En bakılan konular
En son konular
Similar topics
Arama
Online E-Devlet Hizmetleri
Online E-Devlet HizmetleriTC Kimlik No
Vergi Kimlik No
SSK Hizmet Dökümü
İnternet Vergi Dairesi
Motorlu Taşıtlar Vergisi
Telefon Rehberi
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSS Sonuçları
KPSS Sonuçları
KPDS Sonuçları
LES Sonuçları
TUS Sonuçları
ÜDS Sonuçları
ALS Sonuçları
DGS Sonuçları
Diğer Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Takvimi
E-Devlet Linkleri:
Devletim.com
Online Hizmetler
Milli Eğitim Bakanlığı
Üniversiteler
Sağlık Bakanlığı
Emeklilik Hizmetleri
Hukuk ve Adalet
Emniyet Hizmetleri
Ekonomik ve Mali İşler
İş ve Eleman Arama
Genel Devlet Kurumları
Bakanlıklar
Valilikler
Belediyeler
Kaymakamlıklar
Siyasi Partiler
Silahlı Kuvvetler
Sivil Toplum
Engelli Sayfaları
Elçilik - Konsolosluklar
Avrupa Birliği
K.K.T.C.
Turizm
Tatil ve Gezi Rehberi
Deprem Linkleri
Haber Kaynakları
Mart 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 | 31 |
İLK YAPILAN MESCİD
1 sayfadaki 1 sayfası
İLK YAPILAN MESCİD
İLK YAPILAN MESCİD
Resulullah (s.a.s)'in ilk işi devesinin çöktüğü arsayı sahiplerinden
satın alarak buraya bir mescit inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebî adı
ile anılan bu mekânın İslâm devletinin oluşumu ve yönetilmesinde gördüğü
fonksiyon oldukça büyüktür.
MESCİDU'N-NEBEVİ
Resulullah (s.a.s)'ın Medine'ye hicretinden hemen sonra ashabıyla
birlikte bina ettiği mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul, Mescid-i Şerîf,
Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlarıyla da anılmaktadır. Mescid-i
Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryüzündeki mescitlerin en
faziletlisidir.
Resulullah (s.a.s), Hicret yolculuğunda kısa bir müddet Medine'nin
dışında bulunan Kuba köyünde kalmıştı. Bu esnada Kuba mescidi adıyla
bilenen mescidi inşa ettirmişti. Buradan yola çıkıp, Medine'ye girdiği
zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip ağırlama şerefine nail olabilmek
için herkes birbiriyle yarışa girmişti. Kendisini davet edenlere
Resulullah (s.a.s); "Bırakın deve serbestçe yürüsün. O bizi Allahın razı
olacağı bir yere kadar götürecektir" diyordu. Deve bir süre yürüdükten
sonra, iki yetim kardeşe ait boş bir arsaya çöktü. Buraya evi en yakın
olan Ebu Eyyub el-Ensarî, Resulullah (s.a.s)'ın eşyalarını alıp sevinçli
bir halde evine taşıdı (bk. Hicret mad.).
Resulullah (s.a.s)'ın devesinin çöktüğü bu arsa sahipleri olan
Neccaroğullarından Sehl ve Suheyl hibe etmek için ısrar ettilerse de
Resulullah (s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir
meblağ karşılığında burayı satın aldı. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a)
ödedi.
İbn Sa'd, Resulullah'ın Medine'ye hicretinden önce Esad ibn Zurare'nin
arkadaşlarıyla burada namaz kıldığını, ayrıca cuma namazlarını da burada
kıldırdığını nakletmektedir. Etrafı çevrili olan bu arsanın hemen
bitişiğinde, cahiliye insanlarının gömülü bulunduğu bir mezarlık vardı.
Resulullah bu mezarlığın kaldırılmasını istedi. Böylece mescidin inşa
edileceği arsa genişletilmiş oldu. Ayrıca burada bulunan su birikintisi
de yok edildi (Nesaî, Mesâcid, 12; İbn Sa'd Tabakatül-Kübrâ, Beyrut,
t.y, I, 239).
Bu arsa üzerinde hemen bir mescit bina edilmeye başlandı. Ensar, Muhacir
ve diğer gönüllü kimselerin de katıldığı kalabalık bir işçi-usta
topluluğu tarafından yürütülen çalışmalar sonunda mescit, kısa sürede
bina edildi. Resulullah (s.a.s) çalışmaları idare edip, mescidin kıble
tarafındaki temellerinin atılması ve diğer planlamaları yapmakla
yetinmeyip, çalışmalara bir işçi gibi taş, kerpiç taşıyarak katılmıştır.
O, bu çalışmalar esnasında şu beyitleri söylüyordu: "Allahım! Ahiret
hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et" (İbn
Sa'd a.g.e., I, 239-240).
Temeller toprak seviyesine kadar taş, zeminden yukarısı ise kerpiç
kullanılarak bina edildi. Temel yaklaşık olarak bir buçuk metre
derinliğinde açılmıştı.
Eni-boyu yüzer zıra (bir zıra =kırkbeş santim) olmak üzere, kare
şeklinde inşa edilen mescidin mihrabı Beytu'l-Makdis yönüne denk düşecek
şekilde kuzey duvarında işaretlenmişti. Üç tane kapıdan biri güney
tarafındaki arka duvarda, ikincisi batı tarafındaki duvarda, üçüncüsü
ise Resulullah (s.a.s)'in hücrelerinin bulunduğu doğu tarafında idi. Bu
kapıya Cibril kapısı denirdi.
Resulullah (s.a.s), ilk önceleri bir hurma kütüğü üzerine çıkarak hutbe
okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'ın isteği veya
ashabın, cemaatın kalabalıklaştığını ve arkadakilerin hutbe okurken onu
göremediklerini bildirmeleri üzerine, bir kaç basamaklı bir minber
yapılarak, mescite yerleştirildi (Buhârî, Cuma, 26; İbn Sa'd, a.g.e., I,
250-251).
Hicretten on altı ay sonra Kıblenin yönü Beytullah tarafına çevrildiği
zaman, güneydeki kapı kapatılarak, burası mihrab yapıldı, Kuzeydeki
duvarda da bir kapı açıldı. Mescitte namaz kılınan yerin üzeri açıktı.
Ancak mescitin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler üzerinde,
hurma, dal ve yapraklarından bir gölgelik yapılmıştı.
Mescitin doğu tarafında duvara bitişik olarak Resulullah (s.a.s)'in
hanımları Hz. Âişe (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh) için, iki oda inşa
edilmişti. Ayrıca yine mescite bitişik olarak, gündüzleri bir
eğitim-öğretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin
barınması için "Suffa" denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti.
Resulullah (s.a.s)'e ait odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek oda
sayısı dokuza çıkmıştır. Bunların hepsi kerpiçten idi (İbn Sa'd, a.g.e.,
I, 499).
Medine'de inşa edilen bu mescit aynı zamanda, kurulan İslâm devletine
ait bütün faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez niteliğinde idi.
Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış kararlarını
orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa çıkacak orduları
orada techiz ederek yola çıkarır, topluma ait bütün meseleler orada
çözüme kavuşturulur, hatta gerektiğinde suçlular ve esirler bağlanmak
suretiyle orada hapsedilirdi (Nesei, Mesâcid, 20).
Eğitim-öğretim faaliyetleri, mescitin "Suffa" denilen kısmında yerine
getiriliyordu. İslâm ümmetinin nüvesini oluşturan Ashab ve seçkin sahabe
âlimler, İslâmda ilk üniversite sayılabilecek bu mekanda yetişmişlerdi.
İslâm'ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından gelenler için aynı
zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu (İbn Sa'd a.g.e., 255). Bir
defasında, Temim kabilesine mensup yetmiş kişi burada barındırılmış idi
(Ahmed b. Hanbel, III, 371).
Resulullah (s.a.s), burada bizzat dersler veriyordu. Ancak, yeni gelen
ve başlangıçta olan öğrencilere okuma yazmayı ve Kur'an-ı Kerim'i
öğreten diğer öğretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak
yerlerden olmak üzere burada okuyan öğrencilerin dört yüz kişi gibi bir
sayıya ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük bir
bölümü, cömert sahabeler tarafından karşılanmaktaydı (M. Hamidullah,
İslam Peygamberi, İstanbul, 1980, II, 832).
Medine'de bir evi ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa'da yatıp
kalkıyor, ihtiyaçlarını buradan sağlıyorlardı (İbn Sa'd a.g.e, 255).
Mescid-i Nebevi, ilk inşa edilişinden sonra bir takım genişletme
faaliyetleri gördü. Hayber'in fethinden sonra Resulullah (s.a.s),
mesciti bir miktar genişletmişti. Resulullah (s.a.s), vefatından kısa
bir müddet önce, Hz. Ebu Bekir'in kapısı hariç odalardan mescite açılan
bütün kapıları kapattırmıştı (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s)
vefat ettiğinde Hz. Âişe (r.anha)'ye ait odada defnedilmiştir.
İlk ciddi genişletme, Hz. Ömer (r.a)'in hilâfeti zamanında yapıldı.
Güney tarafından beş, Batı ve Kuzey taraflarından da onar metre ilave
yapıldı. Doğu tarafına ilâve yapılmadı ve Resulullah (s.a.s)'ın
hanımlarının odaları olduğu gibi kaldı. Kuzey, doğu ve batı duvarlarında
ikişer tane olmak üzere, kapı sayısı altıya çıkarıldı. Hz. Ebu Bekir ve
Hz. Ömer vefat ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'ın yanına
defnedilmişlerdir.
