https://uydudreambox.swedishforum.net
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
En son konular
» Canli MAc Izleme linki
İLK YAPILAN MESCİD EmptyPaz Ekim 06, 2019 11:10 am tarafından turk9999

» DreamBox Kullanıcılarına özel FLASHWIZARD 7.02 Türkçe
İLK YAPILAN MESCİD EmptyC.tesi Eyl. 17, 2016 8:48 am tarafından turnurbil

» E2 Setting 7,13,19,42
İLK YAPILAN MESCİD EmptyPaz Kas. 01, 2015 10:04 am tarafından codegen

» Redline Aradiginiz hersey tek link Her zaman guncel Arkadaslar
İLK YAPILAN MESCİD EmptyC.tesi Eyl. 26, 2015 5:57 am tarafından UCANKUS004

» Çökmüş Dreambox DM 500S Kurtarma
İLK YAPILAN MESCİD EmptySalı Eyl. 22, 2015 12:43 pm tarafından yavoth

» DM800HD Clone Patched Images (Sim 2.01 SSL#84D OE2.0)
İLK YAPILAN MESCİD EmptyPerş. Tem. 02, 2015 2:38 pm tarafından Admin

» All Files in Our Enigma2 Addons
İLK YAPILAN MESCİD EmptyÇarş. Tem. 01, 2015 10:55 pm tarafından ttys

» E2 - Dreamboxedit_setup 5.1.1.1 ile İP TV eklemek
İLK YAPILAN MESCİD EmptyPaz Mart 22, 2015 1:48 am tarafından AHMCEL

» Ace Stream Media 3.0.3 programı ve paylaşım bölümü
İLK YAPILAN MESCİD EmptyPerş. Mart 05, 2015 1:59 pm tarafından Admin

Similar topics
    Arama
     
     

    Sonuç :
     


    Rechercher çıkıntı araştırma

    Haber

    Html Kodları
    http://www.btgroup.com.tr/tr/
    Canli Radyo

    Fbml Kodları

    http://www.btgroup.com.tr/tr/
    Mart 2024
    PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
        123
    45678910
    11121314151617
    18192021222324
    25262728293031

    Takvim Takvim


    İLK YAPILAN MESCİD

    Aşağa gitmek

    İLK YAPILAN MESCİD Empty İLK YAPILAN MESCİD

    Mesaj tarafından Admin Salı Kas. 15, 2011 9:30 am

    İLK YAPILAN MESCİD

    Resulullah (s.a.s)'in ilk işi devesinin çöktüğü arsayı sahiplerinden
    satın alarak buraya bir mescit inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebî adı
    ile anılan bu mekânın İslâm devletinin oluşumu ve yönetilmesinde gördüğü
    fonksiyon oldukça büyüktür.

    MESCİDU'N-NEBEVİ

    Resulullah (s.a.s)'ın Medine'ye hicretinden hemen sonra ashabıyla
    birlikte bina ettiği mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul, Mescid-i Şerîf,
    Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlarıyla da anılmaktadır. Mescid-i
    Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryüzündeki mescitlerin en
    faziletlisidir.

    Resulullah (s.a.s), Hicret yolculuğunda kısa bir müddet Medine'nin
    dışında bulunan Kuba köyünde kalmıştı. Bu esnada Kuba mescidi adıyla
    bilenen mescidi inşa ettirmişti. Buradan yola çıkıp, Medine'ye girdiği
    zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip ağırlama şerefine nail olabilmek
    için herkes birbiriyle yarışa girmişti. Kendisini davet edenlere
    Resulullah (s.a.s); "Bırakın deve serbestçe yürüsün. O bizi Allahın razı
    olacağı bir yere kadar götürecektir" diyordu. Deve bir süre yürüdükten
    sonra, iki yetim kardeşe ait boş bir arsaya çöktü. Buraya evi en yakın
    olan Ebu Eyyub el-Ensarî, Resulullah (s.a.s)'ın eşyalarını alıp sevinçli
    bir halde evine taşıdı (bk. Hicret mad.).

    Resulullah (s.a.s)'ın devesinin çöktüğü bu arsa sahipleri olan
    Neccaroğullarından Sehl ve Suheyl hibe etmek için ısrar ettilerse de
    Resulullah (s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir
    meblağ karşılığında burayı satın aldı. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a)
    ödedi.

    İbn Sa'd, Resulullah'ın Medine'ye hicretinden önce Esad ibn Zurare'nin
    arkadaşlarıyla burada namaz kıldığını, ayrıca cuma namazlarını da burada
    kıldırdığını nakletmektedir. Etrafı çevrili olan bu arsanın hemen
    bitişiğinde, cahiliye insanlarının gömülü bulunduğu bir mezarlık vardı.
    Resulullah bu mezarlığın kaldırılmasını istedi. Böylece mescidin inşa
    edileceği arsa genişletilmiş oldu. Ayrıca burada bulunan su birikintisi
    de yok edildi (Nesaî, Mesâcid, 12; İbn Sa'd Tabakatül-Kübrâ, Beyrut,
    t.y, I, 239).

