yerde veyâ birşeyi
okumakda, yapmakda, çok sevâb verileceğini işitince, o sevâba kavuşmağı
niyyet ederek, düşünerek yapana, bu haber doğru olmasa bile, Allahü
teâlâ, o sevâbları ihsân eder. Fekat, bunun islâmiyyet tarafından yasak
edilmemiş birşey olması lâzımdır. Nâfile ibâdetlerin sevâbına
kavuşabilmek için, îmânda ve farzlarda kusûr olmamak ve günâhlara tevbe
etmek ve ibâdet olarak yapmağa niyyet etmek şartdır.
Similar topics
» Mübarek Aylar, Mübarek Günler ve Geceler
» Mübarek günlerde oruç
» Mübarek gecelerle ilgili çeşitli sorular
» Mübarek günlerde oruç
» Mübarek gecelerle ilgili çeşitli sorular
https://uydudreambox.swedishforum.net :: DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ :: Dinimiz Islam :: Mübarek gün ve geceler
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paz Ekim 06, 2019 11:10 am tarafından turk9999
» DreamBox Kullanıcılarına özel FLASHWIZARD 7.02 Türkçe
C.tesi Eyl. 17, 2016 8:48 am tarafından turnurbil
» E2 Setting 7,13,19,42
Paz Kas. 01, 2015 10:04 am tarafından codegen
» Redline Aradiginiz hersey tek link Her zaman guncel Arkadaslar
C.tesi Eyl. 26, 2015 5:57 am tarafından UCANKUS004
» Çökmüş Dreambox DM 500S Kurtarma
Salı Eyl. 22, 2015 12:43 pm tarafından yavoth
» DM800HD Clone Patched Images (Sim 2.01 SSL#84D OE2.0)
Perş. Tem. 02, 2015 2:38 pm tarafından Admin
» All Files in Our Enigma2 Addons
Çarş. Tem. 01, 2015 10:55 pm tarafından ttys
» E2 - Dreamboxedit_setup 5.1.1.1 ile İP TV eklemek
Paz Mart 22, 2015 1:48 am tarafından AHMCEL
» Ace Stream Media 3.0.3 programı ve paylaşım bölümü
Perş. Mart 05, 2015 1:59 pm tarafından Admin