Hicretin yirmi dokuzuncu yılında Hz. Osman (r.a), mesciti yeniden inşa
ettirdi. Duvarları süslü taş ile yeniden örüldü. Taş sütunlar
kullanılarak mescitin bir kısmının üzeri kapatıldı. Kapılarının
sayısında bir değişiklik yapılmadı. Bu yenileme ile mescitin genişliği
yüz elli zıra, uzunluğu ise yüz altmış zıra'a çıkmıştır (İbnu'l-Esîr,
el-Kâmil fi't-Tarih, III,103; Suyütî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986,
173).
Emevîler zamanında, Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz eliyle mescit
yeniden inşa ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan bire kadar süren
çalışmalarla mescit, doğu, batı ve kuzey yönlerinden genişletilmişti.
Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının odaları Mescide katılmıştır (İbn Sa'd,
a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i şerifleri Hz. Âişe
(r.anh) validemizin odasında bulunduğu için bu odanın sadece bir bölümü
mescite dahil edildi.
Mescitin duvarları taş ve kerpiç kullanılarak yapılmış ve mermerlerle
kaplanarak süslenmişti. Tavanı da Hindistan'da yetişen saac ağacı ile
örtüldü ve altın suyu ile yaldızlandı. Bu yenileme ile mescitin uzunluğu
ikiyüz zıra, genişliği de yüz altmış yedi zıra çıkmıştır. Sütunları
mermerden yapılarak, sütun başlıkları altınlarla süslendi. Eyvanların
yapımında taşlar kurşun kullanılarak birbirine geçirilip
sağlamlaştırıldı. Ravza-ı Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nın kabrinin
bulunduğu yer)'ın tavanı saac ağacı ile örtülerek yazılarla süslendi.
İlk olarak mihrab ve dört tane de minare yapıldı.
Abbasîlerden el-Mehdî, Hicrî 162-778'de kuzey tarafından genişleterek,
üç yıl süren çalışmalarla mesciti yeniledi. Yine 202 (817) yılında
Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.
576 (1180) yılında en-Nasır Lidinillah, Resulullah (s.a.s)'den kalan
değerli eşyayı muhafaza etmek için mescitin sahnında kubbeli bir oda
yaptırdı. Hz. Âişe (r.anh)'ın sakladıklarından bulabildiklerini buraya
koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'ın vefat ettiği zaman giymekte olduğu
çuhadan yapılmış rida ve izar, atlas kumaş ile işlemeli şal bir cübbe,
Bürde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kısım resmi evrak ve Ashabdan
bazılarına ait bir takım eşyadan ibaretti.
654 (1256) yılının Ramazan ayının ilk cuma günü, kandilleri yakan
kandilcinin ihmali, kutsal emanetlerin korunduğu sahndaki kubbeli oda
hariç, mescidin tamamen yanmasına sebep olmuştu. Abbasîler'den
el-Mu'tasım, 655 (1257) yılı hac mevsiminde ustalar ve malzeme
göndererek mescitin yeniden inşa edilmesini sağladı. Yemen Meliki
Muzaffer ve Mısır Meliki Nureddin Ali İbn Mu'iz'in de iştirak ettiği bu
çalışmalarla hücre-i nebeviye ve duvarların bir kısmı yeniden
yapılmıştı. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptırdığı sanat değeri çok yüksek
bir minberi de Mescite yerleştirmişti. Ancak, imar işi tamamlanamamıştı.
685 (1295)'de Baybars, yarım kalan inşaatı tamamladı ve küçük bulduğu
Melik Muzaffer'in minberini kaldırarak yerine, Mısır'dan getirttiği daha
büyük ve sanat bakımından daha zarif bir minberi yerleştirdi. 886
(1481) Ramazanının 13. günü minarelerden birine isabet eden yıldırım,
mescitin yanarak, duvarlarının yıkılmasına sebep oldu. Minber, mushaflar
ve kitapların tamamı yandı. Ravza-ı Mutahhara ve sahndaki kubbeli oda
bu yangından zarar görmemişti.
Mısır Memlûk Sultanı Eşref Kaytabay, Emir Sankar el-Cemalî'yi kalabalık bir usta kafilesiyle Medine'ye gönderdi.
Mescit biraz genişletilerek duvarlar ve minberler yeniden inşa edildi.
Mihrabı da biraz genişleterek, üzerini, çevresindeki direklerin
başlıklarına oturtulan bir Kubbe ile kapadılar. Ravza-ı Mutahhara'nın
duvarları üzerine de bir kubbe oturttular. Bunun üzerini de sütunların
taşıdığı diğer bir kubbe ile kapadılar. Sonra, Ravza-ı Mutahhara ile
kıble duvarı arasına, etrafını üç küçük kubbenin çevrelediği büyük bir
kubbe yapıldı. Yapılan diğer bazı kubbelerle de mescitin bir kısmı
örtülmüş oldu. Yeniden yapılan mihrap, renkli mermerler ile süslendi.
Rahmet kapısının yanında Medrese-i Mahmudiye adıyla anılan bir medrese
inşa edildi. Kaytabay, yapılan bu işler için yüzyirmibin dinar tahsis
etmişti.
Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî'nin bakımı titizlikle yerine
getirilmiş ve tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı Mutahhara'nın
üzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan dolayı
bu kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır valisi
Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'de birtakım restorasyon çalışmaları
yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden inşa edilmiştir.
Abdulmecid'in bu iş için seçtiği ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab
denilen kayadan sütunlar ve taşlar kestiler. Mesciti parça parça inşa
etmeye başladılar. Yani bir kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı.
1849-1861 yılları arasında on iki şene süren inşa çalışmaları ile mescit
yeni baştan inşa edildi.
Mayıs 1953'te başlatılan diğer bir çalışma ile, ön kısmı hariç yeni
baştan inşa edilerek bugünkü hale getirildi. İlk imar edildiğinde
yaklaşık 2475 m. kare büyüklüğünde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu süren
çeşitli inşa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genişliğe ulaşmıştır.
Bugün ise yeniden büyük genişletme çalışmalarıyla bu alan birkaç katına
çıkarılacak şekilde büyütülmüş bulunmaktadır.
Mescid-i Nebevî'nin Fazileti
Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra, yeryüzündeki
mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den bir çok
hadis varit olmuştur.
Mescid-i Nebî'de, bir bölüm vardı ki, Resulullah (s.a.s) burayı Cennet
bahçelerinden bir bahçe olarak nitelemiştir. Ayrıca minberini de aynı
şekilde vasıflandırmıştır.
Bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Resulullah, bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe okurdu. Ashabdan biri
şöyle dedi: "Ya Resulullah! Senin için bir şey yapalım ki, cuma günü
üzerine çıktığın zaman insanlar sizi görsün ve hutbenizi duyabilsinler"
dedi. Bunun üzerine Resulullah; "olur" dedi. Üç basamaklı bir minber
yapıldı. Daha önce yaslanıp hutbe okuduğu kütüğü geçince, kütükten on
aylık gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye başladı. Resulullah
onu eliyle meshetti ve ses kesildi (Buhârî, Cuma, 26; Nesaî, Cuma, 17;
İbn Mâce, İkame, 199; İbn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).
Resulullah (s.a.s), bu minberin üzerine çıktığı zaman şöyle demişti:
"Evimle minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim
de Cennet bahçelerinin üzerindedir (Ahmed b. Hanbel, II, 36, 450, 534;
V, 41). Diğer bir hadis de; "Evimle minberimin arası, Cennet
bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir" (Ahmed b.
Hanbel, II, 236) şeklindedir.
Minber hakkındaki başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"Minberimin ayakları Cennet üzerindedir" (Ahmed, b. Hanbel, VI 289, 292,
318; Nesaî, Mesâcid, .
Bu hadisler, Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'ın minberi de dahil olmak
üzere, minberi ile evi arasında kalan bölümün Cennet bahçelerinden
birisi hükmünde olduğunu teyit ederek ortaya koymaktadır. Buna göre,
burada bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir ibadetde
bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahçelerinden birinde yapmış gibidir.
Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa
çıkılabilecek üç mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir hadis-i
şerifinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Üç mescitten başka
bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz: Mescid-i
Horam, Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, Fedâilü's-Salat, 1, 6).
Mescid-i Nebî'de kılınan namaz, diğer mescitlerde kılınan namazlardan
çok daha faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan Resulullah
(s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir: Mescitimde namaz,
Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha
hayırlıdır" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Başka bir rivayette "daha
faziletlidir" (Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4) buyrulur.
Bunun içindir ki, hac farizasını ifa etmek için bu topraklara yönelen
insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet etmenin
güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar.
Namazın dışında, diğer hayırlı ameller için de Mescid-i Nebevî üstün bir
mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat fazlasıyla
mükafatlandırılır. Bunun böyle olduğunu vurgulamak için Resulullah
(s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şöyle
buyurmaktadır: Mescitime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen,
Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının
kazancını seyreden kimseye benzer" (Ahmed b. Hanbel, II, 418).
Resulullah (s.a.s), Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa yanında kendi
mescidinin konumunu bildirmek maksadıyla şöyle demiştir: Ben
peygamberlerin sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur"
(Nesaî, Mesâcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu üç mescitin dışında inşa
edilecek hiç bir mescitin, diğerlerinden farkı olmadığını ve fazilet
bakımından birbirine denk olduğunu da ortaya koymaktadır.
Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret ettiği zaman, burada Mekke'deki
gibi bir devlet yoktu. İki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec'den
başka, varlıklarını bu kabileleri birbirine karşı çatıştırarak sürdüren
Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarında üç yahudi kabilesi
bulunmaktaydı. Ayrıca bu yahudi kabileleri arasında da bir birlik yoktu.
Bu anarşi ortamı herkesi bıktırmış olduğu için, bütün kabileler
Abdullah İbn Ubeyy'in Medine'de Kral ilân edilerek bir devlet
otoritesinin kurulması yolunda bir karar üzerinde anlaşmalarını
sağlamıştı. Hatta bunun için bir krallık tacının yapılması için de
sipariş bile verilmişti. Ancak henüz devlet teşekkül etmiş değildi. Bu
durum Resulullah'ın işini kolaylaştırıyordu. O, ilk iş olarak, yahudiler
ve diğer müşrik Araplar da dahil herkesi toplayarak hazırladığı anayasa
çerçevesinde bir devlet kurulmasını sağlama yoluna gitti. Elli iki
maddeden oluşan anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarını belirtirken
aynı zamanda idarenin müslümanların elinde olmasını öngörüyordu (bu
anayasanın maddeleri için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi,
İstanbul 1980, I, 220 vd.).
Medine'de müslüman nüfus azınlıkta olmasına rağmen, kurulan devlet bir
İslâm devleti niteliğinde olup, bunun tabii başkanı da Resulullah
(s.a.s)'dir. Daha önce Medine'de bir devlet yapısının olmayışı,
Resulullah (s.a.s)'ın İslâm devletini kurup hiç kimse ile bir çatışmaya
girmeden onu istediği gibi teşkilatlandırmasını kolaylaştırmıştı. Ancak
İslâm devletinin kurulmasıyla krallığı suya düşen Abdullah İbn Ubeyy
zahiren iman etmiş gözükerek, Medine İslâm devletini sabote etmek için
var gücüyle çalışıyordu. Münafıkların lideri konumunda bulunan İbn
Ubeyy, Medine dönemi boyunca, müslümanları sıkıntıya sokan etkili nifak
hareketlerinin tezgâhlanmasında oldukça büyük rol oynamıştır.
Mekke'den her şeylerini terkederek Allah yolunda hicret eden
muhacirlerin Medine'deki yaşayışlarını kolaylaştırmak ve sosyal hayata
adapte etmek için Resulullah (s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla
kardeş ilân etmiş ve bu kardeşlik birbirine mirasçı olmak kadar ileri
götürülmüştü. Bu olay tarihe "Muahat" * adıyla geçmiş ve Ensar'ın Allah
yolunda, din kardeşleri için hiç tereddüt etmeden ne kadar büyük
fedakârlıklarda bulunduklarını ortaya koymuştur.
Artık, Mekke'de sadece bir cemaat statüsünde olan müslümanlar Medine'ye
hicretle devletlerini kurmuş, bu da İslâm'ın tebliğ stratejisinde önemli
değişiklikleri beraberinde getirmişti. Mekke döneminde savaş ferdi
olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda yasaklanmıştı. Bu
dönemin tabiatı bunu gerektirdiği için Allah Tealâ, onca işkence ve
saldırılara rağmen müşriklere karşı silahla karşılık verilmesine izin
vermemişti.
İkinci Akabe Bey atının peşinden, Ensar'dan Abbas ibn Ubade; "Ya
Resulullah, izin ver sana eziyet eden müşrikleri kılıçtan geçirelim"
dediğinde Resulullah (s.a.s): Henüz bununla emrolunmadık,
arkadaşlarınızın yanına dönün" buyurmuştu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).
Hicretle birlikte, devletin kurulmasından hemen sonra, Allah Teâlâ
inananlara İ'lay-ı Kelimetullah için kıyamete kadar sürecek cihatın
kapısını açıyordu: "Zulme uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım
etmeye elbette kadirdir" (el-Hac, 22/39).
Mekkeli müşrikler, hicretten sonra, kendileri açısından durumun
vahametini anladıkları için Medineliler'den, Resulullah (s.a.s)'i
öldürmeleri, en azından Medine'den sürmelerini istiyorlardı. Bu
yapılmadığı takdirde Medine'yi işgal edecekleri tehditlerini
savuruyorlardı. Resulullah (s.a.s), Medine'deki küçük müslüman toplumu
teşkilatlandırmaya gayret gösterirken, sınırları tespit edilmiş ve henüz
bir şehir devleti niteliğindeki bölgenin dışında kalan gayrimüslim
kabilelerle ittifak veya saldırmazlık antlaşmaları yaparak dışardan
gelebilecek bir tehlikeyi karşılayacak bir ortam hazırlamaya
çalışıyordu. Ancak burada önemli olan husus, müslümanlar, planlarını
savunmaya değil, İslâm tebliğinin aktif olarak diğer insanlara da
ulaştırılması üzerinde yapıldığıdır. Bunun için askerî gücün
kaçınılmazlığı açıktır. Bundan dolayıdır ki Hicret, sadece Mekkeli
müslümanların Medine'ye intikali ile sınırlı tutulmamış, nerede olursa
olsun iman eden herkesin Medine'ye hicreti farz kılınmıştır. Mekke'nin
fethine kadar geçerli kalan bu hüküm, Mekke'nin fethiyle artık gerek
kalmadığı için kaldırılmıştır.
Resulullah (s.a.s), siyasî, sosyal ve cihatla alakalı inen ayetleri,
Mescid-i Nebi'de ashabına öğretiyor, ayrıca Mescid-i Nebi'ye eklenen ve
İslâm öğretiminin ilk üniversitesi mahiyetiniz olan Suffa'da yetişmiş
ashabın katılımıyla bu eğitim faaliyetleri bütün müslümanları kapsayacak
şekilde yerine getiriliyordu.
Bu teşkilatlanma ve eğitim çalışmaları yanında İslâm devletinin en
önemli düşmanı olan Mekkeli müşrik güçlere karşı silahlı bir faaliyetin
hazırlıkları da yapılıyordu. Resulullah (s.a.s), Hicretten yedi ay
sonra, Mekkeli müşriklere ait ve başında Ebu Cehil'in bulunduğu bir
ticaret kervanını vurmak için Hz. Hamza komutasında otuz kişilik bir
birliği Medine'den yola çıkardı. Ancak her iki tarafın da müttefiği olan
Mecdi b. Amr'ın araya girmesiyle, savaş pozisyonu alan kuvvetler
savaşmadan ayrılmışlardı.
Bu olaydan bir ay sonra, altmış kişilik bir kuvveti Ubeyde b. el-Haris
komutasında yine Mekke kervanının yolunu kesmek için göndermişti.
Seniyyetül-Murre mevkiinde karşılaşan kuvvetler arasında yine ciddi bir
çatışma meydana gelmemişti. Bununla birlikte, Mekke müşrikleri ile
müslümanlar arasında tam bir savaş hali yaşanıyordu. Bunun için, bu
kervanlara yapılan saldırılar, basit birer yol kesme hareketi değildi.
Müşriklere ait ticaret kervanlarının İslâm devletinin nüfuz
bölgelerinden geçmesi engellenerek, savaş halinde bulunan güçlerin
ekonomilerinin çökertilmesi hedefleniyordu. Ayrıca bu küçük çaplı askerî
operasyonlarla müslümanların savaş yeteneklerinin geliştirilmesi ve
tecrübe kazanmalarını sağlayarak, ilerdeki büyük savaşlar için İslâm
ordusunun alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyordu.
Hicrî birinci senenin sonunda Sa'd b. Ebi Vakkas komutan tayin edilerek,
yirmi kişilik bir kuvvetle el-Harrar bölgesine gönderilmişti. Ancak,
Mekke kervanı bir gün önceden burayı terkettiği için yine bir çatışma
olmadan Medineye dönülmüştü.
Hicrî ikinci senenin Şevval ayında, ikiyüz kişilik bir kuvvetle
Resulullah (s.a.s)'ın bizzat askerî sefere çıktığı görülmektedir. Bedir
yakınlarındaki Vaddan bölgesine kadar giden Resulullah (s.a.s), bu
bölgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldırmazlık antlaşması
yapmıştı. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s), ikiyüz kişilik bir
kuvvetle Medine'nin kuzey batı tarafında bulunan Buvat bölgesine gitti.
Mekke kervanlarını sıkı bir takibe alan Resulullah (s.a.s), çıktığı
seferler esnasında bir takım kabilelerle. antlaşmalar akdediyor ve
Medine etrafındaki kabileleri Mekkeli müşriklere karşı kendi tarafına
alıyordu.
Bu arada, Şam ticaret yolunun müslümanlar tarafından kontrol altına
alınması Mekke müşriklerinin tedirginliğini oldukça artırmıştı. Hicri
ikinci yılın Cemaziyel-Ahir ayında, Kurz b. Cabir'in komutasındaki
Mekkeli bir birlik Medine'nin dış mahallelerine baskın düzenlemiş ve
buraları yağmalamıştı. Medine'ye henüz dönmüş bulunan Resulullah
(s.a.s), bu Mekkeli birliği yakalamak için peşlerine düştüyse de, kaçıp
gittiklerinden onlara yetişmesi mümkün olmamıştı. Bu olay müslümanlar
için üzüntü verici olmuştu. Bunun üzerine Mekke'den bir kervanın yola
çıktığı haberi alınınca Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin güney batı
tarafında bulunan Benu Damra arazisine doğru yola çıktı. Burada Müdlic
kabilesine mensup olup, hicret esnasında Resulullah (s.a.s)'i yakalamak
isteyen, ancak sonra iman eden Suraka Resulullah (s.a.s)'i kabile
mensupları ile birlikte büyük bir coşku ile karşılamıştı. Suraka'nın
müslümanları ağırlaması esnasında Mekke kervanı savuşup gitmişti. Bu
sefer esnasında savaşçıların sayısı yüz elli kişi kadardı.