    Bu arsa üzerinde hemen bir mescit bina edilmeye başlandı. Ensar, Muhacir
    ve diğer gönüllü kimselerin de katıldığı kalabalık bir işçi-usta
    topluluğu tarafından yürütülen çalışmalar sonunda mescit, kısa sürede
    bina edildi. Resulullah (s.a.s) çalışmaları idare edip, mescidin kıble
    tarafındaki temellerinin atılması ve diğer planlamaları yapmakla
    yetinmeyip, çalışmalara bir işçi gibi taş, kerpiç taşıyarak katılmıştır.
    O, bu çalışmalar esnasında şu beyitleri söylüyordu: "Allahım! Ahiret
    hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et" (İbn
    Sa'd a.g.e., I, 239-240).

    Temeller toprak seviyesine kadar taş, zeminden yukarısı ise kerpiç
    kullanılarak bina edildi. Temel yaklaşık olarak bir buçuk metre
    derinliğinde açılmıştı.

    Eni-boyu yüzer zıra (bir zıra =kırkbeş santim) olmak üzere, kare
    şeklinde inşa edilen mescidin mihrabı Beytu'l-Makdis yönüne denk düşecek
    şekilde kuzey duvarında işaretlenmişti. Üç tane kapıdan biri güney
    tarafındaki arka duvarda, ikincisi batı tarafındaki duvarda, üçüncüsü
    ise Resulullah (s.a.s)'in hücrelerinin bulunduğu doğu tarafında idi. Bu
    kapıya Cibril kapısı denirdi.

    Resulullah (s.a.s), ilk önceleri bir hurma kütüğü üzerine çıkarak hutbe
    okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'ın isteği veya
    ashabın, cemaatın kalabalıklaştığını ve arkadakilerin hutbe okurken onu
    göremediklerini bildirmeleri üzerine, bir kaç basamaklı bir minber
    yapılarak, mescite yerleştirildi (Buhârî, Cuma, 26; İbn Sa'd, a.g.e., I,
    250-251).

    Hicretten on altı ay sonra Kıblenin yönü Beytullah tarafına çevrildiği
    zaman, güneydeki kapı kapatılarak, burası mihrab yapıldı, Kuzeydeki
    duvarda da bir kapı açıldı. Mescitte namaz kılınan yerin üzeri açıktı.
    Ancak mescitin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler üzerinde,
    hurma, dal ve yapraklarından bir gölgelik yapılmıştı.

    Mescitin doğu tarafında duvara bitişik olarak Resulullah (s.a.s)'in
    hanımları Hz. Âişe (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh) için, iki oda inşa
    edilmişti. Ayrıca yine mescite bitişik olarak, gündüzleri bir
    eğitim-öğretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin
    barınması için "Suffa" denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti.
    Resulullah (s.a.s)'e ait odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek oda
    sayısı dokuza çıkmıştır. Bunların hepsi kerpiçten idi (İbn Sa'd, a.g.e.,
    I, 499).

    Medine'de inşa edilen bu mescit aynı zamanda, kurulan İslâm devletine
    ait bütün faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez niteliğinde idi.
    Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış kararlarını
    orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa çıkacak orduları
    orada techiz ederek yola çıkarır, topluma ait bütün meseleler orada
    çözüme kavuşturulur, hatta gerektiğinde suçlular ve esirler bağlanmak
    suretiyle orada hapsedilirdi (Nesei, Mesâcid, 20).

    Eğitim-öğretim faaliyetleri, mescitin "Suffa" denilen kısmında yerine
    getiriliyordu. İslâm ümmetinin nüvesini oluşturan Ashab ve seçkin sahabe
    âlimler, İslâmda ilk üniversite sayılabilecek bu mekanda yetişmişlerdi.
    İslâm'ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından gelenler için aynı
    zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu (İbn Sa'd a.g.e., 255). Bir
    defasında, Temim kabilesine mensup yetmiş kişi burada barındırılmış idi
    (Ahmed b. Hanbel, III, 371).

    Resulullah (s.a.s), burada bizzat dersler veriyordu. Ancak, yeni gelen
    ve başlangıçta olan öğrencilere okuma yazmayı ve Kur'an-ı Kerim'i
    öğreten diğer öğretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak
    yerlerden olmak üzere burada okuyan öğrencilerin dört yüz kişi gibi bir
    sayıya ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük bir
    bölümü, cömert sahabeler tarafından karşılanmaktaydı (M. Hamidullah,
    İslam Peygamberi, İstanbul, 1980, II, 832).

    Medine'de bir evi ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa'da yatıp
    kalkıyor, ihtiyaçlarını buradan sağlıyorlardı (İbn Sa'd a.g.e, 255).

    Mescid-i Nebevi, ilk inşa edilişinden sonra bir takım genişletme
    faaliyetleri gördü. Hayber'in fethinden sonra Resulullah (s.a.s),
    mesciti bir miktar genişletmişti. Resulullah (s.a.s), vefatından kısa
    bir müddet önce, Hz. Ebu Bekir'in kapısı hariç odalardan mescite açılan
    bütün kapıları kapattırmıştı (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s)
    vefat ettiğinde Hz. Âişe (r.anha)'ye ait odada defnedilmiştir.