Suriye'ye giden kervanın yolunun kesilmesini sağlamak için Resulullah
(s.a.s) iki kişiyi istihbarat maksadı ile Suriye'ye göndermişti. Ayrıca
oniki kişilik bir birliği Abdullah b. Cahş komutasında, Mekke devletinin
müslümanlar hakkında tasarladıkları planları öğrenmek için tehlikeli bi
r görevle -Mekke'nin güneyinde,. Mekke ile Taif arasında bir yer olan
Nahle mevkiine gönderdi. Bu birliğin gittiği yerin gizliliğini muhafaza
için görevlerini bildiren mühürlü talimatın iki gün yol alındıktan sonra
açılması emredilmişti. Bu birlik Nahle bölgesine geldiğinde Mekkelilere
ait üzüm ve deri yüklü bir kervanla karşılaştı. Görevi sadece haber
toplamak olan birliğin komutanı Abdullah İbn Cahş, bu kervana saldırı
emri vermiş sonuçta bir müşrik öldürülmüş, iki esir alınmış ve
kervandaki mallara ganimet olarak el konmuştu. İslâm devletine ait
askerî birlikler düşmanla ilk defa ciddi bir çatışmaya girmiş oluyordu.
Şam tarafına gitmiş olan kervanın dönüşte ele geçirilmesi için
hazırlıklara girişildi. Bu kervanın yakalanması çok önemliydi. Çünkü
Mekkeli müşrikler, Medine'de gün geçtikçe güçlenen İslâm devletine nihai
darbeyi vurup ortadan kaldırmak için gerekli olan finansı sağlamak
gayesiyle Ebu Süfyanın liderliğinde bu büyük kervanı Suriye'ye
göndermişlerdi. Bu kervanın dönüş haberi Medine'ye ulaşınca Resulullah
(s:a.s), Ebu Lübabe'yi Medine'de vekil bırakarak, Hicri ikinci yılın
Ramazan ayında üçyüz kişiden oluşan ashabıyla birlikte yola çıktı. Bunu
öğrenen Ebu Süfyan, kervanı kurtarmak için güzergah değiştirirken, aynı
zamanda durumu Mekke'ye bildirerek acilen yardım yetiştirilmesini
istemişti.
Böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyen Ebu Cehil Mekke'de dolaşarak halkı
galeyana getirmeye çalışıyordu. O, topladığı bin kişilik kuvvetin başına
geçerek Medine'ye doğru yola çıkmıştı. İslâm ordusu Zefiran denilen
yere geldiğinde, Mekkeliler'in kalabalık bir ordu ile yola çıktıkları
haberi Peygamber'e ulaşmıştı. Diğer taraftan Ebu Süfyan kervanı
kurtarmış ve tehlikeyi atlattığını yola çıkmış bulunan Mekke ordusuna
bildirmişti. Ancak Ebu Cehil, yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek için
yoluna devam etti. Ashabıyla bir durum değerlendirmesi yapan Resulullah
(s.a.s), onların Allah yolunda savaşmadaki kararlılıklarını görünce
kendi ordusundan üç kat daha kalabalık müşrik güçlerle savaş kararı
alınarak yola devam edildi. Bedir mevkiine gelindiğinde, vaziyet almış
durumdaki düşman ordusuna karşı mevzilendi.
Bu savaş İslâm'ın kaderini belirleyecek bir mahiyet arzetmekte idi. Bu
savaş ya kazanılacaktı veya üç yüz kahraman mücahitle birlikte İslâm
risaleti tarihe karışacaktı. Durumun ciddiyetini, Resulullah (s.a.s)'in
Rabbine yaptığı şu tazarru açıkca ortaya koymaktadır: "Allah'ım,
vadettiğin yardımını bugün lütfet. Ey Rabbim, bugün şu küçük ordu yok
olup giderse yeryüzünde sana kulluk eden kimse kalmayacak".
Allah Tealâ bu esnada mü'minlere zaferi müjdeleyen şu ayeti vahyediyordu:
"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır" (el-Kalem, 68/45).
17 Ramazan günü (13 Mart 624) yapılan savaşta Allah Teâlâ'nın vadi
gerçekleşmiş ve düşman ordusu büyük bir hezimete uğratılmıştı. Ebu Cehil
ve diğer bir grup ileri gelen müşrikler de dahil yetmiş müşrik
öldürülmüş, çok sayıda da esir alınmıştı. İslâm ordusunun verdiği şehit
sayısı ise on dört kişiydi (bk. Bedir Gazvesi).
Bedir savaşı, Medine İslâm devletinin temellerini sağlamlaştırmış,
inananlara büyük moral gücü kazandırmıştı. Artık bu savaşla hak batıla
üstün gelmiş, küfrün, şirkin ve putperestliğin yeryüzünden silinip
atılması için İslâm cihatı meşalesi tutuşturulmuştu.
Bedir'den Medine'ye dönüldüğü zaman, İslâm'a duydukları düşmanlıktan
dolayı içlerini kemiren ve müslümanların kazandığı bu büyük zaferi
hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, düşmanlıklarını açığa vurmaya ve
değişik yollarla müslümanlara sataşmaya başlamışlardı.
İffetsiz bir kadın şair olan Asma binti Mervân ile Ebu Afek adındaki
yahudi şairler, İslâma karşı haddi aştıkları için öldürülmüşlerdi.
Yahudi kabileler içinde düşmanlıklarını ilk önce açığa vuran Kaynuka
yahudileri, Bedir zaferini küçümsüyor, sebebini, Mekkeli arapların savaş
bilmemelerine bağlayıp; "bizimle karşılaşsalar da savaş nasıl olurmuş
görseler" diyerek müslümanları hafife alıyorlardı.
Bir müslüman kadının yahudiler tarafından saldırıya uğraması üzerine
çıkan olaydan sonra Resulullah (s.a.s), Kaynukaoğullarına savaş ilân
etti. Müslümanlara karşı büyüklenen bu yahudi kabile, tıynetlerindeki
korkaklıklarından, sarfettikleri sözleri unutup kalelerine kapanmaktan
başka ça! re bulamadılar. Müslümanlarla çatışma cesaretini gösteremeyen
Kaynukaoğulları teslim olmaları üzerine Medine'den sürülüp çıkarıldılar
(bk. ; Kaynukaoğulları).
Gelişen olaylar çerçevesinde Allah Teâlâ, sosyal, iktisadî, siyasî
konulardaki ayetlerini, hikmetine binaen bir nüzul sebebi çerçevesinde
gönderirken, İslâm savaş hukukuna dair teşrii de oluşmaya başlamıştı.
İslâm, canlı bir hayat dini olduğu için, inen hükümler hemen toplum
hayatına yansıtılıyor ve müslümanlar tarafından hazmedilerek,
yaşayışlarını onlara göre düzene koyuyorlardı. İslâm tebliğinin Mekke
safhası, nasıl ki kıyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde insanlara
örnek teşkil etsin diye Allah tarafından o seçkin topluluğa
yaşatılmışsa, Medine dönemi de, kıyamete kadar müslümanların ferdi
yaşayışlarından devlet düzenine kadar her şeyleri için örnek olsun diye,
yine o seçkin sahabeler topluluğuna yaşatılmakta idi.
Bedir savaşından sonra Resulullah, Mekke müşrikleriyle müttefik
konumundaki müşrik kabilelere karşı akınlara girişmişti. Bedir'de
müslümanların elde ettiği zafer ve Kaynukaoğullarının ihanetlerine
karşılık sürülmeleri, geri kalan yahudileri çileden çıkarmıştı. Bütün
peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptığı
antlaşmaya aykırı olarak Mekke müşrikleriyle gizliden gizliye komplolar
hazırlamaya girişti. Yahudi liderlerinden şair Ka'b b. Eşref, Bedir
zaferini duyduğu zaman üzüntüsünden;
"Bugün yerin altı üstünden yeğdir" demiştir. Bu adam Mekke'ye gidiyor ve
Bedrin intikamını almaları için onları harekete geçirmeye çalışıyor,
yahudilerin kendilerine yardım yapacağına dair taahhütlerde bulunuyordu.
Düşmanlıkta alenî davranan ve ileri giden bu yahudi öldürülerek fesatı
engellenmişti.
Bedir mağlubiyetini bir türlü hazmedemeyen ve öfkeden çılgına dönen
müşrikler, intikam almak için hemen hazırlıklara girişmişlerdi. Bedir
öncesi, Ebu Süfyan'ın Mekke'ye ulaştırdığı kervandan herkes sadece
sermayelerini almış, kervanın 250.000 dirhem tutarındaki toplam kârı
ordu teşkilinde harcanmak için ayrılmıştı. Mekke dışındaki bir çok
kabileye heyetler gönderilerek para karşılığında asker toplama yoluna
gidildi. Ordunun mümkün olduğu kadar büyük ve kalabalık olması
gerekiyordu. Zira Medine'ye doğru yürüme cesaretini ancak bununla
kendilerinde bulabilirlerdi.