    İlk ciddi genişletme, Hz. Ömer (r.a)'in hilâfeti zamanında yapıldı.
    Güney tarafından beş, Batı ve Kuzey taraflarından da onar metre ilave
    yapıldı. Doğu tarafına ilâve yapılmadı ve Resulullah (s.a.s)'ın
    hanımlarının odaları olduğu gibi kaldı. Kuzey, doğu ve batı duvarlarında
    ikişer tane olmak üzere, kapı sayısı altıya çıkarıldı. Hz. Ebu Bekir ve
    Hz. Ömer vefat ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'ın yanına
    defnedilmişlerdir.

    Hicretin yirmi dokuzuncu yılında Hz. Osman (r.a), mesciti yeniden inşa
    ettirdi. Duvarları süslü taş ile yeniden örüldü. Taş sütunlar
    kullanılarak mescitin bir kısmının üzeri kapatıldı. Kapılarının
    sayısında bir değişiklik yapılmadı. Bu yenileme ile mescitin genişliği
    yüz elli zıra, uzunluğu ise yüz altmış zıra'a çıkmıştır (İbnu'l-Esîr,
    el-Kâmil fi't-Tarih, III,103; Suyütî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986,
    173).

    Emevîler zamanında, Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz eliyle mescit
    yeniden inşa ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan bire kadar süren
    çalışmalarla mescit, doğu, batı ve kuzey yönlerinden genişletilmişti.
    Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının odaları Mescide katılmıştır (İbn Sa'd,
    a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i şerifleri Hz. Âişe
    (r.anh) validemizin odasında bulunduğu için bu odanın sadece bir bölümü
    mescite dahil edildi.

    Mescitin duvarları taş ve kerpiç kullanılarak yapılmış ve mermerlerle
    kaplanarak süslenmişti. Tavanı da Hindistan'da yetişen saac ağacı ile
    örtüldü ve altın suyu ile yaldızlandı. Bu yenileme ile mescitin uzunluğu
    ikiyüz zıra, genişliği de yüz altmış yedi zıra çıkmıştır. Sütunları
    mermerden yapılarak, sütun başlıkları altınlarla süslendi. Eyvanların
    yapımında taşlar kurşun kullanılarak birbirine geçirilip
    sağlamlaştırıldı. Ravza-ı Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nın kabrinin
    bulunduğu yer)'ın tavanı saac ağacı ile örtülerek yazılarla süslendi.
    İlk olarak mihrab ve dört tane de minare yapıldı.

    Abbasîlerden el-Mehdî, Hicrî 162-778'de kuzey tarafından genişleterek,
    üç yıl süren çalışmalarla mesciti yeniledi. Yine 202 (817) yılında
    Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.

    576 (1180) yılında en-Nasır Lidinillah, Resulullah (s.a.s)'den kalan
    değerli eşyayı muhafaza etmek için mescitin sahnında kubbeli bir oda
    yaptırdı. Hz. Âişe (r.anh)'ın sakladıklarından bulabildiklerini buraya
    koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'ın vefat ettiği zaman giymekte olduğu
    çuhadan yapılmış rida ve izar, atlas kumaş ile işlemeli şal bir cübbe,
    Bürde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kısım resmi evrak ve Ashabdan
    bazılarına ait bir takım eşyadan ibaretti.

    654 (1256) yılının Ramazan ayının ilk cuma günü, kandilleri yakan
    kandilcinin ihmali, kutsal emanetlerin korunduğu sahndaki kubbeli oda
    hariç, mescidin tamamen yanmasına sebep olmuştu. Abbasîler'den
    el-Mu'tasım, 655 (1257) yılı hac mevsiminde ustalar ve malzeme
    göndererek mescitin yeniden inşa edilmesini sağladı. Yemen Meliki
    Muzaffer ve Mısır Meliki Nureddin Ali İbn Mu'iz'in de iştirak ettiği bu
    çalışmalarla hücre-i nebeviye ve duvarların bir kısmı yeniden
    yapılmıştı. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptırdığı sanat değeri çok yüksek
    bir minberi de Mescite yerleştirmişti. Ancak, imar işi tamamlanamamıştı.
    685 (1295)'de Baybars, yarım kalan inşaatı tamamladı ve küçük bulduğu
    Melik Muzaffer'in minberini kaldırarak yerine, Mısır'dan getirttiği daha
    büyük ve sanat bakımından daha zarif bir minberi yerleştirdi. 886
    (1481) Ramazanının 13. günü minarelerden birine isabet eden yıldırım,
    mescitin yanarak, duvarlarının yıkılmasına sebep oldu. Minber, mushaflar
    ve kitapların tamamı yandı. Ravza-ı Mutahhara ve sahndaki kubbeli oda
    bu yangından zarar görmemişti.

    Mısır Memlûk Sultanı Eşref Kaytabay, Emir Sankar el-Cemalî'yi kalabalık bir usta kafilesiyle Medine'ye gönderdi.