Resulullah (s.a.s)'in ilk işi devesinin çöktüğü arsayı sahiplerinden
satın alarak buraya bir mescit inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebî adı
ile anılan bu mekânın İslâm devletinin oluşumu ve yönetilmesinde gördüğü
fonksiyon oldukça büyüktür.
MESCİDU'N-NEBEVİ
Resulullah (s.a.s)'ın Medine'ye hicretinden hemen sonra ashabıyla
birlikte bina ettiği mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul, Mescid-i Şerîf,
Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlarıyla da anılmaktadır. Mescid-i
Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryüzündeki mescitlerin en
faziletlisidir.
Resulullah (s.a.s), Hicret yolculuğunda kısa bir müddet Medine'nin
dışında bulunan Kuba köyünde kalmıştı. Bu esnada Kuba mescidi adıyla
bilenen mescidi inşa ettirmişti. Buradan yola çıkıp, Medine'ye girdiği
zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip ağırlama şerefine nail olabilmek
için herkes birbiriyle yarışa girmişti. Kendisini davet edenlere
Resulullah (s.a.s); "Bırakın deve serbestçe yürüsün. O bizi Allahın razı
olacağı bir yere kadar götürecektir" diyordu. Deve bir süre yürüdükten
sonra, iki yetim kardeşe ait boş bir arsaya çöktü. Buraya evi en yakın
olan Ebu Eyyub el-Ensarî, Resulullah (s.a.s)'ın eşyalarını alıp sevinçli
bir halde evine taşıdı (bk. Hicret mad.).
Resulullah (s.a.s)'ın devesinin çöktüğü bu arsa sahipleri olan
Neccaroğullarından Sehl ve Suheyl hibe etmek için ısrar ettilerse de
Resulullah (s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir
meblağ karşılığında burayı satın aldı. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a)
ödedi.
İbn Sa'd, Resulullah'ın Medine'ye hicretinden önce Esad ibn Zurare'nin
arkadaşlarıyla burada namaz kıldığını, ayrıca cuma namazlarını da burada
kıldırdığını nakletmektedir. Etrafı çevrili olan bu arsanın hemen
bitişiğinde, cahiliye insanlarının gömülü bulunduğu bir mezarlık vardı.
Resulullah bu mezarlığın kaldırılmasını istedi. Böylece mescidin inşa
edileceği arsa genişletilmiş oldu. Ayrıca burada bulunan su birikintisi
de yok edildi (Nesaî, Mesâcid, 12; İbn Sa'd Tabakatül-Kübrâ, Beyrut,
t.y, I, 239).
Bu arsa üzerinde hemen bir mescit bina edilmeye başlandı. Ensar, Muhacir
ve diğer gönüllü kimselerin de katıldığı kalabalık bir işçi-usta
topluluğu tarafından yürütülen çalışmalar sonunda mescit, kısa sürede
bina edildi. Resulullah (s.a.s) çalışmaları idare edip, mescidin kıble
tarafındaki temellerinin atılması ve diğer planlamaları yapmakla
yetinmeyip, çalışmalara bir işçi gibi taş, kerpiç taşıyarak katılmıştır.
O, bu çalışmalar esnasında şu beyitleri söylüyordu: "Allahım! Ahiret
hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et" (İbn
Sa'd a.g.e., I, 239-240).
Temeller toprak seviyesine kadar taş, zeminden yukarısı ise kerpiç
kullanılarak bina edildi. Temel yaklaşık olarak bir buçuk metre
derinliğinde açılmıştı.
Eni-boyu yüzer zıra (bir zıra =kırkbeş santim) olmak üzere, kare
şeklinde inşa edilen mescidin mihrabı Beytu'l-Makdis yönüne denk düşecek
şekilde kuzey duvarında işaretlenmişti. Üç tane kapıdan biri güney
tarafındaki arka duvarda, ikincisi batı tarafındaki duvarda, üçüncüsü
ise Resulullah (s.a.s)'in hücrelerinin bulunduğu doğu tarafında idi. Bu
kapıya Cibril kapısı denirdi.
Resulullah (s.a.s), ilk önceleri bir hurma kütüğü üzerine çıkarak hutbe
okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'ın isteği veya
ashabın, cemaatın kalabalıklaştığını ve arkadakilerin hutbe okurken onu
göremediklerini bildirmeleri üzerine, bir kaç basamaklı bir minber
yapılarak, mescite yerleştirildi (Buhârî, Cuma, 26; İbn Sa'd, a.g.e., I,
250-251).
Hicretten on altı ay sonra Kıblenin yönü Beytullah tarafına çevrildiği
zaman, güneydeki kapı kapatılarak, burası mihrab yapıldı, Kuzeydeki
duvarda da bir kapı açıldı. Mescitte namaz kılınan yerin üzeri açıktı.
Ancak mescitin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler üzerinde,
hurma, dal ve yapraklarından bir gölgelik yapılmıştı.
Mescitin doğu tarafında duvara bitişik olarak Resulullah (s.a.s)'in
hanımları Hz. Âişe (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh) için, iki oda inşa
edilmişti. Ayrıca yine mescite bitişik olarak, gündüzleri bir
eğitim-öğretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin
barınması için "Suffa" denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti.
Resulullah (s.a.s)'e ait odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek oda
sayısı dokuza çıkmıştır. Bunların hepsi kerpiçten idi (İbn Sa'd, a.g.e.,
I, 499).
Medine'de inşa edilen bu mescit aynı zamanda, kurulan İslâm devletine
ait bütün faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez niteliğinde idi.
Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış kararlarını
orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa çıkacak orduları
orada techiz ederek yola çıkarır, topluma ait bütün meseleler orada
çözüme kavuşturulur, hatta gerektiğinde suçlular ve esirler bağlanmak
suretiyle orada hapsedilirdi (Nesei, Mesâcid, 20).
Eğitim-öğretim faaliyetleri, mescitin "Suffa" denilen kısmında yerine
getiriliyordu. İslâm ümmetinin nüvesini oluşturan Ashab ve seçkin sahabe
âlimler, İslâmda ilk üniversite sayılabilecek bu mekanda yetişmişlerdi.
İslâm'ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından gelenler için aynı
zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu (İbn Sa'd a.g.e., 255). Bir
defasında, Temim kabilesine mensup yetmiş kişi burada barındırılmış idi
(Ahmed b. Hanbel, III, 371).
Resulullah (s.a.s), burada bizzat dersler veriyordu. Ancak, yeni gelen
ve başlangıçta olan öğrencilere okuma yazmayı ve Kur'an-ı Kerim'i
öğreten diğer öğretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak
yerlerden olmak üzere burada okuyan öğrencilerin dört yüz kişi gibi bir
sayıya ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük bir
bölümü, cömert sahabeler tarafından karşılanmaktaydı (M. Hamidullah,
İslam Peygamberi, İstanbul, 1980, II, 832).
Medine'de bir evi ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa'da yatıp
kalkıyor, ihtiyaçlarını buradan sağlıyorlardı (İbn Sa'd a.g.e, 255).
Mescid-i Nebevi, ilk inşa edilişinden sonra bir takım genişletme
faaliyetleri gördü. Hayber'in fethinden sonra Resulullah (s.a.s),
mesciti bir miktar genişletmişti. Resulullah (s.a.s), vefatından kısa
bir müddet önce, Hz. Ebu Bekir'in kapısı hariç odalardan mescite açılan
bütün kapıları kapattırmıştı (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s)
vefat ettiğinde Hz. Âişe (r.anha)'ye ait odada defnedilmiştir.
İlk ciddi genişletme, Hz. Ömer (r.a)'in hilâfeti zamanında yapıldı.
Güney tarafından beş, Batı ve Kuzey taraflarından da onar metre ilave
yapıldı. Doğu tarafına ilâve yapılmadı ve Resulullah (s.a.s)'ın
hanımlarının odaları olduğu gibi kaldı. Kuzey, doğu ve batı duvarlarında
ikişer tane olmak üzere, kapı sayısı altıya çıkarıldı. Hz. Ebu Bekir ve
Hz. Ömer vefat ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'ın yanına
defnedilmişlerdir.
Hicretin yirmi dokuzuncu yılında Hz. Osman (r.a), mesciti yeniden inşa
ettirdi. Duvarları süslü taş ile yeniden örüldü. Taş sütunlar
kullanılarak mescitin bir kısmının üzeri kapatıldı. Kapılarının
sayısında bir değişiklik yapılmadı. Bu yenileme ile mescitin genişliği
yüz elli zıra, uzunluğu ise yüz altmış zıra'a çıkmıştır (İbnu'l-Esîr,
el-Kâmil fi't-Tarih, III,103; Suyütî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986,
173).
Emevîler zamanında, Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz eliyle mescit
yeniden inşa ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan bire kadar süren
çalışmalarla mescit, doğu, batı ve kuzey yönlerinden genişletilmişti.
Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının odaları Mescide katılmıştır (İbn Sa'd,
a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i şerifleri Hz. Âişe
(r.anh) validemizin odasında bulunduğu için bu odanın sadece bir bölümü
mescite dahil edildi.