    Mescit biraz genişletilerek duvarlar ve minberler yeniden inşa edildi.
    Mihrabı da biraz genişleterek, üzerini, çevresindeki direklerin
    başlıklarına oturtulan bir Kubbe ile kapadılar. Ravza-ı Mutahhara'nın
    duvarları üzerine de bir kubbe oturttular. Bunun üzerini de sütunların
    taşıdığı diğer bir kubbe ile kapadılar. Sonra, Ravza-ı Mutahhara ile
    kıble duvarı arasına, etrafını üç küçük kubbenin çevrelediği büyük bir
    kubbe yapıldı. Yapılan diğer bazı kubbelerle de mescitin bir kısmı
    örtülmüş oldu. Yeniden yapılan mihrap, renkli mermerler ile süslendi.
    Rahmet kapısının yanında Medrese-i Mahmudiye adıyla anılan bir medrese
    inşa edildi. Kaytabay, yapılan bu işler için yüzyirmibin dinar tahsis
    etmişti.

    Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî'nin bakımı titizlikle yerine
    getirilmiş ve tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı Mutahhara'nın
    üzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan dolayı
    bu kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır valisi
    Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'de birtakım restorasyon çalışmaları
    yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden inşa edilmiştir.
    Abdulmecid'in bu iş için seçtiği ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab
    denilen kayadan sütunlar ve taşlar kestiler. Mesciti parça parça inşa
    etmeye başladılar. Yani bir kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı.
    1849-1861 yılları arasında on iki şene süren inşa çalışmaları ile mescit
    yeni baştan inşa edildi.

    Mayıs 1953'te başlatılan diğer bir çalışma ile, ön kısmı hariç yeni
    baştan inşa edilerek bugünkü hale getirildi. İlk imar edildiğinde
    yaklaşık 2475 m. kare büyüklüğünde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu süren
    çeşitli inşa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genişliğe ulaşmıştır.
    Bugün ise yeniden büyük genişletme çalışmalarıyla bu alan birkaç katına
    çıkarılacak şekilde büyütülmüş bulunmaktadır.

    Mescid-i Nebevî'nin Fazileti

    Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra, yeryüzündeki
    mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den bir çok
    hadis varit olmuştur.

    Mescid-i Nebî'de, bir bölüm vardı ki, Resulullah (s.a.s) burayı Cennet
    bahçelerinden bir bahçe olarak nitelemiştir. Ayrıca minberini de aynı
    şekilde vasıflandırmıştır.

    Bir hadiste şöyle denilmektedir:

    "Resulullah, bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe okurdu. Ashabdan biri
    şöyle dedi: "Ya Resulullah! Senin için bir şey yapalım ki, cuma günü
    üzerine çıktığın zaman insanlar sizi görsün ve hutbenizi duyabilsinler"
    dedi. Bunun üzerine Resulullah; "olur" dedi. Üç basamaklı bir minber
    yapıldı. Daha önce yaslanıp hutbe okuduğu kütüğü geçince, kütükten on
    aylık gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye başladı. Resulullah
    onu eliyle meshetti ve ses kesildi (Buhârî, Cuma, 26; Nesaî, Cuma, 17;
    İbn Mâce, İkame, 199; İbn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).

    Resulullah (s.a.s), bu minberin üzerine çıktığı zaman şöyle demişti:

    "Evimle minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim
    de Cennet bahçelerinin üzerindedir (Ahmed b. Hanbel, II, 36, 450, 534;
    V, 41). Diğer bir hadis de; "Evimle minberimin arası, Cennet
    bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir" (Ahmed b.
    Hanbel, II, 236) şeklindedir.

    Minber hakkındaki başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
    "Minberimin ayakları Cennet üzerindedir" (Ahmed, b. Hanbel, VI 289, 292,
    318; Nesaî, Mesâcid, Cool.

    Bu hadisler, Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'ın minberi de dahil olmak
    üzere, minberi ile evi arasında kalan bölümün Cennet bahçelerinden
    birisi hükmünde olduğunu teyit ederek ortaya koymaktadır. Buna göre,
    burada bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir ibadetde
    bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahçelerinden birinde yapmış gibidir.

    Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa
    çıkılabilecek üç mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir hadis-i
    şerifinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Üç mescitten başka
    bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz: Mescid-i
    Horam, Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, Fedâilü's-Salat, 1, 6).

    Mescid-i Nebî'de kılınan namaz, diğer mescitlerde kılınan namazlardan
    çok daha faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan Resulullah
    (s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir: Mescitimde namaz,
    Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha
    hayırlıdır" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Başka bir rivayette "daha
    faziletlidir" (Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4) buyrulur.

    Bunun içindir ki, hac farizasını ifa etmek için bu topraklara yönelen
    insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet etmenin
    güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar.

    Namazın dışında, diğer hayırlı ameller için de Mescid-i Nebevî üstün bir
    mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat fazlasıyla
    mükafatlandırılır. Bunun böyle olduğunu vurgulamak için Resulullah
    (s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şöyle
    buyurmaktadır: Mescitime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen,
    Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının
    kazancını seyreden kimseye benzer" (Ahmed b. Hanbel, II, 418).