Mescitin duvarları taş ve kerpiç kullanılarak yapılmış ve mermerlerle
kaplanarak süslenmişti. Tavanı da Hindistan'da yetişen saac ağacı ile
örtüldü ve altın suyu ile yaldızlandı. Bu yenileme ile mescitin uzunluğu
ikiyüz zıra, genişliği de yüz altmış yedi zıra çıkmıştır. Sütunları
mermerden yapılarak, sütun başlıkları altınlarla süslendi. Eyvanların
yapımında taşlar kurşun kullanılarak birbirine geçirilip
sağlamlaştırıldı. Ravza-ı Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nın kabrinin
bulunduğu yer)'ın tavanı saac ağacı ile örtülerek yazılarla süslendi.
İlk olarak mihrab ve dört tane de minare yapıldı.
Abbasîlerden el-Mehdî, Hicrî 162-778'de kuzey tarafından genişleterek,
üç yıl süren çalışmalarla mesciti yeniledi. Yine 202 (817) yılında
Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.
576 (1180) yılında en-Nasır Lidinillah, Resulullah (s.a.s)'den kalan
değerli eşyayı muhafaza etmek için mescitin sahnında kubbeli bir oda
yaptırdı. Hz. Âişe (r.anh)'ın sakladıklarından bulabildiklerini buraya
koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'ın vefat ettiği zaman giymekte olduğu
çuhadan yapılmış rida ve izar, atlas kumaş ile işlemeli şal bir cübbe,
Bürde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kısım resmi evrak ve Ashabdan
bazılarına ait bir takım eşyadan ibaretti.
654 (1256) yılının Ramazan ayının ilk cuma günü, kandilleri yakan
kandilcinin ihmali, kutsal emanetlerin korunduğu sahndaki kubbeli oda
hariç, mescidin tamamen yanmasına sebep olmuştu. Abbasîler'den
el-Mu'tasım, 655 (1257) yılı hac mevsiminde ustalar ve malzeme
göndererek mescitin yeniden inşa edilmesini sağladı. Yemen Meliki
Muzaffer ve Mısır Meliki Nureddin Ali İbn Mu'iz'in de iştirak ettiği bu
çalışmalarla hücre-i nebeviye ve duvarların bir kısmı yeniden
yapılmıştı. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptırdığı sanat değeri çok yüksek
bir minberi de Mescite yerleştirmişti. Ancak, imar işi tamamlanamamıştı.
685 (1295)'de Baybars, yarım kalan inşaatı tamamladı ve küçük bulduğu
Melik Muzaffer'in minberini kaldırarak yerine, Mısır'dan getirttiği daha
büyük ve sanat bakımından daha zarif bir minberi yerleştirdi. 886
(1481) Ramazanının 13. günü minarelerden birine isabet eden yıldırım,
mescitin yanarak, duvarlarının yıkılmasına sebep oldu. Minber, mushaflar
ve kitapların tamamı yandı. Ravza-ı Mutahhara ve sahndaki kubbeli oda
bu yangından zarar görmemişti.
Mısır Memlûk Sultanı Eşref Kaytabay, Emir Sankar el-Cemalî'yi kalabalık bir usta kafilesiyle Medine'ye gönderdi.
Mescit biraz genişletilerek duvarlar ve minberler yeniden inşa edildi.
Mihrabı da biraz genişleterek, üzerini, çevresindeki direklerin
başlıklarına oturtulan bir Kubbe ile kapadılar. Ravza-ı Mutahhara'nın
duvarları üzerine de bir kubbe oturttular. Bunun üzerini de sütunların
taşıdığı diğer bir kubbe ile kapadılar. Sonra, Ravza-ı Mutahhara ile
kıble duvarı arasına, etrafını üç küçük kubbenin çevrelediği büyük bir
kubbe yapıldı. Yapılan diğer bazı kubbelerle de mescitin bir kısmı
örtülmüş oldu. Yeniden yapılan mihrap, renkli mermerler ile süslendi.
Rahmet kapısının yanında Medrese-i Mahmudiye adıyla anılan bir medrese
inşa edildi. Kaytabay, yapılan bu işler için yüzyirmibin dinar tahsis
etmişti.
Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî'nin bakımı titizlikle yerine
getirilmiş ve tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı Mutahhara'nın
üzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan dolayı
bu kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır valisi
Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'de birtakım restorasyon çalışmaları
yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden inşa edilmiştir.
Abdulmecid'in bu iş için seçtiği ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab
denilen kayadan sütunlar ve taşlar kestiler. Mesciti parça parça inşa
etmeye başladılar. Yani bir kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı.
1849-1861 yılları arasında on iki şene süren inşa çalışmaları ile mescit
yeni baştan inşa edildi.
Mayıs 1953'te başlatılan diğer bir çalışma ile, ön kısmı hariç yeni
baştan inşa edilerek bugünkü hale getirildi. İlk imar edildiğinde
yaklaşık 2475 m. kare büyüklüğünde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu süren
çeşitli inşa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genişliğe ulaşmıştır.
Bugün ise yeniden büyük genişletme çalışmalarıyla bu alan birkaç katına
çıkarılacak şekilde büyütülmüş bulunmaktadır.
Mescid-i Nebevî'nin Fazileti
Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra, yeryüzündeki
mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den bir çok
hadis varit olmuştur.
Mescid-i Nebî'de, bir bölüm vardı ki, Resulullah (s.a.s) burayı Cennet
bahçelerinden bir bahçe olarak nitelemiştir. Ayrıca minberini de aynı
şekilde vasıflandırmıştır.
Bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Resulullah, bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe okurdu. Ashabdan biri
şöyle dedi: "Ya Resulullah! Senin için bir şey yapalım ki, cuma günü
üzerine çıktığın zaman insanlar sizi görsün ve hutbenizi duyabilsinler"
dedi. Bunun üzerine Resulullah; "olur" dedi. Üç basamaklı bir minber
yapıldı. Daha önce yaslanıp hutbe okuduğu kütüğü geçince, kütükten on
aylık gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye başladı. Resulullah
onu eliyle meshetti ve ses kesildi (Buhârî, Cuma, 26; Nesaî, Cuma, 17;
İbn Mâce, İkame, 199; İbn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).
Resulullah (s.a.s), bu minberin üzerine çıktığı zaman şöyle demişti:
"Evimle minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim
de Cennet bahçelerinin üzerindedir (Ahmed b. Hanbel, II, 36, 450, 534;
V, 41). Diğer bir hadis de; "Evimle minberimin arası, Cennet
bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir" (Ahmed b.
Hanbel, II, 236) şeklindedir.
Minber hakkındaki başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"Minberimin ayakları Cennet üzerindedir" (Ahmed, b. Hanbel, VI 289, 292,
318; Nesaî, Mesâcid, .
Bu hadisler, Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'ın minberi de dahil olmak
üzere, minberi ile evi arasında kalan bölümün Cennet bahçelerinden
birisi hükmünde olduğunu teyit ederek ortaya koymaktadır. Buna göre,
burada bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir ibadetde
bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahçelerinden birinde yapmış gibidir.
Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa
çıkılabilecek üç mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir hadis-i
şerifinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Üç mescitten başka
bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz: Mescid-i
Horam, Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, Fedâilü's-Salat, 1, 6).
Mescid-i Nebî'de kılınan namaz, diğer mescitlerde kılınan namazlardan
çok daha faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan Resulullah
(s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir: Mescitimde namaz,
Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha
hayırlıdır" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Başka bir rivayette "daha
faziletlidir" (Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4) buyrulur.
Bunun içindir ki, hac farizasını ifa etmek için bu topraklara yönelen
insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet etmenin
güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar.
Namazın dışında, diğer hayırlı ameller için de Mescid-i Nebevî üstün bir
mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat fazlasıyla
mükafatlandırılır. Bunun böyle olduğunu vurgulamak için Resulullah
(s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şöyle
buyurmaktadır: Mescitime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen,
Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının
kazancını seyreden kimseye benzer" (Ahmed b. Hanbel, II, 418).
Resulullah (s.a.s), Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa yanında kendi
mescidinin konumunu bildirmek maksadıyla şöyle demiştir: Ben
peygamberlerin sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur"
(Nesaî, Mesâcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu üç mescitin dışında inşa
edilecek hiç bir mescitin, diğerlerinden farkı olmadığını ve fazilet
bakımından birbirine denk olduğunu da ortaya koymaktadır.
Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret ettiği zaman, burada Mekke'deki
gibi bir devlet yoktu. İki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec'den
başka, varlıklarını bu kabileleri birbirine karşı çatıştırarak sürdüren
Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarında üç yahudi kabilesi
bulunmaktaydı. Ayrıca bu yahudi kabileleri arasında da bir birlik yoktu.
Bu anarşi ortamı herkesi bıktırmış olduğu için, bütün kabileler
Abdullah İbn Ubeyy'in Medine'de Kral ilân edilerek bir devlet
otoritesinin kurulması yolunda bir karar üzerinde anlaşmalarını
sağlamıştı. Hatta bunun için bir krallık tacının yapılması için de
sipariş bile verilmişti. Ancak henüz devlet teşekkül etmiş değildi. Bu
durum Resulullah'ın işini kolaylaştırıyordu. O, ilk iş olarak, yahudiler
ve diğer müşrik Araplar da dahil herkesi toplayarak hazırladığı anayasa
çerçevesinde bir devlet kurulmasını sağlama yoluna gitti. Elli iki
maddeden oluşan anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarını belirtirken
aynı zamanda idarenin müslümanların elinde olmasını öngörüyordu (bu
anayasanın maddeleri için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi,
İstanbul 1980, I, 220 vd.).