    Resulullah (s.a.s), Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa yanında kendi
    mescidinin konumunu bildirmek maksadıyla şöyle demiştir: Ben
    peygamberlerin sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur"
    (Nesaî, Mesâcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu üç mescitin dışında inşa
    edilecek hiç bir mescitin, diğerlerinden farkı olmadığını ve fazilet
    bakımından birbirine denk olduğunu da ortaya koymaktadır.



    Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret ettiği zaman, burada Mekke'deki
    gibi bir devlet yoktu. İki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec'den
    başka, varlıklarını bu kabileleri birbirine karşı çatıştırarak sürdüren
    Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarında üç yahudi kabilesi
    bulunmaktaydı. Ayrıca bu yahudi kabileleri arasında da bir birlik yoktu.
    Bu anarşi ortamı herkesi bıktırmış olduğu için, bütün kabileler
    Abdullah İbn Ubeyy'in Medine'de Kral ilân edilerek bir devlet
    otoritesinin kurulması yolunda bir karar üzerinde anlaşmalarını
    sağlamıştı. Hatta bunun için bir krallık tacının yapılması için de
    sipariş bile verilmişti. Ancak henüz devlet teşekkül etmiş değildi. Bu
    durum Resulullah'ın işini kolaylaştırıyordu. O, ilk iş olarak, yahudiler
    ve diğer müşrik Araplar da dahil herkesi toplayarak hazırladığı anayasa
    çerçevesinde bir devlet kurulmasını sağlama yoluna gitti. Elli iki
    maddeden oluşan anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarını belirtirken
    aynı zamanda idarenin müslümanların elinde olmasını öngörüyordu (bu
    anayasanın maddeleri için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi,
    İstanbul 1980, I, 220 vd.).

    Medine'de müslüman nüfus azınlıkta olmasına rağmen, kurulan devlet bir
    İslâm devleti niteliğinde olup, bunun tabii başkanı da Resulullah
    (s.a.s)'dir. Daha önce Medine'de bir devlet yapısının olmayışı,
    Resulullah (s.a.s)'ın İslâm devletini kurup hiç kimse ile bir çatışmaya
    girmeden onu istediği gibi teşkilatlandırmasını kolaylaştırmıştı. Ancak
    İslâm devletinin kurulmasıyla krallığı suya düşen Abdullah İbn Ubeyy
    zahiren iman etmiş gözükerek, Medine İslâm devletini sabote etmek için
    var gücüyle çalışıyordu. Münafıkların lideri konumunda bulunan İbn
    Ubeyy, Medine dönemi boyunca, müslümanları sıkıntıya sokan etkili nifak
    hareketlerinin tezgâhlanmasında oldukça büyük rol oynamıştır.

    Mekke'den her şeylerini terkederek Allah yolunda hicret eden
    muhacirlerin Medine'deki yaşayışlarını kolaylaştırmak ve sosyal hayata
    adapte etmek için Resulullah (s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla
    kardeş ilân etmiş ve bu kardeşlik birbirine mirasçı olmak kadar ileri
    götürülmüştü. Bu olay tarihe "Muahat" * adıyla geçmiş ve Ensar'ın Allah
    yolunda, din kardeşleri için hiç tereddüt etmeden ne kadar büyük
    fedakârlıklarda bulunduklarını ortaya koymuştur.

    Artık, Mekke'de sadece bir cemaat statüsünde olan müslümanlar Medine'ye
    hicretle devletlerini kurmuş, bu da İslâm'ın tebliğ stratejisinde önemli
    değişiklikleri beraberinde getirmişti. Mekke döneminde savaş ferdi
    olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda yasaklanmıştı. Bu
    dönemin tabiatı bunu gerektirdiği için Allah Tealâ, onca işkence ve
    saldırılara rağmen müşriklere karşı silahla karşılık verilmesine izin
    vermemişti.

    İkinci Akabe Bey atının peşinden, Ensar'dan Abbas ibn Ubade; "Ya
    Resulullah, izin ver sana eziyet eden müşrikleri kılıçtan geçirelim"
    dediğinde Resulullah (s.a.s): Henüz bununla emrolunmadık,
    arkadaşlarınızın yanına dönün" buyurmuştu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).

    Hicretle birlikte, devletin kurulmasından hemen sonra, Allah Teâlâ
    inananlara İ'lay-ı Kelimetullah için kıyamete kadar sürecek cihatın
    kapısını açıyordu: "Zulme uğratılarak kendilerine savaş açılan
    kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım
    etmeye elbette kadirdir" (el-Hac, 22/39).

    Mekkeli müşrikler, hicretten sonra, kendileri açısından durumun
    vahametini anladıkları için Medineliler'den, Resulullah (s.a.s)'i
    öldürmeleri, en azından Medine'den sürmelerini istiyorlardı. Bu
    yapılmadığı takdirde Medine'yi işgal edecekleri tehditlerini
    savuruyorlardı. Resulullah (s.a.s), Medine'deki küçük müslüman toplumu
    teşkilatlandırmaya gayret gösterirken, sınırları tespit edilmiş ve henüz
    bir şehir devleti niteliğindeki bölgenin dışında kalan gayrimüslim
    kabilelerle ittifak veya saldırmazlık antlaşmaları yaparak dışardan
    gelebilecek bir tehlikeyi karşılayacak bir ortam hazırlamaya
    çalışıyordu. Ancak burada önemli olan husus, müslümanlar, planlarını
    savunmaya değil, İslâm tebliğinin aktif olarak diğer insanlara da
    ulaştırılması üzerinde yapıldığıdır. Bunun için askerî gücün
    kaçınılmazlığı açıktır. Bundan dolayıdır ki Hicret, sadece Mekkeli
    müslümanların Medine'ye intikali ile sınırlı tutulmamış, nerede olursa
    olsun iman eden herkesin Medine'ye hicreti farz kılınmıştır. Mekke'nin
    fethine kadar geçerli kalan bu hüküm, Mekke'nin fethiyle artık gerek
    kalmadığı için kaldırılmıştır.

    Resulullah (s.a.s), siyasî, sosyal ve cihatla alakalı inen ayetleri,
    Mescid-i Nebi'de ashabına öğretiyor, ayrıca Mescid-i Nebi'ye eklenen ve
    İslâm öğretiminin ilk üniversitesi mahiyetiniz olan Suffa'da yetişmiş
    ashabın katılımıyla bu eğitim faaliyetleri bütün müslümanları kapsayacak
    şekilde yerine getiriliyordu.

    Bu teşkilatlanma ve eğitim çalışmaları yanında İslâm devletinin en
    önemli düşmanı olan Mekkeli müşrik güçlere karşı silahlı bir faaliyetin
    hazırlıkları da yapılıyordu. Resulullah (s.a.s), Hicretten yedi ay
    sonra, Mekkeli müşriklere ait ve başında Ebu Cehil'in bulunduğu bir
    ticaret kervanını vurmak için Hz. Hamza komutasında otuz kişilik bir
    birliği Medine'den yola çıkardı. Ancak her iki tarafın da müttefiği olan
    Mecdi b. Amr'ın araya girmesiyle, savaş pozisyonu alan kuvvetler
    savaşmadan ayrılmışlardı.

    Bu olaydan bir ay sonra, altmış kişilik bir kuvveti Ubeyde b. el-Haris
    komutasında yine Mekke kervanının yolunu kesmek için göndermişti.
    Seniyyetül-Murre mevkiinde karşılaşan kuvvetler arasında yine ciddi bir
    çatışma meydana gelmemişti. Bununla birlikte, Mekke müşrikleri ile
    müslümanlar arasında tam bir savaş hali yaşanıyordu. Bunun için, bu
    kervanlara yapılan saldırılar, basit birer yol kesme hareketi değildi.
    Müşriklere ait ticaret kervanlarının İslâm devletinin nüfuz
    bölgelerinden geçmesi engellenerek, savaş halinde bulunan güçlerin
    ekonomilerinin çökertilmesi hedefleniyordu. Ayrıca bu küçük çaplı askerî
    operasyonlarla müslümanların savaş yeteneklerinin geliştirilmesi ve
    tecrübe kazanmalarını sağlayarak, ilerdeki büyük savaşlar için İslâm
    ordusunun alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyordu.

    Hicrî birinci senenin sonunda Sa'd b. Ebi Vakkas komutan tayin edilerek,
    yirmi kişilik bir kuvvetle el-Harrar bölgesine gönderilmişti. Ancak,
    Mekke kervanı bir gün önceden burayı terkettiği için yine bir çatışma
    olmadan Medineye dönülmüştü.

    Hicrî ikinci senenin Şevval ayında, ikiyüz kişilik bir kuvvetle
    Resulullah (s.a.s)'ın bizzat askerî sefere çıktığı görülmektedir. Bedir
    yakınlarındaki Vaddan bölgesine kadar giden Resulullah (s.a.s), bu
    bölgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldırmazlık antlaşması
    yapmıştı. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s), ikiyüz kişilik bir
    kuvvetle Medine'nin kuzey batı tarafında bulunan Buvat bölgesine gitti.
    Mekke kervanlarını sıkı bir takibe alan Resulullah (s.a.s), çıktığı
    seferler esnasında bir takım kabilelerle. antlaşmalar akdediyor ve
    Medine etrafındaki kabileleri Mekkeli müşriklere karşı kendi tarafına
    alıyordu.

    Bu arada, Şam ticaret yolunun müslümanlar tarafından kontrol altına
    alınması Mekke müşriklerinin tedirginliğini oldukça artırmıştı. Hicri
    ikinci yılın Cemaziyel-Ahir ayında, Kurz b. Cabir'in komutasındaki
    Mekkeli bir birlik Medine'nin dış mahallelerine baskın düzenlemiş ve
    buraları yağmalamıştı. Medine'ye henüz dönmüş bulunan Resulullah
    (s.a.s), bu Mekkeli birliği yakalamak için peşlerine düştüyse de, kaçıp
    gittiklerinden onlara yetişmesi mümkün olmamıştı. Bu olay müslümanlar
    için üzüntü verici olmuştu. Bunun üzerine Mekke'den bir kervanın yola
    çıktığı haberi alınınca Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin güney batı
    tarafında bulunan Benu Damra arazisine doğru yola çıktı. Burada Müdlic
    kabilesine mensup olup, hicret esnasında Resulullah (s.a.s)'i yakalamak
    isteyen, ancak sonra iman eden Suraka Resulullah (s.a.s)'i kabile
    mensupları ile birlikte büyük bir coşku ile karşılamıştı. Suraka'nın
    müslümanları ağırlaması esnasında Mekke kervanı savuşup gitmişti. Bu
    sefer esnasında savaşçıların sayısı yüz elli kişi kadardı.