Medine'de müslüman nüfus azınlıkta olmasına rağmen, kurulan devlet bir
İslâm devleti niteliğinde olup, bunun tabii başkanı da Resulullah
(s.a.s)'dir. Daha önce Medine'de bir devlet yapısının olmayışı,
Resulullah (s.a.s)'ın İslâm devletini kurup hiç kimse ile bir çatışmaya
girmeden onu istediği gibi teşkilatlandırmasını kolaylaştırmıştı. Ancak
İslâm devletinin kurulmasıyla krallığı suya düşen Abdullah İbn Ubeyy
zahiren iman etmiş gözükerek, Medine İslâm devletini sabote etmek için
var gücüyle çalışıyordu. Münafıkların lideri konumunda bulunan İbn
Ubeyy, Medine dönemi boyunca, müslümanları sıkıntıya sokan etkili nifak
hareketlerinin tezgâhlanmasında oldukça büyük rol oynamıştır.
Mekke'den her şeylerini terkederek Allah yolunda hicret eden
muhacirlerin Medine'deki yaşayışlarını kolaylaştırmak ve sosyal hayata
adapte etmek için Resulullah (s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla
kardeş ilân etmiş ve bu kardeşlik birbirine mirasçı olmak kadar ileri
götürülmüştü. Bu olay tarihe "Muahat" * adıyla geçmiş ve Ensar'ın Allah
yolunda, din kardeşleri için hiç tereddüt etmeden ne kadar büyük
fedakârlıklarda bulunduklarını ortaya koymuştur.
Artık, Mekke'de sadece bir cemaat statüsünde olan müslümanlar Medine'ye
hicretle devletlerini kurmuş, bu da İslâm'ın tebliğ stratejisinde önemli
değişiklikleri beraberinde getirmişti. Mekke döneminde savaş ferdi
olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda yasaklanmıştı. Bu
dönemin tabiatı bunu gerektirdiği için Allah Tealâ, onca işkence ve
saldırılara rağmen müşriklere karşı silahla karşılık verilmesine izin
vermemişti.
İkinci Akabe Bey atının peşinden, Ensar'dan Abbas ibn Ubade; "Ya
Resulullah, izin ver sana eziyet eden müşrikleri kılıçtan geçirelim"
dediğinde Resulullah (s.a.s): Henüz bununla emrolunmadık,
arkadaşlarınızın yanına dönün" buyurmuştu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).
Hicretle birlikte, devletin kurulmasından hemen sonra, Allah Teâlâ
inananlara İ'lay-ı Kelimetullah için kıyamete kadar sürecek cihatın
kapısını açıyordu: "Zulme uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım
etmeye elbette kadirdir" (el-Hac, 22/39).
Mekkeli müşrikler, hicretten sonra, kendileri açısından durumun
vahametini anladıkları için Medineliler'den, Resulullah (s.a.s)'i
öldürmeleri, en azından Medine'den sürmelerini istiyorlardı. Bu
yapılmadığı takdirde Medine'yi işgal edecekleri tehditlerini
savuruyorlardı. Resulullah (s.a.s), Medine'deki küçük müslüman toplumu
teşkilatlandırmaya gayret gösterirken, sınırları tespit edilmiş ve henüz
bir şehir devleti niteliğindeki bölgenin dışında kalan gayrimüslim
kabilelerle ittifak veya saldırmazlık antlaşmaları yaparak dışardan
gelebilecek bir tehlikeyi karşılayacak bir ortam hazırlamaya
çalışıyordu. Ancak burada önemli olan husus, müslümanlar, planlarını
savunmaya değil, İslâm tebliğinin aktif olarak diğer insanlara da
ulaştırılması üzerinde yapıldığıdır. Bunun için askerî gücün
kaçınılmazlığı açıktır. Bundan dolayıdır ki Hicret, sadece Mekkeli
müslümanların Medine'ye intikali ile sınırlı tutulmamış, nerede olursa
olsun iman eden herkesin Medine'ye hicreti farz kılınmıştır. Mekke'nin
fethine kadar geçerli kalan bu hüküm, Mekke'nin fethiyle artık gerek
kalmadığı için kaldırılmıştır.
Resulullah (s.a.s), siyasî, sosyal ve cihatla alakalı inen ayetleri,
Mescid-i Nebi'de ashabına öğretiyor, ayrıca Mescid-i Nebi'ye eklenen ve
İslâm öğretiminin ilk üniversitesi mahiyetiniz olan Suffa'da yetişmiş
ashabın katılımıyla bu eğitim faaliyetleri bütün müslümanları kapsayacak
şekilde yerine getiriliyordu.
Bu teşkilatlanma ve eğitim çalışmaları yanında İslâm devletinin en
önemli düşmanı olan Mekkeli müşrik güçlere karşı silahlı bir faaliyetin
hazırlıkları da yapılıyordu. Resulullah (s.a.s), Hicretten yedi ay
sonra, Mekkeli müşriklere ait ve başında Ebu Cehil'in bulunduğu bir
ticaret kervanını vurmak için Hz. Hamza komutasında otuz kişilik bir
birliği Medine'den yola çıkardı. Ancak her iki tarafın da müttefiği olan
Mecdi b. Amr'ın araya girmesiyle, savaş pozisyonu alan kuvvetler
savaşmadan ayrılmışlardı.
Bu olaydan bir ay sonra, altmış kişilik bir kuvveti Ubeyde b. el-Haris
komutasında yine Mekke kervanının yolunu kesmek için göndermişti.
Seniyyetül-Murre mevkiinde karşılaşan kuvvetler arasında yine ciddi bir
çatışma meydana gelmemişti. Bununla birlikte, Mekke müşrikleri ile
müslümanlar arasında tam bir savaş hali yaşanıyordu. Bunun için, bu
kervanlara yapılan saldırılar, basit birer yol kesme hareketi değildi.
Müşriklere ait ticaret kervanlarının İslâm devletinin nüfuz
bölgelerinden geçmesi engellenerek, savaş halinde bulunan güçlerin
ekonomilerinin çökertilmesi hedefleniyordu. Ayrıca bu küçük çaplı askerî
operasyonlarla müslümanların savaş yeteneklerinin geliştirilmesi ve
tecrübe kazanmalarını sağlayarak, ilerdeki büyük savaşlar için İslâm
ordusunun alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyordu.
Hicrî birinci senenin sonunda Sa'd b. Ebi Vakkas komutan tayin edilerek,
yirmi kişilik bir kuvvetle el-Harrar bölgesine gönderilmişti. Ancak,
Mekke kervanı bir gün önceden burayı terkettiği için yine bir çatışma
olmadan Medineye dönülmüştü.
Hicrî ikinci senenin Şevval ayında, ikiyüz kişilik bir kuvvetle
Resulullah (s.a.s)'ın bizzat askerî sefere çıktığı görülmektedir. Bedir
yakınlarındaki Vaddan bölgesine kadar giden Resulullah (s.a.s), bu
bölgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldırmazlık antlaşması
yapmıştı. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s), ikiyüz kişilik bir
kuvvetle Medine'nin kuzey batı tarafında bulunan Buvat bölgesine gitti.
Mekke kervanlarını sıkı bir takibe alan Resulullah (s.a.s), çıktığı
seferler esnasında bir takım kabilelerle. antlaşmalar akdediyor ve
Medine etrafındaki kabileleri Mekkeli müşriklere karşı kendi tarafına
alıyordu.
Bu arada, Şam ticaret yolunun müslümanlar tarafından kontrol altına
alınması Mekke müşriklerinin tedirginliğini oldukça artırmıştı. Hicri
ikinci yılın Cemaziyel-Ahir ayında, Kurz b. Cabir'in komutasındaki
Mekkeli bir birlik Medine'nin dış mahallelerine baskın düzenlemiş ve
buraları yağmalamıştı. Medine'ye henüz dönmüş bulunan Resulullah
(s.a.s), bu Mekkeli birliği yakalamak için peşlerine düştüyse de, kaçıp
gittiklerinden onlara yetişmesi mümkün olmamıştı. Bu olay müslümanlar
için üzüntü verici olmuştu. Bunun üzerine Mekke'den bir kervanın yola
çıktığı haberi alınınca Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin güney batı
tarafında bulunan Benu Damra arazisine doğru yola çıktı. Burada Müdlic
kabilesine mensup olup, hicret esnasında Resulullah (s.a.s)'i yakalamak
isteyen, ancak sonra iman eden Suraka Resulullah (s.a.s)'i kabile
mensupları ile birlikte büyük bir coşku ile karşılamıştı. Suraka'nın
müslümanları ağırlaması esnasında Mekke kervanı savuşup gitmişti. Bu
sefer esnasında savaşçıların sayısı yüz elli kişi kadardı.
Suriye'ye giden kervanın yolunun kesilmesini sağlamak için Resulullah
(s.a.s) iki kişiyi istihbarat maksadı ile Suriye'ye göndermişti. Ayrıca
oniki kişilik bir birliği Abdullah b. Cahş komutasında, Mekke devletinin
müslümanlar hakkında tasarladıkları planları öğrenmek için tehlikeli bi
r görevle -Mekke'nin güneyinde,. Mekke ile Taif arasında bir yer olan
Nahle mevkiine gönderdi. Bu birliğin gittiği yerin gizliliğini muhafaza
için görevlerini bildiren mühürlü talimatın iki gün yol alındıktan sonra
açılması emredilmişti. Bu birlik Nahle bölgesine geldiğinde Mekkelilere
ait üzüm ve deri yüklü bir kervanla karşılaştı. Görevi sadece haber
toplamak olan birliğin komutanı Abdullah İbn Cahş, bu kervana saldırı
emri vermiş sonuçta bir müşrik öldürülmüş, iki esir alınmış ve
kervandaki mallara ganimet olarak el konmuştu. İslâm devletine ait
askerî birlikler düşmanla ilk defa ciddi bir çatışmaya girmiş oluyordu.