    Suriye'ye giden kervanın yolunun kesilmesini sağlamak için Resulullah
    (s.a.s) iki kişiyi istihbarat maksadı ile Suriye'ye göndermişti. Ayrıca
    oniki kişilik bir birliği Abdullah b. Cahş komutasında, Mekke devletinin
    müslümanlar hakkında tasarladıkları planları öğrenmek için tehlikeli bi
    r görevle -Mekke'nin güneyinde,. Mekke ile Taif arasında bir yer olan
    Nahle mevkiine gönderdi. Bu birliğin gittiği yerin gizliliğini muhafaza
    için görevlerini bildiren mühürlü talimatın iki gün yol alındıktan sonra
    açılması emredilmişti. Bu birlik Nahle bölgesine geldiğinde Mekkelilere
    ait üzüm ve deri yüklü bir kervanla karşılaştı. Görevi sadece haber
    toplamak olan birliğin komutanı Abdullah İbn Cahş, bu kervana saldırı
    emri vermiş sonuçta bir müşrik öldürülmüş, iki esir alınmış ve
    kervandaki mallara ganimet olarak el konmuştu. İslâm devletine ait
    askerî birlikler düşmanla ilk defa ciddi bir çatışmaya girmiş oluyordu.

    Şam tarafına gitmiş olan kervanın dönüşte ele geçirilmesi için
    hazırlıklara girişildi. Bu kervanın yakalanması çok önemliydi. Çünkü
    Mekkeli müşrikler, Medine'de gün geçtikçe güçlenen İslâm devletine nihai
    darbeyi vurup ortadan kaldırmak için gerekli olan finansı sağlamak
    gayesiyle Ebu Süfyanın liderliğinde bu büyük kervanı Suriye'ye
    göndermişlerdi. Bu kervanın dönüş haberi Medine'ye ulaşınca Resulullah
    (s:a.s), Ebu Lübabe'yi Medine'de vekil bırakarak, Hicri ikinci yılın
    Ramazan ayında üçyüz kişiden oluşan ashabıyla birlikte yola çıktı. Bunu
    öğrenen Ebu Süfyan, kervanı kurtarmak için güzergah değiştirirken, aynı
    zamanda durumu Mekke'ye bildirerek acilen yardım yetiştirilmesini
    istemişti.

    Böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyen Ebu Cehil Mekke'de dolaşarak halkı
    galeyana getirmeye çalışıyordu. O, topladığı bin kişilik kuvvetin başına
    geçerek Medine'ye doğru yola çıkmıştı. İslâm ordusu Zefiran denilen
    yere geldiğinde, Mekkeliler'in kalabalık bir ordu ile yola çıktıkları
    haberi Peygamber'e ulaşmıştı. Diğer taraftan Ebu Süfyan kervanı
    kurtarmış ve tehlikeyi atlattığını yola çıkmış bulunan Mekke ordusuna
    bildirmişti. Ancak Ebu Cehil, yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek için
    yoluna devam etti. Ashabıyla bir durum değerlendirmesi yapan Resulullah
    (s.a.s), onların Allah yolunda savaşmadaki kararlılıklarını görünce
    kendi ordusundan üç kat daha kalabalık müşrik güçlerle savaş kararı
    alınarak yola devam edildi. Bedir mevkiine gelindiğinde, vaziyet almış
    durumdaki düşman ordusuna karşı mevzilendi.

    Bu savaş İslâm'ın kaderini belirleyecek bir mahiyet arzetmekte idi. Bu
    savaş ya kazanılacaktı veya üç yüz kahraman mücahitle birlikte İslâm
    risaleti tarihe karışacaktı. Durumun ciddiyetini, Resulullah (s.a.s)'in
    Rabbine yaptığı şu tazarru açıkca ortaya koymaktadır: "Allah'ım,
    vadettiğin yardımını bugün lütfet. Ey Rabbim, bugün şu küçük ordu yok
    olup giderse yeryüzünde sana kulluk eden kimse kalmayacak".

    Allah Tealâ bu esnada mü'minlere zaferi müjdeleyen şu ayeti vahyediyordu:

    "Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır" (el-Kalem, 68/45).

    17 Ramazan günü (13 Mart 624) yapılan savaşta Allah Teâlâ'nın vadi
    gerçekleşmiş ve düşman ordusu büyük bir hezimete uğratılmıştı. Ebu Cehil
    ve diğer bir grup ileri gelen müşrikler de dahil yetmiş müşrik
    öldürülmüş, çok sayıda da esir alınmıştı. İslâm ordusunun verdiği şehit
    sayısı ise on dört kişiydi (bk. Bedir Gazvesi).