Şam tarafına gitmiş olan kervanın dönüşte ele geçirilmesi için
hazırlıklara girişildi. Bu kervanın yakalanması çok önemliydi. Çünkü
Mekkeli müşrikler, Medine'de gün geçtikçe güçlenen İslâm devletine nihai
darbeyi vurup ortadan kaldırmak için gerekli olan finansı sağlamak
gayesiyle Ebu Süfyanın liderliğinde bu büyük kervanı Suriye'ye
göndermişlerdi. Bu kervanın dönüş haberi Medine'ye ulaşınca Resulullah
(s:a.s), Ebu Lübabe'yi Medine'de vekil bırakarak, Hicri ikinci yılın
Ramazan ayında üçyüz kişiden oluşan ashabıyla birlikte yola çıktı. Bunu
öğrenen Ebu Süfyan, kervanı kurtarmak için güzergah değiştirirken, aynı
zamanda durumu Mekke'ye bildirerek acilen yardım yetiştirilmesini
istemişti.
Böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyen Ebu Cehil Mekke'de dolaşarak halkı
galeyana getirmeye çalışıyordu. O, topladığı bin kişilik kuvvetin başına
geçerek Medine'ye doğru yola çıkmıştı. İslâm ordusu Zefiran denilen
yere geldiğinde, Mekkeliler'in kalabalık bir ordu ile yola çıktıkları
haberi Peygamber'e ulaşmıştı. Diğer taraftan Ebu Süfyan kervanı
kurtarmış ve tehlikeyi atlattığını yola çıkmış bulunan Mekke ordusuna
bildirmişti. Ancak Ebu Cehil, yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek için
yoluna devam etti. Ashabıyla bir durum değerlendirmesi yapan Resulullah
(s.a.s), onların Allah yolunda savaşmadaki kararlılıklarını görünce
kendi ordusundan üç kat daha kalabalık müşrik güçlerle savaş kararı
alınarak yola devam edildi. Bedir mevkiine gelindiğinde, vaziyet almış
durumdaki düşman ordusuna karşı mevzilendi.
Bu savaş İslâm'ın kaderini belirleyecek bir mahiyet arzetmekte idi. Bu
savaş ya kazanılacaktı veya üç yüz kahraman mücahitle birlikte İslâm
risaleti tarihe karışacaktı. Durumun ciddiyetini, Resulullah (s.a.s)'in
Rabbine yaptığı şu tazarru açıkca ortaya koymaktadır: "Allah'ım,
vadettiğin yardımını bugün lütfet. Ey Rabbim, bugün şu küçük ordu yok
olup giderse yeryüzünde sana kulluk eden kimse kalmayacak".
Allah Tealâ bu esnada mü'minlere zaferi müjdeleyen şu ayeti vahyediyordu:
"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır" (el-Kalem, 68/45).
17 Ramazan günü (13 Mart 624) yapılan savaşta Allah Teâlâ'nın vadi
gerçekleşmiş ve düşman ordusu büyük bir hezimete uğratılmıştı. Ebu Cehil
ve diğer bir grup ileri gelen müşrikler de dahil yetmiş müşrik
öldürülmüş, çok sayıda da esir alınmıştı. İslâm ordusunun verdiği şehit
sayısı ise on dört kişiydi (bk. Bedir Gazvesi).
Bedir savaşı, Medine İslâm devletinin temellerini sağlamlaştırmış,
inananlara büyük moral gücü kazandırmıştı. Artık bu savaşla hak batıla
üstün gelmiş, küfrün, şirkin ve putperestliğin yeryüzünden silinip
atılması için İslâm cihatı meşalesi tutuşturulmuştu.
Bedir'den Medine'ye dönüldüğü zaman, İslâm'a duydukları düşmanlıktan
dolayı içlerini kemiren ve müslümanların kazandığı bu büyük zaferi
hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, düşmanlıklarını açığa vurmaya ve
değişik yollarla müslümanlara sataşmaya başlamışlardı.
İffetsiz bir kadın şair olan Asma binti Mervân ile Ebu Afek adındaki
yahudi şairler, İslâma karşı haddi aştıkları için öldürülmüşlerdi.
Yahudi kabileler içinde düşmanlıklarını ilk önce açığa vuran Kaynuka
yahudileri, Bedir zaferini küçümsüyor, sebebini, Mekkeli arapların savaş
bilmemelerine bağlayıp; "bizimle karşılaşsalar da savaş nasıl olurmuş
görseler" diyerek müslümanları hafife alıyorlardı.
Bir müslüman kadının yahudiler tarafından saldırıya uğraması üzerine
çıkan olaydan sonra Resulullah (s.a.s), Kaynukaoğullarına savaş ilân
etti. Müslümanlara karşı büyüklenen bu yahudi kabile, tıynetlerindeki
korkaklıklarından, sarfettikleri sözleri unutup kalelerine kapanmaktan
başka ça! re bulamadılar. Müslümanlarla çatışma cesaretini gösteremeyen
Kaynukaoğulları teslim olmaları üzerine Medine'den sürülüp çıkarıldılar
(bk. ; Kaynukaoğulları).
Gelişen olaylar çerçevesinde Allah Teâlâ, sosyal, iktisadî, siyasî
konulardaki ayetlerini, hikmetine binaen bir nüzul sebebi çerçevesinde
gönderirken, İslâm savaş hukukuna dair teşrii de oluşmaya başlamıştı.
İslâm, canlı bir hayat dini olduğu için, inen hükümler hemen toplum
hayatına yansıtılıyor ve müslümanlar tarafından hazmedilerek,
yaşayışlarını onlara göre düzene koyuyorlardı. İslâm tebliğinin Mekke
safhası, nasıl ki kıyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde insanlara
örnek teşkil etsin diye Allah tarafından o seçkin topluluğa
yaşatılmışsa, Medine dönemi de, kıyamete kadar müslümanların ferdi
yaşayışlarından devlet düzenine kadar her şeyleri için örnek olsun diye,
yine o seçkin sahabeler topluluğuna yaşatılmakta idi.
Bedir savaşından sonra Resulullah, Mekke müşrikleriyle müttefik
konumundaki müşrik kabilelere karşı akınlara girişmişti. Bedir'de
müslümanların elde ettiği zafer ve Kaynukaoğullarının ihanetlerine
karşılık sürülmeleri, geri kalan yahudileri çileden çıkarmıştı. Bütün
peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptığı
antlaşmaya aykırı olarak Mekke müşrikleriyle gizliden gizliye komplolar
hazırlamaya girişti. Yahudi liderlerinden şair Ka'b b. Eşref, Bedir
zaferini duyduğu zaman üzüntüsünden;
"Bugün yerin altı üstünden yeğdir" demiştir. Bu adam Mekke'ye gidiyor ve
Bedrin intikamını almaları için onları harekete geçirmeye çalışıyor,
yahudilerin kendilerine yardım yapacağına dair taahhütlerde bulunuyordu.
Düşmanlıkta alenî davranan ve ileri giden bu yahudi öldürülerek fesatı
engellenmişti.
Bedir mağlubiyetini bir türlü hazmedemeyen ve öfkeden çılgına dönen
müşrikler, intikam almak için hemen hazırlıklara girişmişlerdi. Bedir
öncesi, Ebu Süfyan'ın Mekke'ye ulaştırdığı kervandan herkes sadece
sermayelerini almış, kervanın 250.000 dirhem tutarındaki toplam kârı
ordu teşkilinde harcanmak için ayrılmıştı. Mekke dışındaki bir çok
kabileye heyetler gönderilerek para karşılığında asker toplama yoluna
gidildi. Ordunun mümkün olduğu kadar büyük ve kalabalık olması
gerekiyordu. Zira Medine'ye doğru yürüme cesaretini ancak bununla
kendilerinde bulabilirlerdi.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paz Ekim 06, 2019 11:10 am tarafından turk9999
» DreamBox Kullanıcılarına özel FLASHWIZARD 7.02 Türkçe
C.tesi Eyl. 17, 2016 8:48 am tarafından turnurbil
» E2 Setting 7,13,19,42
Paz Kas. 01, 2015 10:04 am tarafından codegen
» Redline Aradiginiz hersey tek link Her zaman guncel Arkadaslar
C.tesi Eyl. 26, 2015 5:57 am tarafından UCANKUS004
» Çökmüş Dreambox DM 500S Kurtarma
Salı Eyl. 22, 2015 12:43 pm tarafından yavoth
» DM800HD Clone Patched Images (Sim 2.01 SSL#84D OE2.0)
Perş. Tem. 02, 2015 2:38 pm tarafından Admin
» All Files in Our Enigma2 Addons
Çarş. Tem. 01, 2015 10:55 pm tarafından ttys
» E2 - Dreamboxedit_setup 5.1.1.1 ile İP TV eklemek
Paz Mart 22, 2015 1:48 am tarafından AHMCEL
» Ace Stream Media 3.0.3 programı ve paylaşım bölümü
Perş. Mart 05, 2015 1:59 pm tarafından Admin