    Bedir savaşı, Medine İslâm devletinin temellerini sağlamlaştırmış,
    inananlara büyük moral gücü kazandırmıştı. Artık bu savaşla hak batıla
    üstün gelmiş, küfrün, şirkin ve putperestliğin yeryüzünden silinip
    atılması için İslâm cihatı meşalesi tutuşturulmuştu.

    Bedir'den Medine'ye dönüldüğü zaman, İslâm'a duydukları düşmanlıktan
    dolayı içlerini kemiren ve müslümanların kazandığı bu büyük zaferi
    hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, düşmanlıklarını açığa vurmaya ve
    değişik yollarla müslümanlara sataşmaya başlamışlardı.

    İffetsiz bir kadın şair olan Asma binti Mervân ile Ebu Afek adındaki
    yahudi şairler, İslâma karşı haddi aştıkları için öldürülmüşlerdi.
    Yahudi kabileler içinde düşmanlıklarını ilk önce açığa vuran Kaynuka
    yahudileri, Bedir zaferini küçümsüyor, sebebini, Mekkeli arapların savaş
    bilmemelerine bağlayıp; "bizimle karşılaşsalar da savaş nasıl olurmuş
    görseler" diyerek müslümanları hafife alıyorlardı.

    Bir müslüman kadının yahudiler tarafından saldırıya uğraması üzerine
    çıkan olaydan sonra Resulullah (s.a.s), Kaynukaoğullarına savaş ilân
    etti. Müslümanlara karşı büyüklenen bu yahudi kabile, tıynetlerindeki
    korkaklıklarından, sarfettikleri sözleri unutup kalelerine kapanmaktan
    başka ça! re bulamadılar. Müslümanlarla çatışma cesaretini gösteremeyen
    Kaynukaoğulları teslim olmaları üzerine Medine'den sürülüp çıkarıldılar
    (bk. ; Kaynukaoğulları).

    Gelişen olaylar çerçevesinde Allah Teâlâ, sosyal, iktisadî, siyasî
    konulardaki ayetlerini, hikmetine binaen bir nüzul sebebi çerçevesinde
    gönderirken, İslâm savaş hukukuna dair teşrii de oluşmaya başlamıştı.
    İslâm, canlı bir hayat dini olduğu için, inen hükümler hemen toplum
    hayatına yansıtılıyor ve müslümanlar tarafından hazmedilerek,
    yaşayışlarını onlara göre düzene koyuyorlardı. İslâm tebliğinin Mekke
    safhası, nasıl ki kıyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde insanlara
    örnek teşkil etsin diye Allah tarafından o seçkin topluluğa
    yaşatılmışsa, Medine dönemi de, kıyamete kadar müslümanların ferdi
    yaşayışlarından devlet düzenine kadar her şeyleri için örnek olsun diye,
    yine o seçkin sahabeler topluluğuna yaşatılmakta idi.

    Bedir savaşından sonra Resulullah, Mekke müşrikleriyle müttefik
    konumundaki müşrik kabilelere karşı akınlara girişmişti. Bedir'de
    müslümanların elde ettiği zafer ve Kaynukaoğullarının ihanetlerine
    karşılık sürülmeleri, geri kalan yahudileri çileden çıkarmıştı. Bütün
    peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptığı
    antlaşmaya aykırı olarak Mekke müşrikleriyle gizliden gizliye komplolar
    hazırlamaya girişti. Yahudi liderlerinden şair Ka'b b. Eşref, Bedir
    zaferini duyduğu zaman üzüntüsünden;

    "Bugün yerin altı üstünden yeğdir" demiştir. Bu adam Mekke'ye gidiyor ve
    Bedrin intikamını almaları için onları harekete geçirmeye çalışıyor,
    yahudilerin kendilerine yardım yapacağına dair taahhütlerde bulunuyordu.
    Düşmanlıkta alenî davranan ve ileri giden bu yahudi öldürülerek fesatı
    engellenmişti.

    Bedir mağlubiyetini bir türlü hazmedemeyen ve öfkeden çılgına dönen
    müşrikler, intikam almak için hemen hazırlıklara girişmişlerdi. Bedir
    öncesi, Ebu Süfyan'ın Mekke'ye ulaştırdığı kervandan herkes sadece
    sermayelerini almış, kervanın 250.000 dirhem tutarındaki toplam kârı
    ordu teşkilinde harcanmak için ayrılmıştı. Mekke dışındaki bir çok
    kabileye heyetler gönderilerek para karşılığında asker toplama yoluna
    gidildi. Ordunun mümkün olduğu kadar büyük ve kalabalık olması
    gerekiyordu. Zira Medine'ye doğru yürüme cesaretini ancak bununla
    kendilerinde bulabilirlerdi.

    Admin
    Administrator

    Erkek Mesaj Sayısı : 2857
    Points : 6936
    Reputation : 7
    Kayıt tarihi : 03/05/11

    https://uydudreambox.swedishforum.net

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    Sayfa başına dön

    - Similar topics

     
    Bu forumun müsaadesi var:
    Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz